BORSA: Global Firavunların Çıfıt Çarşısı

Sinemanın özü bir hikâye anlatmak üzerine kuruludur ki, bu kurgu en başta senaryo üzerinde gerçekleştirilir. Sinema, âdeta görüntülü ve gürültülü bir roman gibidir. Aralarındaki en büyük farklardan biri ise, roman okuyucusunun, sinema izleyicisine göre daha müessir olmasıdır. Zira okuyucu, okuduklarını zihninde canlandırırken, izleyiciye ise bu beyazperdede hazır sunulur. Okuyucu istediği zaman, okuduğu kitabın yanına notlar düşebilir, kitabı kapatıp yeni bir fikrin okyanusunda gezebilir. Sinemada bu oldukça zordur. Siz daha yeni bir fikre konsantre olmadan, filmin akışı devam eder ve genellikle sizi kendi fikir sahilinde hapsetmeye çalışır. Zaten daha ziyade seyirlik bir durum olan sinemaya bu açıdan baktığımızda da, izleyicinin okuyucuya göre daha az zihnî çaba gerektiren -daha tembel- bir tecrübeye giriştiği aşikârdır. Ama tüm bunlar sinemanın, âdeta görüntülü ve gürültülü bir roman olması hakikatini değiştirmez. Sinemanın romana göre belki sadece “sunumu” farklıdır. Peki roman nedir? Roman, Üstad’ın ifadesiyle -mealen- söylersek, “Fikirlerin hadiseleştirilmesi, yahut hadiselerin fikirleştirilmesidir.” Muhtevâsı ister siyasî, ister tarihî, ister askerî, isterse de iktisadî olsun, ezcümle, her film, neticede bir fikrin takdimidir. Bir film, bir fikir demektir!..

Sinema üzerine -istidadımızca- getirmeye çalıştığımız hükmümüzden sonra, imdi film (fikir) kritiğimize geçebiliriz.

BORSA: PARA ASLA UYUMAZ

Yönetmen Oliver Stone ve -geçtiğimiz günlerde gırtlak kanseri olduğu açıklanan aktör Michael Douglas, 1987 yılında vizyona giren “Borsa” filminin devamı niteliğindeki “Borsa: Para Asla Uyumaz” ile yeniden karşımızdalar. Sanırım bu kararı almalarında, yani bir devam filmi çekmelerinde, 2008 ekonomik krizinin etkilerinin atlatılamadığı bir dünya konjonktürünün önemi büyük. Yoksa neden 15 yahut 18 değil de, 23 yıl beklenmiş olsun?!.. Kendisi başlı başına kriz olan ve krizlerden beslenen kapitalizm, yine her fırsatta “krizlerin fırsata çevrilmesi” gerektiğini söyler. Evet, devam filmi de bir bakıma kendi pazar payı için işte aynen bunu yapıyor; krizi kendince fırsata çeviriyor.

Kısaca filmi özetlemek gerekirse, ilk filmde “insider trading”(*) yaptığı için hapsi boylayan Gordon Gekko (Michael Douglas), devam filminde hapisten yeni çıkmış eski bir borsacıdır. Bütün hayatı altüst olmuştur. Ailesinden sadece kızı kalmış, onunla da münasebeti kopmuştur. Kızı ise çaylak bir borsacı olan Jacob (Shia La-Beouf) ile bir ilişki yaşamaktadır ve Gekko’yu babalıktan reddetmiştir. Gekko, Wall Street’te geçirdiği yılların muhasebesini -güya- hapiste yapmış, çıktığında ise tecrübelerini bir kitabta toplamıştır; ve Wall Street’in aşağılık yüzü üzerine, büyük bir ilgiyle takib edilen konferanslar vermektedir. Kitabının ismi oldukça ilginçtir: “Is greed good – Hırs iyi midir?” Hırsın legal olduğunu söyleyen Gekko, lâkin bunun toplumu ve insanı büyük bir kaosa sürüklediğini vurgular. Spekülasyonun her türlü kötülüğün anası olduğunu dile getirir. Ahlâkî tehlikeye sürekli dikkat çeker. Ve piyasanın bir oyun olduğunu dile getirir. Jacob, Gekko ile bir konferans sonrası irtibata geçer. Jacob’un amacı Gekko’nun kendisine yardım etmesidir. Çünkü Jacob, hem patronu hem de akıl hocası olan adamı intihar sonucu kaybetmiştir ve bu intiharın sebebi de çalıştığı yatırım bankasının başka bir yatırım bankasınca batırılması, patronunun da bunu kendine yediremeyip intihar etmesidir. Amacı eski patronunun intikamını almaktır. Gekko, Jacob’a yardım edeceğini söyler, çünkü onun da Jacob’dan isteyeceği bir şey vardır; tekrar kızıyla arasının düzelmesi. Kısaca film bu hikâye çerçevesinde ilerler.

Bir film aynı zamanda bir fikirdir demiştik. “Hadiseye yanaşan insan şuuru” hakikatince, her izleyici kendine göre, filmlerden bir şeyler çıkarır. Kendine göre çıkardığı şeyler de, şahsî şuur süzgeci ile ilgili olduğuna göre, bir filmin bir dünya görüşüne nisbeti gibi, “çıkarımlar” da bir dünya görüşüne nisbetledir. “Duygu, düşünce ve iradî faaliyetlerin” bütünü olan insanoğlunun, tüm yapıp ettikleri bir ahlâk belirttiğine göre, aklı kullanmanın da bir ahlâk işi olduğu açıktır. Yazının bundan sonraki bölümünde okuyacağınız “tedaî ve düşünceler”in bu perspektiften değerlendirilmesini öncelikli olarak rica ediyoruz. Ve hemen yeri gelmişken bir not; belli bir sayfa sınırı sebebince, “tedaî ve düşüncüler”in hepsine yer veremeyeceğimizi ifade etmek isteriz.

FİLM VESİLESİYLE TEDAÎ VE DÜŞÜNCELER

● “Borsa: Para Asla Uyumaz” öncelikle isminden dolayı bize Üstad’ın “Para” isimli, ilk defa Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konmuş ve 1941-1942 kışında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oynanmış olan eserini hatırlattı. Sonrasında ise, filmde ihtikâr (vurgunculuk) yapmaya çalışan tüm karakterler de “Para” oyunundaki adamı hatırlattı. Şöyle bir diyalog geçer oyunda:

“O: –Bana bak!.. Bu yarım milyon, bir sene sonra tam on milyon edebilir. Yüzde iki bin kâr…

Hususi Kâtibi: –Ya umduğunuz gibi çıkmazsa?

O: –Yani, ya harp patlamazsa, öyle mi? Seni hâlâ istediğim kıvama getiremedim. Hâlâ ezici sermayenin ne demek olduğunu anlamaya niyetin yok. Sen bu parayla çakıltaşı toplasan, çakıltaşı pahalılaşır. Sonra ustalıkla, sindire sindire satmayı bilirsen, nasıl olsa kâr hazır. Amma işler umduğumuz gibi gider de harp patlarsa, kâr bire yirmi, yüzde iki bin…” [1]

● “Borsa: Para Asla Uyumaz” yine hem ismi, hem de muhtevâsı vesilesiyle yolumuzu Mütefekkir’in “Parakutâ’ – Para’nın Romanı”na çıkardı. Ve ilk elde, Mütefekkir’in “kulağıma küpe” dediği Üstad’ın şu ikazına:

– “Ben iktisatçı değilim; ama iktisat ilminden pay almak lâzım… İktisattan pay almamış olan, fikir adamı olamaz!” [2]

Bu noktada, Şah-ı Nakşibendî Hazretleri’nin, “Talib, mürşidin rıza nazarının hangi noktalar üzerinde olduğunu anlamak ve ona göre amellerde bulunmak borcundadır!” ölçüsünü hatırlamakta fayda var. Bunun hemen bitişiğinde ise şu hikmeti: “Vakit olur ki, mürid murad olur!” [3] “Murad” ile “mürid”in aynı kökten gelmeleri bir tarafa; Mütefekkir’in ilk eserlerinden birinin “İktisad ve Ahlâk” olması!…

● İsim üzerinden devam edelim. “Borsa: Para Asla Uyumaz” Burada aşikârdır ki, “su uyur, düşman uyumaz” sözüne bir atıf yapılmak istenmiş. Bizdeki ilk tedaîsi Nizamülmülk oldu: “Paraya düşman gözüyle bak, halk sana dost gözüyle baksın!” Tabiî filmde böyle bir bakış falan yok. Zaten filmde bir sistem eleştirisi değil, sistemi “etik” kullanmayanlara yönelik bir eleştiri(!) var. Filmin isminde dikkat çekici ikinci konu, mecazdan çok, gerçek bir anlam. Evet, para asla uyumaz! Örneklendirmek gerekirse, normal bir işlem gününde, İstanbul’da borsa açıldığında, Asya piyasaları yeni kapanmış olur. Siz burada İstanbul’da işlem yaparken öğle saatleri gelmeden Avrupa’da borsalar açılır. İstanbul’da işlem vaktinin kapanmasına doğru da ABD’deki işlemler başlar. Gece de ABD bu görevi tekrar Asya’ya devreder. Dünya üzerinde 24 saat nasıl ezan okunuyorsa, paranın da 24 saat bir hareketliliği vardır. Ve internetin bu kadar yaygınlaştığı bir dünyada, insanlar bir tuşla milyon dolarları bir ülkeden bir ülkeye kolayca transfer ederler. Kısacası, para asla uyumaz! Tıpkı şeytanın da kıyamete kadar hiçbir zaman uyumayacağı ve insanı 24 saat hükmü altına almaya çalışması gibi…

● Yahudi icadı olan borsanın, Çıfıt soyu tarafından “kurumsallaştırılarak” dünya üzerine yayılması:

– “Âlemde para mefhumunu ve bu izafî kıymetin manevralarını yahudi kadar bilen hiç bir örnek yoktur. Onun bu tarafını, bizzat korkunç bir yahudi olan (Karl Marks) gibi kapitalizma düşmanı ve komünizmanın babası bir insanda tecelli eden şudur ki, o yahudinin, kendi nefsine karşı da bozguncu ve yıkıcı ve kendi nefsini intihara zorlayıcı bünyesinden en parlak bir örnektir. Yahudiliği teşrih ve teşhir eden ve onu yerden yere batıran yine bir yahudi olmuştur. İktisadî ölçüyle hüküm şudur: Parayı anlayan, destekleyen, besleyen, ona kıymet üstü kıymet kazandıran ve fertlerle cemiyetleri ve devletleri ona esir eden yahudidir. Kredi, faiz, kefalet, borsa hep onların icadıdır. Bunlarsa, mazi ve hâl bakımından hâkim olunan paraya istikbal ölçüsü ile tahakküm iradesini temsil eder. Sermayeyi dahhâme (ur) haline getiren ve ezici kapitalizmayı kuran, sonra da aynı müesseseyi komünizmaya tahrip ettiren onlardır. Peşinden de komünizmayı fikirde yıkan yine onlar… İhtikâr, sahte “arz-ü taleb” dalaverası ve stokçuluk işinin kurmayları hep yahudi.” [4]

– “Yahudi, yegâne ve en eski beynelmilel kapitalisttir; fakat o, bunu bildirmez. Kendisine âlet olarak, çok yerde, Yahudi olmayanları kullanır. Borsanın keşfine dünya, Yahudi’nin iktisadî istidadına müteşekkirdir. Berlin, Paris, Londra, Frankfurt ve Hamburg’da borsa, Yahudi tesirinin hâkimiyeti altındadır. İngiltere bankası, Hollanda Yahudileri sayesinde kurulmuştur. Amsterdam ve Hamburg bankaları teşekküllerini Yahudi tesirine medyundurlar.” [5]

● Gekko’nun filmin başlarında ısrarla “spekülasyonun her türlü kötülüğün anası!” olduğunu söylemesi bir Kızılderili hikâyesini hatırlamamıza yol açtı. “Nedir spekülasyon?”, bu hikâyeden aktaralım:

Sonbaharın gelmesiyle birlikte Kızılderililerde bir telaş başlar. Kışın soğuk geçip geçmeyeceğini merak ederler. Zihinlerini meşgul eden bu suali Büyük Şef’e iletirler. Çok net bir bilgisinin olmadığını söyleyen Büyük Şef, en yakın telefon kulübesine giderek Millî Hava Durumu Servisi’ni arar ve “Bu kış soğuk geçecek mi?” diye sorar. Telefona cevab veren meteoroloji uzmanı, bu kışın çok soğuk geçeceğini bildirir. Büyük Şef, kabilesinin yanına gelerek bu kışın çok soğuk geçeceğini ve odun toplamaya başlamaları gerektiğini söyler. Bir hafta sonra Şef tekrar Millî Hava Durumu Servisi’ni arar; “Kış çok mu soğuk geçecek?” der. Telefondaki uzman cevab verir; “Evet, bu kış gerçekten oldukça soğuk olacak.” Böylelikle Şef geri dönüp adamlarına bulabildikleri bütün odun parçalarını dahi toplamalarını söyler. Kabilesine verdiği emirden emin olmak isteyen Şef, bir hafta sonra tekrar Millî Hava Durumu Servisi’ni arar; “Bu kışın çok soğuk geçeceğinden kesinlikle emin misiniz?”. Telefondaki uzman; “Kesinlikle!” der, “Çünkü Kızılderililer deli gibi odun topluyor!”

● Gekko, filmin bir sahnesinde duvarda çerçeve içinde görünen laleyi, çaylak borsacı Jacob’a işaret edip şöyle der; “Her şey işte ilk bununla başladı. Lale kriziyle…” Filmde atıfta bulunulan, ama hikâyesi anlatılmayan “lale krizi”ne sebeb olan tohumlar, ilginçtir ilk defa Kanuni devrinde atılmıştır:

Hadise 1562 yılında, Hollanda’nın Antwerp Limanı’ndan ülkeye giren lalelerle başlar. Bir sandık dolusu laleyi, Hollanda kralına hediye olarak gönderen ise Batılıların “Muhteşem Süleyman” dedikleri Kanuni’dir. 1630’lu yıllara gelindiğinde, Hollanda’nın sömürgecilik ve denizaşırı ticaret sayesinde zenginleşmesiyle, rafine zevkler yaygınlaşır. Lalenin 160 türü arasından özellikle birinin, kırmızı beyaz çiçeği ve maviye çalan sapıyla “Semper Augustus”un yıldızı parlar. Tek bir lale soğanı, servet karşılığı alıcı bulmaya başlar. Lale bir sosyal fenomen hâline gelir. Hollanda’nın her şehrinde, pahalı şaraplar ve yemekler eşliğinde lale soğanı ticaretinin gerçekleştiği kulübler açılmıştır. “Semper Augustus” adı verilen tek bir lale soğanına; 4 buğday yükü, 8 arpa yükü, 8 öküz, 16 domuz, 24 koyun, 4 fıçı şarap, 8 fıçı bira, 4 fıçı tereyağı, 1 ton peynir, 2 yatak, 4 takım elbise, 2 gümüş ibrik ve 1 binek arabası verilerek sahib olunabilir. 1637’de köpük patlar; herkes aynı anda satışa geçer, fiyatlar dibe çakılır. Hem soylular, hem baca temizleyicileri, hem de çiftçiler “lale mağduru” olmuştur. Henüz toprağın altından güneş ışığına çıkmamış lale soğanları üzerine sözleşmeler düzenlenmiş, mahsul bile alınmadan bu kâğıtlar defalarca el değiştirmiştir. Ama artık kimse sözleşmelerin gereğini yerine getirmeye yanaşmamaktadır. Kısa sürede kendi zenginlerini doğuran bu alımlı çiçek, zamanla iflasların sorumlusu hâline gelir.

2008 Krizi’nde önemli etkisi bulunan “options, futures” gibi türev enstrümanlar, ilk kez işte bu “lale çılgınlığı” sırasında keşfedilmiştir. Global oyuncu Warren Buffet’in “finansal kitle imha silahları” diye nitelediği bu enstrümanları, bizce en iyi açıklayansa bir Anadolu deyimidir: “Doğmamış çocuğa don!”

● Filmin sonunda yer alan balonlar ise aslında çok şey tedaî ettirdi. Haddinden fazla şiştiği için patlayan balonlar. 2008 Krizi’nin önemli sebeblerinden biri ABD’deki “mortgage” meselesiydi, ve bunun etkileri hâlâ hissediliyor. Şöyle ki, Anadolu Ajansı’nın 14 Ekim’deki bir haberine göre, ABD’de mortgage mesken piyasasının büyüklüğü yaklaşık 11 trilyon dolar. Ocak 2007’den Ağustos 2010’a kadar, bankalar 3 milyon kadar meskene el koydular. Sadece bu yılın Eylül ayında, el konulan hane sayısı 100 bin; ve yıl sonuna kadar bankaların toplamda el koyduğu hane sayısının 1,2 milyon olması öngörülüyor. Şu sıralar bizde ise hangi gazeteyi çevirseniz sayfalarca ev ilanı ve hangi TV kanalını açsanız bir mesken reklamıyla karşılaşıyorsunuz. Bankaların kredi verme yarışı da cabası. Üstad’ın 1979’da iktisadî bir reçete yazdığı bu mevzuu (o dönemin istatistikleri bir tarafa) aynı hâlin bugün de geçerli olduğuna işaret etmek için dikkatinize sunuyoruz:

Öncelikle imalat ve inşaat: “Bütün sahte üretim ve haddini tefritten ifrata kaçıcı özenti davranışları kesilecek ve her istihsal işinde, tırnağın bünye içinden uzayışı ve kerpetenle çekilerek uzatılamayışı hikmetine uygun bir iktisadî idrak, getirilecektir. En başta, paraya yalancı bir deveran sür’ati sağlamak için girişilen gülünç ve lüzumsuz inşaat ve imalât yankesiciler gibi tutuklanacaktır.” [6]

Ve bankalar: “Kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde şube açan, faiz haddini suratını buruşturmadan yüzde 39,5’a kadar yükselten, topladığı mevduat mevcut parayı misillerle geçen, böyleyken kasa mevcutları borçlarının ancak yüzde onuna yetişebilir veya yetişemez olan umumî olarak % 12’lik bir talep olsa topu atacağı şüphe götürmeyen ve olanca faaliyetleri patlayasıya zengin zümreleri besleyip halkı kendi eliyle intihara sevkeden bankalar furyasının karşısına çıkılacaktır. Bunların rolleri anlaşılarak, ortalığı bataklığa çeviren (enflâsyon) sellerini sarnıçlarında toplayıp bellibaşlı servet sahiplerine ve sermaye azmanlarına sermaye aktarmaları, sun’î bir deveran sür’ati doğurmaları ve 40 milyonun haklarını belki 40, belki 400, belki 4000 ferde tasarruf ettirmeleri cinayeti önlenecektir.” [7]

Bu noktada günümüzden de hemen bir istatistik verelim: Banka batıran patronların faiz hariç borcu 25,7 milyar dolar. TMSF’nin tahsil ettiği ise sadece 12,7 milyar dolar. Yani yarısından fazlası duruyor. Ve daha ilginci, banka batırana rekor hapis cezası olmasına rağmen hiç kimse cezaevinde değil. Cem Uzan yurtdışına kaçmış, Halis Toprak “zaman aşımı”ndan yırtmış, Yurtbank’ı zarara uğratan Ali Balkaner 16 yıl cezası olmasına rağmen, sağlık durumu gözönünde bulundurulduğu için(!) salıverilmiş… Sanırız bazı ülke hapishaneleri sadece fikirciler-fikir adamları için kuruluyor!   

● Bir diğer balon da sıcak para! Gelişmiş ülkelerden gelişen ülkelere doğru akan (bunun içinde Türkiye de var), konsomasyona çıkmış para. Konsomatrisler nasıl ki parası olanın masasına otururlarsa ve parası biten müşteriyi terk ederlerse, işte bu sıcak para da aynen öyledir. Kâr getireceğini düşündüğü ülkeye girer, kâr etmesi durunca da çıkar. 8 Ekim tarihli Radikalgazetesinin ekonomi sayfalarından: “Türkiye’deki piyasaların özellikle referandumun ardından büyük ralli yapmasıyla ‘iyi’ kazanan yabancılar ‘kâr realizasyonu’na başladı. Japon finans devi Nomura, yatırımcılarına dün, “Türkiye’de yeterince kâr ettik, çıkma zamanı” notu geçti. Yatırımcılara geçtiği notta ayrıca, “Yavaş geçen Eylül ayından sonra Ekim ayına iyi bir başlangıç yaptık… Risk pazarlarının tarihinde Türk lirasında en büyük üç günlük kazanç… Artık masanın üzerinden parayı yavaş yavaş toplama zamanıdır” denildi.”

Buna konsomasyon değil de ne diyebiliriz ki?!.. Bu arada “balonlar” hakkında yazabileceğimiz çok şey var ama, yer sıkıntımızdan dolayı onları da başka bir yazı konusu olarak değerlendiririz inşallah.

● İdeolocya Örgüsü’nde “İktisadî Nizâm Bahsi”: “İslâm inkılâbında iktisadî nizam, bugün insanlığın başlıca ızdırabını teşkil eden ferdî mülkiyet ve serbest kazanç hakkiyle (kapitalizma), içtimaî tevazün ve iştirak zarureti (Sosyalizma) arasındaki bütün tezatları barıştırıcı ilâhi bir ahenk ifadesidir. Öyle bir ahenk ifadesi ki, bu, kendi başlarına ayrı ayrı bâtıl sistemlerden herbirinin kendi başlarına erişemiyeceği gaye ve hakikati, onlardan hiçbirine vücut ve istiklâl vermeksizin sağlıyacaktır. (…) Cemiyete rağmen tek tek kabarmaya mezûn fert hakkiyle, tek tek ferde rağmen bütün fertlere pay vermeye mecbur cemiyet hakkı arasındaki iki zıt kutbu, bir hamlede telif edici ilâhî ahenk… Bu ahengin ilk kutbunda, ticaretin helâl ve ferdî mülkiyet ve kazancın hak olması; ikinci kutbunda da faizin haram ve zekâtın farz olması vardır.[8]

● “Borsa: Para Asla Uyumaz”, önceden işaret ettiğimiz gibi, sisteme değil, sistemi etik olarak kullanmayanlara -kendince- bir eleştiri getiriyor ki bizce bu umumhanede namuslu kadın arama, yahut onlara “hepiniz çok namuslu olmalısınız!” ihtarı yapma tuhaflığına benziyor. Tam bir aldatmaca! Nefs-i emmarenin sistemi olan kapitalizm, günah çıkarmaya çalışsa da, çok şey söylermiş gibi yapıp, aslında hiçbir şey söyleyemiyor, haddizatında söyleyecek bir şey de bulamıyor… Filmin ilk yarısında hırsın, spekülasyonun kötülüğüne vurgu yapan, ahlâkî tehlikeye dikkat çeken Gekko, filmin ikinci yarısında eski işinin başına türlü dalaverelerle tekrar geri dönüyor. Global firavunların Çıfıt çarşısı olan borsada, yaptığı spekülasyonlar sonucu hızlı bir şekilde para kazanıyor ve sahib olduğu şirket de çok büyüyor. Hâl böyle olunca, babamın bazı durumlarda söylediği bir söz, son söz olarak hatırıma düşüyor: Orospunun tövbesi harabayı (harabeyi) görene kadardır!

Üst satırlarında bir Kızılderili hikâyesine yer verdiğimiz yazımızı, şimdi de bir Kızılderili atasözüyle noktalayalım:

“Son ırmak kuruduğunda,

Son ağaç yok olduğunda,

Son balık öldüğünde;

Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!”


(*) Insider trading: Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri, kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasında fırsat eşitliğini bozacak şekilde haksız yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmektir.

[1] Necib Fazıl, Para, 13. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2007, s 17

[2] Salih Mirzabeyoğlu, Parakutâ’ -Para’nın Romanı-, 1. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1997, s 11

[3] Salih Mirzabeyoğlu, Kökler -Necib Fazıl’dan Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’ye-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s 31

[4] Necib Fazıl, Yahudilik-Masonluk-Dönmelik -Büyük Doğu’lardan Derleme-, 2. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2008, s 50-51

[5] Necib Fazıl, Yahudilik-Masonluk-Dönmelik -Büyük Doğu’lardan Derleme-, 2. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2008, s 63

[6] Necib Fazıl, Rapor 4-6, 2. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1993, s 228-229

[7] Necib Fazıl, Rapor 4-6, 2. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1993, s 227-228

[8] Necib Fazıl, İdeolocya Örgüsü, 9. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1997, s 220

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR