Cioran’ın Gözyaşları ve Azizleri

Hazırlayan: Emine ÖZ

Yazar: Emil M. Cioran

Eserin Adı: Gözyaşları ve Azizler

Eserin Orijinal Adı: Des larmes et des Saints (Lacrimi şi Sfinti)

Tercüman: (Bölüm 1) İsmail Yerguz, (Bölüm 2) Behlül Dündar ve Ferhat Özkan

Editör: Ferhat Özkan

Yayınevi: Jaguar Yayınları

Yayın Yeri: İstanbul

Yayın Yılı: Ağustos 2015

Sayfa Sayısı: 112

EMİL M. CİORAN KİMDİR

E.M. Cioran, 8 Nisan 1911’de, o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçası olan Răşinari adlı bir Rumen kasabasında doğdu. Ailenin en büyük erkek çocuğu olduğu için eğitimli, entellektüel ve saygın bir Ortodoks papaz olan babasının, “Rumen kimliği”ni fazlasıyla vurgulayan ismini aldı. Her zaman özlemle andığı, mutlu bir çocukluk yaşadı. 1921’de kasabasının bağlı olduğu Sibiu’da okumaya başladı. Orta öğrenimini -Rumen dili ve edebiyat dersleri hariç- ortalama bir başarıyla tamamladı. 1928’de Bükreş Üniversitesi’ne kaydolup felsefe ve estetik okudu. Felsefe eğitimini, üniversiteyi ve hattâ üzerine tez yazsa da hayatın trajedisini kavrayamadığını söylediği Bergson’u hiçbir zaman sevmedi; fakat burada ömür boyu dost kalacakları Eugene Ionesco ve Susan Sontag’ın  deyimiyle “Kierkegaard, Nietszche ve Wittgenstein çizgisinin en seçkin ismi” olma yolunda ilk adımını attı. Bu arada, Mircea Eliade ile de tanışıp sıkı bir dostluk kurdu.

Hiçbir zaman yazmayacağı bir tez karşılığında Sorbonne kütübhanesi ve yemekhanesinden yararlanmaya; Paris’te ömür boyu neredeyse hiç çıkmayacağı Quartier Latin bölgesindeki öğrenci yurtlarında ve evlerde yaşamaya başladı. Bu sırada Cafe de Flore’de Satre’ın hayranlıkla dinlediği toplantılara katıldı, fakat hiçbir zaman konuşmadı. 1942’de ömrünün sonuna dek birlikte yaşayacağı,  İngilizce öğretmeni Simone Bouè ile tanıştı. Fransızca yazdığı ilk kitabı “Çürümenin Kitabı” 1949’da yayınlandı ve Cioran 1986’ya dek Fransızca yazmaya devam etti. Sonrasında, başta “Gözyaşları ve Azizler” olmak üzere, Rumence yazdığı ilk kitablarını Fransızca yeniden yazdı. 17 yaşındayken başlayan insomnia nedeniyle gecelerini uyumak yerine okuyarak ve yürüyerek geçiren Cioran, hayatının son yıllarında ise Alzheimer hastalığına yakalandı ve 1995’te hayata gözlerini yumdu.

Yazarın Türkçeye çevrilen kitabları: Burukluk (1993), Doğmuş Olmanın Sakıncası (1998), Tarih ve Ütopya (1999), Çürümenin Kitabı (2000), Varolma Eğilimi (2002), Ezeli Mağlup (2007), Gözyaşları ve Azizler (2015), Zamanda Düşüş (Türkçe tercümesi henüz yapılmadı), İtiraflar ve Aforozlar (Türkçe tercümesi henüz yapılmadı)

ESERİN İÇİNDEKİLER

Kitab, yazar ve tercüman hakkında kısa bir tanıtımla başlar. 1986’da “Gözyaşları ve Azizler”i Fransızca’ya çeviren Sanda Stolajan’ın dokuz sayfalık önsözü ile devam eder. 1986’da, yazarın teklifiyle önemli kısaltmalar ve değişiklikler yapılarak Rumence’den Fransızca’ya çevrilen eser; 1986’da yayınlanan hâliyle başlar. Kitab iki bölümden oluşmaktadır. Kitabın ikinci bölümüne 1937’de Rumence yayınlanan orijinal hâlinden bir seçme de konmuş; böylece aynı eser, farklı dönemlerde “iki kitab – iki Cioran” olarak okuyucuya sunulmuştur. İkinci bölüm, yayıncının kısa notuyla başlayıp, 1937’de yayınlanan orijinal hâlinden seçmelerle devam eder.

ESERİN KONUSU

M. Cioran bu eserinde: felsefeden, müzikten, resimden, mistisizmden, aziz ve azizelerden, ezele; modern insandan daha yakın olan Doğudan ve varlıklarını sadece maddeye yansıtabilmeyi beceren modern insana kadar bir çok konuyu; bazen kaos şeklinde, bazen bunalımlı bir durgunlukta, bazen de dingin bir boşverilmişlikle işlemiştir. Kelimeler, hiçbir konuda belli bir sınırda bekletilmeden dile getirilip okuyucuya sunulmuştur.

ESERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Cioran’ı, “Aziz(e) bir uçurumsa; Tanrı onun derinliği” cümlesiyle anlatmaya başlayabilirim. Yalnızlık, acı, ölüm “Ölüm ürkütücü bir süpriz” (s. 28) ve bunları çevreleyerek büyüyen bir karmaşa. Gözyaşının tarihi bunlardan daha eski, fakat her eski bu kadar derin mi? Derinlik, çoğu zaman eskiye değil ezele yakınlığı ile bilinir. Ezele yakınlığı ile bilinen ilahi uçurumlarda, hislerinin algıladığı bir Tanrı’ya tutkulu ve aynı zamanda öfkeli bir şuura sahibtir Cioran.

“(…) hiçlikle yaşamayı öğrenmiş ama yine de herşeyi hiçlik kategorisine taşıyamamış. Kendisini yaralayıp duran bir yerde duruyor. [1] Kendisini yaralayıp duran bir yer.. Belki de en belirgin yer yine şu cümlesinde:

– “Dünyaya gelişimin bir rastlantı, gülünecek bir kaza olduğunu biliyorum ama bunu unutur unutmaz, sanki doğumun dünyanın dengesi ve gidişi için zorunlu temel bir olgu imiş gibi davranıyorum. [2]

“Gözyaşları ve Azizler”de, sonraki pasaj bir öncekinin devamlı kendisini yenileyen umutsuz bir yarasıdır. Bunun nedenini diğer kitablarında da görmek mümkün.

– “(…) her zaman batınî olarak paramparça bir halde ve hayat görüşüme zıt olan büyük bir gerginlik içinde yaşamak zorunda kaldım. Çünkü, kendi dışımda bir çıkış bulamadım. Hayat hakkında karanlık bir anlayışım olmasına rağmen, varoluş için daima büyük bir tutku besledim. Öyle büyük bir tutku ki, ters yüz olarak hayatın inkârına dönüştü, çünkü hayat iştahımı tatmin etme yolları yoktu elimde.” “Cennetten geriye ne kalırdı, eğer bir umutsuzluk bakışıyla bakılsaydı? Bir mutluluk mezarlığı.” (s. 87)

 “Umutsuzluk, “Varoluşun ölü merkezi: Tanrı’yı düşünürken veya bir gazete yazısı okurken herşey sana aynı göründüğünde” (s. 107) başlar. Hayat, gün geçtikçe daha çok içi boşaltılan veyahut tamamen şişirilmiş pek çok meseleyle dolu. Bu meseleler; insanı nasıl sürükler, ikrar edilen bir çok şey bir ânda nasıl inkâra dönüşür, bunu daha net görmemizi sağlayan bir uslûbtur Cioran.

Eserin bazı konularına kaba taslak değinmek; eseri ve yazarı daha anlaşılır kılacaktır. Meselâ, günümüz insanını daha yakından ilgilendiren “modern insan” meselesine:

– “Modern insan azizlerin zıddıdır ve bunun nedeni hafifliği değil, trajik aşırılığı ve sonsuzca yenilenen düş kırıklığı açlığıdır” (s. 35)

– “Modern insan genelde, hislerine ve boşluklarına uygun bir Tanrı arayışı içindedir. Böyle bir yaratıcı modeli tasvire daha yakındır fakat, tasvire yakın bir yaratıcı hangi idrakte bir gerçekliğe kavuşabilir. İdrak, böyle bir yaratıcıyı tasvir etme cüretini gösterdiği ânda, kendi putunu yaratmaya başlamış demektir. Yazar, böyle bir durumda hislerin rehberliğine sığınmayı daha mantıklı bulur. (s. 35)

– “Bildiğiyle hissettiği arasında daima bir çatışma halinde yaşamayı sürdürmek (…)” [3].

Sonra, felsefeye kısaca değinir fakat umursamaz bir uslûb takınarak. “Felsefi mirastan vazgeçmek kadar kolay bir şey yoktur, çünkü felsefenin köklerinin sınırı bizim belirsizliklerimizdir.” (s. 34)

Yazara göre “Felsefenin en büyük cesareti kuşkuculuktur, (…) ötesinde kaostan başka birşey yoktur” (s. 34) “(…) kuşkuculuksa umutsuz bir bilgidir.” (s.35) Fakat mutlak, “(…) kanda eriyen bir mevcudiyettir” (s. 46)

Modern İnsan, “Kadir-i mutlakın etki alanını genişletmek isterken istemeden doğrudan görüş alanımızda uzaklaştırmıştır onu.” (s. 48)

“Mutlak düşüncesi” bir aziz veya azizede daha belirgindir. “Bir aziz Aristoteles’e göre cahil biridir. Öyleyse niçin bir azizden öğrenecek daha çok şey olacağını düşünüyoruz” (s. 34)

Yazarı aziz ve azizelere yaklaştıran sebeb, “mutlak düşüncesi”ne hayat verme ihtimallerinin daha yüksek olması mı?

Mutlak düşüncesi ve “Mutlak takıntısı içinde kendini yok-etme zevki (…)” (s. 44), işte bazen bu cümle tutkunun en şiddetlisini kendine katarak ilerler. “(..) Tanrı açlığını ve susuzluğunu doğuran yalnızlık tutkusu, bizi kuşatan çevrenin verdiği kederle birlikte artar. Duvarlar boyunca kırılan bakışlar, hiçbir şeye ilgi duymayan kalbler (…)” (s. 41)

“Mutlak takıntısı içinde kendini yok-etme zevki”nin hem bir azizede hem de kerhane köşesindeki bir kadında aynı doz ve şiddette bulunmasının sebebi, duygularımızla mı yoksa özümüzle mi açıklanır? Yazar, buna “yaşama tiksintisi” (s. 44) der.

“İlahi uçurumdan daha derin bir uçuruma düşmenin ne anlama geldiğini kaç kişi biliyor” (s. 50) Bazen ilahi uçurumlarda bazen de ilahi uçurumdan kopup daha çekilmez bir uçuruma sürüklenen yazar; kendini müzikle, resimle ve mutlaklığa inandıracak şeylerle teselli ederken bulur. Sanatın gölgesine sığınmasının bazen tek bir sebebi vardır. “Sanatta Tanrı’ya ulaşmak dışında bir kriter var mıdır?” (s. 58)

Mutlak bir Tanrı ihtiyacı… Cioran’a göre; “sanatı mutlaklığın gölgesinde yeşerten sanatçılar farkedilmeyi hak ederler. Meselâ, “Mozart’ın armonilerinden doğan tüm hakikatleri severim, (…) hakikatlerin tonlamaları veya yankıları olmadığı için, boş bir ruh elbette onları hayli soğuk bulabilir.” (s. 86) Bach’ta ise “(…) Tanrı’nın filizlendiğini görürsünüz.” (s. 44) Müziğin sesi kendini resmin sessizliğine bırakır. “Salomon ve Jakop Ruysdael yahut Art van der Neer olmasa ne yapardım ben.” (s. 56) Hollanda resmi içinde bunları ona yaklaştıran, yine mutlak arayışı.

“Gözyaşları ve Azizler” vasatlaştıkça mutlak tutkusunu daha şiddetli fakat sezdirmeden içinde barındıran bir ruhu daha yakından tanıma fırsatını sunar bize. “(…) kitablarımın fonksiyonu üzerine derinlemesine düşünürken, bir yara gibi olmaları gerektiğini  söylüyorum kendime (…)” [4] Bir yara gibi çok karakterli bir şuurun mutlak tutkusunu her sayfasında bulabilirsiniz fakat kitabta, “ümit bir köle meziyetidir.” [5]

1  Emek Erez, “Cioran’un Gözyaşlarına Ortak Olmak”

http://www.edebiyathaber.net/cioranin-gozyaslarina-ortak-olmak-emek-erez/(21.09.2015)

2  Elif Tanrıyar, “Mürekkebi Ruhun En Karanlık Gecesi Renginde”

http://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/murekkebi-ruhun-en-karanlik-gecesi-renginde-cioran-i-3760 (21.09.2015)

3  Elif Tanrıyar, “Mürekkebi Ruhun En Karanlık Gecesi Renginde”

Deniz Günlükleri: “Doğmuş Olmanın Sakıncası”

http://httpmyblogblogspotcom-ayesha.blogspot.com.tr/2011/05/dogmus-olmann-sakncas-emil-michel-cioran.html (21.09.2015 13:32)

5  Emil M. Cioran, BIR SAPLANTININ İÇYÜZÜ, Wikipedia (21.09.2015)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!