-Erdem Öztaşa-
SAHÂBÎ
İlk önce sahâbî ne demek oradan başlayalım.
– “Gözü O’na, yahut O’nun gözü kendisine bir kerecik değerek nurlananın makamı ne kadar yüksektir, biliyor musunuz?.. Veliler içinde en büyüğü, sahâbîler içinde en küçüğünün bindiği atın burnuna kaçan tozdan daha küçük…” [1]
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nden naklettiği bu bölümden sonra, yâni sahâbînin mânâsının en güzel hulâsasını size sunduktan sonra, yine Mütefekkir’den:
– “Allah Resûlü’ne nisbetle sahâbînin rolünü belirtmek, TEK YOL üzerinde bulunan TOPLULUK hakikatini en yüksek noktasından göstermek olur… Herşeyden önce, ‘Zamanüstü örnek ümmet’ kadrosundaki her ferdin, Allah Resûlü’nün nurunu kendi mizaç hususiyetinde pırıldatma hakikatini yaşayanlar olduğunu düşünelim… Önde, topyekûn zaman ve mekânın sahibi ve ‘fert hakikati’ni temsil eden Allah Resûlü’nün bulunduğu kervanda tecelli eden ‘topluluk hakikati’.” [2]
Zorunlu addettiğimiz böyle bir girişten sonra, şimdi Ashâb-ı Suffe’ye geçebiliriz.
Medine’de kurulan ve İslâmiyet’in “maarife-eğitime” verdiği önemi en güzel şekilde anlatan bir oluşum…
“Suffe”nin lûgat anlamı ile başlayalım.
SUFFE
Suffe: Dış kapının iki tarafında taştan veya tahtadan oturmaya mahsus set veya peyke.
Hazret-i Peygamber Mekke’den Medine’ye hicretinin ilk senesinde Mescid-i Nebevî’yi inşa ediyor ve onun hemen yanında da Suffe ashabı… Aslında bu bile İslâm’ın ilme verdiği önemi isbatlar nitelikte… Hicretin ilk senesinde gerçekleşen bir hâdise bu. Mekke’de Dar’u-l Erkam, Medine’de Ashâb-ı Suffe…
– “Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’ın bir rivayetinde Ashâb-ı Suffeden yetmiş kişiye mülâki olduğu kaydedilir. Bu rivayete istinaden olsa gerek, Suffe’de kalan fakir ve kimsesiz Müslümanların yetmiş kişi oldukları söylenmiştir. Bununla beraber Ashâb-ı Suffe’nin sayısını 400’e kadar çıkaranlar vardır. Hâliyle içlerinden evlenmek, ölüm ve sair sebeblerle ayrılan olunca yerine yenileri gelerek sayıları devamlı şekilde değişmiştir.” [3]
İlmin derinlemesine öğrenildiği, her ânın önemle harcandığı Suffe’de verilen dersler ise şunlardı:
– “Suffe’de toplanan öğrencilere Kur’ân-ı Kerîm, yazı, hadîs-i şerîfler ve çeşitli dinî bilgiler öğretilirdi. Bu öğrenciler kendilerine ayrılan bölümü, dinlenme ve ders çalışma yeri olarak kullanırken, sınıf olarak da mescidden yararlanıyorlardı. Hocaları, başta Hazret-i Peygamber olmak üzere, Abdullah b. Mesud (Radıyallâhu Anh), Ubey b. Ka’b (Radıyallâhu Anh), Muaz b. Cebel (Radıyallâhu Anh) ve Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) gibi ilim sahibi sahâbîlerden oluşuyordu.” [4]
İslâm’ın ilk kurulan okulunda fakir, kimsesiz ve bekâr sahâbîler yaşardı. Buradan, yeni Müslüman olan topluluklara muallim olarak giderlerdi. Buradaki boş vakitlerini ise her ân ibâdetle geçirirdi Ashâb-ı Suffe…
GÜNÜMÜZ VE GEÇMİŞİMİZ
Ashâb-ı Suffe’nin bize öğrettiği en büyük derslerden bir tanesi de ilmin önemidir. İlim öğrenmenin en zor olduğu günlerde, Gaye İnsan-Ufuk Peygamber’den duyulan sözleri deriler üzerine yazarmış sahâbîler… Yine, Ashâb-ı Suffe’ye dikkat edersek, çoğunun, hattâ hepsinin, evi bile yoktur. Orada yatıp, orada kalkarlar.
Cibril hadîsi vardır. Cebrail Aleyhisselâm insan sûretinde Gaye İnsan-Ufuk Peygamber’in önüne gelir, dizini dizine dayar, elini eline koyar O’nun ve sorar “İmân nedir”, “İhsan nedir?” ilâ âhir… Bu hadîs-i şerîfin bu kısmından çıkarılabileceğini düşündüğümüz bir ders de şudur: İlim, âlimden öğrenilir. İlmi öğrenmek için birinin karşısına oturmamız, birinden öğrenmemiz lâzımdır. Kendi kafamıza, kendi usûlümüze göre ilim öğrenemeyiz. İşte Ashâb-ı Suffe de, her ân Gaye İnsan-Ufuk Peygamber ile beraber, her ân O’nunla böyle bir havayı teneffüs ediyor.
Günümüze baktığımız zaman karşılaştığımız ve son derece menfi neticeleri olan hâdiselerden bir tanesi de, muallimsiz âlim olmaya çalışmak, mürşidsiz mürid olmak, daha doğru bir tâbir ile, mürşidsiz ilmin müridi olmak… Çağımızın hastalıklarından bir tanesi de budur.
ÇAĞLAR ARASI RABITASIZLIK
Rabıta demek, “bağlayan şey, bağ” demek. Rabıtasızlık ise “kopukluk”… Geçmişimizle ve aslî ilim geleneğimizle aramızdaki kopukluğun vahametini teşhis etmek bakımından ifâde etmek gerekirse; bundan binlerce yıl önce sahâbîlerin ilim için verdikleri mücâdeleyi, tek bir kelime öğrenmek için aldıkları yolu günümüzle karşılaştırılınca, inanılması güç bir tezat ve farklılıkla karşılaşıyoruz…
İlim öğrenebilmek için O’nun yanından ayrılmayan sahâbîlerin torunlarının, bugün her türlü imkân ortadayken, “ilim öğrenmemek” için verdikleri çaba ne kadar büyük bir “ironi”…
– “Gaye ve hedef, karşılarında eğitimci olarak duran zâtın manevî güzelliği ve bu güzelliğin tâcı olan Nur-u Muhammedî’ydi. Ashab-ı Suffe, yıllarını, canlarını, mallarını, mânâda eritip, gönülleri, ruhları doyduğu için teslim oluyordu. Bu eğitim ve Muhammedî ahlâkla ahlâklanan Suffe Okulunun öğrencileri, ümmeti ilme, amele, ihlas ve muhabbete davet etmeye (…) hazırlanıyordu.” [5]
Yukarıda yaptığımız iktibastan da anlaşılacağı üzere Ashâb-ı Suffe, yâni ilim âşığı insanlar, yıllarını, canlarını, mallarını, herşeylerini bu yolda fedâ ediyorlardı.
Dünle bugünü karşılaştırırsak: Geçmişimiz muazzam âlimlerle doluydu, ancak geçmişimizde teknoloji bu kadar ilerlememişti, geçmişimizde kitablar öyle “peynir ekmek gibi” satılmıyordu. Günümüzde kitablar “peynir ekmek gibi” satılıyor, internette bir “tık” ile herşey öğreniliyor, ancak öğrenen yok. Geçmişin “yok”luğundan büyük âlimler çıkarken, günümüzün “var”lığından câhil nesiller çıkıyor. Böyle olunca, bir hadîs-i şerîfi hatırlıyoruz ister istemez:
Enes b. Malik (Radıyallâhu Anh)’den Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu rivayet edildi:
– «İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır. İlmi, ehil olmayana öğretmek, DOMUZLARIN boyunlarına CEVHER, İNCİ ve ALTUN takmaya benzer.» [6]
HADÎSLERDE ASHÂB-I SUFFE
– «Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Ebû Hureyre, Resûlullah’tan (Sallâllahu Aleyhi ve Sellem) çok hadis rivayet ediyor. Ensar ve Muhacirler neden Hazret-i Peygamber’den (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onun kadar hadis rivayet etmiyorlar?” diyorsunuz. Oysa Muhacirlerden kardeşlerimin çarşılardaki işleri onları bundan meşgul ediyordu. Üstelik ben, karın tokluğuna devamlı olarak Resûlullah’ın (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yanında bulunuyordum. Onlar yokken ben bulunuyor, unuttuklarında da ben hatırlıyorum. Ensar’dan kardeşlerim de mallarıyla uğraştıkları için buna (hadîse) vakit bulamıyorlardı. Oysa ben SUFFE AHALİSİ MİSKİNLERİNDEN bir MİSKİNDİM ve onlar unuttuklarında ben bunları (hadîsleri) aklımda tutuyordum.» [7]
– «Ebû Bekir es-Sıddîk (Radıyallâhu Anh)’ın oğlu Abdurrahman (Radıyallâhu Anh) anlatıyor:
Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), Mescid-i Nebevî’nin arka kısmında, kalacak yeri ve ailesi olmayan sahâbîlerin barınması için üstü örtülü bir yer yaptırmıştı. Bu yere “Suffe”, burada kalıp ilimle meşgul olan sahâbîlere “Ehl-i Suffe” veya “Ashâb-ı Suffe” denirdi. Ehl-i Suffe FAKİR KİMSELERDİ. Bir defasında Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “İki kişilik yemeği olan Suffe Ashâbı’ndan bir üçüncüsünü, dört kişilik yemeği olan da bir beşinci ve altıncısını yemeğe götürsün.” buyurmuştu. Yahut buna benzer bir şey söylemişti. Babam Ebû Bekir, onlardan üç kişiyi alıp evine götürdü. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de onlardan on kişiyi evine yemeğe davet etti.» [8]
Hadîs uzuncadır. Ancak biz konumuz ile alâkalı olduğunu düşündüğümüz bu kısmı aldık. Hadîsin tamamını belirttiğimiz kaynakta bulabilirsiniz.
– «Ebu Hureyre (Radıyallâhu Anh)’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Ben, Ashâb-ı Suffe’den yetmiş kişi gördüm. İçlerinde, ridası olan hiç kimse yoktu. Ya peştamalları veya boyunlarına bağlayıp aşağı doğru saldıkları örtüleri vardı. Bunların da bazısı, diz kapakları ile topuklarının arasına kadar, bazıları da topuklarına kadar sarkardı. (NAMAZDAYKEN) AVRET YERİNİN GÖRÜLECEĞİNDEN HOŞLANMADIKLARI İÇİN ELLERİYLE ONU TOPARLARLARDI.”» [9]
ASHÂB-I SUFFE NASIL YAŞAR VE ÇALIŞIRDI?
Başlık her ne kadar Ashâb-ı Suffe’nin “eğitim metodu” ile alâkalı olsa da, nakledeceğimiz hadîs-i şerîfler içerisinde Ashâb-ı Suffe’den olmayan sahâbîlerden de örnekler vereceğiz. En büyük muallim Gaye İnsan-Ufuk Peygamber’in metoduna da yer vereceğiz.
– «Ebû Abdirrahman es-Sülemî şöyle der: Hazret-i Peygamber’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ashâbından bizi eğitenlerin anlattığına göre, [Ashâb-ı Suffe’de eğitim gören sahâbîlerden bazılarının ihtiyaç olduğu vakitlerde muallim olarak gönderildiklerini hatırlayalım E.Ö.] Resûlullah’tan (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) on âyet öğrenirler ve bu âyetlerde bulunan ilmi ve ameli öğrenmeden diğer on âyete geçmezlermiş. Onun için: “Biz hem ilmi, hem de ameli (birlikte) öğrendik.” derlerdi.» [10]
Yukarıda naklettiğimiz hadîs-i şerîfte bizzat “Ashâb-ı Suffe” tâbiri geçmiyor. Ancak biraz dikkatli düşününce bu metodu Ashâb-ı Suffe’nin de uygulamış olacağını anlayabiliriz.
– «Hazret-i Peygamber, sahâbîlerini eğitirken genel olarak şu eğitim ve öğretim metodlarını kullanmıştır: 1. Takrir Metodu, 2. Soru-Cevap Metodu, 3. Temsil Metodu, 4. Tartışma Metodu, 5. Tedric Metodu, 6. Kıssa ile ilgili Eğitim Metodu, 7. Örnekle Eğitim Metodu, 8. Yaparak-Yaşayarak Öğrenme Metodu, 9. Korkutma ve Müjdeleme Metodu, 10. Öğütle Eğitim Metodu.» [11]
– «Ömer b. el-Hattâb (Radıyallâhu Anh)’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Ben ve Ensar’dan bir komşu, Medine’nin Avâlî (denilen yüksek taraflarındaki) köylerden biri olan Ümeyye b. Zeyd oğulları’nın diyarında bulunuyorduk. (Bir şey öğrenmek amacıyla) Resûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in yanına dönüşümlü olarak giderdik. Bir gün o giderdi, bir gün de ben giderdim. Ben gittiğim zaman, Hazret-i Peygamber’den o gün vahiy ve daha başka ne duyarsam bunu komşuma iletirdim. Arkadaşım giderse, o da (duyduklarını) bana iletirdi.”» [12]
– «Abdullah b. Mes’ud (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir:
“Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), bize vaaz (ve öğüt) verirken bıkkınlık vermemek için uygun olan vakti kollardı.”» [13]
ASHÂB-I SUFFE’DEKİ MEŞHUR SAHÂBÎLER
– «Abdullah b. Ömer, Ebû Hüreyre, Ebû Zerr el-Gıfârî gibi meşhur sahâbîler Suffe’de yetişmişlerdir. Ayrıca burada Ebû Saîd el-Hudri, Abdullah b. Amr b. Harâm, Abdurrahman b. Cebr, Uveym b. Sâide gibi Medineli sahâbîlerin bulunması da Suffe’nin “öğretim müessesesi” olma özelliğini ortaya koymaktadır. Abdullah b. Mesud, Selmân-ı Farisî, Ammar b. Yasir gibi pek çok âlim sahâbî Suffe saflarında yetişmiştir. Resûlullah’ın (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) önde gelen müezzinleri Bilâl-i Habeşî ve Abdullah İbn Ümmi Mektûm da Ashâb-ı Suffe’dendirler.» [14]
Gaye İnsan-Ufuk Peygamber’den en çok hadîs rivâyet eden sahâbî Ebû Hureyre oradadır, Peygamber’imizin “Bittaybi’l-mutayyib” diyerek övdüğü, “temiz ve tertemiz kişi” diyerek övdüğü [15] Ammar b. Yâsir oradadır. Cennet’in özlediği kişi [16] Selman-ı Fârisî oradadır. “En doğru olan” olarak vasıflandırılan [17] Ebû Zerr oradadır. Sıkı râvilerden biri olduğu Gaye İnsan-Ufuk Peygamber tarafından bildirilen [18] Abdullah b. Mes’ûd oradadır. Hakkında sûre nazil olan sahâbî [19] Abdullah ibn. Ümmi Mektûm oradadır. Ezanı ilk okuyan Bilâl-i Habeşî de oradadır. Yâni pek çok meşhur sahâbî Suffe’dendir.
Allah, yollarını “yolumuz” kılsın.
1 Salih Mirzabeyoğlu SAHÂBÎLERİN ROLÜ VE MÂNÂSI -Peygamber Halkası-, 2. Basım, İbda Yayınları, İstanbul 2014, s. 12.
2 Salih Mirzabeyoğlu SAHÂBÎLERİN ROLÜ VE MÂNÂSI -Peygamber Halkası-, s. 37.
3 http://hadis.diyanet.gov.tr/hadis_sozlugu.aspx?harf=A&id=1193 (1 Mart 2015).
4 http://www.sonpeygamber.info/ashab-i suffe (1 Mart 2015).
5 http://semerkanddergisi.com/ashab-i-suffe-ve-egitim-metodu/ (1 Mart 2015).
6 İmam Hafız el-Münzirî, TERGÎB VE TERHÎB, Tercüme: A. Muhtar Büyükçınar, Ahmet Arpa, Durak Pusmaz, Abdullah Yücel, “İlim Öğrenmek ve Öğretmek”; 10, 1. Cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul 2014, s. 129 (Büyük harf ile vurgular bize âittir).
7 Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, CEM’UL-FEVÂİD MİN CÂMİ’İL USÛL VE MECMA’İZ-ZEVÂİD, Tercüme ve Dizgi: Hüseyin Yılmaz, 1. Cilt, 3. Basım, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 61 (Büyük harf ile vurgular bize âittir).
8 İmâm Nevevî, RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN, Tercüme ve Açıklama: Mahmut Kısa, Beka Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 528 (Büyük harf ile vurgular bize âittir).
9 SAHÎH-İ BUHÂRÎ MUHTASARI, Hazırlayan: Hanifi Akın, 1. Cilt, Beka Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 285 (Büyük harf ile vurgular bize âittir).
10 Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, CEM’UL-FEVÂİD MİN CÂMİ’İL USÛL VE MECMA’İZ-ZEVÂİD, s. 57.
11 SAHÎH-İ BUHÂRÎ MUHTASARI, Hazırlayan: Hanifi Akın, 1. Cilt, s. 142-143.
12 SAHÎH-İ BUHÂRÎ MUHTASARI, s. 152.
13 SAHÎH-İ BUHÂRÎ MUHTASARI, s. 142.
14 http://www.siyerinebi.com/tr/basmuallimin-resulullah-sas-oldugu-mekteb-suffe (8 Mart 2015).
15 İbn Mâce, Mukaddime: 11, Tirmizî, Menâkıb: 3798, Hadîs-i şerîf: “Ona (yâni Ammâr b. Yâsir’e) izin veriniz, TEMİZ VE TERTEMİZ KİŞİ merhaba, hoş geldin.” (Büyük harfler ile vurgu bize âittir).
16 Tirmizî, Menâkıb: 3797, (Hadîs-i şerîf: “Cennet üç kişinin özlemi içindedir; Ali, Ammâr ve Selman.”)
17 İbn Mâce, Mukaddime: 11, Tirmizî, Menâkıb; 3801 (Hadîs-i şerîf: “Ebû Zerr’den daha doğru olanı ne gök gölgelendirmiş ne de yeryüzü üzerinde taşımıştır.”)
18 Tirmizî, Menâkıb; 3805 (Hadîs-i şerîf: “Benden sonra Ashabımdan Ebû Bekir ve Ömer’e uyunuz, Ammâr’ın gösterdiği yoldan gidiniz. İBN MES’ÛD’UN RİVÂYETLERİNE SIKI SARILINIZ!”)
19 Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, CEM’UL-FEVÂİD MİN CÂMİ’İL USÛL VE MECMA’İZ-ZEVÂİD, 2. Cilt, s. 300, (Hadis-i Şerîf: Hazret-i Âişe der ki: “(Peygamber) yüzünü ekşitti ve geri döndü” (Abese Sûresi, 1. âyet) âyetleri kör olan İbn Ümmü Mektûm hakkında nâzil oldu.)