Arab Dilbilimi Düşüncesinde Semantik Türetme (İştikak-ı Delâlî)

Rabia Senûsî

Cezayir Mostaganem Üniversitesi Dergisi, Sayı 16, Eylül 2016.

 

Arabça’dan Tercüme:

Ayşenur Çinüçen

 

ÖZET

Dil büyür, gelişir ve her gün kelimeleri artar. Dilin sürekli gelişim hâlinde olması ve muhtevasının devamlı artması, Arab dilbilimcilerinin eskiden beri ilgisini çeken ve türlerini araştırıp hakkında görüş ayrılığına düştükleri iştikak [sözlükte “bir şeyin yarısını almak” anlamına gelen iştikak kelimesi, terim olarak “aralarında mânâ ilişkisi bulunan iki kelimeden birinin diğerinden alınması ve türetilmesi” demektir (*)] gibi pek çok faktörden kaynaklanır. Bu iştikak, sarf çekimine önem veren ve türemişlere anlam kazandıran lafzî iştikak olabileceği gibi, o anlamın başka bir kelimede olduğu yeni bir kelime türetilen delâlî [semantik-anlambilimsel] iştikak da olabilir. İki kelimenin anlamda uyumu ve kök harflerde benzerliği bulunup, sonraki öncekinden pek de farklı değildir. İştikak bağlantısı, merkezde olan genel bir anlamdır. Yâni, kelimenin kullanımlarındaki bağlantı, kendisine dönülen genel bir anlamdır. Bu genel anlam, kelimenin ilk kök anlamıdır. Bu makale boyunca amaç, Arab dilbilimi mirasındaki bu düşünceyi izlemektir. Eski Arab dilbilimciler bu konuyu ele almışlardır ki, Arab dilinin korunması ve gelişmesindeki önemi sebebiyle araştırmacıların dikkatini çekmiştir.

METİN

Dil, canlı bir varlık gibidir, varlığı insan varlığına benzer. İnsanlık da bir ânda oluşmayıp Âdem Aleyhisselâm ve Havva’dan meydana gelmiştir. Sonra da onların çocuklarından insanlık her geçen gün gelişmiştir. Arabça dili de bu şekilde bir ânda olmamıştır. İbn Cinnî de buna işaret ederek şöyle der: “Durum nasıl olursa olsun, bunun bir başlangıcı vardı, daha sonra ihtiyaçların davet etmesiyle dilin genişlemesi sözkonusu oldu ve bu şekilde yavaş yavaş gelişti.” (1)

Arabça dili gelişim hâlindedir ve kelimeleri sürekli artmaktadır. Bunun devam etmesini sağlayan en önemli özellik ise iştikaktır. Bu da Arabçanın yenilenmesini ve hayatın gelişimine uyum sağlamasını sağlar ki bu bakımdan “Arab dilinin eşsiz meziyetlerinden biridir.” (2) İştikak kelimesi, (ش ق ق) harflerinden alınmış olup الشق kelimesi yarım, çatlak, yarılmak anlamlarına gelir. (3) “Mekayis”in müellifi bunu şöyle ifade etmiştir: “Şın ve kaf, bir şeyin yarılması ve çatlaması anlamına gelen bir köktür.” (4) Ayrıca yarım anlamı da taşır. الشّق kesrayla olursa, bir şeyin yarısı demektir. (5) İştikak ise, bir şeyin yarısını almaktır. Aynı şekilde, kelâmda bir kelimeyi diğer bir kelimeden almaktır. (6)

Istılahî olarak iştikak, geçmiş ve günümüzdeki pek çok dilbilimcinin tanımladığı, eskiden beri bilinen bir terimdir. Onlardan biri olan Zeccâcî (v: h. 337) şöyle demiştir: “İştikakın anlamı, önceki bir kökün üstüne onun devamı olarak yeni bir şey ortaya koymaktır.” (7) İbn Cinnî (v: h. 392) ise iştikakın anlamı hakkında şöyle der: “Köklerden birini almak, incelemek, sigaları ve yapıları farklı da olsa anlamlarını birleştirmektir.” (8)

Çağdaş âlimlerden Subhî Salih ise şöyle tanımlamıştır: “Bazı sözlerin diğer bazı sözlerden türetilmesi ve harflerinin belirli bir köke dayandırılmasıdır ki, netice bu yeni özel anlamı gösterdiği gibi, asıldaki ortak mânâyı da gösterir.” (9) Ayrıca Hasan Cebel de şöyle tanımlamıştır: “İştikak, kök anlamla uyumlu yeni bir anlamı ifade etmek için bir kelimenin başka bir kelimeden alınarak oluşturulmasıdır. Ya da iki kelime arasında kök harflerinin ve dizilişlerinin benzerliğiyle beraber kök anlam için yeni bir anlamın oluşmasıdır.” (10)

İki kelime ya da daha fazla unsur arasında iştikakın olabilmesi için üç şey gerekmektedir: Harflerin sayısının aynı olması ki bu Arabçada üçtür, harflerin bu kelimelerde bir tertib üzere dizilmesi ve bu kelimeler arasında köke uygun olarak mümkün mertebe ortak bir anlamın olması. (11)

İŞTİKAK ÇEŞİTLERİ

Dilbilimciler, iştikakı şu özetlediğimiz kısımlara ayırmışlardır:

1) İştikak-ı Sağir: Asgar olarak da isimlendirilir. İbn Cinnî şöyle tanımlar: “Sağir, insanlar arasında yaygındır. Köklerden birini alarak inceleyip, sigaları ve yapıları farklı da olsa [harf dizilişleri AYNI olmak üzere] anlamlarını birleştirmektir. Örneğin; (س ل م)  terkibinin çekiminde السلامة (selâmet, emniyet) anlamı elde edilir. Benzer şekilde, سَلِمَ ويَسْلَمُ، وسَالِم، وسَلْماَنْ، وسَلْمَى، والسَّلاَمَة و السليم   da kök anlam üzerinde elde edilir. Bu şekilde diğer bablar ve kökler de yorumlanır.” (12)

2) İştikak-ı Kebir: Ekber olarak da isimlendirilir. İbn Cinnî şöyle tanımlar: “İştikak-ı kebirde, sülâsî köklerden biri alınır. [Harf dizilişleri FARKLI olmak üzere] değiştirilerek elde edilen altı terkibin ve onlardan oluşan çekimlerin toplandığı bir mânâya bağlanır. Eğer birisi bu mânâdan farklı olursa, iştikakçıların yaptığı gibi, o terkib nazik bir şekilde ve yorumlayarak o mânâya dayandırılır.” (13)

İştikak-ı kebir için getirdiği örneklerden biri: “Bunlardan biri (ج ب ر) harflerinin değişimidir. Nerede olursa olsun güç ve sağlamlık anlamını ifade eder. جبرت العظم (kemiği iyileştirdim) ve جبرت الفقير (fakirin ihtiyacını giderdim), onları güçlendirdiğimi ve kuvvetlendirdiğimi ifade eder. الجَبْرُ (otorite), hükümdarın gücü için kullanılır ve diğerlerine karşı onu kuvvetlendirmesi anlamına gelir. رجل مجرِّب (tecrübeli adam), sürekli süregelen olayların kendisine tecrübe kazandırdığı ve bunun sonucunda güçlenen ve direnci artan kişiye denir. الجراب (kılıf, çanta), içindeki şeyi muhafaza eder. Bir şey korunur ve özen gösterilirse, güçlenir ve sağlamlaşır. İhmal edilir ve gereken önem verilmezse, dağılır ve zarara uğrar.” (14)

3) İştikak-ı Ekber: İbdal de denir. Abdulkadir el-Mağribî [iki asıl harfiyle anlamı aynı olan veya harfleri arasında mahreç birliği yahud yakınlığı bulunan iki kelime arasındaki türemeye işaret eden] bu terimi şöyle tanımlar: “İki kelime arasında mânâ ve mahreç açısından bir uyumun olmasıdır. Örneğin; نعق (karga, baykuşun ötmesi) ve نهق (eşeğin anırması) kelimelerinin anlamları birbirine yakındır. Çünkü her ikisi de hoş olmayan ve sevilmeyen seslerdir. Birinde bulunan bir harf, diğer kelimede bulunmadığından tam bir uyum yoktur. Ancak farklı olan iki harf yâni ayn ve he mahreç yönünden yakınlardır. Çünkü mahreçleri boğazdır. Bu yüzden bu tür, iştikak-ı sağir ve iştikak-ı kebirden uzak olarak, iştikak-ı ekber olarak isimlendirilir.” (15)

4) İştikak-ı Kübbar: Naht da denir. Mekayis’in müellifi İbn Faris (v: h. 395) [iki kelimeden, terkib veya cümleden bazı harflerin atılıp diğer bir kısmının alınması suretiyle sunî bir kelime oluşturulması için kullanılan bu terimi] şöyle tanımlamıştır: “Nahtın anlamı, iki kelime alınıp tamamen bu iki kelimenin köklerinden meydana gelen yeni bir kelime oluşturmaktır. Bu konuda el-Halil’e atıf yapar: حيعل الرجل kelimesi adamın حيَّ عَلى dediği anlamına gelir.” İbn Faris kendi görüşüne şunu ekler: “Üç harf üzerine ilave olunan bir şey varsa, çoğunlukla naht yapılmıştır. Örneğin, Arablar sert bir adam için kullandıklarıضَبْطَر kelimesi, ضَبَطَ (kontrol altına almak) ve ضَبَرَ (toplamak) kelimelerindendir. Yine صهصاق (ciyaklamak) da صهل (at kişnemesi) ve صلق (yüksek ses çıkarmak) dan; الصِّلْدِمْ (sağlam çelik) ise, الصَّلْدُ (sert) ve الصدْم (vurmak) dandır.” (16)

İştikak olarak sayılan türleri kabul etmeyenler de vardır. Örneğin Hasan Cebel şöyle der: “Bizim tavrımız, ancak iştikak-ı sağir ya da asgar tabir edilen türü kabul etmektir. Çünkü o, iştikak kavramının isbatlanan çeşididir. Ve yine iştikak kavramının içine başka çeşitlerin girmesinin ilmî bir temeli yoktur, aksine ilme zıt bir saçmalıktır. Çünkü iştikak, Arabçanın bütün kelimelerine temas eden önemli bir hususiyettir.” (17)

Ayrıca, bu sınıflamanın, ister lafzî ister semantik olsun, aslında yalnız iştikak-ı sağire uygulanabildiği görülüyor. Lafzî iştikak, kök anlamı takib eden yeni bir siganın oluşumunda görüleceği üzere, sonunda sadece bir kelimenin oluştuğu iştikaktır. (18) Bu çeşit iştikak, türemişlerine anlamlar kazandıran sarf çekimlerine önem verir. “Ancak iştikak, her ne kadar bazı kelimelerin diğerlerinden meydana gelmesi olsa da, anlamın gölgesinde incelenir. Harflerin belirli olduğu bir köke döner. Yeni özel anlamı gösterdiği gibi, asıl ortak mânâyı da gösterir.” (19) İşte bu, araştırmamızın da odak noktası olan semantik iştikak olarak adlandırılır.

Semantik iştikakın sonunda yeni bir anlam ortaya çıkar ve anlamı başka bir kelimeden gelen yeni bir kelime yapılır (yahud iki veya daha fazla kelimenin arasındaki iştikak bağlantısı gösterilir). İki kelimenin anlamda uyumunun yanısıra, iki durumda da kök harflerindeki ve dizilişlerindeki benzerlikle beraber, burada anlamın yeniliğiyle amaç, kök anlamın aynısını oluşturmak değildir. Bilakis az bir farklılık olsa bile kök anlamdan farklı yeni bir şeydir. Yâni yeni kelime, asıl anlamdan alınmış yeni bir anlama sahiptir. Şöyle diyebiliriz: ابتسر الرجل حاجته Yâni adam ihtiyacını vaktinden önce istedi demektir. البسر kelimesinden alınmıştır ki, bu da olgunlaşmamış taze hurma demektir. (20)

ARAB DİLBİLİMİ DÜŞÜNCESİNDE SEMANTİK İŞTİKAK

Semantik iştikakın Arab dilindeki her kelimede var olması düşüncesi ve dildeki kelimelerin kullanımlarının kendisine döndüğü bir kök anlamın bulunması konusu, eski Arab dilbilimcilerinin ilgisini çeken bir durumdur. Zamanla bu anlamdan, artık başka kullanımlara işaret eden yeni anlamlar türer. Arab dilbilimi mirasında bu düşüncenin izlenmesi, teorik ve pratik olarak iki şekilde mümkündür.

Pratik kısmında, bazı Arab dilbilimciler bir kısım kelimelerin kullanımlarındaki anlamları incelemişlerdir. Ya kelimenin kök anlamı belirlenir ve kullanımları açıklanır, yahud kelimenin kullanımları açıklanır ki, bu da asıl anlama işaret eder.

1) Dilbilimi kelimenin kök anlamını belirler, sonra bu anlama göre kullanımlarını inceler. Yahud kelimenin kullanımlarını inceler, sonra kök anlamını ortaya koyar. Bunun örneklerinden biri İbn Kuteybe’nin (v: h. 276) şu örneğidir: “ الحرج anlamı, الضيق (zorluk, sıkıntı) ve ondan çıkan الشك (şüphe) demektir. Âyette Allah şöyle buyurur: فَلاَ يَكُنْ فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ (Artık ondan dolayı gönlünde bir sıkıntı olmasın. A’raf, 2) (21) Yâni şüphedir, çünkü bir şeyde şüphe eden göğsünde bir sıkıntı hisseder. الحرج aynı zamanda الإثم (günah) anlamına da gelir. Allah şöyle buyurur:  لَيْسَ عَلَى الأَعْمَى حَرَجٌ  (Âmâya bir günah yoktur. Nur, 61) (22) Tam olarak zorluk anlamı ise şu âyette geçer: وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّيْنِ مِنْ حَرَج  (Dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Hac, 78) (23) الحرجة ise, sık ağaçlarla sarılı orman anlamındadır. (24)

İbn Kuteybe حرج kelimesinin kök anlamını tam olarak الضيق olarak belirlemiştir. Sonra bazı kullanımlarını ve ondan türeyen anlamları açıklamıştır. Söylediğine göre; الشك mânâsı, الضيق dan türemiş bir anlamdır. Çünkü bir şeyde şüphe edenin göğsü daralır, sıkıntı duyar. Ve yine الضيق dan الإثم de türemiştir. Buna da şu âyetle delil getirmiştir: ليس على الأعمى حرج . Çünkü حرج la kastedilen şey  الإثم dir. Yâni حرج kelimesinin kök anlamından الشك  ve الإثم  olarak farklı anlamlar türemiştir.

Kürâunneml (v: h. 310) şöyle der: “الوقع kelimesinin aslı, الأثر (etki, iz) dir. وَقَعَتْ الحديدة وَقْعاً . (Demir dövüldü.) Çünkü الميقَعَة ile vurulur, bu da çekiç demektir. Aynı zamanda denir ki: طريق مُوَقَّعٌ , yâni kullanıma açık, ayak basılan yol anlamındadır.وَقْعَةُ القتال  (savaş meydanı) insanlar kan izi bıraktıkları için böyle denir. القتال ,  الوِقاع (savaş) anlamındadır. Aynı şekilde, وقيعة الطائرومَوْقِعَتُهُ kuşun bulunduğu yere denir. Orada dışkısının izi olduğu için böyle isimlendirilmiştir.  وقوع الإنسان بالمكان  (insanın bir yerde bulunması) orada izi vardır. وَقَعَتْ بالمكان وَقْعَةً خفيفة (Bir yerde az bulundu, etkisi az oldu.)  بعيٌر مُوَقَّعٌ (damgalanmış deve) aynı şekilde bütün toynaklı hayvanlarda, tüylerine iz bırakarak farklı bir renkle damgalama yapılır. التوقيع في الكتاب (kitab imzalama) ilk anlamından farklı kullanılır. الوقيعة في الناس (insanların gıybet etmesi) içlerinde olmadığı hâlde birinden bahsetmektir. كويته وقاع başı dağlamaktır. Yanık izi olduğu için bu şekilde isimlendirilmiştir. هذا شيء له وقع (Bu etkileyici bir şeydir) Yâni kalan etkiden bahseder. وقد حسن موقعه مني (Bende güzel bir yeri vardır) Yâni tesiri vardır anlamındadır.” (25)

Kürâunneml, وقع kelimesinin kök anlamının الأثر olduğunu ortaya koyduktan sonra, on bir kullanımını ele almıştır. Sayılan bu kullanımların hepsi الأثر anlamını taşır. Meselâ; وقعت الحديدة . Çünkü çekiçle vurunca, vurmanın bıraktığı iz kalır. وقعة القتال insanlar kan izi gibi izler bıraktığından dolayı böyle denmiştir. Böylece, bu kelimeyle semantik iştikakın varlığı açıklanır.

İbn Faris’in dediğine göre; “ حدم  ha dal ve mim bir köktür. Sıcaklığın atması demektir. احتدم النهار , gündüzün sıcaklığı arttı demektir. واحتدمت النار (sıcaklık arttı) والنار حدمة ve واحتدمت النار (ateş kızıştı) ateşin şiddetini söyler. Ayrıca صوت التهابها (yanık ses) de kullanılır. El-Halil şöyle der: أحدمت الشمس (الشيء) فاحتدم (güneş bir şeyi ısıttı, o da iyice ısındı) واحتدم صدره غيظا (sinirden köpürdü) احتدم الدم (kanı ısındı) hakkında bir topluluk şöyle der: kanının kırmızılığı siyah olacak kadar arttı, bu gerçekte çok sinirlendiği anlamına gelir.” (26)

İbn Faris, حدم kelimesinin kök anlamını “sıcaklığın artması” olarak vermiştir. Sonra bunu kuşatan bazı kullanımlarını ele almıştır. احتدام النهار ın gündüz sıcaklığın artması anlamına gelmesi gibi. احتدام النار da aynı şekilde sıcaklığın artmasıdır. Ve bunun gibi kök anlamdan türeyen kullanımları ele almıştır.

İsfahanî (v: h. 502) şöyle der: “ الجلب kelimesi سَوْقُ الشيء  (bir şeyi almak) anlamındadır. جلبت جلبا (bir şey aldım) أجلبت عليه صحت عليه بقهر (onu öfkeyle çağırdım). Yasaklanan celb ise hadîste şu şekilde geçer: لا جلب (Zekât toplayan memurun zekât mallarının yanına gitmeden zekâtı ayağına getirtmesi). الجلبة قشرة yaranın üstünde oluşan kabuktur, hücreler orada toplanır. الجلب سحابة رقيقة , bulut tabakasının toplanması da الجلبة ye benzer. الجلاليب uzun elbise ve جلباب tek parça başörtüsü demektir.” (27) Evet; İsfahanî’nin belirttiğine göre جلب kelimesinin kök anlamı سوق الشيء dir. Sonra da bazı kullanımlarını ve ondan türeyen anlamları verir.

Saganî’nin (v: h. 650) ise, kelimenin kullanımlarını inceleyip, en sonunda bunların kendisine döndüğü kök anlamı belirlediğini görüyoruz. Bu örneklerden birisi; دنأ (alçak olmak)tır. الدَّنيء , küçük, alçak kimseler için kullanılır. الرجل يَدْنأُ Alçak bir adam oldu, ondan hayır gelmez anlamındadır. Ve إنّه لدانِيءٌ kötü niyetli bir hâle gelmiştir demektir. دَنُوءَ, ا دُنُوءَةً  ve دَنَاءَهً  aynı şekilde sefil, alçak ve haddini aştı demektir. الدنيئة kusurdur. الدَنَأُ aynı zamanda الحَدَبُ (tümsek) olarak da kullanılır. الأَدْنأُ ise الأَحْدَبُ (kambur) demektir. Şöyle denir: نفس فلان تتدنأُهُ (filan kişi sonradan kötülük yapar hâle geldi.). Terkib القرب (yakın olmak, -küçülerek yere yakın olunur-) anlamına işaret eder. (28)

Saganî, دنأ kelimesinin bazı kullanımlarını ve ondan türeyen anlamları verdikten sonra, bu kelime için kök anlam olarak القرب anlamını belirlemiştir.

2) Dilbilimi, dildeki kelimenin kullanımlarını, kendisinden başka anlamların da türediği o kelimenin iştikakî kökünü göstererek büyük ölçüde açıklar. Bunun örneklerinden biri de Ebu Zeyd el-Ensarî’nin (v: h. 215) şöyle söylemesidir: “ المكفور المغطى (örtülmüş, gizlenmiş). Meselâ, bir eve girilince kapatılmamış küller varsa eve uzun süre birinin gelmediği anlaşılır. Bundan dolayı kâfir,كافر (örten, gizleyen) olarak isimlendirilir. Çünkü kâfir, kalbini örtmüştür. Ve yine bu sebeple:لليل كافر  (gece insanları örter, gizler) kullanımı da çok yaygındır.” (29)

Ebu Zeyd غفر kelimesinin kullanımlarının, الستر والتغطية (örtmek ve gizlemek) anlamını gösterdiğini açıklamıştır. (30) Evin külünü kapatmak, kâfirin kalbini gizlemesi ve bizden ışığı gizleyen gece gibi. 

Ebu Ubeyd (v: h. 224) Hazret-i Peygamber’in şu hadîsini açıklamıştır: ““O ve ashabı ihramlı olarak giderlerken bir ağaç gölgesinde yatan bir ceylan (بظبي حاقف) gördü. Ve dedi ki: Ey filân! İnsanlar geçene kadar onu rahatsız etmemeleri için burada bekle.” (31) حاقف kelimesini, uykusunda eğilip bükülen olarak açıklar. Bu yüzden kum eğimliyse, حقف denir. Çoğulu احقاف dır. Âyette şöyle geçer: إِذْ أَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالأَحْقَاف (Ahkaf’daki kavmini uyarmıştı, Ahkaf, 21) (32) Evleri kumlardan yapıldığı için bu şekilde isimlendirilmiştir. Ama bazı tefsirlerdeبالأحقاف lafzı, yeryüzü olarak geçer. Yine de Arabların dilinde yaygın olanı sana söyledim. Bir şey kıvrılıp büküldüğünde قد اِحْقَوْقَفَ denir.” (33) Bu da, kök anlamı “bir şeyin meyledip eğrilmesi” (34) olan حقف kelimesinin kullanımlarının izahıdır.

İbnü’s-Sikkît (v: h. 244) şöyle der: “ فلان طب بكذا وكذا (filân kişi bir şeyde usta oldu). Yâni uzman ve bilgi sahibi oldu. فحل طب bir ilimde çok ileriyse büyük usta anlamında kullanılır. الطب sihir, büyü de demektir. رجل مطبوب , büyülenmiş adamdır.” (35) İbnü’s-Sikkît طب kelimesinin kullanımlarının ve ondan türeyen diğer anlamların “bir şeyi bilmek” (36) olan kök anlama işaret ettiğini açıklamıştır. الطب السحر in sihir ilmi olması ve büyülenmiş bir adamın مطبوب olarak isimlendirilmesi gibi.

Razî (v: h. 322) şöyle der: “Allah Azze ve Celle’nin isimlerinden biri الباعث dir. الباعث Arabların dilinde المثير, المنهض (harekete geçiren ve ayağa kaldıran) anlamındadır.بعثت البعير deveyi dinlenme yerinden kaldırıp hareket ettirdim demektir. بعثت الرجل adamı bulunduğu veya yattığı yerden kaldırdım, uyandırdım demektir. Allah Azze ve Celle için de, bütün mahlûkatı ölümden sonra dirilttiği için الباعث denilmiştir. Yâni yattıkları yer olan kabirlerinden kaldıracaktır. Kıyamet gününe يوم البعث denir. Çünkü mahlûkat o gün diriltilirler, yâni kabirlerinden kaldırılırlar. الباعث aynı zamanda, Peygamberlerin insanlara gönderilmesi anlamına gelen بعث الأنبياء dan türemiştir. Yâni insanları, aralarındaki peygamberlikle canlandırmış ve ayağa kaldırmıştır.” (37)

Razî’nin Allah’ın sıfatlarını incelerken بعث kelimesinin kullanımlarını verdiği açıklamada dikkat edilecek husus, الباعث dir. Bu kelimenin kök anlamı “harekete geçirmek ve ayağa kaldırmak”dır. Çünkü bu anlam, kelimenin kullanımlarının arasındaki bir bağdır ve hepsi bu kök anlama döner. (38) Bunlar; بعث الخلق , يوم البعث  ve بعث الأنبياء والرسل dir. Bu da dildeki kelimeler için semantik iştikak olduğunun delilidir.

Teorik açıdan bakıldığında, bazı eski dilbilimciler, Arabçadaki kelimelerde semantik iştikakın varlığını –harfiyen- kabul eder görünmektedir. Yâni zaman içinde, kök anlamdan başka anlamlar türer. Ancak bu, Arab dilbilimi mirasında nadirdir. Onlardan biri olan Ebu Mansur Muhammed b. Ahmed el-Ezherî (v: h. 370) “Tehzib’ül-Luga” da كتب kelimesinin kullanımlarını açıklarken, Şemir b. Hamdeviyye’nin (v: h. 255) şöyle diyerek semantik iştikaka işaret ettiğini nakleder: “Ebu Zeyd’in الكتب hakkında söylediği her şey birbirine yakındır. Bununla beraber, asıl olan ‘iki şeyi birleştirmek’dir.” (39) Böylece o, Ebu Zeyd’in belirttiği كتب nin kullanımlarının “iki şeyi birleştirmek” kök anlamını kuşattığını ifade eder.

Müberred (v: h. 286) şöyle der: “Arabların sözlerinde lafızlar birbirine yakın olursa, birbirine bağlanır.” Böylece Müberred, bütün kelimelerin kullanımlarının arasında bir bağlantı olduğunu açıklar. İşte bu da, semantik iştikakın çıkış noktasıdır.

Zeccacî (h. 340) bunu, Allah’ın الحكيم isminin iştikakı bahsinde açık bir şekilde anlatarak desteklemiştir. Sonra da, حكم in bazı kullanımlarını nakletmiştir. İştikak örneklerinden biri; “ حكمة اللجام dır. Atı dizginleyen ve binicinin istediği yere götüren demirdir.” (40)

O, bütün Arabça kelimelerin bir kök anlamı olduğunu ifade eder; sonra bundan, kök anlama yakın başka anlamlar türer ve genişler. Şöyle der: “Böylece diğer türeyenlerin de aslı budur. Daha sonra genişleyip benzer ve yakın şeylerde kullanılır. Aslında Arabların kelâmının çoğu, bir kökten türeyip sonra ona benzeyen ve yakın olan pek çok yerde onların kullanılmasıyla oluşur.” (41)

SEMANTİK İŞTİKAKIN İNTİKAL YOLLARI

Dil, nesiller aracılığıyla, kullanım yoluyla aktarılır ve yeni anlamlar kazanır. “Bu aktarım sırasında dil etkileşim hâlindedir, bazı kelimeler ölüp başka kelimeler gelir. Lafızlar daralır, diğerleri anlamlarla genişler. Dil, kilitli kitabların içine yahud yeryüzü hazinelerine konulmak için değil, bilakis kullanılmak için meydana gelmiştir. Bu da, dili pek çok biçimde ortaya koyar.” (42) Eski Arab âlimleri, bu biçimleri ve kelimelerin anlam aktarım yollarını incelemişlerdir. El-Muzhir kitabında, kullanımda özel olan genel kelimeler ve genel kullanılan özel kelimeler bölümü yapan Suyutî, onlardan biridir. (43)(44) Bunların en önemlileri ise; ta’mim, tahsis ve intikalü’d-delaletdir.

Ta’mim, yâni anlamı genelleştirme; “kelimenin anlamını genişleterek özel anlamdan daha yaygın ve kapsamlı bir anlama taşımaktır.” (45) İbn Faris, es-Sahibî fi Fıkhı’l-Luga kitabında “karşılaştırmalı isimlerin kökleri ve başkalarının da ona ilâve olunması hakkında söz babı” (46) olarak isimlendirdiği bir bab oluşturmuştur. Şöyle demiştir: “Asmaî derdi ki; ‘الورد in aslı, suyun gelmesidir. Daha sonra her şeyin gelmesi anlamında olmuştur. القرب su istemektir. Sonra her istek için kullanılır hâle gelmiştir. (47) Bir diğer örnek olan الوغى ise, ses ve savaşta seslerin karışması anlamında iken, sonra kullanım alanı artarak savaş anlamına gelmiştir.” (48)

Ayrıca anlam, zaman geçtikçe tahsis yoluyla da aktarılmıştır. Suyutî bunu,العام المخصوص (özel olan genel) olarak isimlendirir ve “köke yerleşmiş olan genel anlamın, kullanımda bir kısmının özelleşmesi” (49) olarak tanımlar. İbn Düreyd’den birçok örnek vermiştir. En önemlilerinden biri; الحج kelimesidir. Aslı, bir şeye yönelmek iken daha sonra Beyt’e yönelmek olarak özelleşmiştir. (50) السبت kelimesi çağ anlamında iken, sonradan anlamı haftanın günlerinden biri olarak özelleşmiştir ki bu da çağın bir parçasıdır. (51)

Bundan başka anlam aktarımı, yakınlık ve benzerlik yoluyladır. İbn Faris, es-Sahibî fi Fıkhı’l-Luga kitabında, “yakınlık ve gerekçeden dolayı kişilerin adlandırdığı isimler babı” şeklinde bir bab yazmıştır. Ve şöyle söyler: “Âlimlerimiz demiştir ki; Arablar bir şeyi, ona yakın yahud bir gerekçesi olan başka bir şeyle isimlendirirler. Meselâ; التيمم temiz toprakla yüzü mesh etmektir. Bununla beraber istemek ve yönelmek de demektir. Yine bu sebeble, bulutu, yağmuru ve bitkiyi سماء olarak isimlendirmişlerdir.” (52)

Öyleyse, kelimelerin yeni anlamlar kazanması sadece ta’mim ve tahsis yoluyla değil, aynı zamanda bir kelimenin kök anlamının, benzer yahud yakın anlam veya aralarında belirli bir uyum olan diğer bir anlama aktarılması şeklinde de olur. (53) Bu şekilde, anlam bir alandan başka bir alana aktarılır. Genişledikten sonra hareket ettiği alan küçülmez. Alanı, özelden genele öncekinden farklı olarak değişmez. (54) Bunun örneklerinden biri الراووق kelimesidir. Süzgecin ağzına konulan bez parçasıdır, süzmek için kullanılır. Sonra kullanımı çoğalarak الباطية olarak isimlendirilmiştir. İçki kabı anlamındadır. (55) Cevherî bu aktarıma şöyle işaret etmiştir: “الراووق süzgeçtir. الباطية  yi  الراووق olarak isimlendirmek de mümkündür.” (56)

 

Kaynak:

الاشتقاق الدلالي في الفكر اللغوي العربي (univ-mosta.dz)

 

Dipnotlar:

(*) Köşeli parantez içi açıklamalar için TDV İslâm Ansiklopedisi “İştikak” maddesinden yararlanılmıştır.

İŞTİKAK – TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

الهوامش:

1 – ابن جني: الخصائص، تحقيق محمد علي النجار، المكتبة العلمية، ج2، ص 28.

2 – عبد القادر بن مصطفى المغربي: الاشتقاق والتعريب، مطبعة الهلال بالفجالة، مصر 1908، ص 13.

3 – ابن منظور: لسان العرب، دار المعارف، القاهرة، ج26، ص 2300.

4 – ابن فارس: معجم مقاييس اللغة، تحقيق عبد السلام محمد هارون، دار الفكر، ط2، ج3، ص 170.

5 – الجوهري: الصحاح تاج اللغة وصحاح العربية، تحقيق أحمد عبد الغفور عطار، دار العلم للملايين، ط4، بيروت، باب (القاف)، ج4، ص 1502.

6 – الفيروز أبادي: القاموس المحيط، نسخة مصورة عن الطبعة الثالثة للمطبعة الأميرية، الهيئة المصرية العامة للكتاب، باب (القاف)، فصل (الشين)، ج3، ص 243.

7 – الزجاجي: اشتقاق أسماء الله، تحقيق عبد الحسين المبارك، مؤسسة الرسالة، ط2، 1986م، ص 283.

8 – ابن جني: الخصائص، ج2، ص 134.

9 – صبحي الصالح: دراسات في فقه اللغة، دار العلم للملايين، ط16، بيروت 2004، ص 174.

10 – محمد حسن جبل: علم الاشتقاق نظريا وتطبيقيا، مكتبة الآداب، ط1، القاهرة 2006م، ص 10.

11 – ينظر، محمد مبارك: فقه اللغة وخصائص العربية، دار الفكر، ط2، بيروت 2004م، ص 78-79.

12 – ابن جني: الخصائص، ج2، ص 134.

13 – نفسه.

14 – المصدر نفسه، ج2، ص 135.

15 – عبد القادر بن مصطفى المغربي: الاشتقاق والتعريب، ص 18.

16 – أحمد بن فارس: الصاحبي في فقه اللغة وسنن العرب في كلامها، المكتبة السلفية، مطبعة المؤيد، القاهرة 1328هـ-1910م، ص 227.

17 – محمد حسن جبل: علم الاشتقاق نظريا وتطبيقيا، ص 41.

18 – المصدر نفسه، ص 42.

19 – صبحي الصالح: دراسات في فقه اللغة، ص 174.

20 – ينظر، محمد حسن جبل: علم الاشتقاق نظريا وتطبيقيا، ص 43-63.

21 – الأعراف، الآية 2.

22 – النور، الآية 61.

23 – الحج، الآية 78.

24 – ابن قتيبة: تأويل مشكل القرآن، تحقيق أحمد صقر، 1973، ص 484. ينظر، ابن فارس: معجم مقاييس اللغة، ج2، ص 34.

25 – كراع النمل: المنتخب من غريب كلام العرب، تحقيق محمد بن أحمد العمري، جامعة أم القرى، ط1، المملكة العربية السعودية، 1409هـ-1989م، ج2، ص 663-664.

26 – ابن فارس: المصدر السابق، ج2، ص 34.

27 – الأصفهاني: المفردات في غريب القرآن، تحقيق محمد سيد كيلاني، دار المعرفة، بيروت، ص 95.

28 – الصغاني: العباب الزاخر واللباب الفاخر، تحقيق قير محمد حسن، مطبعة المجمع العلمي العراقي، ط1، بغداد 1398هـ-1978م، ج1، ص 56-57.

29 – أبو زيد الأنصاري: النوادر في اللغة، تحقيق محمد عبد القادر أحمد، دار الشروق، ط1، 1981م، ص 573.

30 – ينظر، ابن فارس: المصدر السابق، ج5، ص 191.

31 – أبو عبيد القاسم بن سلام الهروني: غريب الحديث، تحقيق حسين محمد شرف، مراجعة عبد السلام هارون، الهيئة العامة لشؤون المطابع الأميرية، القاهرة 1984م، ج1، ص 410.

32 – الأحقاف، الآية 21.

33 – أبو عبيد: غريب الحديث، ج1، ص 411.

34 – ينظر، ابن فارس: المصدر السابق، ج2، ص 90.

35 – ابن السكيت: إصلاح المنطق، تحقيق أحمد محمد شاكر وعبد السلام هارون، دار المعارف، ط4، القاهرة، ص 13.

36 – ينظر، ابن فارس: المصدر السابق، ج3، ص 407.

37 – الرازي: كتاب الزينة في الكلمات الإسلامية العربية، تحقيق حسين بن فيض الله الهمذاني اليعبري الحرازي، مركز الدراسات والبحوث اليمني، ط1، صنعاء 1415هـ-1994، ص 291-292.

38 – ينظر، ابن فارس: المصدر السابق، ج1، ص 266.

39 – الأزهري: تهذيب اللغة، تحقيق علي حسن هلالي، مراجعة محمد علي النجار، مطابع سجل العرب، الدار المصرية للتأليف والترجمة، القاهرة، ج10، ص 150.

40 – الزجاجي: اشتقاق الأسماء، ص 61-62.

41 – المصدر نفسه، ص 61.

42 – الرديني: فصول في علم اللغة العام، دار الهدى، عين مليلة، ص 226.

43 – ينظر، السيوطي: المزهر في علوم اللغة وأنواعها، تحقيق محمد أحمد جاد المولى بك ومحمد أبو الفضل إبراهيم وعلي محمد البجاوي، مكتبة دار التراث، ط3، القاهرة، ج1، ص 247.

44 – ينظر، المصدر نفسه، ج1، ص 429.

45 – محمد مبارك: فقه اللغة، ص 218.

46 – أحمد بن فارس: الصاحبي في فقه اللغة، ص 64.

47 – نفسه.

48 – ينظر، ابن منظور: لسان العرب، ج9، ص 778.

49 – السيوطي: المزهر، ج1، ص 427.

50 – نفسه.

51 – نفسه.

52 – أحمد بن فارس: الصاحبي في فقه اللغة، ص 63.

53 – ينظر، محمد مبارك: المرجع السابق، ص 220.

54 – فايز الداية: علم الدلالة العربي النظرية والتطبيق، دار الفكر، ط2، دمشق 1996، ص 314.

55 – ينظر، ابن منظور: لسان العرب، ج4، ص 306.

56 – الجوهري: الصحاح، ج4، ص 1486.

References:
1 – Al-Ansārī, Abū Zayd: An-nawādir fī al-lugha, edited by Muḥammad ‘Abd al-Qādir Aḥmad, Dār al-Shurūq, 1st ed., Beirut 1981.
2 – Al-Azharī: Tahdhīb al-lugha, edited by A. Hilalī, Al-Dār al-Miṣriyya, Cairo.
3 – Al-Dāya, Fāyiz: ‘Ilm ad-dalāla al-‘arabī an-naẓariyya wa at-taṭbīq, Dār al-Fikr, 2nd ed., Damascus 1996.
4 – Al-firuzabadī: Al-qāmūs al-muḥīṭ, Al-Hay’a al-Miṣriyya al-‘Āmma li al-Kitāb, Cairo.
5 – Al-Isfahānī: Al-mufradāt fī gharīb al-Qur’ān, edited by Muḥammad Sayyid Kilānī, Dār al-Ma‘rifa, Beirut.
6 – Al-Jawharī: As-ṣiḥāḥ tāj al-lugha wa ṣiḥāḥ al-‘arabiyya, edited by Aḥmad ‘Abd al-Ghafūr ‘Aṭṭār, Dār al-‘Ilm li al-Malāyīn, 4th ed., Beirut.
7 – Al-Maghribī, ‘Abd al-Qādir ibn Muṣṭafā: Al-ishtiqāq wa at-ta‘rīb, Maṭba‘at al-Hilāl, Cairo 1908.
8 – Al-Naml, Krā‘: Al-muntakhab min gharīb kalām al-‘Arab, edited by Muḥammad al-‘Umarī, ’Umm al-Qura University, Makka 1989.
9 – Al-Radīnī: Fuṣūl fī ‘ilm al-lugha, Dār al-Huda, Ain M’lila.
10 – Al-Rāzī: Kitāb az-zīnah fī al-kalimāt al-islāmiyya al-‘arabiyya, edited by Ḥussein al-Ḥarrāzī, Yemeni Studies and Research Center, 1st ed., Sana‘a 1994.
11 – Al-Ṣaghānī: Al-‘ubāb az-zākhir wa al-lubāb al-fākhir, edited by Qīr Muḥammad Ḥassan, Iraqi Academy of Sciences Press, 1st ed., Baghdad 1978.
12 – Al-Ṣālih, Ṣubḥī: Dirāsāt fī fiqh al-lugha, Dār al-‘Ilm li al-Malāyīn, 16th ed., Beirut 2004.
13 – Al-Suyūṭī: Al-Muzhir fī ‘ulūm al-lugha wa anwā‘iha, edited by Muḥammad Jād al-Mawlā and others, Dār al-Turāth, 3rd ed., Cairo.
14 – Al-Zajjājī: Ishtiqāq asmā’ Allah, edited by ‘Abd al-Ḥussein al-Mubārak, Mu’assasat al-Risāla, 2nd ed., Beirut 1986.
15 – Ibn al-Sakkīt: Iṣlāḥ al-manṭiq, edited by Aḥmad Shākir and ‘Abd al-Salām Hārūn, Dār al-Ma‘ārif, 4th ed., Cairo.
16 – Ibn Fāris, Aḥmad: As-ṣāḥibī fī fiqh al-lugha wa sunan̊ al-‘Arab fī kalāmiha, Al-Maktaba al-Salafiyya, Cairo 1910.
17 – Ibn Fāris, Maqāyis al-lugha, edited by ‘Abd al-Salām Muḥammad Hārūn, Dār al-Fikr, 2nd ed., Beirut.
18 – Ibn Jinnī: Al-khaṣā’iṣ, edited by Muḥammad ‘Alī al-Najjār, Al-Maktaba al-‘Ilmiyya, Beirut.
19 – Ibn Manẓūr: Lisān al-‘Arab, Dār al-Ma‘ārif, Cairo.
20 – Ibn Qutayba: Ta’wīl mushkil al-Qur’ān, edited by Aḥmad Ṣaqar, Dār al-Turāth, Cairo 1973.
21 – Ibn Sallām, Abū ‘Ubayd al-Qāsim: Gharīb al-ḥadīth, edited by Ḥussein Muḥammad Sharf, Maṭābi‘ al-Āmīriyya, Cairo 1984.
22 – Jabal, Muḥammad Ḥassan: ‘Ilm al-ishtiqāq naẓariyan̊ wa taṭbīqiyan̊, Maktabat al-Ādāb, 1st ed., Cairo 2006.
23 – Mubarak, Muḥammad: Fiqh al-lugha wa khaṣā‘iṣ al-‘arabiyya, Dār al-Fikr, 2nd ed., Beirut 2004.
 
الإحالة إلى المقال:

* ربيعة سنوسي: الاشتقاق الدلالي في الفكر اللغوي العربي، مجلة حوليات التراث، جامعة مستغانم، العدد السادس عشر، سبتمبر 2016 .http://annales.univ-mosta.dz

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR