Sanatçı Militan

Evet; insanız ve istesek de istemesek de yaşıyoruz. Ölüme veya ölümsüzlüğe pençemizi geçiremedikten sonra, ha istemişiz ha istememişiz. Nihayetinde, yaratılmış olarak varız ve buradayız. Herkes kendince yaşıyor ya, demek ki şunu söylemek de mümkün: Ölümsüzlüğü pençeleme çaba ve gayesiyle şuna veya buna adanmış bir rüya değil mi, yaşadığımız?…

Neye adamak, nasıl yaşamak; işte bütün mesele!

İşte biz; İnsanoğlunun kaderine insanlığıyla ortak, biz iman ve islâm’a muhatap savaşçı namzetleri, modern insanının muhtaç olduğu, Hz.Adem’den beri ellerin uzanmaya çalıştığı ölümsüzlük iksirinden tüten bir buğunun hakim olacağı bir toplum nizamını tesis gayesine yönelik olarak, üzerimize yığılmış kat kat örümcek ağlarının ortasından FIŞKIRIYORUZ.

Böyle bir takdimden sonra, sanat ve sanatçının misyonuyla, militanlığın sanat çabasıyla örtüştüğü alanı dile getirebiliriz.

Sanat; ölümlüler çerçevesinde sadece insana ve insanların da sadece belli bir azınlığına râm olan güzellik, derinlik ve özellik. Her çaba ölümlülük karşısında ve ölümsüzlüğe doğru bir zaferken; sanat çabası, kendisini diğerlerinden ayıran ve değerli kılan özelliği halinde, muhteva yeniliğinin şekle uygunluktaki zirvesinde beliriyor. Buysa, zamanının itlediği ve doğurduğu çevreye çakılı kalmak değil, zamanının çocuğu iken geleceği müjdeleyen bir ölümsüzlük hamlesinin sahibi olmak demek. Göçmen bir kuşun konakladığı kadarıyla misafiri olduğumuz bu rünyada, zaman-mekân farklılığı itibariyle kimse aynı noktaya ayak basmamakta. Herkes, bastığı yeri merkez kabul ederek ölçmek durumunda evreni. Ve sanatçı, yaradılışında kendisine hediye edilmiş genişlik karşısında, yavaş yavaş uyanırmışcasına, bulunduğu devredeki boşluktan dehşete düşmekte ve kalabalıkların ucuz, fakat dar çerçeveli tesellileriyle doyamadığından, içindeki genişlik ve derinliğe denk bir çabayla, göklere yönelmiş, rasathanesini kurmaya çalışmaktadır. Çoğu, ayaklarını sertçe yere basadursun; o, gök ve yerin bütünleştirdiği ahenk ve özellikle göğün derinliği karşısında, yüksekliğin verdiği baş dönmesini yaşamakta, ayağını yere sağlam basmakta güçlük çekmekte ve kimi zaman kendisini uçan balon gibi hissedip ürkmektedir. Artık o, genişleyen evrenin önünde eski rahatını bulamamakta, herşeyi bir bütün içinde kucaklayabilmenin imkânsızlığının verdiği ıstırabı yaşamakta, şüpheler ruhunu kanatmakta; fakat, düşe kalka da olsa, sınırlılığına bakıp mutlak bir ümitsizliğe kapılmadan, hasretinin bestesini taşa, duvara, kağıda, nota kağıdına veya hayatının mümkün olan her safhasına kazımaktadır.

Sanatçı, çevresindekileri mest edip yerlere seren uyuşturucularla kanmamakta, bir anlık uyuşsa bile, sanki bu, yarasını daha da azdırıcı bir etki yapmaktadır. O, ölümün ve eskimenin temsilcisi gördüğü değişen madde çerçevesi ve yoğunluğuna karşı, bedenini bile maddeye mıhlanmış bir pranga gibi görerek, sınırlılık içinde sınırsızlığın, ölümülülk içinde ölümsüzlüğün temsilcisi olan ideali aramakta, özlemekte ve her zerresiyle buna bağlılık gayesini gütmektedir. Ancak böyle bir ideale bağlılık ve esaretle susuzluğunu dindirebileceğine inanan sanatçı, maddenin ve çevresinin ruhunu boğmaya yönelik saldırılarından, zorlamalarından da nefret etmektedir. Bundan kurtulması için yapması gereken tek şeyse, özlediği ve kendi duyarlılığı çapında hissettiği evrensel güzelliği, bulunduğu çevrenin bölgeselliğine tatbiktir. Böylece, sadece kendisi değil, toplumu da yaşanmaya değer hayatı tanıyacaktır.

Evrenselliğin veya bunu va’deden ideolojinin bölgeselliğe tatbiki sürecinde birçok problem sözkonusu olacaktır. En başta, yerleşik otoritenin kokuşmuş anlayışı, maddî ve manevî tüm güçlerini seferber ederek kurulu düzenin devamından yana tavır koyacaktır. Bu tavra karşı koymak da, ona denk bir tavrı gerektireceğine göre, sanatçı kendisini bir “ihtilal-inkılap/devrim” hareketi içinde aktif bir militan olarak buluverecektir. Artık sanatçı, gerekirse bir gerilla, gerekirse bir sanatçı ve gerekirse başka bir rolle, düzen güçleri karşısında savaşacaktır. Burada, insanın insanlığına yaraşır bir dünya kurma çabası yatar. Yoksa sözkonusu olan, Lenin’in bayıldığı türden sosyalist gerçekçilik ve propagandif sanatla sınırlamak değildir sanatçıyı.

İşte sanatçı ve savaşçı militan!

KAYNAK: Ak-Doğuş Dergisi, Kasım 1989, s 1

 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!