Azınlık

“Allah kimsecikleri azınlık durumuna düşürmesin!”; böyle içten bir dua ile başlıyorum söze.

“Azınlık” nedir?

Politika sözlüklerindeki, beynelmilel ve millî hukuklardaki müşterek tarifiyle azınlık: Bir ülkenin “kurucu millet”i dışındakiler oluyor. Bir de azınlık statüsü bile olmayanlar var, bendeniz gibi. Daha da vahimi “öz yurdunda garip, öz vatanında parya olanlar var, Türkiye nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden “Sünnî” müslümanlar gibi!

Aslında bunları yazmak değildi amacım; müşahhas mevzulara hiç girmeden bir “fenomen” olarak “azınlık” üzerinde durmaya çalışacaktım. Lâkin araya AB girdi!

Geçtiğimiz günlerde AB’nin Türkiye ile ilgili “İlerleme Raporu” yayınlandı. Rapor’da: “Türkiye’de yaşayan Sünnîler dışında kalan dinler tam serbestîden yararlanamıyor” ifadesi yer alıyormuş.

Şöyle diyormuş AB: “İfade özgürlüğü ile dernek kurma ve toplantı yapma özgürlüğü hâlâ düzenli olarak sınırlandırılmaktadır. İnanç özgürlüğü bağlamında, Müslüman olmayan topluluklara yönelik olumlu bir yaklaşım sergilendiği görülmektedir; ancak, bu yaklaşımın Sünni olmayan Müslümanlar dahil diğer tüm dini topluluklara da yansıtılması gerekmektedir. Bununla birlikte, kiliseler hâlâ, başta mülkiyet edinme konusu olmak üzere, zorluklarla karşılaşmaktadır. Ortodoks okulunun 1971 yılında kapatılmasından bu yana bu konuda hiçbir gelişme kaydedilmemiştir. Bazı kiliselerin yasal statülerinin tanınmaması, din adamlarının Türkiye’ye giriş yapması dahil, birtakım sorunlara yol açmaktadır. Sünni olmayan Müslüman topluluklarının durumunda hiçbir gelişme kaydedilememiştir. Alevilere yönelik resmi tutum değişmemiştir. Alevilerin sorunları hâlâ Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından dikkate alınmamaktadır. Alevilerin başlıca şikâyetleri, okullarda zorunlu din derslerinin ve din kitaplarının Alevi kimliğini tanımaması ve sadece Sünni İslâma yönelik cami ve vakıflara mali destek verilmesidir. İltica ve insan kaçakçılığıyla ilgili sorunlar Bölüm 24- Adalet ve İçişleri alanında işbirliği altında ele alınacaktır.”

Yani Türkiye’de, Sünnîlik dışındaki din ve inanç sahipleri bazı hak ve hukuk gasplarına maruz kalıyorlarmış, -ki kalıyorlar- ama Sünnîler, 4 mezhebe göre tam bir kemâl-i hürriyetle inançlarını yaşayabiliyorlarmış. Alevîlerin problemleri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından dikkate alınmazken, aynı Diyanet İşleri Başkanlığı Sünnîlerin problemlerini dikkate alıyormuş. Meselâ başörtüsü problemini çoktan halletmiş Diyanet. Hatta “Sünni Kültür Derneği” adı altında örgütlenebiliyorlarmış bile Sünnîler. Halki Ortodoks okulu kapalıymış, ama İmam Hatipler ve Kur’an kursları ardına kadar açıkmış. Sünnîlerin, 15 yaşından küçük çocuklarına Kur’an öğretmeleri yasak değilmiş. 28 Şubat darbesi Sünnîlere karşı yapılmamış. Bu darbenin eseri olarak, 1997 yılında 492 bin 809 olan İmam Hatipli sayısı 70 bine, Yine 97’de 177 bin 120 olan Kur’an Kursu talebesi sayısı 19 bine indirilmemiş. Miş! Miş!

Aslında şaşılacak bir durum yok. Ve bendeniz, bilhassa şu son iki buçuk yılda şaşırmamayı epeyce talim etmiş bulunuyorum. Ama AB’den zenginlik ve refah uman, hele dinî özgürlükler adına bayağı umutlanan, AB’ye girersek meselâ başımızdaki örtüyle okulumuza da gidebiliriz zanneden zavallıların şaşırmaya çok ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. AB’nin son raporuna bu cihetten önem atfediyorum. Birikimim ve kalemim yetkin olsa ve fevkalâde imkânlarım bulunsa da Türk halkını hayretten hayrete düşürebilsem keşke diye çok hayıflanıyorum.

AB’nin üzerinde hassasiyetle durduğu ve takipçisi olduğu konuların başında azınlık hak ve hürriyetleri geliyor. Bu doğru! Ama azınlıkların hak ve hürriyetleri! Çoğunluksanız eğer veya çoğalma istidadınız varsa, hele dünyanın muhtac olduğu üstün bir medeniyetin potansiyel mümessilleri iseniz Avrupa sizi sadece kırmak ve azaltmak ister, koruyup kollamak değil. Amerika ile Avrupa arasındaki fark da bundan ibarettir; Amerika şimdi kökünü kurutmaya soyundu müslümanlığın, Avrupa ise müslüman inancını kırıp bozmak istiyor; kırılıp “kırma” olun yani “azınlık” olun, sonra ben sizin de haklarınızı korurum demeye getiriyor. Amerika- Avrupa, “Küresel Oligarşi” yani, hafızamızı kurutmak istiyor. İnançlarımızı deforme etmek istiyor. Dinimizi reforme etmek istiyor. Benim istediğim gibi müslüman olun diyor. Bu bakımdan Kemalizmle aralarında bir fark da bulunmuyor. Zaten Kemalizm denen musibetin mimarı da, şikâyet ettikleri militer-müstebit yapılanmayı ayakta tutan da kendileri oluyor. Fil avcıları gibi yaklaşıyorlar bize; karalar giydirdikleri yerli işbirlikçiler eliyle halkları ezdiriyorlar, sonra kendileri beyaz elbiseler içinde gelip hak hukuk havariliğine soyunuyorlar. Avrupa’da gerçekten idealist, samimi, insan hak ve hürriyetlerinin tavizsiz savunucusu olan kişiler ve teşekküller de var ve ben onları ayakta alkışlıyorum. Ama bu güzel insanların varlığı AB hakkındaki görüşlerimi değiştirmeye yetmiyor; çünkü güzel insanlar da “azınlık”; ve azınlığın bir anlamı da “iktidarsızlık” demek oluyor!

Hemen söyleyeyim ki, azınlık “azlık” demek değildir sadece; hem az olmak hem de çoğunlukla bütünleşme imkân ve ihtimâli bulunmamak demektir. İdeallerini insanlığa aşılamak, nizâmını topluma nakşetmek aşkıyla yanarken, ideallerinin büyüklüğü ile imkanlarının küçüklüğü arasında kıvranan Mütefekkir de çaresizdir, yapayalnızdır ve fakat asla azınlık değildir meselâ.

Ama “küresel oligarşi” azınlıktır; ve azınlığın bir başka anlamı da diktatörlük demektir!

Ve azınlık “çaresizlik”tir, “yalnızlık”tır! İçtimaî ruhunu yitirmiş toplumlarda her fert yalnızdır. Düşman karşısında insicâmını yitirmiş ve paniğe kapılmış bir ordu “ordu” değildir artık; her nefer kendi başının çaresine bakma telâşına düşmüştür, çünkü çaresizdir, yalnızdır, azınlıktır artık. Gelenek cereyanını torunlarına geçirememiş dede yalnızdır; köksüz torun da yalnızdır; azınlıktır.

Azınlık “muhafazakârlık”tır! Her türlü yenilikten rahatsız olur azınlık. Sonunda yine kendisinin zarar göreceğini farzeder. Varlığını sürdürebilmenin tek çaresini mevcudu muhafaza etmekte görür. Veya son derece yıkıcılıktır azınlık!

Azınlık korkaklıktır, yalakalıktır, iki yüzlülüktür, riyâkârlıktır, münâfıklıktır! Çünkü kendini ifade edemez, inançlarını seslendiremez, isteklerini dile getiremez azınlık. Bütün bunları yapabilecek bir güce erişirse hasbelkader, bir despot olur bu sefer de.

Azınlık sahipsizliktir ve sahiplenememektir; “bu vatan benim”, “bu vatanın asıl sahibi benim” diyememektir!

Azınlık kimliksizliktir, geçmişten kopmuşluktur, geleceksizliktir, teslimiyetçiliktir, kavruluş, savruluş ve yokoluştur.

Kimse için söylemiyorum bütün bu olumsuz vasıfları; kendimden biliyorum.

Kendimi ilk defa bir azınlık gibi hissettiğimde altı yaşındaydım daha. Aklım ermeye ve dilim dönmeye başladığı günden itibaren rahmetli babamdan, Kemal-İsmet-CHP zulümlerini dinleyerek büyümüş olan ben, ilkokuldaki o ilk gün, “Ey yüce Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde” diye “Andımız”ı okumaya başladığım andan itibaren bütün bu olumsuz vasıfları kazanmaya da başlamıştım.

“Azınlık rûhiyâtı”ndan sıyrılmamızın ve “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” olmaktan kurtulmamızın yegâne yolu ise, çok sağlam bir inanca, güçlü bir ideolojiye sahip olmaktan, geçmişi geleceğe bağlayan bir dünya görüşünü kuşanmaktan ve bu inanç ve sistemle yurdumuzu sahiplenmekten geçiyor.

Müslüman (Sünnî) Türk’ün gasbedilen hakları görmezden geliniyorsa bugün; bu, inancımızı yıkamadıkları, direncimizi kıramadıkları, köklerimizi koparamadıkları, köprülerimizi atamadıkları, bağlarımızı çözemedikleri, geleceğimizi yok edemedikleri yani bizi azınlık haline düşüremedikleri içindir!

Biz azınlık değiliz bu ülkede, bu vatan bizim; ve vatan “nâmus”tur inancımızca!

Bu bilinsin!

13 Ekim 2002 / Nisi

Kaynak: “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005

Önceki yazı
Sonraki yazı

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR