“Türk müslüman olduktan sonra Türktür”; böyle diyor Necip Fazıl!
Türk, İslâm’la müşerref olmadan önce vahşi idi; İslâm’dan soyunduktan sonra ise “vahşi” kelimesini bile kifayetsiz kılacak derecede vahşet, terör ve katliamların mümessilleri elinde alet oldu, kurban oldu…
İslam Arap çöllerine sürüldü, Ermeniler ve Rumlar katl ve tehcir edildi, Kürtler katledildi ve sindirildi; ve Türkiye, Türklerin(!) oldu ama Türk milletine cennet değil cehennem oldu Anadolu…
Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’ne “Türklükten İstifa Ediyorum” diye şiir yazdıran, Türk’e bile, “Tanrı Türk’ü Türk’ten korusun” dedirten, Türkiye’yi “Büyük İsrail” yapan bu soysuzlar, İsrail’in katliamlarına alkış tutarcasına “Arapların bizi arkadan vurduğunu” söyleyerek, asıl kendileri hâlâ daha arkadan vurmaya devam ediyorlar Arapları…
İttihad ve Terakki çetesinin üç elebaşısından biri olan Mason Cemal Paşa (Hasan Cemal’in dedesi olur), Arap köylerini yakıp yıkarak, bebek, kadın, ihtiyar ayırmadan sivil katliamlar yaparak, tecavüzlerde bulunarak Arapları adeta zorla isyana teşvik etsin ve İngiliz emperyalizminden medet umar hallere düşürsün, buna rağmen Filistin ve Suriye Türkiye’den manda talep etsinler ve yine de Araplar Türk’ü arkadan vurmuş sayılsın ve İsrail’in katliamları alkışlansın…
Kemalizmin yapmayacağı, Kemalist tarihin yazmayacağı şey yoktur!
M. Kemal de Filistin cephesinde, Alman Mareşal Von Falkenhayn ve Cemal Paşa’nın emrinde”icra-i faaliyet eyleyen” subaylardan biriydi. Kazım Karabekir, anılarında, Mustafa Kemal’in 1918’de Arap kıtasında komuta ettiği 7. Ordu’nun düşmanın yüzünü bile görmeden cepheden çekildiğini, İngilizlerin çarpışacak ordu bulamadığını yazıyor…
Memleketi maceradan maceraya sürükleyerek yüzbinlerce Anadolu evlâdını cephelerde kırıp geçiren, M. Kemalleri yetiştiren İT kadrosunu bile satarak arkadan vuranlar, M. Kemal‘in Türkiye’ye sokmadığı ama Afgan ordusunu kurması konusunda yönlendirdiği söylenen (Tiflis’te, kanlarına girdiği Ermenilerin kurşunuyla ölmeseydi Afgan ordusunu kuracaktı demek ki; ve bugün ABD bu kadar zahmete katlanmayacaktı; ve TC de Afganistan‘daki işgal orduları komutanlığını o günden almış olacaktı.) İT’çi Cemal Paşa’yı da şöyle konuşturmaktan hayâ etmiyorlar Kemalist Tarih’te: “Cemal Paşa Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nı heyecanla izlerken anılarına duygularını şöyle yazar: İnşallah Türkler, Mustafa Kemal Paşa’nın idaresi altında giriştikleri son milli hareketleri sayesinde kendi memleketlerini, azametli İstanbul’ları ve güzel İzmir’leriyle beraber kurtaracaklar ve bu tabii hudutlar içinde milletlerinin refahını, memleketlerinin umranını temin edecek tedbirleri alacaklardır.” (Batılılar ve Araplar, Hasan Pulur, 08 Ekim 1998, Milliyet)
Türk’ün tarih muhasebesini yazan adam ‘Türk müslüman olduktan sonra Türk’tür’ diye yazıyor. Niçin ve nasıl? Türk’ün mufassal tarihi henüz yazılmadı ve tarih tarihçilerin işi… Son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri gibi, yaşarken tarihe tanıklık eden büyük insanlar var; onlardan öğreniyoruz, arkadan vurmayı ve arkadan vurdurmayı huy edinmiş soysuzların kimler olduğunu…
…
SEYAHATNAME
İstanbul’un Milliyet Gazetesi, Bolu mebusu Falih Rıfkı’nın bir seyahatnamesini tefrikaya başladı. Bu eser Falih Rıfkı’nın ilk yazısı imiş, gazete öyle diyor. Yoksa biz mi iyi anlayamadık. Cumhuriyet’in sayılı güzidelerinden biri olan öyle bir adamın ilk yazısını henüz neşretmiş olması bize garip bir tevazu gibi geldi. Neyse geçenlerde bu zat mesarifi Cumhuriyetin bütçesinden karşılanmak üzere üç büçuk aylık bir Amerika seyahati yapmıştı. Şimdi onun hatıralarını bir eser haline getirmiş neşrediyor. Kitabın mukaddimesinde seyahata aid umumi fikirler veriyor.
Eski Türk tarihi destanının muhaceret hikayelerinden ibaret olduğunu, Çin sedlerinden Ren boylarına, Asya steplerinden Fas ve Cezayir çöllerine kadar yayılan Türk akınının Osmanlı İmparatorluğunun kati yenilgilerine kadar devam ettiğini, ondan sonra Türk milletine bir sefer yılgınlığı çöktüğünü ve bu sebeple son asrın Türkçe halk edebiyatında en acı seslerin gurbet türkülerinde duyulduğunu ve son nesillerin umuru oturmak hasretiyle geçmekte iken nihayet Sultan Hamid idaresinin herkesi belediye sınırları içinde oturttuğunu yazıyor.
Sultan Hamid Türkleri yarım asır hareketsiz bırakmış. Uzun müddet kullanılmayan uzuv gibi atalet içinde uyuşturmuş. Meşrutiyet ihtilalini mesleği icabı hareket eden ordu seçkinleri yapmış ve ondan sonra da azim ve irade isteyen müşkil işlerde hep ordu şeflerinin riyaseti aranılmış.
Muharrir burada da velinimet-i ikbali olan dalkavukluğunu yapmış.
Sultan Hamid’in kabahati muharririn söylediğinden fazladır. Dini ve devleti yıkan ve emniyeti suistimal eden Ankara hükümetinin ricali onun devr-i saltanatının okuttuğu ve itina ile yetiştirdiği güzidelerdir.
Elhasıl Falih Rıfkı, seyahatı ve muhacereti methediyor. İnsan bu sayede tam ameli bir hayat adamı olur diyor. Muharririn yataklı vagonlarda, birinci kamaralarda, muhteşem otellerde yaptığı üç buçuk aylık lüks seyahatini, zaman ve mekanımıza pek yabancı olmayan hakiki muhaceret halinde yapsaydı, asrın zaruretinden doğan seyahat ve muhaceratı daha iyi anlardı, eseri de halka inerek daha ameli olurdu.
Muhaceret besbelli çok iyi ve çok terakki ettirici bir hareket olduğundan, Ankara hükümeti hariçdeki Türkleri Türkiye’ye, dahildekileri de harice muhacerete mecbur edecek tatbikata maruz bırakıyor.
(Yarın, 2 Aralık 1927, Sayı: 11, Sayfa: 2)
…
FALİH RIFKI’NIN HERZELERİ
Türkiye’nin Bolu mebusu Falih Rıfkı geçenlerde hükümetin bol kesesinden bir Amerika seyahati yapmıştı. Şimdi bunun hatırasını neşrediyor.
Vapurları ….. (bu kelime okunamadı M.S.) geçerken yapılan vaftiz merasimini yazdıktan sonra diyor ki:
Bunu bir gece travesti balosu takib etti. Travesti kıyafetlerinin en tuhaflarını herkes Şark’tan alıyor; daha iki sene evvel bizim bıraktığımız ve kadınlarımızın henüz terk etmedikleri maskara Şark kıyafetini… Fes şimdi Mısır’da, Paris barlarında, bir de travesti balolarında taşınmaktadır. Kadınlardan, bizim henüz Şişli’de bile tesadüf ettiğimiz kıyafetlere girmiş olanlar ‘-Türk gibi…’ dedikçe ben hemen atılıp ‘-Hayır Arab gibi… Bizimkiler şimdi sizin kadınlarınız gibi şapkalıdır diyorum…’
Görüyor musunuz, asıl maskara kendisi olan Falih Rıfkı’yı!
‘Kadınlarımızın henüz terk etmedikleri maskara Şark kıyafeti…’ diyerek Mısırlılardan ve bütün Şarklılardan başka Türk kadınlarını da maskara yapıyor.
Bir taraftan da ‘bizim kadınlarımız şimdi sizin kadınlarınız gibi şapkalıdır diyorum’ diyerek yalan söylediğini itiraf ederken, ‘Türk gibi değil Arab gibi’ demesiyle de yalancılık içinde kavmi necib Arabı tahkir küstahlığına cüret ediyor.
LAKİN ARAP KARDEŞLERİMİZ KUSURA BAKMASINLAR; BU FALİH RIFKI NAMINDAKİ ANKARA MEBUSU, HARB-İ UMUMİDE FİLİSTİN VE SURİYE CEPHELERİ KUMANDANI OLAN CEMAL PAŞA’NIN ŞEHEVANİ VE SÜFLİ HİZMETİNİ İFA ETMİŞ BİR PESPAYEDİR. ONUN İÇİN HAYSİYET VE İZZET-İ NEFSİN KIYMETİ YOKTUR. İNGİLİZ VAPURUNUN SALONUNDA SÖYLEDİĞİ SÖZLERLE KENDİ KENDİNİ TAHKİR EDEN BAŞKALARINA HAKARETTEN ÇEKİNİR Mİ?!
(Yarın, 2 Aralık 1927, Sayı: 11, Sayfa: 4)
10 Nisan 2002
Kaynak: “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005