Altun Lûgatı

ALTUN NAZAR
Tek bir altun nazarda cân pazarı karıştı
Aslolan yalnızlıkla toplulukta tanıştı

Bir ben bir ben bir de ben kırk mesele kırk ayak
Hâlihazır ne varsa ayrı safta kapıştı

Cümle cümle bir âlem cümle kapısı bende
Aslolan toplulukla yalnızlıkta tanıştı

Cânın câna karıştı tek bir altun nazarda
İmkâna küskün ümit ihtimalle barıştı
Salih Mirzabeyoğlu (Kayan Yıldız Sırrı’ndan)

Tefe’ül: Yalamak

  • Zeki ve seri anlayışlı olmak… İri cüsseli kimse… Bir şeyin parçası… Manevî âlem… Sakalın bittiği yer… Madende bulunan altın ve gümüş parçaları… Yabandan toplanan nesne… Atmak… Kıymetsiz hakir nesne… Tahta kadeh… Darlık, şiddet, meşakkat… Gözün üst kapağının etli olması… Uğursuz… Davarın hamile olması… Ağaca su yürüten rüzgâr… Karnında yavrusu olan hamile deve… Önemsiz ve kıymetsiz şey… Benzer, nazîr… Sokağa atılmış yeni doğmuş çocuk… Sokakta bulunan mal ve para… Yabana atılmış ve bırakılmış şey… Üzerine ansızın gelinen kuyu… Vurmak… Leylek… Hareketten ve ızdıraptan dolayı çıkan ses… Boş ve mânâsız söz… Fehim… Kaplumbağa sırtı… Pabuç… Lakap takmak… Sadece muhatabın anlayacağı şekilde remizle söylemek… Sonradan tayin edilen… İlâve, ek… Yeni… Nevzad…Misâl… Elle tutmak… (TG, 6 Eylül, Dünyayı Sarsan Hadise, 1.cilt, s.183)

 

Tablo: Namaz

  • İslâmın beş şartından biri… Duâ… Zikir… Kur’ân… Kunut… Rükû… Şükür… Secde… Hamd… Zaman… Tebrik, tezkiye… Tövbe… Rahmet… Kartal… Sultan… Ezme işinde kullanılan yassı düz taş… Sabır… İhlas, halis… Sebep… Davet eden… Yünlü olan koyun… Asıl… Maden… Doğruluk.. Ödünç veren, borca veren… Alacaklı… Doldurmak… Adalet… Altın… Ayn… Vârî… Göz… Pınar… Sıfır… Boş… Hâl… «Ben», nokta… Ölüm… (TG, 7 Eylül, Namazda Vârî Sırrı, 1.cilt, s.194)

 

Tablo: Sabriye

  • Altın ismi… Eş, benzer, denk… Kefil… Yağmursuz beyaz bulut… Bir çeşit ince giyim eşyası… Bir cins hurma… Hayr… Tahammül eden, sabreden, bekleyen… Muharebede şecaat göstermek… Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak… Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için takat getirmek… Acıya ve zorluğa katlanmak… Boş ve hâlî olmak… «Ben», nokta… Karın içinde durabilen bir yılanın adı… Arabî ayların ikincisi… Sarı… Safer… Islık… Bomboş… Elçi… Açlık… Cerrahların yara yokladıkları mil… Cem… Taraf, yön… Mekke civarında bir dağ… Hapsetmek… Men etmek… Helâk etmek… İmtihan, denemek… Pek soğuk olan erken vakit… Yara ve kuyunun derinliğini anlamak için yoklamak… Suret… Renk… Asıl… Heyet… Her cismin tek kenarı… Birikinti, yığın… Ufak taşlı yer… Taş… Soğukluk… Sedir gibi bir ağaç… (TG, 18 Eylül, Necip Fazıl’a Vatan, 1.cilt, s.285)

 

Tefe’ül: Nehir

  • Genişlik, bolluk… Irmak… Ayırmak… Altın… Ayn, benzer… Göz… Gündüz… Toy kuşunun yavrusu… Burun içinde çıkan ses, hırıltı… Çürümüş, ufalanmış, rüzgârla savrulur… Rüzgâr estikçe ses verir kemik… Delik delik, göz göz olmuş… Ayın evveli… Boğazlamak, kesmek… Sadr, göğüs… Namazda sağ elini sol eli üzerine koymak… Burnuna vurmayınca veya burnuna parmak sokmayınca sütünü salıvermeyen deve… Fazıl ve mahir kişiler… Bilgili, akıllı, âlim kimse… Ayın son gecesi… Nişâna isabet eden ok… Kurban… Burun deliği… Kemik dokusunun çürümesi… Şeyh… Çizgili elbise… (TG, 24 Eylül, Gönül Yazan Kaptan, 1.cilt, s.337)

 

Tablo: Beklenmedik Kadın Ziyaretçi

  • Dolunay… Büyümüş çocuk… Birdenbire vuku bulan… Hemen yapmak isteyen… Olgun meyve… Birdenbire gelen ilham… Ansızın… Bedir… Felâket, musibet… Kabahat… Zahmetsizce söylenen söz… Kılıcın, namlunun ve her çeşit nebatın ucu… Zor geçit… İçi altun dolu kese… Kuzu veya oğlak derisi… Onbin dirhem… Sahraya çıkmak, çöle çıkmak… Bir şeyin tamam olması… Sür’at yapmak… Bir işin ansızın zâhir olması… Tam ve münasip olan âzâ… Dolu şey… İyi hizmet eden köle… Kestane… Üzüm bağları… Aşık, tutkun… Bostan… Büyük bahçe… Hayr… Kabir… Lisan… İstikbâl… İsteyen… Âsi… Asâ… İsâ… (TG, 24 Eylül, Gönül Yazan Kaptan, 1.cilt, s.338)

 

Tablo: Bıçak

  • Ak altın parçası, altın ve gümüş tozu… Karpit…İyi beyaz at… «Mübarek etsin!» meâlinde dua… Çoğalmak, ziyade olmak… Uzamak… Büyüklük… Genişlemek… Zâhir olmak, görünmek… Belli olma, belirtme… İki hasım cenk için meydana çıkma… Ak nesil… Musâ… Vasiyet olunan mal, menfaat… Böğürtlen otunun meyvesi… Suda sâdâ… Suyu kesen, perde… Arı, bal… Vasiyet eden… Birisini vâsi gösteren… Tavsiye eden… Ferahlık veren… Zengin… Muktedir… Her nesnenin aslı… Ot, nebat… Tasvib edilen, kabul edilen… Musevî mizaç… Geri dönülecek, rücû edilecek yer… Akşam, akşam vakti… Ovmak… Vurmak… (TG, 18 Ekim, Beyaz At Keskin Bıçak, 2.cilt, s.21)

 

Tablo: Sarı

  • Altın… Ayn… Göz… Pınar… Vârî, benzer… Çile… Oruç… Nöbet… Saç ağarması… Şefaat etmek… Kudret… Üç… Çoğaltma… Fazl… Tohum ekme… Çiftçi… Kaptan… Ağızdan dişlerin dökülmesi… Perde, hâil… Nefret etmek… İğrenmek… Ölçmek… Kederli ve tasalı olmak… Balık… Kalb… El yaymak… Siyah… İplik eğirmekte elleri çabuk olan… Aslan kükremesi… Çağırmak ve kükremek… Genişlik… Sürat… Vahşi sığır yavrusu… Saçılan şey… Nesil… Meyletmek, eğilmek… Lüzumlu ve kıymetli bir şeyin eksilmesi veya kaybolması… Işık… Zayıf, dermansız… Ağlayan, inleyen… Kendini küçük görme, küçültme… Meme… Yalan… Asılsız… Uydurma… Ufuk… Tilki… Korku… (TG, 5 Kasım, «Maraş’a Antrenör Ol!», 2.cilt, s.161)

 

Tablo: Alayla Gülmek

  • Birşeyi şiddetle çekmek ve cezbetmek… Yüzmek… Kendine çekmek… Depretmek, silkmek, harekete geçirmek… Oğlu ve kızı çok olmak… Koparmak… Çıkarmak… Bir kimseyi ayıplamak… Bildiren… İdrak eden… Konuşan, söz eden, söyleyen… Altın ve gümüş gibi olan mal… Keder, sıkıntı, elem, mihnet… Şiddetli emir… Büyük balık… Başka davar tarafından boynuzlanıp öldürülmüş olan davar… Güzel ve düzgün söz söyleyen… Çok süsen hayvan… Kaynana… (TG, 8 Kasım, Hakîm Ayırdedici Üstün, 2.cilt, s.183)

 

Tablo: Sinek

  • Bekçiler, muhafızlar… Dilsizlik… Hayvanla döndürülen değirmen… Çift sürme… Çiftçilik, ekincilik… Kedi, hayr… Eski elbise… Saklamak… Hırs… Altın veya gümüş halka… Koruma, muhafaza etme… Tırmalayan, kazıyan… Netice, bitim… Azıcık derisi yarılan baş yarığı… Horoz… Coşma, gürültü, şamata… Yeni… Abdest bozmak… Durma, eğlenme, bekleme… Bir şeyin pahası noksan olma… Vergi, vergi alma… Makas… Aksetmek, yankı, ters dönmek… Kültür… Hayvan zekeri… Şer, kötülük… Güzel, süslü, yakışıklı… Zinet, süs… Düzgün, iyi elbise… Kurt, canavar… Kenar, nâhiye, cânip, taraf… Misafirler… Gerdeğe girmek, gerdek… Öldürücü zehir… Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı… Tutamak… Yer yarmak, kazmak… (TG, 13 Kasım, Vasıta Merkez Nokta, 2.cilt, s.216)

 

Tefe’ül: Pervaz

  • Kanat açmak, uçmak… Uçan, uçucu… Nur… Karargah… Saçmak… Hücre… Saçak… Ayna… Dolap…İnce uzun tahta… Kır gezisi için hazırlanan yemek… Altın ve gümüş yaprakların kırıntısı… Üstün, galib, muzaffer… Elek, süzgeç… Güzellik… Balık… Cilve… Perrân… Uç, kenar… Evvelki gün… Solmuş, soluk… Peri… Güzel insan… Berrin… Pir… Tilki… Süslenici, düzenleyici, donatıcı… (TG, 23 Kasım, Cengiz Han’ın Maskesi, 2.cilt, s.302)

 

Tefe’ül: Mühlet Vermek

  • Nazır… Nazîre… Bir şeye benzemek üzere yapılan şey… Denk, eş, örnek… Benzeyen… Misâl… Vavî… Bir şairin manzumesine, başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer… Taze… Altın… Tehir etmek… Bir tek bakış… Cin gözü… Nazarı değen adam… Bir şeye bakan kavim… Gece bekçisi… (TG, 24 Kasım, Naslı Şöhret Çehresi, 2.cilt, s.308)

 

Tablo: Saçılan Şey

  • Çift, iki… Çiftçi… Ekin eken… Kaptan… Aklık, beyazlık… Meşelik… Başın önünde vâki olan beyazlık… Ayıklamak… Ziraat.. Altın, akçe… Birşeyi kol ile ölçme… Arızası galib olmak… Şefaat etmek… Kusmak… Kudret… Takat… Çoğaltma, arttırma… Fazl… Gölgelik, perdelik… Hayranlık hâli… Nöbet… Oruç… Sarı… Vahşi sığır yavrusu… Nesil… Lüzumlu bir şeyin eksilmesi veya kaybolması… Işık… Hâlsiz, dermansız… Yalan… Asılsız… Uydurma… Ufuk… Tilki… Korku… Keskin bir taş… Vermek… Nesir… Kartal… Rahmet… Kurşun… (TG, 28 Kasım, Kayıp Para Çantası, 2.cilt, s.339)

Tablo: Boğazlama

  • Kesme…İp, ince ip, tel… Hâlîs etmek… Uzaklık, ıraklık… İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması… Boyun, kuvvet… Sadır, meme, göğüs… Boğaz çukuru… Gündüzün evveli… Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak… Eskimek, çürümek, parçalanmak… Parlak, parlayan… Nehir… Ayırmak… Altın… Besmele… Başlangıç… Feth… Erkeğin hoşuna giden kadın… Göbek, orta, ara… Sür’at… Yaban eşeğinin büyüğü… Lisân… Yaradılıştan olan huylar… Hekim… Gölge… Kurbanlar… Göz… Akarsular, nehirler… Ayların evvelleri… Benzer, nazır… Dehâ… Yayma, döşemek… Serçe kuşu… Boşluk, yokluk… Cem etmek, toplamak… Günâh, cinâyet… (TG, 18 Aralık, “Ruhunda Nizâm Şiiri!”, 3.cilt, s.22)

Vâridât: Aynadan

  • Pervaz:Kanat açmak, uçmak. Uçan, uçucu. Nur. Karargâh. Saçak. Ayna. Dolap. İnce, uzun tahta… Pervâze: Kır gezisi için hazırlanan yemek. Altın ve gümüş yapraklarının kırıntısı… Perviz: Üstün, galib, muzaffer. Elek. Süzgeç. Güzellik. Balık. Cilve. Plân. Tasarlamak. Plânlamak. Plânını çizmek. Plâne: Uçak. Rende. Çınar ağacı. (TG, 20 Aralık, Pervaz Üstünde Ayna, 3.cilt, s.41)

Tablo: Meşe

  • Altın… Ayn… Göz… Pınar… Vârî, benzer… Çile… Sarı… Araya giren, şefaat edici… Arşın ile ölçülen şey… Çabuk ve kolay olan… Vesile… Yol… Geçit… Avcının, arkasında gizlendiği deve… Yanmak… Parlamak… Zeki, hafif kimse… Göz otu… Çiftçi… İki… Kaptan… Çok küçük karınca… Atom… Zerre… Küçük boylu adam… Ayırmak… Alt, aşağı… İnce kiriş… Kadınların sohbetini seven kişi… Tilkilerle beraber… Ufuk… Hışım etmek, hiddetlenmek… Gökte ayın menzillerinden biri… Yalan… Asılsız… Uydurma… Ufuk… Tilki… Korku… Bir adamı bir yere götürüp öldürmek… Aslan yatağı…(TG,5 Ocak, Tilki Gibi Kurnaz Ben, 3.cilt, s.186)

Tablo: İzzet

  • Bir kimse zelil iken kavî ve kudret sahibi olmak…Şerif… Hayran… Hayrî… Âziz… Kıymet… Değer… Güçlü oluş… Ziyâdelik ve üstünlük… Işığa âit… Kuvvet… Muhterem ve muteber olmak… Bulunmaz derecede az olan şey… Nadide… Nadir… Tahammülü, sabırlı kimse…Altın… Ayna… Vârî, benzer, denk, eş, misâl… Tilki… İzinli… İcazet sahibi… Bir şeye ruhsat vermek… Yol göstermek… Kılavuz… Kaide, kanun… Süs, zinet, güzellik… Cuma veya bayram günü… Kapıcı, perdeci… Muzaffer… Isırmak… Deniz dalgası… Meriç… Çok yağmur yağmak… (TG, 19 Ocak, Merasim Suda Resim, 3.cilt, s.322)

Vâridât: Merâsim

  • Sabır: Altın ismi… Ebul Fadl ve Ebul Fazl: Altın… İzaha ne hacet?.. (TG, 19 Ocak, Merasim Suda Resim, 3.cilt, s.326)

Tablo: Kuş Kanadı

  • Boybos, endam… Hayret… Hayr… Kabir… Lisan… Müjde… Kerim… Güneş tanrısı… Kol, pazu… Karı kocadan her biri… Gönül, kalb… Tilki… Ufuk… Yüce… Yüksek… Yüksek kat… Zevce… Eski, köhne… Eskici… Yastık… Koltuk… İskemle yerine kullanılan yuvarlak yastık…Altın… Ana baba bir kardeş… Sivilce… Su dökecek çukur… Lağım kuyusu… Zayıf ve çürümüş olan şey… (TG, 21 Ocak, Kuş Kanadı Endam, 3.cilt, s.339)

 

Vâridât: Kuş Kanadı

  • Zehra:Zehir, işitmek, çiçek, ay gibi parlak olan, zahir… Bedri; dolunay, büyümüş çocuk, birdenbire vuku bulan, hemen yapmak isteyen, içi altın dolu kese…. Nimet; iyilik, ihsan, lütuf, saâdet, hidayet, giyecek şeyler, yiyecek, temin etmek… Bülend; yüksek, büyük, rifat, tarif!.. (TG, 21 Ocak, Kuş Kanadı Endam, 3.cilt, s.341)

Tablo: Gecelik, Pijama

  • Eritilerek kalıba dökülmüş şey… Kalıba dökülmüş altın veya gümüş… Yüzme… Öne geçme… Sebahat… Yüzgeç… Sabah vakti… Genişlik… Hafiflik… Atın seğirtmesi… Süratle gitmek… Maişet tahsili için tasarruf etmek… Ot yetişmeyen yer… Şebtaşının çıktığı yer… Mekke şehri… Ağırbaşlılığı ve ağırlığı olmayan… Kuş yeleğinin kopup düşeni… Pamuk ve yün atıldıktan sonra dürüp eğirmek için koydukları bez parçası… Güzellik… Cemâl… Bir dinden başka dine geçmek… Tuzlu ve çorak yerler… (TG, 22 Ocak, Veli Sözüne Merak, 3.cilt, s.348)

Tablo: Göksel

  • Mâvi, mâvimtırak renk… Göklük… Zeki… Anlayışlı… Uyanık… Fehim… Kuyumcu… Altın gibi sarı renkli… Aldatmak… Ufuk… Tilki…Şırınga yapmak, iğne ile vücuda ilâç vermek… Hile… Riyâ, ikiyüzlülük… Yemeğe zehir katmak… Mezar, kabir… Hak… Toprak… Örtü, perde… Lisân… İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek… İki şeyi birbirine mutabık eylemek… Karşılıklı yardımlaşmak… Zırh, muharebe elbisesi… Bir şeyi veya bir eseri beğendiğini söylemek… Beğendiğini bildiren yazı yazmak… Bir eserin takdir ve Tahsin edildiğini bildiren yazı yazmak… Hayatında, bir kimseyi methetmek, övmek… (TG, 25 Ocak, İhtilâlci Çıkış, 3.cilt, s.374)

 

Tablo: Dam Saçağı

  • Vazifeye tayin etmek… Farzedip vermek… Yükseklik… Rıfat… Faik… Ayırmak, tefrik etmek… Faruk… Muammer… Ömer… Ayrılmak… Göstermek… Meydana koymak… Halis altın, saf altın… Dehâ… Yuvarlakşey… Firaz… Zarif… (TG, 28 Ocak, Emretmeye Tayin Eden, 3.cilt, s.402)

Tablo: Kır Gezisine Hazırlanan Yemek

  • Kanat açmak, uçmak… Uçan, uçucu… Nur… Işık… Saçmak… Hücre… Saçak… Ayna, dolap… İnce, uzun tahta… Pervaz… Altın ve gümüş yaprakların kırıntısı… Av kuşu… Şahin… Doğan… Ateş… Dudak kenarı… Elin kasnağı… Diğerlerini ihata eden nesne… Çark gibi dönerek atılan takla… Suyun aktığı yer… Rücû etmek, dönüp gelmek… Dönüp varılacak yer… Av… Avlama… Kılıç hakkı ele geçen şey… Korku… Alâka, bağ… Takat… Durup dinlenmek… Bilmek… Vesvese… Kayd… Istırap… Terk, feragat… Hayran, şaşırmış… Gussalanmak… (TG, 4Şubat, Herşey Suda Başladı, 3.cilt, s.481)

 

Tablo: Çapkın

  • Hızlı ve seri giden at… Seri ve yorulmaz nevîden iyi bir at cinsi… Murat… Asma yaprağı… Ciğer… Tırnak… Turp bitkisi… Zampara genç… Fazl… İçine süt sağılan kab… Halife… Sarmaşık… Sözleşme, dayanışma, yardımlaşma, ittifak… Söz verme… Boş oluş… Boşluk… Yırtıcı hayvanların küçüğü… Güzel sıfatlar… Süs, zinet, cevher… Güzel yüz… Kılıcın sapındaki ve kınındaki zinet… Sûret, hey’et, görünüş… Marçopa denilen ot… Söğüt ağacı… Hile, aldatmak… Ufuk… Yırtıcı hayvan veya yırtıcı kuş pençesi… Harpçi…Peygamberimizin evsafı ve bundan bahseden kitaplar… Yağmurlu soğuk rüzgâr… Sağılan şey… Ot biçmek… Altından ve gümüşten olan süs eşyaları… Bazı Kur’ân surelerinin başlangıçlarında muallime verdikleri hediye… Gizlilik… Yalnızlık… Tek başına kalmak… Zengin… Kuvvetli, dayanıklı… Taze süt… Sütçü… Halep ahalisinden… Parçalama, pençeleme… Birinin aklını başından alma… Bir yarış yapmak veya bir şeye yardım etmek için toplanan atlılar grubu… Şaşkın, ahmak, aptal… Süt sağmak… Çamur… Kızgın demirle nişan vurmak… Vakar… Kusto… Mühürlü… Asâ, baston… Ergun… (TG, 8Şubat, Hızlı Ve Seri Giden, 3.cilt, s.515)

 

Tablo: Gitmek

  • Almak… Ağaç kesildiğinde çıkan su… Vurmak… Dürtmek… Burna, su ve sâire çekmek… Burunla çekmek… Ter, karanlık… Düzenli, tertibli, nizâmlı… Süslü, bezenmiş, donanmış… Hak yoluna kesilen kurban… Altın veya gümüş külçesi… Kaçmak… Rutubet, çiğ, nem… Devretmek… Bir şeyden ayrılmayıp ona bağlanmak… Sık olmak… Bahçede ağaçların sık bitmesi… Casus… Yaraşıklı olmak… Lâtif duygular… (TG, 15Şubat, Tehlikeli Yer Ve Zaman, 3.cilt, s.564)

 

Tablo: Gümüş Eşya

  • Yüz, çehre… Beniz… Eser, alâmet… Kedi… Çocuk… Hâkim… Dinlemek, kulak vermek, işitmek… Samî… Çalgı dinlemek… Semâ… Örtü, perde… Simavî… Damga, iz… Simit… Sıfır… Boş… Yemek… Ziyafet… İsimleri aynı olan kişilerin her biri… Hak… Toprak… Hikâye eden… Saman… Zehir… Şaban… (8), sekiz… Düzeltme, ıslah etme… Tamir… Simya… Küçük dar delik… Az su… (TG, 19Şubat, İslâm’a Muhatap Anlayış, 4.cilt, s.33)

 

Tablo: Dişlerdeki Sarılık

  • Dişlerin beyazına arız olan sarılık… Âlim ve Salih kimse… Bilgili… Ehl-i ilim… Ferahlık… Nimet… Refah, sürûr… Büyük tuluk… Haber, haberci… “Şey” mânâsına gelir bir isim… Kiraya vermek… Okumak… Bir ot cinsi… Toprak kazmak… Kaptan… Mezar… İstikbâl… Lisân… Perde… Avlu… Hayr… Çok fazla utanmak… Dişin çürümüş kısmı veya kiri… Evvelki hâline veya evvelki yerine dönmek… Mahbus kimse… Küçük kuzu ve oğlak… Talih… Uğur… Sadî… Üzerinde güneş doğan yer… Katran… Kar… Üzüm suyundan kaynatmak sebebiyle üçte biri giden şarap… Sürülecek şey… Sıvı yaldız… Cilâ verecek boya… Etrafına çok iltifat eden kişi… Basamak… Sıradağ… İşlenmemiş altın… Hareket ettirmek… Sabırsız olmak… İşi gücü olmak… Hurma çöpünden yapılan bardak… Kümeler, yığınlar… Tepeler… Talih… Halat… Süt… Doğma, doğuş… Bir şeye vakıf olup bilme… Mevlüd… Nevzad… Hücum etme… Sarık uzunluğu… Boş… Sıfır… Traş olmak.. Zahmet, meşakkat… Balık… Devr… Hafiye… Reis…(TG, 24 Şubat, “Yakın Dostlarım Cinler”, 4.cilt, s.86)

 

Tablo: Sahil

  • Ev ortası… Deniz kenarı… Tâife… Sık koruluk… Hafiye, casus… Kenar… Ayık… Ayak… At kişnemesi… Ses kısıklığı, ses boğukluğu… Az az vermek… Boğazını boğup şiddetle çağırmak… Kuzu… Oğlak… Altın, gümüş gibi madenlerin kırıntıları… Kolay… Toprağı yumuşak düz yer… Sâde… (100), yüz… Sadî… Yere yayılmak, döşenmek… Nakit para… İpliği bir kat bükmek… Sağlamlaştırmak… Beyaz pamuk bezinden elbise… Ezmek… Dövmek… Eşeğin göğsünden gelen hırıltı… Dalga… Kelimeler… Sakal… Misafir… Şekil… Düşünce, fikir… Vesvese… İri taneli kum… Salih… Sulh… Fikir adamı… Serseri… Rahatlık… Yüksek, düz yer… Can sıkıcı, kaba… Çirkin… Cilâ yapan, parlatan… Dimağa ermiş olan baş yarası… Koyu mavi göz… Elâ göz… Şehlâ göz… Gözün siyahının maviye yakın olması… Koyun gözü… Cuma günü…(TG, 3 Mart, Ufuk İle Hafiye, 4.cilt, s.147)

 

Tefe’ül: Sığır Buzağısı

  • Ateşböcekleri… Kamışlar… Kamış düdükler… Yontulmamış kamış kalemler… Gölgelik, perdelik… Hız, sürat… El yaymak… Kalb… Kültür… Yaratmak… Demirci… Traş olmak… İbda, inşa… Çoğaltma… Şefaat etmek… Sarı… Altın, akçe… Nöbet… Oruç… Çile… Suyun akması… Sayha… Elma… Zeki… Siyah…(TG, 5 Mart, Tâcir Enes Ahmet, 4.cilt, s.164)

Vârîdât: Ressam ve Resim

  • Zan: Şüphe, sanmak. Sezme… Zânn: Zanneden. Sanan. Zannedici… Zân: Ayıp… Za’n: Göçmek… Zâniye: Zinâ eden kadın. fahişe… Zanû: Diz.
  • Zehab: Gitmek. Zihnen bir yola sapmak. Zan… Zeheb: Altın.
  • Teferrüs: Zannetmek. Ferasetle bir şeyi kestirmek. Bir şeyi dikkatle ve teemmül ederek isabetli şekilde idrak etmek, anlamak.
  • Zer: Sarı. Altın, akçe. Nöbet. Oruç. Çile… Zer: Çoğaltma. Halketme, yaratma. Tohum ekme. Ağızdan dişlerin dökülmesi. Saç ağarması. Perde, hâil. Zer’: Ekilmiş. Ekme. Yetişmiş ekin. Bir şeyi kol ile ölçme. Arızası galib olmak. Kusmak. Şefaat etmek. Kudret. Takat… Ze’r: Nefret etmek. İğrenmek. Kerih görmek… Zer’: Ölçmek. Kederli ve tasalı olmak. Kalb. El yaymak. Kuvvet, kudret, tâkat… Ze’r: Arslan kükremesi. Çağırmak ve kükremek mânâsına mastar… Zera’: İplik eğirmekte elleri çabuk olan… Zera’: Vahşî sığırın buzağısı. Tamâ, hırs, açgözlülük… Zerâ: Gölgelik, perdelik… Zerâa: Genişlik. Hız, sür’at… Zerâre: Saçılan şey… Zerârî: Nesiller, zürriyetler, kuşaklar…
  • Ayine: Aynı. Kendisine tecelli ve aksedeni gösteren veya bildiren şey. Vasıta ve mahzar… Ayin: Gözü değen kişi. Nazarı değen kimse… Ayin: Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun. Zînet, süs… Ayna: Gözü güzel ve iri olan… Ayn: Göz. Pınar, kaynak. Çeşme. Tıpkısı, tâ kendisi. Zât. Eşyanın hakikati. Kavmin şereflisi. Diz. Altın. Nazar değme. Casus. Her şeyin en iyisi. Muayene etmek… Aynan: Akmak, seyelan… Aynen: Bir şeyin aslı ve kendisi olarak. Tıpkısına, hiç bir şeyi değiştirmeden, aynı olarak… A’yan: Gözler. Bir yerin ileri gelenleri. Meclis âzaları. Senato âzaları. Muayyen ve müşahhas olan şeyler. Altınlar, akçeler… Ayân: Âşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği… A’yen: Büyük ve iri gözlü. Bakılan yer. Çok açık, pek belli, bâriz… Ayen: Demir… Ayın: Arap alfabesinin onsekizinci ve Osmanlı alfabesinin yirmibirinci harfi olup Ebced hesabında yetmiş sayısına tekabül eder. (TG, 8 Mart, Büyük Doğu’da Sin, 4.cilt, s.196-198)

 

Vârîdât: Mürid Emin

  • Üstâm: Güvenilir, itimad edilir, inanılır, emin. Gümüş veya altından yapılmış üzengi, at eyeri… Üstüm: Deniz suyunun toplandığı yer… Üstümme: Orta, vasat… Ustam: Güvenilir, emin, itimat edilir. Altın veya gümüşten yapılan ay eğeri. (TG, 10 Mart, Nâcî Haşmetli Sultan, 4.cilt, s.213)

 

Tablo: Nazır

  • Nazar eden, bakan… Birşeyin idaresine memur reis… Vâsinin yapacağı tasarruflara nezarette bulunmak üzere mûsî veya hâkim tarafından tâyin olunan zat… Taze, tazeleşen… Nevzad… Göz… Ayn… Vârî, misil… Tilki… Ufuk… İmrenerek bakmak… Yan bakış, kötü bakış… Göz değmesi… İtibar… İltifat… Bir türlü kabul etmek… Mülahaza, düşünmek… Altın… (TG, 16 Mart, “Dalgalar Çiçeklenir”, 4.cilt, s.258)

Tablo: Fikri

  • Bekâr… Yeni, taze… Altın… Nazır… Akıl… Rey… Oy… İstek… Düşünce… Fakir… Zaruret… Nevzad… Vakur… Vakar…(TG, 20 Mart, “Senin Yatağın Çekirdek Dolu”, 4.cilt, s.295)

 

Vârîdât: Hakîm S. Mirzabeyoğlu

  • Türkücü… İzzet… Altın… Meşe.
  • Serâ: “Şarkı söylemek” mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır… Sera’: Yay yapımında kullanılan, bir ağaç cinsi… Serâ: Malı çok olmak. Zengin olmak. Toprak, yer, arz… Ser-: “Başkan, baş” mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır… Ser’: Üzüm çubuğu. Yaş ve taze çubuk. Yumuşak bedenli yiğit. Uzun boylu adam… Ser’: Yumurtlamak. Se’r: İntikam, öç almak. Kin. Kısas etmek… Ser: Baş, başkan, reis. Tepe. Uç. Nihayet. Zirve. Gaye… Sere: Suyun çok olması. Deve meme deliğinin geniş olması.
  • İzzet: Bir kimse zelil iken kavî ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve muteber olmak. Bulunmaz derecede az olan şey… İzzî: Tahammüllü, sabırlı kimse… Azîz: İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. Dost. Şerif. Nadir. Dini dünyaya âlet etmeyen. Sireti temiz. Ermiş. Allah’ın bir ismi. Hıristiyanlıkta kudsî kabul edilen daimi reis… Azz: Şiddet… Azz: Galip olmak. Çok yağmur yağmak… Azz: Isırmak. Dişlemek… Azza’: Şiddet ve kıtlık yılı… Azze: Azîz ve şânı büyük olsun ve azîz oldu (meâlinde)… Azzet: Geyik buzağısı… Azzî: Deniz dalgası.
  • Ebu-l Fadl: Ebu-l Fazl: Altın… Sâbir: Altın ismi…. Nazar: Altın. Tâzelik… Nazîr: Altın. Tâze… Nazîr(e): Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen. Bir şairin manzumesine, başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer… Nazr: Altın… Nazra: (Bir tek) bakış… Nazre: Cin gözü. Nazarı değen adam.
  • Meşe: Bir cins ağaç ki, odunu sert, sağlam ve parlak olur… Meşa’: Müşterek olan. Bölünmeyip ortaklaşa kalmış olan. Duyulan, intişar eden, açıklanan, yayılan. Etrafa yayılmış olan… Meşâ: Evlad çokluğu… Meş’: Kesbetmek, kazanmak. Toplamak, cem’etmek. Davar sağmak… Gîl: Meşelik ve çalılık yer… Gil: Su ile ıslanmış toprak, balçık, lüleci çamuru, kil Gîl: İki dağ arasındaki yol, vadi. Şikâyet. Üzüm tânesi… Gîle: Bir kimseyi aldatıp bir yere götürüp öldürmek. (TG, 24 Mart, Mübdi Ahmet Salih, 4.cilt, s.340-341)

Tefe’ül: Yan Bakış

  • Altın madeninden toplanan altın ufağı…İnci parçaları… Hiddetten ve kızgınlıktan göz ucuyla bakmak… İşlenmemiş ham altın… Süs için asılan inci ve altın… Hasmane bakış… Dargın bakışı gibi bakma… Göz değdirme… İpi soluna bükme… Tersine bükülmüş ip, urgan… El değirmenini sola doğru döndürme… Şiddet, zorluk… (TG, 26 Mart, Salih Emin Umman, 4.cilt, s.354)

Tablo: Ölüm

  • Yer altındaki altın damarı… Feyz… Samî… Soymak… Keşfetmek… Salih… Son, nihayet… Saman… Servet, zenginlik… Rahat… Dinçlik… Düzen, tertib, nizam… Bir kimsenin varı-yoğu… Belâ… Zahmet, meşakkat… Sıfır, boş… “Ben”, nokta… Balık… Devr.. Hafiye… Sağırlık… Samim… Hayranlık… Topluluk… Tilki… Sima, çehre… Şaban… (TG, 4 Nisan, Aşk Eşk Eşka, 4.cilt, s.441)

 

Tablo: Beşir

  • Eski fetva metinlerinde erkeği temsil eden isim… Müjdeli haber veren… Güleryüzlü… Cemil… İnsan derisinin dış yüzleri… Âdem… İnsan… Hüsn… Güzellik… Hayırlı haber… Müjdeye verilen ihsan… Yeni çıkan acîb şey… Ekşi yüzlü ve katı yürekli kimse… Hakikatleri anlayan… Köpek… Kalb gözü ile gören… Basîretli… Başsız… Atmaca cinsinden, zaganos denilen bir nevi avcı kuşu… İyi hitabedebilme ve konuşma… Vücudu sivilceli olan kişi… Takatsiz, hâlsiz, dermansız… Altın, gümüş kamalı işlemeler… Esir, kul, köle… Harpte esir alınan kimse… Herşeyin ucu başı… Herşeyin tazesi… Genç kız veya oğlan… Hurma koruğu… Biraz büyümüş olan ekşi ot… İncil’in bir ismi…(TG, 10 Nisan, “Ben” Casus Kaptan, 4.cilt, s.505)

Vârîdât: Kemalist Mehmet

  • Sâmi: Yüksek, yüce, refi’… Sâmî: Sertlik, katılık. Kuruluk… Sâmî’: İşiten, duyan, dinleyen… Sâmih: Cömert, eli açık, civanmert.
  • Sâm: Ölüm. Yer altındaki altın damarı. Gök kuşağı. Ateş. Sersemlik hastalığı. Hazret-i Nuh’un oğullarından birinin ismi… Sa’m: Soymak… Sam’â: Küçük kulaklı kadın. Kuvvetlenip olgunlaşan ot… Samâm: Belâ. Zahmet, meşakkat… Samem: Sağırlık… Samîm: İç, asıl, öz… Sâmân: Servet. Zenginlik. Rahat. Dinçlik. Düzen, tertib. Bir kimsenin varı-yoğu, serveti… Sâmim: Sekizinci… Sâmin: Semiz, yağlı, besili… Samiîn: Dinleyiciler. İcraatla alâkadar olmayıp dinleyici olanlar…. Samha: Kolaylık. Asânlık. Sühûlet.
  • Sâmm(e): Zehirleyen. Ağulu. Sam yeli denen rüzgâr… Samm: Sağır olmak. Şişenin ağzını tıkamak… Samm: Katı, sağlam ve sert madde. Vurmak… Sammâ: Sesi çıkmayan, sessiz. Sağır ve dilsiz. Katı ve som kaya… Sammâ: Katı taş. Sağlam ve sert yer. Belâ. Zahmet, meşakkat… Sâmme: Zehirli hayvan… Samsam: Keskin olmak. Keskin kılıç… Samsame: Tilki. Bir yerin adı. (TG, 11 Nisan, Adalı Tilki Sami, 4.cilt, s.521-522)

 

Tablo: Ayna

  • Casus, hafiye… Kavminşereflisi… Her şeyin en iyisi… Muayene etmek… Göz… Pınar, kaynak… Çeşme… Tıpkısı, tâ kendisi… Göz… Eşyanın hakikati… Zât… Altın… Diz… Nazar değme… Gözü güzel ve iri olan… Akmak, seyelan… Kendisine tecelli ve aksedeni gösteren veya bildiren şey… Vasıta… Mahzar… Merâsim… Usûl… Görenek… Dini âdâb… Örf ve kanun… Zinet, süs… Demir… Bakılan yer… Çok açık, pek belli, bâriz… Arap alfabesinin onsekizinci ve Osmanlı alfabesinin yirmibirinci harfi olup, Ebced hesabında 70 sayısına tekabül eden “Ayın” harfi… Çocuk… Hâkim… Peçe… Eser… Ayet… Kabiliyetsiz… Bir yerin ileri gelenleri… Herkesin bilebileceği ve görebileceği… Emme… Ay… Tedavisi mümkün olmayan… Şüphe ve tereddüt bildiren edat; hayret ve taaccüb, soru ile beraber ümit ifade eder… (TG, 18 Nisan, Perdeler Candır – Canlar Perde, 5.cilt, s.26)

 

Tablo: Def’a, Kerre

  • Beklenmedik ânda… Birdenbire, âni olarak… Birşeyin eğilip ikiye bükülmesi… Ağır ağır gitmek… Kuşun, ayakları yerde iken kanatlarını salıp hareket ettirmesi… Kolay… Yan, yüz… Boynuz ve kanat uzunluğu… Sıcaklık… Kitap cildinin iki tarafından her biri… Alaca renkli bir cins elbise… Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer… Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse… Define… Gençlik… Gömmek, gömülmek… Kabir, mezar… Hayr… Dil… Kızgın olan nesne… Işık… Himaye etmek… Mâni olmak… Ortadan kaldırmak… Savmak… Kovmak… Bir davayı müdafaa için, başka bir dava açmak… Âdet, susul, an’ane, kaide… Yurt tutmak… Bir işe devam ve düzenli emek çekip çalışmak… Şân, şöhret… Emir… Kâr… Kuvvetle basmak… Uçmayan çekirge… Haşmet… Halef etmek… Batı rüzgârı… Bir aded, bir… Tilki… Devlet… Rahmet… Kaptan… Çekilerek yeniden hücum etmek… Bir şeyden vazgeçtikten sonra yine ona yönelmek… Gemi halatı… Döne döne saldırmak… Varî, benzer… Tarih… Yıldız… Tarak… (TG, 21 Nisan, “Şehit mi Ne Olursun!”, 5.cilt, s.52)

 

Tablo: Efe

  • Gözbebeği… Engerek yılanı… Eşkıya… Kötü huylu, fena tabiatlı adam… Değişiklikler… İşler, şartlar, hâller… Sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dalları… “Of!” çeken kimse… Sıkıntılı, muzdarip ve kederli kimse… Fikir adamı… Çürük ceviz… Ahmak kimse… Noksan etmek… Sağmak… Davarın sütü az olmak… Neviler, çeşitler… İnce dallar… Üslublar, şubeler… Avlu… Kabir… Lisan… Torun… Hayran… Şerif… Gizli… Bir adamın beynine vurmak… Su… Keskinlik… Yemeğin kokması… Afet… Güzel… Nezih… İffetli, namuslu… Doğru yolda olan… Silen, silinmiş… Affeden, bağışlayan… Uzun saçlı… Yalvaran… Tencere dibinde kalan… Peltek konuşan, kekeleyen… Çoban… Dâhi… Aşkın kimyası… Harp, kavga… Eşek sıpası… Sabır… Altın… Devedikeni ağacının yemişi… Temiz olma… Zeki… Ufuk…(TG, 22 Nisan, “Rüyaların İzinde”, 5.cilt, s.62)

 

Tablo: Saman

  • Servet… Zenginlik… Rahat… Dinçlik… Düzen, tertib… Nizam…Şaban… (8), sekiz… Gençlik… Ölüm… Semâ… İşiten, dinleyen… Katı ve som kaya… Tavan… Taban… Tilki… Semizlik, besililik, yağlılık… Eser… Kedi… Alâmet, nişan… Çocuk… Hâkim… Samî… İsimleri aynı olan kişilerin her biri… Hak… Toprak… Hikâye eden… Zehir… Simit… Sıfır… Boş… Tamir… Simya… Zarar, ziyân, hasar, kayıp… Bir malı diğer bir malla değiştirmek… İki şey arasındaki fark… İhtilaf… Tabi olanlar, uyanlar… Başkasının vücuduyla kaim olanlar… Kitap bastırma… Zeki… Evlât edinme… Hararet… Sıtma… Birisinin veya bir devletten emri altında olanlar… Tef… Hakiki maksad olmayıp, dolayısiyle olan… Taban ve tavan… Ortada oturmak… Deniz olmak… Yalandan ağlama… Birbirinin yerine geçmek… (TG, 24 Nisan, Halife Fâlih Kusto, 5.cilt, s.83)

Tablo: Mecmua

  • Sabır… Altın… Kur’ân’ın her bir sözü… Küçük kitap… Ismarlamak… Veren… Feda eden… Sefer… Arkasına saklanılacak şey… Koruyan… Mânia… Kuytu yerler… Okun, giderken kabzayı zedelememesi için sol elin üzerine konulan âlet… Siper… Sığır sürüsü… Tozun dumanın kalkması… Öküz, boğa… Kızgınlık, hiddet, öfke… Hücum, dövüş… Hükümdarın şiddet veya kudreti… Tezlik… Seyyar… Yıldız… İbrişimle karışık alaca kumaş… Tarz, gidiş, yol… Hayat hikâyesi… Toplanılacak yer… Konuşulan yer… Bir araya getirilmiş şeyler… Derleme… Topluluk… Tamlık…(TG, 3 Mayıs, “Nuru kalbinden Kovayla Çek!”, 5.cilt, s.167)

 

Vârîdât: Menderes’in Ölümü

  • Hırs: Ayı… Hırs: Saklamak… Hırs: Takdir, kıyas. Altın veya gümüşten halka… Hırs: Açgözlülük. Tamahkârlık. Kızgınlık. Azgınlık. Şiddetli istek, arzu… Hırsiye: Geceleyin çalınan koyun… Hirsek: Ayı yavrusu.
  • Netk: Yüzmek. Atmak. Kendine çekmek, cezbetmek. Silkmek, harekete geçirmek. Oğlu ve kızı çok olmak… Nâtık: Konuşan. Beyan eden. İdrâk eden. Bildiren. Fikrederek düşünen. Altın ve gümüş gibi mal… Nâtıka: Düşünüp söyleme hassası. Fesahat ve belağatla söyleme kuvveti. Talâkat-i lisan, güzel konuşabilme hassası. (TG, 6 Mayıs, “Sanat Allah’ı Aramak!”, 5.cilt, s.203)

 

Tablo: Dayanmak

  • Emin olmak…İyiden iyiye araştırıp şüphesiz tam olarak bilmek… Tam yakınlık hasıl etmek… İstekli olmak… Sormamak… Gevşeme… Kuvvetsiz hâle gelme… Şiddetli ve haşin olmak… Boynuna kement bağlamak… Bir işe dikkat ve itina ile koyulmak… Kust ile âlâkalı ve Kutsa dair olmak… Musibet anında yüksek sesle feryat etmek… Sultan… Hırsızlık… Bir şeyi araştırarak öğrenmek… Birbirini tanış çıkmak… Güvenilir, itimad edilir… Usta… Altın ve gümüşten yapılmış at eğeri… Her nesnenin aslı… (TG, 9 Mayıs, Doğduğum Gün, 5.cilt, s.225)

 

Tefe’ül: Fettan

  • Fitneci… Kurnaz… Hırsız… Şeytan… Altın eriten kuyumcu… Gönül çalan… Mihenk taşı…Altın ve gümüşü muâyeneye yarıyan taş… Açmak… Yardım… Hüküm… Ekmek parçaları… Gözyaşı… Kırmak, kesr… En iyi, en çok fetheden… Darlıktan kurtaran… Yumuşak… Zikretmek… Kuvvetli, genç kadın… Delikanlı… Cömert… Yassı ve çökük burunlu olmak… Anlayışlılık… Tavşancıl kuşu… (TG, 26 Mayıs, Yeryüzünün Gölgesi, 5.cilt, s.418)

 

Tefe’ül: Nezîr

  • Adak… Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek… İlerdeki hesap için korkutmak… Suâlde ısrar etmek… Evlâdı az olan kadın… Seyirci, seyreden, bakan… Müfettiş… Mürakabe ve kontrol eden… Vekillik eden… Azlık… Reislik… Tazelik… Parlaklık… Letâfet… Her nesnenin misil ve benzeri… Altın… Nâzlı… Nâzân… Yan bakış, kötü bakış… İltifat… İtibar…(TG, 6 Haziran, “Noktayı Gördünüz Mü?”, 5.cilt, s.533)

 

Vârîdât: …….

  • Kibâr: Kebirler. Büyük rütbeliler. Büyükler. İnce ve narin yapılı. Terbiyeli ve nezaket sahibi. Hassas… Kibâre: Ululuk, büyüklük… Kiber: Ululuk. Yaşlılık… Kibir: Kendini büyük göstermek. Büyüklük. Şeref ve şân. Bir şeyin muazzamı. Büyük. Kendini başkalarından –üstün olmadığı hâlde- üstün görme… Kibrit: Yakacak madde. Kırmızı yakut. Altın Altın: Sabır, fazıl, nâzır. (TG, 2 Ağustos, …………………………, 6.cilt, s.443)

 

Vârîdât: …….

  • Nâzır: Vekil. Bakan. Kabîne azlarından herbiri. Nazar eden, bakan. Bir işin idaresine memur reis. Vâsînin yapacağı tasarruflara nezarette bulunmak üzere mûsî veya hâkim tarafından tâyin olunan zât… Nâzır: Tâze. Altın… Sâbîr: Altın ismi… Ebu-l Fadl (Ebu-l Fazl): Altın.
  • Nezâre: Azlık… Nezare: Korkutmak… Nezaret: Tazelik. Parlaklık. Letâfet. Nezare(t): Bakmak, seyir, bakış. Nâzırlık etmek. Göz etmek. Reislik. Vekillik, nâzırlık, bakanlık… Nezîr: Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. Allah Resûlü’nün bir vasfı… Nezîre: Nezredilmiş olan şey, adak… Nezr: Suâlde ısrar etmek. Az miktar, azlık… Nezûr: Evlâdı az olan kadın… Nizâr: Bitkin, düşkün, zayıf, arık… Nizar: Korkutup uygunsuz şeylerden vazgeçirmek için söylenen söz.
  • Nuzar: Altın. Her nesnenin hâlisi ve iyisi. Necid diyârında yetişen bir ağacın adıdır, ondan tas ve kâse yaparlar… Nuzerâ: Akranlar, eşler… Nüzûr: Adaklar… Nüzur: Korkutmak.
  • Sâbir(e): Tahammül eden, sabreden, bekleyen… Sabbar: Çok sabırlı… Sabbâre: Soğukluk… Sabbûr: Katı, şiddetli, şedid… Sa’ber: Sedir gibi bir ağaç… Sabaret: Kefâlet… Sabr: Acıya ve zorluğa katlanmak. Muharebede şecaat göstermek. Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak… Sâbirî: Bir çeşit ince giyim eşyası. Bir cins hurma… Sabîr: Kefil. Yağmursuz beyaz bulut… Sebîr: Mekke civarında bir dağın adı… Sebir: Sûret. Renk. Asıl. Hey’et… Sebr: Denemek, imtihan. Yara, kuyu vesâirenin derinliğini anlamak için yoklamak… Sebr: Men’etmek, engel olmak. Helâk etmek. Hapsetmek… Sebre: Pek soğuk olan erken vakit… Sıbr: Beyaz bulut. Taraf, yön, cânip. Çoğul, cemi… Sibâr: Cerrahların yara yokladıkları mil. (TG, 4 Ağustos, …………………… ……, 6.cilt, s.459)

 

  •  

ASCED: Halis, karışıksız altın. (137)

ATEŞ-BESTE: Halis altun, kırmızı altun. Donmuş ateş. (1168)

BALİŞ: Yastık. Altın. Nakit. (333)

BEDRE: Kuzu ve oğlak derisi. İçi altun dolu olan kese. Onbin dirhem. (211)

BENDİŞ: Altın ve gümüş üzerine işlenen nakış. (356)

BİŞAR: Esir, kul, köle. Harpte teslim alınan kimse. Altın, gümüş kakmalı işlemeler. Takatsiz, dermansız, hâlsiz. (503)

CİRYAL: Altının kırmızılığı. Bir cins kırmızı boya. Temiz renk şarab. (244)

DALİS: Yumuşak berrak şey. Altın suyu. (124)

DEHDEHÎ: Halis altın. (28)

DİHDAR: Altın. Bir çeşit kıymetli elbise. (808)

DİNAR: Eksiden kullanılan altın ve sikkeli para. (265)

FİLİZ: Ağaç ve çiçek fidanı, taze sürgün. Eritilip temizlenmemiş olan altın, gümüş, demir gibi külçe, ham maden. Erimiş bakır. (117)

FİTNE: İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. Muharebe. Ara bozmak. Küfr. Fikir ihtilafı. Şikak. Kavga. Delilik. Mihnet ve beliye. Mal ve evlâd. Potada altın ve gümüşü eritmek. İmtihan ve tecrübe etmek. (535)

HALY: Altından ve gümüşten olan süs eşyâları. (48)

HASENE: İyilik. Güzellik. Hayırlı amel. Allah rızasına çok uygun iş. Eski altun paralardan biri. (123)

HÂŞ: Altınla kaplamak. (901)

HAVK: Altın veya gümüşten halka. Kulak küpesi. (706)

HEMRÂ’: Kan rengi. Kırmızı. Kırmızıya boyanmış. Silâhsız. Altın. Safran. (249-250)

HIRS: Takdir, kıyas. Altın veya gümüşten halka. (890)

IKYAN: Halis, iyi altın. İnci parçası. (231)

İBRİZ: Halis altun, saf altun. (220)

KENZ: Define, hazine. Yeraltında saklı kamış kıymetli eşya, para veya altın gibi şeyler. (77)

KINTAR: Yüzyirmi rıtıl veya yetmişbin dinar. Çok mal. Bir sığır derisi dolu altın ve gümüş. (359)

KİBRİT: Kükürt. Kırmızı yakut, altın. Ucu kibritlenmiş yakacak madde. (632) Kibrit-i Ahmer: Kırmızı kibrit. Cisimleri altun hâline koyacak derecede te’sirli olduğu söylenen şey. İksir. Tas: Mürşid. Kıymeti çok yüksek olan. (881)

KURAZE: Altun ve gümüş kırıntısı. Kumaş parçaları. (1106)

LAKAT: Yabandan toplanan nesne. Mâdende bulunan gümüş ve altın parçaları. (139)

MEHENK: Ölç, miyar. Altın ve gümüş ayarını anlamaya mahsus taş. Üzerinde altın tecrübe edilen siyah taş. (115)

MEVDUNE: Altun, inci veya elmasla işlemeli şey. Murassa. (907)

NADAR (Nadâret): Altun. (1050)

NATIK: Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden İdrak eden. Bildiren. Fikrederek düşünen. Altın ve gümüş gibi olan mal. (160)

NAZAR (Nazaret): Altın. Tâzelik. (1150)

NAZİR: Tâze. Altın. (1160)

NAZR: Altın. (1150)

NAZZ: Dirhemler ve dinarlar. (850)

NEHAR: Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan aydınlık. Toy kuşunun yavrusu. Altın. (256)

NESİKE: Hak yoluna kesilen kurban. Altın veya gümüş külçesi. (145)

NEVAT: Çekirdek, hurma çekirdeği. Yirmi veya on adet. Bir veya on okka altın. Beş dirhem altun. Düşman. (457)

PERİZE: Ateşte pişirilen ekmek. Kırmızı altun. (225)

PERVAZE: Kır gezisi için hazırlanan yemek. Altun ve gümüş yaprakların kırıntısı. (221)

RİKÂZ: Yeraltında bulunan mâdenler. Altın ve gümüş cevheri. Hazine. Maden. İslâm’dan önce gömülü mal. (228)

SACE: Hatıl ağacı. Altun ve gümüş ayarını astıkları ağaç. (69)

SAGA: Kuyumcu. (1096)

SAM: Ölüm, mevt. Yeraltındaki altın damarı. Gök kuşağı. Ateş. Sersemlik hastalığı. Hz.Nuh’un (A.S) oğullarından birisinin ismi. (101)

SEBİKE: Eritilerek kalıba dökülmüş şey. Külçe. Kalıba dökülmüş altın veya gümüş. Hafif, küçük. (97)

SECENCEL: Ayna. Altın. Safran. (146)

SEHALE: Altın, gümüş gibi değerli maddelerin kırıntıları. (103)

SİMYA: Adi madenleri altın madenine çevirmek gayesi güden bir çalışma. (111)

SÜNDÜS: Sırmadan kabartma deseni. Eski bir çeşit ipekli kumaş. Parlak renkli, çiçekli, işlemeli, nakışlı olarak dokunmuş ipek kumaş. Altun veya gümüş tellerle işlemeli ve nakışlı olarak dokunmuş ipek kumaşlardan biri. (174)

ŞAHÎ: Şaha, hükümdara âit. Şahla ilgili. Hükümdarlık, şahlık. Eski topların bir çeşidi. Nişastalı, yumurtalı bir helva. Yavuz Sultan Selim Han’ın bastığı altun para. (Bu ismin verilmesi, üzerinde “şah” kelimesinin yazılı bulunmasından dolayıdır.) (316)

ŞEZERAT: İşlenmeden mâdenin içinden toplanılan altın parçaları. Süs için kullanılan altın ve inci tâneleri. (1601)

ŞEZR: Altın mâdeninden toplanan altın ufağı. İnci parçaları. (1200)

ŞEZRE: İşlenmemiş ham altun. Süs için asılan inci ve altun. (1205)

TENVİH: Sulandırma. Yaldızlama. Haksız bir şeyi yapmacık şeylerle süsleyip haklı gösterme. Başka bir madeni altun veya gümüş suyuna daldırma. Bir kimsenin namını şânını yükseltme. (471)

TİBR: Altın parçası. Altın ve gümüş tozu. (602)

TİLLE: İşlenmemiş altın. (Bu kelimeye Hindçe diyenler de vardır.) (435)

USTAM: Güvenilir, emin, itimad edilir. Altın veya gümüşten yapılmış at eğeri. (508)

ZEHEB: Altun. (707)

ZER: Sarı. Altın, akçe. Nöbet. Oruç. Çile. (207)

ZİNAK: Çene altının derisi. Altundan veya gümüşten yapılan ve kadınların boyunlarına taktıkları boğmak. (158)

ZUHRUF: Yaldız. Yalancı süs. Gösteriş. Zinet. Altın. (892)

  •  

Arapça’dan

BÜHARİSE: Altun ve gümüşten üç kıntar veya üçyüz rıtıl. (273)

CENA(Y): Toplanmış meyve veya bitki. Üzüm. Mantar. Ot. Yaş hurma. Bal. Altun. (63)

CEZAZE-CÜZÂZ: Altın taşı. (1804-1404)

CESED: Cisim. Beden. Kurumuş kan. Safran. İsrailoğullarının taptığı buzağı. (67)

DELAS: Altın suyuna bastırıp parlatmak. (124)

DİHDAR: Altın. Bir çeşit kıymetli elbise. (809)

DÛCAL: Altın veya altın suyu. (38)

DULAMİS: Parlak altın. Parlayan. (164)

EHÂDIR: Altın, et ve şarap. (1602)

EVŞÂ(Y): Madende biraz altın bulunmak. (317)

FİLZE(T): Ciğerden bir parça. Altın, gümüş ve et parçası. (1230)

GAREB: Altın. Gümüş. Şarap. Kadeh. Mızrak yapımında kullanılan bir ağaç. Akçaağaç. Havuzla kuyu arasına kovadan düşen su. Çamur vs. su kokusu. Ata veya koyuna isabet eden bir hastalık olup gözlerinin kıllarını döker. (1202)

HILAS: Eser. Yağ hülasası. Ateşle hülasası alınmış altın ve gümüş vs. Bir şeyin misli. (720)

HİBRİZİ(Y): Arslan. Hoş, latif şey. İyi çizme. Halis altın, yeni dinar. (224)

HUZEYBE: Altın madeni. (1019)

HAVK: Altın veya gümüşten halka. Kulak küpesi veya salkım küpesinin halkası. (706)

KUZAZAT: Ok yeleği kırpıntısı. Altın parçaları. (1902)

LÛHVE: Değirmen çekerken öğütmek için boğazına konulan tâne. Bahşiş. Bir avuç dolusu mal. Bahşişin efdali. Bin altın ve akçe. (41-46)

MÜMEVVEH: Altın veya gümüşle yaldızlanmış şey. (91)

NAZZ: Gümüş veya altın para. (850)

NİKÂR: Erimiş altın veya gümüş parçası. (351)

SAKİL: Tam (ayarı) olan dinar. (630)

SECANCEL: Ayna. Altın. Safran. (146)

ŞEZR: Altın talaşı. Küçük inci. Dizilmiş dizinin aralıklarını ayarlamak için geçirilen boncuk. (1200)

ZİBRİC: Süs. Altın. İçinde kırmızılık bulunan ince bulut. (212)

ZİRYAB: Altın. Altın suyu. Sarı şey. (220)

  •  

Farsça’dan

AKREBÂN: Altun otu. (473)

BÛTE: Gözdesiz, sapı kısa nebatlar. Deve yavrusu. Ok amacı. Kuyumcuların altın ve gümüş erittirdikleri kab. (413)

DEVÂRÎ: Beş şiyani kıymetinde bir nevi altın. (221)

DURUST: Sağ, salim, bütün, doğru, gerçek. Ayarı tam, sikkeli altın. (664)

EHÇE: Akça. Altın veya gümüş para. (609)

EYÜHŞÜT: Altın, gümüş, vs. madenler. (1311)

GAH: Taht. Vakit. Büyük zevatın oturmaları için tahtın önüne konulan altın sandalye. Kuyumcu potası. Cedi yıldızı. Gerçek sabah mânâsınadır. Mekan edatı. (26)

GEHLE: Altın ve gümüş kırıntıları. (60)

GENC: Yere gömülmüş mal, define. Altın, gümüş mal saklanan yer, hazine. Kenz. (73)

HANÎ: Havuz, çeşme. Halis altın. Dârâ’nın kızı. Padişaha mensub. (661)

HEMRES: Akçe, altun.

HİFÇE: Eritilip demirden küçük oluk gibi bir kalıba dökülen altın ve gümüş külçesi, çubuğu, sübekesi. Dilberin yüzüne dökülen zülüf. Çok nazik ve düzgün ağaç dalı, fidan. (hufce, hifçe). (688)

HİRİVE: Herat şehrine mensub. Hirevî. Hirî. Halis altun. Fahişe. (226)

HİRTAL: Bir öküz yahut bir devenin boyun derisi dolusu altın.

HÜSREVÂNÎ: Padişahlara layık olan güzel şey. Bir nevi altın para. Güzel nağme. (727)

KEHLE: Altın ve gümüş hurdası. Akçe. (60)

KUMKUM: Yer kazılırken, duvar ve dağa delik açılırken çıkan ses. Altın sayarken çıkan ses. Kumsal yer. (120)

MAHÇE: Ay şeklindeki sancak alemi. Yeni ay. Altın toplu iğne. Tartılardan sekiz habbe miktarı. (54)

MEHY: Altın yahut gümüşle yaldızlamak.

MUHRÎ: Ağzı mühürlü altın ve gümüş surresi (kesesi). (255)

PETER: Altın, gümüş, demirden yapılmış küçük yassı levhalardır ki üzerlerine duaya dair şekiller resmedip çocuklara nazarlık yaparlar. (603)

RES: Erişmek. İp. Altın, gümüş, kurşun gibi eritilmiş madenler. (260)

RUKNİ: Bir cins halis altındır ki ismini Rükn ismindeki kimyagerden almıştır. Şiraz yakınında bir suyun adı. Çıktığı yere ‘teng’ denir. (280)

SENAD (Senav): Çok, kalabalık. Eğe ve törpü ağzında dökülen altın, gümüş, pirinç gibi madenlerin kırıntısı. Kafiyenin uygunsuz ve kusurlu olması. (Suniş) (115-117)

SÂV(E): Vergi, haraç. (Kuvvetli padişahların, zayıflardan aldığı) Halis altın kırpıntıları, eklentileri. Dikenli beyaz bir ot. Bıçak biledikleri demir masat. Peygamberimiz doğduğunda kuruyan bir gölün bulunduğu Irak ile Rey arasında bir şehir. (72)

SELÂK: Altun ve gümüş külçesi. (110)

SERE: Geçer akçe, halis altun. İyi doğru, seçkin. (265)

SUFTE: Delinmiş. Altı küpe halkası. Hediye. Erkek görmüş kadın. Ucu törpü ile keskinleştirilen ok ve mızrak temreni. Her güzel ve taze şey. (545)

SÜFÇE: Altın külçesi. (148)

ŞİFŞE: Altın ve gümüş külçesi. (685)

ŞUMŞ: Altın ve gümüş çubuğu. (640)

ŞUŞE: Altın külçesi. (611)

TELK: Acı. (Telh) İlâçlarda ve cam yerinde kullanılan taşa benzer bir maden. Ören pulu. Altın varak. (450)

TENGAR: Kuyumcuların altın ve gümüş kırıntıları yapıştırdıkları borak, lehim. (671)

TENGE: Merakeşe bağlı Tanca şehri. Dağ deresi. Vaktiyle Hindistanda geçen altın ve gümüş bir nevi yassı para. Yassı para şeklindeki ufak hamur parçaları. (475)

TÛPÂL: Altın, gümüş, bakır gibi madenler eğelenirken dökülen döküntü. (439)

TÜBNEK: Kuyumcuların altın, gümüş erittikleri pota. İçine erimiş altın ve gümüş döktükleri kalıb. (Telûk) (472)

YERMEK: Akçe, altın. (350)

  •  

İngilizce’den

AURUM: Altın.

BILLION: Metal para imalinde kullanılan altın, gümüş, bakır vb. alaşım.

DOUBLOON: Eski bir İspanyol altın parası.

DUCAT: Eski Avrupa’ya bilhassa Venedik’e mahsus birkaç çeşit altın para. Düka altını. Para.

ELDORADO: Altın ülkesi diye şairlerce hayâl edilen bir Güney Amerika ülkesi; altınlarla donanmış yalancı cennet.

ELECTRUM: Eskiden bulunan değerli bir çeşit altın ve gümüş alaşımı.

GALOON: İpek veya altın sırmadan yapılmış şerit.

GILD: Altın kaplamak, yaldızlamak, tezhip etmek, süslemek, telleyip pullamak; parlamak, parlak göstermek.

GOLD: Altın, altın para; servet, zenginlik; altın rengi, sarı renk, yaldız, dore.

GUINEA: Gine. İngilizlerin 21 şilin kıymetindeki eski altın parası. Afrika tavuğu, beç tavuğu.

HALLMARK: Altın veya gümüşte ayar damgası. Kalite işareti.

KARAT: Ayar, altın ayarı.

MARK: Alman parası; eskiden bir gümüş veya altın tartısı.

MOHUR: 15 rubi kıymetinde eski altın Hint parası, mohur.

MOIDORE: Eski Portekiz altın parası.

NAPOLEON: Potifur. 20 Franklık Fransız altını. Bir iskambil oyunu. Napolyon altını. Napolyon.

NOBLE: Asil, soylu, alicenap, yüce gönüllü; heybetli, yüce, mükemmel. (Eski) Kimyevi değişiklik göstermeyen (kıymetli maden). Asilzade, soylu kimse. İngiltere’nin eski bir altın parası.

NUGGET: (Altın) külçe.

PAN: Toprağı yıkayarak altın çıkarmak; tavada pişirmek; leğende yıkamak; maden cevherini yıkamak; tenkit etmek.

PLACER: Nehir sularının getirdiği altınla karışık alüvyon.

PLATE: Tabak, sahan. Bir tabak dolusu şey. Madeni levha. Altın veya gümüş sofra takımı. Kupa, şilt. Maden baskı kalıbı. Damak, takma diş, protez. Duvar tabalığı. Zırh levhası. Cam negatif. Fotoğraf klişesi. Kale işareti olan levha.

RIFFLE: Altınla karışık kumu ayıran ızgara.

SAMITE: Altın veya gümüşle dokunmuş ipekli kumaş.

SEQUIN: Eski Venedik cumhuriyetinin altın sikkesi. Pul, payet.

SHEKEL: Miskal, İbranilerde bir ağırlık birimi. Altın veya gümüş sikke. Para, servet.

SOLIDUS: Bizans İmparatorluğunda altın sikke. Taksim işareti.

SOURDOUGH: Maya olarak kullanılan eski hamur. Alaska’da altın arayıcısı.

TALENT: Kabiliyet, yetenek, hüner. Allah vergisi. Yetenekli kimseler. Eski İbrani veya Yunan altın veya gümüş parası; tartı.

  •  

Almanca’dan

ALTAI: (Moğolca: altın madenini havi dağ.) Altay dağları.

AS: Eski Roma altını. En küçük altın tartısı.

DAMASZIEREN: Altın veya gümüş kakma işi yapmak.

DUBLONE: İspanya’nın bir nevi altın parası. Dublin.

DUBLIEREN: Bez dokurken iplikleri yan yana sıralamak ve bükerek tire hâline getirmek. İki kat etmek. Altınla kaplamak.

FILIGRAN: Altın ve gümüş tellerden kafes şeklinde kuyumculuk işi, telkari. Filigran.

FLITTER: Altın veya gümüş pul. Cicili bicili kıymetsiz şeyler.

FUCHS: Tilki. (At hakkında) al don. Altın liralar. Kırmızı saçlı erkek veya kadın. (Üniversiteler hakkında) birinci sömestrisini yapan üniversiteli. Kızıl kanatlı, siyah benekli kelebek. (Bilardoda) yuvarlağa vururken kasdedilmeyen isabet. Yüksek fırında ateşin artık eritemediği külçe topağı.

KIPPE: Muvazenesini kaybetmek üzere olmak. Tahterevalli. Altın lira tartmaya mahsus terazi.

LAHN: Altın veya gümüş kılaptan. Sırma.

LOTTE: Tahtalarla yapılmış kanal (su yolu). Mecra. Altınlı kum yıkamaya mahsus kap.

PLATTIEREN: Altın (gümüş, nikel) suyuna batırmak. Kaplamak.

STAB: Baston, sopa, değnek, çubuk. Metre. Altın (gümüş, ekseriya demir) çubuk. Parmaklık demiri. Fasulye, vs. sırığı. Karargah erkanı, kurmay.

GOLD: Altın, zer.

  •  

Fransızca’dan

ALOI: (altın, gümüş için) ayar. Nitelik.

AURORE: Tan, fecir. Tan kızıllığı. Doğu. Altın sarısı. Başlangıç, eşik.

CARAT: Altın için ayar. Elmas için kırat. Küçük elmas taşları.

CHAINISTE: Altın, gümüş gibi madenlerden süs zinciri yapan kuyumcu kalfası.

CONTRÔLE: Mürakebe. Altın veya gümüş eşyaya vurulan kontrol damgası. Yoklama. Hâkim olma.

COUPELLE: (Altın veya gümüş) için kol potası.

COUVERTURE: Örtü, yorgan. Perde. Kefalet. Kağıt paraya karşılık gösterilen altın, teminat akçesi.

DORÉ: Yaldızlı. Altın sarısı, altın gibi. Çok iyi kızarmış, nar gibi. parlaklık, yaldız.

DOUBLON: İspanyol altını. İki kez dizilmiş kelime, harf, satır.

DUCAT: Düka altını.

FILÉ: Dokuma ipliği. Sırma, altın veya gümüş tel.

FOURRÉ: Sık. Kaplama, üstüne gümüş veya altın kaplama geçirilmiş. Sık ve kalın tüylü. İçten veya dıştan kürk geçirilmiş. İçi meyve, krema gibi şeylerle dolu.

FUMAGE: Gümüşe altın rengi vermek. Yiyecekleri ise tutma.

LOUIS: Fransız altını, altın para.

MASSE: Yığın, kitle. Topak, parça. Bir yapının bütünlüğü. Topluluk. Sayısız, çok. Sürü. Taş ocaklarında yatak. Halk. Toplam. Hepsi. Askerlerin biriktirme sandığı. Bir ortaklığın para varlığı. Kumarda ortaya konulan para. Tokmak. Asillerin kullandığı altın veya gümüş başlı tören asâsı. Bilardo ıstakasının kalın tarafı. Masa.

MORDORURE: Altın parıltılı esmerlik.

MOUTON: Koyun. Koyun eti. Koyun derisi. Koyun postu. Kuzu gibi adam. Cezaevinde hafiyelik yapan tutuklu, muhbir. Grevlere katılmayan işçi. Etliye sütlüye karışmayan pis herif. Eski bir altın sikke. Şahmerdan. Dalga köpüğü, köpüklü küçük dalga. Yün görünüşünde toz birikintisi.

OR: Altın. Altın para. Altın rengi, altın sarısı. Para, servet, zenginlik.

LE VEAW D’OR: İbranilerin taptıkları buzağı.

PAILLETTE: Kimi ırmaklarda kumla karışık bulunan altın pul. Maden pulu, sırça pul. Elmas veya diğer taşlarda bulunan kusur.

PARFİLLER: Altın veya gümüş tellerle işlemek. Silmemek. Kumaşı tel tel Ayırmak.

PISTOLE: Eski bir altın para. Cezaevinde hatırlılar koğuşu.

PLACER: Altın yatağı.

PLAQUE: Altın veya gümüş kaplamalı maden.

MARC: Posa, küsbe, cibre. Telve. Bir tür rakı. Aşağı yukarı 250 gr. ağırlığında eski bir ağırlık birimi. Eski bir altın veya gümüş sikke.

POINÇON: Bız; matkap, zımba. Çelik kalem. (Sikke veya madalya kalıbı dökmek için hazırlanan) kabartma. Çelik pul, erkek çakma. Altın veya gümüş işlerinde ayar damgası. Çatı direği.

SEQUIN: Eskiden İtalya ve Yakındoğuda kullanılan altın sikke, fındık altını.

SOUVERAIN: En büyük, en yüce. Son derece. Hür. Söz sahibi. Hükümdar. Bir İngiliz altın parası.

TREBUCHET: Küçük kuşları yakalamak için tuzak, kuş tuzağı. Altın, gümüş, vb. tartmak için terazi, hassas terazi. Eczacı terazisi. Kapan.

VERMEIL: Lal, parlak kırmızı. Altın kaplama; gümüş, yaldızlı gümüş.

  •  

Latince’den

AUREUS: Altın. Altından. Altınla işlenmiş. Altın yaldızlı. Altın gibi parlak. Güzel., görkemli, muhteşem. Altın madeni para.

BRATTEA: Altın yaprak, varak.

CHRYSOS: Altın.

CISTOPHORUS: Asya sikkesi.

ELECTRUM: Kehribar. Altın ve gümüşten bir alaşım.

FLAVENS: Sarı, altın renginde.

LAMINA: Levha, tabaka, (maden, ağaç). Bıçak ağzı. Sikke.

LIBELLA: Küçük sikke. Dinarın 1/10 değerinde, as para birimi. Su seviyesini ölçen âlet.

MIDAS: Dokunduğu her şeyi altına çeviren Phrigis kralı.

NOMISMATIS: Sikke.

OBRUSSA: Altının ateşle sınanması, denetlenmesi, denek taşı.

PACTOLUS: Altınıyla ünlü Lydia ırmağı.

PHILIPPUS: Makedonia kralı. Altın sikke.

SATURNUS: Altın çağın hâkimi. Tohum ekme tanrısı. Satürn gezegeni.

  •  

Yunanca’dan

DRAHMI: Drahmi.

ÊLEKRON: Kehribar. Altın ve gümüş alaşımı.

EPIHRUSOSIS: Yaldızlama, altın kaplama.

HRUSOS (KRUSOS): Altın. (Aramca HARA (=Sarı) kelimesinden)

FLORI: Altın.

KIBDOS: Altın hurdası veya alaşımı.

LEROS: Kadınların entarisi üstündeki altın süs.

MALAMA: Altın.

OBRUZ-A: Altın muayenesi.

PLATINI: Beyaz altın, platin.

RHUPAROS: Pis, kirli, temizlenmemiş, çamurlu. Altın veya gümüş alaşımından yapılmış sikke.

SPIÔMA: Bozulmuş, lekeli. İnce altın leke. Doğum işareti.

  •  

Diğer Dillerden

(İngilizce okunuşlarına göre latinize edilmiştir.)

İbranice’den

BETSER: Gold, precious ore, ring-gold. (Altın, kıymetli maden cevheri, altın yüzük.)

D@HAB, ZAHAB: (Aramaic) Gold. (Altın)

CHARUWTS: Sharp-pointed, diliget, strict decision, trench, moot, ditch. (Keskin uçlu, keskin, dikkatli, himmetli; kat’i karar; keskinleştirmek; müzakere etmek, münakaşa etmek. Hendek, hendek kazma.)

KETHEM: Gold, pure gold. (Altın, halis altın.)

MADHEBAH: Boisterous, roging behaviour, bisterous behaviour. 2. (CLBL) Golden city, exactness of gold. (Gürültülü, şiddetli, yaramaz davranış. 2. Altın şehir, altının saflığı.)

C@GOWR: Enclosure, encasement. Fine gold. (İhata etme, çevreleme, kapama, örtme. İyi altın.)

PAZ: Refined or pure gold. (Halisleştirilmiş veya saf altın.)

SanskritçeKONAKA, POAVAKA: Altın; MAASHHA: Bir altın sikke; HEMANIH: Altın

Norveççe: GULL

Afrikaanca: GOVE, GOUD; GOUDKUS: Altın sahil.

İspanyolca: ORA; DORADO: Altından.

Danimarkaca: GULD.

Fince: KULTA.

Macarca: ORANY.

Endonezce: EMAS.

İtalyanca: ORO; AUREO: Altından;

Japonca: GO-RUDO, KOGENE, KIN; ICHIBUKIN: Çeyrek rio değerinde bir altın; KINPAKU: İşlenmiş altın; MAIZOUKIN: Gömülmüş altın; OUDOUKOU, OUTEKKOU: Deli altını; KINGIN, KOUHOKU: Altın ve gümüş; KINKAI: Altın sikke.

Portekizce: OURO.

Bengalce: SHAWRNO, SHONA.

Lehçe: ZLATO, ZLOTY.

Sırpça, Boşnakça: ZLATON, ZLATO.

Estonca: KULD.

Gismu: PELYU (Pel) Sarı; SOLJI (Slo): Altın. (Ricfu, rijno, narju).

Uqdi: ABA.

Maltaca: DEHEB.

Vietnam: DANK.

Kiribati: TE KORA.

Özbekçe: ZOLOTO.

Kaynak: M.E.D. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005. (Arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İlginizi Çekebilir