Recep Yazgan [*]
Ömrünün tamamını çileyle ve ıstırapla doldurmuş bir adam, 67 yıl evvel geldiği bu dünyanın eşiğinde bekliyor.
Bir berzahta…
Nasıl tarif edebilirim;
Duvarda büyük bir ayna, dokunduğunda berrak bir su gibi dalgalanıyor.
Elimi içine uzattığımda kayboluyor, bir adım atsam, burada yok olup, öbür tarafta var oluyorum…
Bir kitabının kapağında bu fikri hissettiren bir resim vardı. Bir adam ortadan ikiye bölünmüş; bir adımı Necip Fazıl, diğer adımı Salih Mirzabeyoğlu…
Kendi eserinden;
“Şu bilinmelidir ki, ‘berzah’ denilen yer, ‘emr alemi’ndendir. Allah’ın iki hükmünü birbirinden ayrından bir emir yeridir. Bu yer ve emir, katiyyen taraf ilzam etmez (tutmaz), güneş ve gölgeyi ayıran mani sebep gibidir… Allah der ki, “Meracel… Lâ yebğıyan”… Bu son kelimeden maksat, “bu denizin suları birbirine karışmaz” demektir. Burada his bunları ayırmaktan aciz kalmaktadır. (Aczin idraki, hayret) Akıl ise, bunların birbiriyle karışmalarının, aradaki bir mânianın mevcudiyetinden ileri geldiğini kabul eder… (Berzah, sayfa 17)
Eşiğinde beklediği berzahın öte tarafıyla burası arasında, bir kapı veyahut aşarak geçilebilecek bir engel varmış gibi anlaşılmaması gerektiğini ikaz ediyor.
Belki bir zar, dokunulduğunda berrak bir su gibi dalgalanıyor.
Elini içine uzattığında kayboluyor, bir adım atsan, burada yok olup, öbür tarafa geçiyorsun…
Bu bekleyiş bize “beyin kanaması” olarak izah edilmiş olsa da, biz bunu aklımızla değil kalbimiz ile anlamak istiyoruz.
Arızi sebepler, aklımızın olayları anlamasını kolaylaştıran açıklamalarıdır çünkü…
“Suretler olmadan manalar ortaya çıkmaz” diyen bir fikir adamının zar gibi bir berzahta bekleyişini manalandırmaya çalışıyoruz çünkü…
Dünya ömrünün 16 yılını zindanda geçirmiş, hep bir sınırda, hep bir eşikteymiş gibi yaşamış bir dava adamının, Salihlerin berzahında Salih’in bekleyişini…
Nefsini iki dünyadan birisini tercihten azade kılmış bir salikin belki de gerçek esaretten, ‘yılanlı kuyudan’ kurtuluş fırsatından, burada kalanların gözyaşları ve dualarıyla vaz geçip geçmeyeceğini bekliyoruz…
Varlık ile yokluk arasındaki tercihini…
Kendi eserinden;
“ Her şey zıddıyla kaim ve zıtlar içinde tecelli ediyor ya,
Burada dikkat çekmek istediğimiz mesele, ‘Âlemlerin Rabbi’ der ve mahlûkatı ‘O’ndan başka her şey’ diye belirtirken, varlık karşısında O’nu ‘Mutlak Varlık’ veya ‘sonsuz, sınırsız varlık’ diye anarken, buradaki kastın belirtilmesine dair; ‘Mutlak Varlık’ kavramı, ‘mutlak yokluk’ kavramına da vücut verir…
Nitekim Allah’ın, zatına nispetle vücudunda bu var; sırf yokluk…
Keza sınırsızlık sınırlılığı, sonsuzluk sonluluğu, birbirinin zıddı halinde ortaya koyar…” (Berzah, sayfa 54)
Onu bu dünyada tutabilmek için “Salihim, Salih, elime bir genç geçti, pir geçti…” diye seslenecek bir Necip Fazıl daha var mıdır?
Yoksa o, burada sevenlerinin dua ve gözyaşları, diğer tarafta ise Necip Fazıl hasreti arasında bir tercih mi yapacak…
Çile’sinin mimarı Üstadına,
Âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Sevgilisinin Sevgilisi Resulullah’a,
Ve Rahman ve Rahim olan Allah’a kavuşacak.
Bu dünyada kalır ise çilesi dolmamış olacak.
Ve takdir o dilemeden yaprak dahi düşmeyen, Nefsimi kudret elinde tutan yüce Allah’ın…
O ne derse o olacak…
* 13.05.2018 – Diriliş Postası Gazetesi