M. Ali Birand’ın “balkondakiler”i gençlikle yüzleştirdiği “32. Gün” serisini keyifle izliyoruz.
Televizyon kameraları özel üniversitelerden kamu üniversitelerine doğru indikçe, “balkondakiler”le halk arasındaki uçurumun derinleştiği göze çarpıyor.
Ajda Pekkan ile Hülya Avşar’ın gençlik karşısına çıkarılması gerçekten iyi bir seçimdi. “Derin çeteler” tarafından “bölücü” ilân edilip gazetesinden ihraç edilen başarılı liberal gazeteci M. Ali Birand, bu sayede, 80 öncesiyle sonrasının sanat telâkkilerini de mukayese imkânı sundu.
Tabiî, değerlendirmesini bilen göz için, ideolojik formasyonu olanlar için; yoksa ekranda iki çıplak kadın bacağı görünce dili bir karış çıkanlara bir şey yok…
Ajda Pekkan ile Hülya Avşar’ın müşterek özelliği, her ikisinin de rejimin idealize ettiği “kadın” ve “sanatçı” tipi olmalarıdır. Ama bunlar iki ayrı devrede ortaya çıkmış ve iki ayrı devrin özelliklerini, elbiseleri yerine, üstlerinde taşıyan “sembol şahıslar”dır. İkisi de kök olarak bu topluma aid değildir; bu toplumun aldığı eski ve yeni mikropların birer toplamıdırlar yalnız.
Ajda Pekkan, bir devrin hızlı Batıcılığının heykelidir. Batı’nın ve Batıcılığın ne olduğunu halka öğretsin diye özel çadırlarda yetiştirilmiş gibidir. Ne dış, ne iç, hiçbir aksamı yerli değildir. Doğu’ya aid bir tel saçı bile yoktur. Bir devrin Fransız şarkıcıları, Amerikan star’ları neyse, o da onlardan bir parçadır. Parçası olduğu şey hakkında belli bir kültürü, belli bir estetik duygusu vardır. Bu kültürle halktan “üstün”, o duyguyla “seçkin”dir.
Hülya Avşar ise biraz farklı bir karışımdır. Saf bir Batıcı örnek değildir. Batıcı rüzgârın hız kestiği, geriye en bayağı tozu dumanının kaldığı ve bu toz dumanın tabandaki çamurla birleşerek ortaya çıkardığı bir nesnedir. Üstünlüğü ve seçkinliği yoktur; ne olduğunu kendisi de anlamadan, orasını burasını utanmazca sergileyivermedeki hüneriyle, bir ânda toplumun üstüne çıkmıştır. Bir Batılı onu görse “Şark sefili” der; bir Doğulu görse, “Batı artığı” kabul eder. Toplumumuzun 80 öncesiyle, 80 sonrası arası “star” farkıdır aynı zamanda bu; bazılarına göre bir soysuzlaşma, bir arabeskleşmedir; bize göre ise, sadece soysuzluklar arası renk farkı…
Ajda Pekkan kültür emperyalizminin sömürge devrinden kalma bir örnek farzedilirse, Hülya Avşar sömürge sonrası, kendi kendini sömürgeleştirici psikolojinin bir mamûlü olarak görülebilir. 20’nci asır, kültür emperyalizminin altun çağıdır. Bu çağın en önemli figürlerinden biri de “star–yıldız” tipidir. Emperyalizm, sömürdüğü toplumların arasından seçtiği topçu ve popçu tiplerini “yıldız” diye o toplumun üstüne asar. O “yıldızlar” toplum için bir rol modelidir. Toplumun diğer üyeleri, her şeyiyle onlara benzemek, onların yolundan gitmek derin hülyâsı arasında, nasıl aldatıldığını, ne yoldan sömürüldüğünü görmek bile istemez.
Gençlik, bu iki prototipi karşısında görünce, hıncını gizleyememiştir; artık bu oyunun tutmayacağının, bu sömürünün sürmeyeceğinin sinyâllerini vermiştir. Kültür emperyalizminin idamesi için, halkın “yıldızlar gibi” göbek atması, top koşturması, şehvet peşinde koşması, kafayı çekmesi elzemdir. Bu hayat tarzının sorgulanmaya başlandığı yerde ise kurtuluş ümidi vardır. Bugünün gençliği arasında, “yıldızların söndüğü” güne, “güneşin doğacağı” güne dair ümidler yeşermektedir.
Gençlik içindeki aydınlanma temayülü, bir gün yozlaşmanın sömürgeleşme demek olduğunu en derinden kavrayacak ve İBDA Mimarı’na aid şu dövizle düştüğü yerden doğrulacaktır:
– “Eğlence hayata karşıdır; çünkü hayat bir aksiyondur!..”
AKADEMYA (I. Dönem, Sayı 10, Ağustos 1998)