İdeolocya Örgüsü… 1945-1948 yılları arasında demokrasi ve liberal kapitalist ideolojiyle, faşist-sosyalist-komünist ideolojiler etrafında kadrolaşan devlet düzenlerinin belirdiği bir dönemde kaleme alınmaya başlanmıştır.
Bu dönemi takip eden yıllar Batı’da, “Soğuk Savaş” şeklinde anılmaya başlanmıştı. Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı sonunda, Nazi Almanyası öncülüğündeki Faşizm’e galip gelen ABD ve Sovyet Rusya’nın kurduğu bloklar arasında başlayan ve Sovyetlerin 1991’de resmen dağılmasıyla sona eren ideolojik ve siyasi çatışma dönemidir.
Sovyetler Birliği; Varşova Paktı, ABD ve İngiltere öncülüğünde Kuzey Atlantik Paktı, NATO adı altında bloklaşmıştı. Batı Avrupa ve ABD, parlamenter demokrasi, liberal kapitalizm, serbest piyasa görüşleri etrafında merkezileşirken, bunun karşı kutbu Sovyetler Birliği liderliğinde, sosyalist-komünist ittifaklar halinde cepheleşmişti.
Cumhuriyet tarihinin ilk yarısı dost her iki kutba tanınan taviz ve imtiyazlarla politikasız tükenirken, ikinci yarısı aynı güçlerin askeri, siyasi, ekonomik darbelerdeki rollerini seyretmekle geçti. 2000’li yıllardan sonra ise bu sürecin, hangi boyutlarda akıllara zarar sonuçlar doğurduğu anlaşılır gibi oldu ve bugün mevcut dünya düzenine bir takım eleştiriler getiriliyor.
İdeolocya Örgüsü, özetlemeye çalıştığım modern dünyanın yeniden şekillendirildiği bir aman diliminde ortaya çıkmış yepyeni bir kamu düzeni teklifinde bulunan bir eser.
Bu eser, başta bahsettiğim iki gücün Türkiye üzerinde estirdiği rüzgârların arasında, kendi ayaklarımız üzerinde nasıl durabiliriz sorusu askıda dururken, tarihte gelişen hadiseleri mânâlandıran mükemmel bir eser olmuştur.
Siyasette şahsiyetçiliği başa alan prensipler serisiyle bu eser, milli ve ideal siyasetin en yüksek anlayışını ortaya koyuyor. Eser, bir davanın ıstırabını ömür boyu çekmiş, aydın yetiştiren aydın şahsiyet örneğinin verimidir, azami ölçüde faydalanılması lazım.
İdeolocya Örgüsü, tarih boyunca, doğuda ve batıda kayda geçmiş, insan ve toplum meselelerinin derinliğine tahlil ve teşhisini de ihtiva eden, teşkilat ruhu ve devlet şekli olarak teklif edilmiş tüm düşünce ve görüşleri de dikkate almış bir eserdir.
Batı’da ve Doğu’da aranan, bulunamayan, olmayan, olamayan nizam ve devlet şeklinin dibine kadar muayenesini yapmış, bu noktada hangi dönem olursa olsun gereken anlayışı ortaya koymuştur.
Bu devlet ve nizam şekli, insan ruhunda ve kafasında Büyük Doğu’nun süzgecinden nasıl geçirilip tüm inceliğiyle işlenmiş, eserden aktaralım;
“Büyük Doğu’nun ilk devresinde tafsilatlı bir seriyle inceden inceye çerçevelediğimiz bu devlet şekli, eski Yunandan bugüne kadar gelen örnekler arasında misilsiz bir ilerilik ve yenilik temsil ettiği gibi, tarih boyunca gelmiş, ya ferdî, ya içtimai yahut da zümrevi irade hâkimiyetine bağlı şekillerden teker teker her birinin mahzurlarını bertaraf ettiği kadar, teker teker her birinin faziletlerini toplayıcı son ve üstün buluştur. Öyle bir buluş ki, İslam’ın “Şura” ölçüsüne de sımsıkı bağlı…”
İdeolocya; inanılan ve bağlanılan fikirler manzumesi…
İdeolocya Örgüsü, insanın ve dış dünyasını tertipleyici ölçüleri buyuran tek mükemmel din olan İslâm’a muhatap anlayışı teklif eden bir eser olarak bilinir.
Üstad, eserindeki fikrî derinliği, ideolojik eleştiri gücü bakımından olsa gerek, dünya çapındaki tarihçilerden Arnold Toynbee’nin İdeolocya Örgüsü’nü incelediğine dikkat çeker.
Akılda tutmakta fayda var; fikir adamlarında fikir, sistemleşmek üzere damıtılır. Arının balını dökmek için yaptığı o mühendislik harikası peteği gibi…
Mütefekkirlerin nazarında fikir, sofradaki ekmek gibi her zaman aziz ve üstün, daima plâna dökülmeye hazır ve sistemlidir. Yani hayat fikir, fikir de hayattır onlar için.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, Üstad’ın kimliğini ve davasını özetlerken şöyle diyor;
“Necip Fazıl, beş asırlık tarih dilimimizle birlikte içinde bulunduğumuz çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nispetle heykelleştiren adamdır.”
İslâmî ölçülerle görüş ve kavrayış, bir yaşama kültürü pratiği şeklinde ifade edebileceğimiz İslama Muhatap Anlayış, İdeolocya Örgüsü’nde terkibî bütünlük arzeden meseleler halinde sergilenmiştir. Bir başka ifadeyle; neyi nasıl bildiğimizi, niçin yaptığımızın izahını, öz nefsimizde ve şuurda bütünlemek durumundayız.
Muhatap Anlayış, dini ilimleri bilmek demek değildir. Kişi cehaletini ilim yoluyla bir şekilde giderebilir fakat dinin önüne zamanla getirilen, temas edilmemiş meseleler de vardır. Hayatın akışı içinde herhangi bir yeni meseleyle karşılaştığımız zaman -ki bu anlaşılır bir husustur- bocalama söz konusu olabilir.
O takdirde hangi usûl, ölçü ve prensiplerle hareket edilecektir? İş bu noktada şart olan usul ve muhakeme ölçüleri, toplumda karşılaşılan yeni meselelerin çözümü, tefekkürün meselesidir.
Üstad, çağımızda dinin önüne gelen yeni meselelerin, kıyamete kadar baki, daima yeni İslam ölçülerine mütefekkirler tarafından getirileceğini vurgulamıştır.
Tefekkür, zamanla beliren yeni problemler karşısında her türlü iş, verim, tecrübe ve oluş meselelerini derinliğine mânâlandıran en üstün kıymeti ifade eden çaba… İş ve faaliyette ibadet şuuru telkin eden İslâm tefekkürü, her dönemin meselesine el atarken gereken dengeden yeni dengeye geçiş müessesesidir. Takdir edersiniz ki, bu tüm unsurlarıyla örgüleştirilmiş bir fikir sistemiyle mümkündür. İşte İdeolocya örgüsü bunun için kaleme alınmış.
Eserde bu örgü, mücerret plânda, ideal, yani olması gerekeni işaret edici, yani iş ve eser plânında kendini göstermiş… Fikirde, sanatta, ilimde, kültürde, edebiyatta, siyasette, devlette, toplumda, tarlada, uzayda, köyde, yer altında ve üstünde her şeyde mücerret hikmet ve müşahhas oluş kıvamını kurmak… Bu sayede hayatın akışına mânâ kazandıran selim akıl, yani İslâm aklı, İslam nizamı zahire kavuşabilir.
Çağımız teknolojisi, hayatın her anına müdahale eder halde… Hayat tarzlarının vazgeçilmez unsuru olmuş; yön veriyor. Zaman mefhumunu dış yüzden ölçülendirirken, insanda zamanı nitelikli kullanma çabasını köreltiyor.
Makinenin ruhlarda putlaştığını belirten Üstad, makineyi yapan makine ideolojisine hakim olmaya mecbur olduğumuzu hatırlatır. Aksi halde, oyuncak serisi eşya ve alet karşısında şapşallaşan insanoğlu, eşyasına hükmetmek bir yana, teknolojinin dayattığı ideolojiyle, ruhunu teslim edecektir.
Eserin henüz girişinde batıyı olanca kimlik ve karakteristiğiyle, mazisi ve bugünüyle çerçeveleyen Üstad, batıya göre doğuyu, doğuya göre batıyı, böylece dünyalar arası şümullü bir muhasebeyi muhatabının önüne seriyor, “Batı’yı tanıyalım” diyor.
Tarih boyunca ilim ve tefekküre yön veren insan, toplum ve kainat görüşlerinin birbiriyle didiştiği, zıtlaştığı noktaları tespitte üstün muvazene ve kıymet hükümlerini belirten Üstad, en tepeye ölçülerin ölçüsünü koyuyor:
“İslam, zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamıdır.”
Nizam haysiyeti belirten hangi sistem olursa olsun aradığı muvazene İslam’da, kuramadığı muvazene yine İslâm olmadıklarından dolayı… Bu yüzden İslamsız bütün zıt anlayış ve görüşler, ifade ettikleri denge itibariyle aldatıcıdır, yıkıcıdır, yanlışlarından kurtulamayacaktır.
İdeolocya Örgüsü ütopya türü olarak gösterilen eserlerle de kıyaslandı ve hatta düpedüz ütopya sayıldığı oldu. Bu, biraz da ütopyadan ne anladığımıza bağlı…
Ütopya mefhumunu adî mânâda boş, ham hayal olarak dillendirenler, esere nüfuz ettiği takdirde bundan pişman olacak, kafasını muhteşem bir insicam tablosuna çarpmış bulacaktır.
Ayrıca hayalsiz insan olmaz; hayaller de inanma istidadına delalet eder. Nitekim tarihte nice boş hayal denilen şeyler gerçekleşmiş, hayalcilikle suçlayanları utandırmıştır.
Kaldı ki bu eser, fikir çilesi bakımından dünya ölçeğinde bir eserdir ve bir ütopya yazılacaksa onun da vurulacağı kriterleri belirtici mahiyettedir. Nitekim, Üstad’ın ifadesiyle fikrin ademe mahkum edildiği bir ülkede fikir adamı da ademe mahkûm edilecekti, yok sayılacaktı. Ancak o her karşı hücumu püskürterek üstün ve galip geldi.
Üstad bu eserde, köklerimizle bağlarımızı yeniden güçlendirip, inanışta ve yaşayışta herhangi bir kompleks barındırmayan, günlük hayatın en küçük noktasına kadar değer ve prensiplerimizi, disiplin ve nizam şuurumuzu teşkilatlandırmamız gerektiğine vurgu yapıyor.
Sadece Doğu’ya dönük olmayan, Batı insanına da aradığının adresini gösteren bu eserde yer alan tarih muhasebesinde geçtiği gibi, İslamiyet’i temsil eden bir milletin bünyesinde Kanuni’yle birlikte başlayan bozuluştan Tanzimat dönemine, Tanzimat döneminden Meşrutiyet dönemine ve Cumhuriyet dönemine kadar 4 devrelik kayıp ve çöküş sonrası, “5. devrenin eşiğinde İslam İnkılabını temsil edici bir gençlik” müjdeliyor.
Büyük Doğu Külliyatı’nın en başına İdeolocya Örgüsü’nü koyan Üstad’ın bu şaheseri, kitaplığınızda muhakkak bulunsun.
Kaynak: Aylık Dergisi 188. Sayı, Mayıs 2020.