Akıl Muhabbetleri

Son zamanlarda TV’lerde arz-ı endâm eden, prof., doç, dr., uzman, bilim adamı vs. sıfatlı bir sürü zevât İslâm-Akıl-Cihad gibi mevzularda ahkâm kesiyorlar. Hz. Meryem’in hamileliğinden tutun da Kızıldeniz mucizesine kadar bir sürü hâdiseyi “akılları” sıra ve kıçlarını yırtarcasına izâh etmeye yelteniyorlar. Halk arasında bunlara “Bokyiyen” derler. Meselâ Bayraktar efendi şöyle bir halva yemekte: Hz. Meryem’in bünyesinde sperm üreten bir mekanizma varmış, eee!!!… Bu mekanizma harekete geçmiş, spermle-Yumurta (Ovum) birleşmiş ve Hz. Meryem hâmile kalmış! Bayraktar, bunu kendi buluşu olarak lanse edip bilime büyük bir katkıda bulunduğunu, hattâ bunun bilimsel bir devrim olduğunu! ABD’de herkesin buna iknâ olduğunu da eklemekten geri kalmıyor. Şimdi önce İlâhî plandan bakalım:

“(Cibril) dedi ki; Ben sana tertemiz oğul bağışlamak için Rabbin ancak bir elçisiyim. Meryem dedi ki; Bana bir oğul nasıl olabilir ki, bana bir beşer-nikâh ile-dokunmamıştır ve ben bu iffetsiz de değilim. Cibril de dedi ki: Öyledir. Rabbim buyurdu ki: O bana pek kolaydır ve onu nâsa bir alâmet ve bizden bir rahmet olarak kılacağız. Ve- O- hükme mukterin bir emirden ibâret olmuştur. Artık Meryem nefh-i Rûh ile O’na hâmile kaldı” Meryem Sûresi, 19-22. Âyetler

“O’nu nâsa bir alâmet kılacağız”

“O bana pek kolaydır!!!”

Allah’ın kelâmı apaçık ortadayken Bayraktar direniyor:

Sperm-Ovum!

Üstelik hiçbir Tıbbî (endokrinolojik, histolojik, fizyolojik, anatomik, embryolojik), Biyolojik ve dahi Zoolojik zerre kadar bilgisi olmadan (bunu konuşmalarından-zırvalamalarından anlıyoruz) Sperm’den bahsediyor, spermatogenesis (Sperm-oluşum süreci) hakkında tek bir bilgisi yok! Ve daha da rezili başkalarının üstüne atıyor, yani kendi zırvasına şerik arıyor, ben bilim adamlarına danıştım havaları.

Hangi bilim adamı sana bu nâneyi yedirdiyse onun da vay hâline, ancak ben inanmıyorum buna, zira kimse bunu söylemeye cesâret edemez. Spermatogenesis’in etimolojisini dahi bilmeden, “akıllı” ve “kıllı” tefsirler yapıp sağa sola def-i hâcet edip batırıyorsun, bu da yetmezmiş gibi duvarlara da sıvıyorsun. Bu gübreyi de “bilimsel devrim” diye pazarlamaya kalkışıyorsun. Sen bunun çilesini çektin mi, kefâretini ödedin mi, emek verdin mi de sperm kadar aklınla “bilimsel devrim”lere imza atıyorsun?

Bak Bayraktar,

Mevcut Bilim’in (İdeolojik anlamda Yahudi Bilimi) dini, imânı, Allah’ı, kitabı yoktur, olmaz da. Şimdi sana bu bilimin kısa bir tanımını yapayım (bu benim şahsî tanımım falan da değil):

Bilim, organize edilmiş bilgiler bütünüdür. “Bilgi” terimi günlük dilde çeşitli anlamlarda kullanılır. Teknik anlamda birşeyin bilgi sayılması için şu üç koşulu karşılaması gerekir:

1-O şeyin bir önerme (proposition) ile ifâde edilebilir olması. Önerme; bir cümle ile ifâde edilen doğru veya yanlış bir yargı anlamına gelir. Örn. “Güneş bir yıldızdır” cümlesi doğru bir önerme, “Fâre Fil’den büyüktür” cümlesi yanlış bir önerme ifâde eder.

2-Bu önermenin doğruluğunu gösteren güvenilir kanıt ve belgelerin olması.

3-Önermenin doğruluğuna inanılması.

Örneğin Dünya’nın kürevî olması bir bilgidir. “Dünya kürevîdir” önermesi bunu ifâde etmekte, ve önermenin doğruluğunu gösteren çeşitli kanıt veya dokümanlar bulunmaktadır. Ayrıca, hemen bütün insanlar bu önermenin doğruluğunu kabul eder. Öte yandan “Dünya kürevîdir” önermesi herhangi bir önerme değildir; olgusal-kapsamlı bir önermedir. “Kürevî nesneler biçimlidir” gibi bir önerme ise olgusal kapsamdan yoksundur. “Kürevî” kelimesi bir biçim türü ifâde ettiğine göre, önerme aslında “Biçimli cisimler biçimlidir” demekten öteye bir mânâ ifâde etmez. Oysa “Dünya kürevîdir” önermesi bize bir şey öğretiyor. Dünya “kürevî” değil, başka bir şekilde de olabilirdi. “Organize” kavramı ise, bilgilerimizi ifâde eden önermelerin mantıkî bir ilişki içinde olması anlamına gelir. Bilim, birdağınık-ilişkisiz önermelerden oluşmamakta; (bu önermelerin hepsi teker teker doğru olsa bile) bunların mantıkî yönden bir ilişki düzeni içinde yer alması, bir sistem teşkil etmesi gerekmektedir.

İşte kısaca “Modern Bilim” budur. Haydi şimdi kıymeti kendinden menkul “bilimsel devrim” yaratan tezinizi bilime uyarlayalım ve sonucu görelim:

Önerme: Hz. Meryem, herhangi bir fizikî münâsebet olmadan, kendi kendine doğum yapmıştır. Bu önermenin doğruluğunu nereden anlayacağız? Güvenilir kanıt ve belgelerden. Peki var mı böyle bir şey? Yok!!! Yani bilim bunu bir “fenomen” hâline getirmemiş, getiremez de zâten.

Önermenin doğruluğuna inanılıyor mu?

Bayraktar’dan başka inanan yok ki, inansa bile tüm dünya insanlarının en az %70’inin bu teze inanması gerekir (üstelik onun da pek bir anlamı olmaz).

Sonuç: Önerme yanlıştır! Ne kanıtı var, ne denenebilirliği, ne belgesi, ne inanılırlığı… BU KADAR BASİT!!! Bayraktar’ın “bilimsel devrim” dediği şeyin tercümesi “Bilimdışı Geyik Muhabbeti”dir. Böylelikle Bayraktar da, “Geyikçi” oluyor. Diğer yandan, ne Tıp Tarihi’nde, ne Biyoloji ne de Zooloji Tarihi’nde Hz. Meryem’in doğumuna benzer hiçbir “Case Report” (Vak’a Raporu) mevcut değildir, olamaz da, olmamalıdır da! Çünkü bu bir “MUCİZE”dir ve İlâhî Vahy ile tesbit edilmiştir. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. Mes’ele bir “Akıl” mes’elesi değil, bir “İmân” mes’elesidir. Ben bunu ille de Hz. Meryem’in bünyesindeki spermlerle açıklayacağım derseniz komik olursunuz, maymuna dönersiniz. Bunun bir ileriki aşaması “Küfr”dür yani Allah’ın mucizesini inkâr edip onu cüz’î aklınla açıklama cür’etini göstermektir ki, Bayraktar bu sınırı zorluyor, hattâ aşıyor. Kendisine hayırlı yolculuklar dileriz.

Bakın, Felsefe’nin en büyük ustalarından biri olarak kabul edilen İmmanuel Kant ne diyor:

“Dünya için az çok zorunlu olan aklın bazı kısımlarını kaybetmeden öteki dünya hakkında belgin bir fikir edinilemez”

Te’vili şöyle yazılabilir:

“Dünya hayatı için gerekli olan aklın bazı fakültelerini* kullanarak, dinî (Ruhî) mevzular hakkında düzgün, açık bir fikir edinilemez, yani akılla bir yere varamazsın” (Facultâs: Latince bir kavram olup, kapasite, olasılık, içerik, fırsat, uygun miktar anlamlarına gelir, anlam genişlemesiyle üniversitelerdeki meslekî disiplinleri de kapsamıştır)

İlâhî ilke ve postulat’lar «apriori»dir (önceldir). İmâna ve kabule dayanır. Bilimle izâh aranmaz. Ruh, Âhiret, Melek, Cin, Allah, Şeytan, Mucize vd. gibi konular (kavramlar) imânîdir, akılla zorlanamaz! Mevcut bilim (Yahudi Bilimi) mucizeyi, el çabukluğu, illüzyon (göz aldanması) veya «eğlenceli bir maskaralık» olarak tanımlar. Mucizeye şahit olanlar ise Bilim dilinde, «Halluciné» (Halüsine-Sanrılı) ve «Ekstatik» (Esrik) kimselerdir. Bilime göre Mucize, «Kötü niyetli insanların» insanları, savundukları dogmalara inandırmak için, kutsal kitapların ileri sürdükleri öykülerden başka bir şey değildir.

Bu bağlamda Bayraktar ve diğerlerinin kendilerini bu «Bilim»e yaranmak için yırtması, zorlaması nasıl açıklanabilir? Bunların durumu Saint-Augustin’in durumundan farksız. Şöyle diyor St. Augustin: «Anlamak için imân ediyorum».

Kızıldeniz’in ikiye şak olması, Hz. İsâ’nın Lazar’ı diriltmesi, Nuh Tufanı, Hz. Süleyman’ın kuşlarla konuşması, Hz. Salih’in taşı deveye dönüştürmesi, Miraç ve daha nice Mucize’yi «Akıl»la (Bilim’le) izâh etmeye kalkışmak, şişerek patlayan kurbağanın hikâyesine benzer. Patlayıp gidersiniz. Peki, Bilim kendi açısından Din’e nasıl bakar?

«Genel anlamda her ikisi de evreni açıklama amacını güder; fakat kullandıkları yöntemler ve bağlı oldukları dünya görüşleri çok farklıdır. Bilim, olguları saptama ve açıklamada gözlem ve gözleme dayalı mantıkî düşünmeyi kullanır. Oysa din, sevgi, inanç ve duygu ile karışık, olgulardan kopuk bir akıl yürütmeye dayanır. İdeolojik açıdan biri gerçekçi-rasyonalist (Akıl yürütmeci), diğeri ise mistik-rasyonalist’tir. Bütün büyük dinler incelendiğinde şu üç unsurun ya da fonksiyonun yapılarında varolduğu görülür:

1-Birtakım Ahlâk Kuralları

2-Belli Tapınma Biçimleri

3-Metafizik nitelikte bir inançlar sistemi

DİNİN SÖZ GÖTÜRMEZ BİR KESİNLİKLE ‘DOĞRU’ KABUL ETTİĞİ METAFİZİK HİPOTEZLERİ BİLİMSEL YOLDAN DOĞRULAMA OLANAĞI YOKTUR!»

Bayraktar ve âvânesi, aynı Skolastik dönemde akıl yoluyla Hristiyanlığı ısbat ve izâh etme ve bunu Aristotelian felsefe-mantıkla bağdaştırma amacı güden filozofların durumuna düşüyor. Modern dönemin bir avantajı olarak da Rasyonalizm’i buna eklemeye çalışıyorlar. Fakat varabildikleri sonuç varsayımdan (assumption) öteye geçemiyor ve doğrulanmaktan (justify) uzağa düşüp kolaylıkla yanlışlanıyorlar (falsifiability).

Son tecridi Kumandan’a bırakalım:

«Kur’ân’da, BUNDA KALB SAHİBİ OLAN KİMSE İÇİN MUHAKKAK ÖĞÜT VARDIR, buyurulması, kalbin türlü suretleri ve sıfatları kabul ederek bir hâlden bir hâle geçmesi dolayısiyledir. Allah, “akıl sahibi için” demedi, çünkü akıl bağdır; işi tahdit ile tek bir esasa bağlar. Hâlbuki hakikat kendi nefsinde böyle bir tahdit ve inhisarı kabul etmez; şu hâlde Kur’ân, akıl çerçevesinde sınırlı bir öğüt kitabı değildir, kalb sahipleri için indirilmiştir.» «Tasavvuf ehlinin yüksek ölçülerinden biri olarak âlimler, İslâm akidelerinin en basit bir meselesi üstünde bile akıl cebhesine karşı tereddüt ve şübheden büsbütün kurtulamazlar. Zira o meseleler nebilik feyz ve nurundan alınmıştır. Peygamberlik tavrı ise aklın ötesindedir. Zâhirî beş hassenin akıl işinde tesiri olmadığı, yâni aklın gördükleri zâhirî idrak âletleriyle anlaşılamadığı gibi, Şeriat ölçülerinin mahiyetleri ve üstünlükleri de akılla kavranamaz. İlim akla bağlıdır, bu yüzden kâfi gelmiyor…».

 

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!