BAŞYÜCELİK ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
BÜYÜK DOĞU TARİH MUHASEBESİ
Selim Gürselgil
-I-
Büyük Doğu Tarih Muhasebesi, ana hatlarıyla hemen bütün mukaddesatçı kesimi kuşatmış, “keramet çapında” tarih muhasebesi, İslamî tarih şuurudur. Üstad Necip Fazıl`a aid her şey gibi, şöhreti yaygınsa da mânâsı pek anlaşılmaz ve formülasyonu yerli yerince kullanılmaz. Yine O’na aid her şey gibi de onlarca taklidi ve “gibi”si mevcud olup çoğu zaman karikatür anlayışlar bundan doğar.
İbda Diyalektiği‘nin ana kısımlarından birini oluşturan ve bütün Büyük Doğu – İBDA bağlılarınca bilinmesi ve özümsenmesi gereken bu büyük tarih görüşünü, en orijinal, en dolaysız şekilde maddeler haline getirmek ve ana tezleriyle belirtmek istersek, şöyle bir sonuç çıkar:
1. Türk millî tarihi, İslâm tarihidir. “Çöle İnen Nur” ile başlar, temel örneklerini Asr-ı Saadet’te bulur ve İslâm devletleri tarihi boyunca sahfa safha gelişir.
2. Müslüman olmadan önceki Türk, kendi kendinden ibaret bir atılış sahibi “bozkurt”sa; müslüman olduktan sonra, Hak toprağına bağlı ve ideal göğüne dümdüz uzanan bir “söğüt”tür. Dolayısiyle kavmî Türk tarihi, bozkurttan söğüte inkılâbın tarihidir.
3. İslâm tarihi, ana akım olarak, Arab, Fars ve Türk’ün İslâm bayraktarlığı tarihidir. Büyük Selçuklu ve Osmanlı elinde şekillenen son devir, büyük fütuhat hamlelerinin olduğu gibi, aynı zamanda İslâm idrakının bozuluş ve çözülüş devrinin de yatağıdır.
4. İslâm, ideal olarak sadece Asr-ı Saadet’te hâkim olmuştur. Ondan sonraki dönemlerde şahsî ve kavmî zaaflar işin içine girmiş ve asıldan uzaklaşma çığırı başlamış; buna rağmen, Kanunî dönemine kadar, bozulmayan bir öz, varlığını korumuştur.
5. İslâm tarihi, Ehl-i Sünnet tarihidir. Haricî, Şiî, Vehhabî, Mutezile, Felâsife gibi diğer unsurların, bu tarihe ne genişliğine, ne derinliğine bir katkısı olmamıştır. Dolayısiyle, Kanunî devri itibariyle başlayan bozuluş, Ehl-i Sünnet’in İslâmı temsil liyakatinin bozuluşudur.
6. 17’nci ve 19’uncu yüzyıllar arasında, “derin ve gerçek müslüman” tipinin yerini, “kaba softa ham yobaz” tipi almış ve işlere çoğunlukla o hâkim olmuştur.
7. Tanzimat dönemiyle birlikte “kaba softa ham yobaz” tipinin yerini, “Batı taklidçisi küfür yobazı” tipi almaya başlamıştır. Bu iki sınıfın savaşı, ikincisinin galibiyetiyle sonuçlanmıştır.
8. II. Abdülhamid, son büyük Türk padişahı ve İslâm hükümdarıdır. Onu deviren İttihad ve Terakkî Cemiyeti, siyonist ve mason oyuncağı, bir kısmıyla hain, bir kısmıyla ne yaptığını bilmez maceracı bir gruptur ve olanca vasıfları milleti yıkıma götürmek olmuştur.
9. Sultan Vahidüddin, vatan haini değil, komutanlarını direniş için Anadolu’ya gönderen, onlardan, Eylül 1922’ye kadar maddî ve manevî yardımlarını esirgemeyen bir millî mücadele kahramanı ve vatan kurtarıcıdır.
10. Cumhuriyet dönemi, İslâm tarihine dahil olmayan, ama 500 yıllık bozuluşun son noktası olduğu için, İslâma Muhatab Anlayışın yenileniş çağını temsil eden ve bundan dolayı İslâm tarihine dahil olan bir millî tarih devresidir.
11. İslâmın yenileniş çağı, aynı zamanda İslâm İnkılabı tarihidir. Bu tarih de Büyük Doğu – İBDA tarihçesinin hasrı içinde sadece Türkiye’deki değil, yeryüzündeki bütün müslümanlar için ana ölçü ve temel dayanak olarak Büyük Doğu Tarih Muhasebesi’nin tabiî neticesi ve teklifidir.
-II-
Öyle anlaşılıyor ki, daha ince ayrıntılarıyla üzerinde durulması gerekiyor.
Benim, iyi bir Necip Fazıl okuru olarak ağrıma giden bir konu var: Günümüzde Necip Fazıl algısı, ne yazık ki, ünlü Hind masalındaki körlerin fili tarifine dönmüştür. Her kafadan bir ses çıkar O’nun hakkında; kimse açıp doğru dürüst okumak zahmetine girmez. Herkes, ezberden gitmenin, kulaktan dolma bilgilerle hüküm vermenin daha doğru olduğunu sanır.
Benim burada savunacağım bir konu da, Necip Fazıl‘ın bir open secret (malûm sır) olduğudur; herkesin gözünün önünde dururken, kimsenin görmediği… Veya çoğu zaman da, günlük politikaya dair bazı polemikleri esas alınır ve arkasındaki ideoloji görmezden gelinir. Bir örnek vereyim: Sağ kesim Üstad’ın tarih muhasebesini karikatürize ederek sağcı – muhafazakâr partilerin bir payandası gibi kullanıyor; aslından saptırıyor ve inhiraf ettiriyor.
Bir başka örnek: Sol kesim Necip Fazıl’ı ucuz ve komik karalamalarla tanımayı tercih ediyor. Misal, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye için Batı kampında yer almanın, ama bunun yanında ruhça Batı’ya teslim olmamanın gereği üzerine yazdığı birkaç satır, muhtevasına bile aldırmadan, onun Amerikancılığı idealize ettiği şeklinde yaygaralaştırılıyor. Gençler de genellikle okuduğunu anlama özürlü olduğu için yaygaraların peşinden gidiyor.
Aslında Türkiye’de entellektüel algının komedisini gösterir bu durum. Meselâ Sovyet büyükelçisi Mihailof‘un Necip Fazıl‘a neler teklif ettiğini, onu nasıl övdüğünü bilenler için bunlar ucuz karalamalardır. Sonra “DP yanlısı” Necip Fazıl‘a CHP’nin kaç defa ve neden milletvekilliği teklifi götürdüğünü… Necip Fazıl DP yanlısı değil, bazı konularda DP’yi destekleyen bir Büyük Doğu’cudur.
Necip Fazıl‘ın çok zengin tarih muhasebesini konuşmanın fonksiyonlarından biri de, kamuoyundaki “sağcı bağnaz Necip Fazıl” imajını yıkması olacaktır. Necip Fazıl, sağcı falan değil, inkılâbçıdır; sadece geçmişte rejimle olan meselesi gereği, rejimden kopuşu temsil eden bazı sağ partiler ile örtüştüğü yerler olmuştur. Ama “komünistlerin haklı olduğu yerler var” diyen de odur. En büyük antikapitalist de odur. Bu konuda yeri gelirse çok örnek veririm.
Aslında solcular okuduklarında O’nda kendilerine hitab eden pek çok yön bulacaklardır. İlk aklıma gelenlerden biri, Erbakan’ın çok başını ağrıtan ünlü Bingöl konuşması:
– Ne mutlu Türk’üm diyene sözü, karşısındakine de ne mutlu Kürd’üm diyene deme hakkını verir!
Sık sık siyasî arenada duyduğunuz bu söz, Necip Fazıl‘a aidtir. O’nun tarih muhasebesinin “sağcı muhafazakâr çizgi” ile pek alâkası olmadığı, belki onun taban tabana zıddı olduğu yönünde de birkaç örnek:
1) Necip Fazıl‘ın “Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar” kitabında yer alan Ermeni tehciri ve taktili hakkındaki tesbitleri – bu konuda özeleştiri yapanların ilklerinden olması.
2) Necip Fazıl‘ın “Son Devrin Din Mazlumları” kitabında “Dersim Katliâmı” konusunu ele alması, onu bir din mazlumluğu olarak görmesi – kaldı ki, TKP, hattâ Sovyetler bile bu katliâma “gericilik eziliyor” diye bakmıştı.
3) Necip Fazıl‘ın “Vatan Haini Değil Büyük Vatan Dostu Vahidüddin” kitabı ve 1940’lardan başlayarak bir çok yerde “ulus devlet”e yol açan Lozan hakkındaki görüşleri – bu konuda da ilk olması.
Neyse… Makası çok açmadan şunu belirtmekte fayda var: Necip Fazıl olsun, onun şeyhi Abdülhakîm Arvasi Hazretleri olsun, millî mücadeleye destek vermişlerdir. Damad Ferid ve ekibinin çıkardığı isyanların yanında olmamışlardır. Bu destek ile, ondan sonraki muhalefeti de birbirine karıştırmamak gerekir.
-III-
Bu, Osmanlı tarihine büyük bir yer ayıran, bütün bir varoluş maceramızın düğüm noktalarını orada gören bir muhasebedir. Kelimenin tam anlamıyla iki büyük kahraman görür, Üstad Necip Fazıl, Osmanlı tarihinde; iki buçuk olmadığını söyler:
- Fatih Sultan Mehmed,
- Yavuz Sultan Selim.
Frenklerin “Soliman le Magnifique” dedikleri Kanunî, onun gözünde bir “sahte kahraman” değilse de az çok ona yakın bir şeydir. Birçok noktadan kritik eder Üstad, Kanunî‘yi; birçok hususta yerden yere vurur. Büyük bozgunun, 500 yıllık çöküşün başı olarak görür.
Büyük Doğu Tarih Muhasebesi’nin “sahte kahramanlar” bölümünün asıl konusu ise, “Batı taklidçisi Tanzimat aydını“dır. Tanzimat Fermanı (1839), Kanunî‘den bu yana dehhameleşerek gelen “Kaba softa ham yobaz” tipinin, yerini “Batı taklidçisi küfür yobazı” tipine bırakmasının çent tarihidir, milâdıdır. Ünlü “Sahte Kahramanlar” konferansında, uzunca bir dünya tarihi muhasebesinin ardından ele alınır bu konu. Tek tek sayılır ve tek tek herbiri üzerinde durularak, ne yönden “sahte kahraman” oldukları izah edilir.
“Sahte kahramanları türeten bir iklimimiz var bizim, bir fidelik” teşhisinden sonra, tam liste:
- Mustafa Reşid Paşa
- Ali Paşa
- Fuad Paşa
- Midhat Paşa
- Nâmık Kemal
- Tevfik Fikret
- Ziya Gökalp
Aslında bütün bir Jeune turc ve İttihad ve Terakkî kadrosu da diyebiliriz, özetle. Ana sütunlar bunlar olmak kaydıyla…
-IV-
Üstad Necip Fazıl‘ın tarih muhasebesi içinde, başından sonuna kadar bütün macerasıyla menfur (nefretlik) bir yeri olan, tarihimizdeki kara lekelerden başlıcası da İttihad ve Terakkî Cemiyeti… Çeşitli kitablarında değindiği bu konuya, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar’da bir kere daha döner. Tarih boyunca görülmüş büyük mazlumlardan biri de, İttihad ve Terakkî kurbanlarıdır. Mevzu, sözkonusu kitabta, “İttihad ve Terakkî Cinayetleri” başlığıyla yer alır.
İttihad ve Terakkî cinayetleri saymakla bitmez. Bunların en büyükleri vardır bir de… Üstad‘a göre, bu en büyük cinayetler, aynen kavram ve sırasıyla, şöyle ele alınabilir:
- İkinci Abdülhamid
- Türk milleti
- Ermeni milleti
İttihad ve Terakkî Cemiyeti‘nin İkinci Abdülhamid‘e yönelik cinayeti, malûmdur. Önce Batı’nın kozmopolit güç merkezlerinde, sonra Selanik’in mason localarında ve daima emperyalistlerin desteğiyle, Osmanlı varlığını ortadan kaldırmaya dönük bir hareket… Bu hareket içinde Balkan Savaşı’ndan sonra Türkçü motiflerin, Birinci Dünya Savaşı sırasında da İslâmcı motiflerin öne çıkması, kimseyi şaşırtmamalıdır. Bunlar dönem için gerekli taktiklerdir; Batıcılıktan Türkçülüğe, oradan İslâmcılığa bütün macerası boyunca, özü hep aynı kalmış bir ruh!
İttihad ve Terakkî Abdülhamid‘i devirir devirmez, ilk iş olarak, Abdülhamid‘in koyduğu, Yahudilerin Filistin’e göç ve iskân yasağını kaldırır. Kısa zamanda Filistin’in çehresi değişir. Daha 1909 yılında Tel Aviv kurulur. Hani bizde anlatılır ya, Arablar topraklarını siyonizme sattı diye. Aslında Abdülhamid devrinde bu satış da yasaktır, İttihadçılar bu yasağı kaldırmış, satışı teşvik etmiş ve itirazlar karşısında, burada endişeyi gerektirecek bir durum olmadığını meclis kürsülerinden açıklamışlardır.
Ermenilere yönelik cinayetlerini yine herkes biliyor. Ama özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk milletine yönelik cinayetleri pek konuşulmuyor. Bu savaş, İttihadçı maceracıların şahsî başarıları için, Türk milletini gerekirse son ferdine kadar kurban edebileceklerini göstermesi bakımından ilginçtir. 100.000 kişiyle çıkılan Allahuekber dağlarından 10.000 kişiyle inilmesi, sırf bir tabiî felâket değildir. Kendilerinin yol açtığı bu büyük felâket karşısında bile saçma sapan taarruz emirleri vermeye devam ediyorlardı.
Çanakkale’de, Süveyş’te bu tür saçma sapan taarruz emirleri devam etmiştir. Komutanların silah tehdidiyle düşmanın yaylım ateşi karşısına çıkan ve tümden yok olan birliklerin hikâyesini birçok kaynak yazar.
İttihad ve Terakkî, sırf bir devlet batırıp toprak kaybetmemiş, Türk milletinin tarihi buyunca başına gelen en büyük felâketlerden birinin adı olmuştur.
-V-
(…) şöyle diyor:
-“Necip Fazıl okuyan Osmanlı düşmanı olur.“
Ne alâkası varsa… Osmanlı düşmanı olmaz da, Necip Fazıl okuyan, Osmanlı’nın hangi yönüne sahib çıkacak, hangi yönünü reddedecek, ne yönden değerlendirecek, onu bilir, onu bilmeyi bilir, onun şuuruna erer.
Tarih, iyi ve kötünün içinde raksettiği bir ırmaktır. Bir toplumun kendi tarihi de öyle… Bunları değerlendirici şuurun ışıkları altında birbirinden ayırmak yerine, kemalistler gibi toptan redde veya (…) toptan kabule düşülürse, tarih okumanın faydası yoktur.
Üstad Necip Fazıl (…) bir ideolojinin (…) tarih muhasebesi olarak “geçmiş”i ele almış, Osmanlı’yı bazı yönlerden överken, bazı yönlerden yermiştir. Yani Üstad Necip Fazıl, Osmanlı’yı kuru bir böbürleniş vesilesi saymamıştır; İslâma Muhatab Anlayışın dünya görüşü açısından ele almış ve ilk 250 yıldan sonrasını pek de “İslâmî” bulmamıştır. Yeri gelmiş Kanunî‘yi yerden yere vurmuş, yeni gelmiş Yeniçeri kitabında Osmanlı’nın ne çirkefi varsa ortaya dökmüştür.
(…)a anlatamazsın bunu. Onlara göre, bak işte adamlar namaz kılıyor, oruç tutuyor, dört karı alıyor, bal gibi İslâmî!.. Bunlar anlamazlar. Büyük Doğu’nun kötü tarafı, (…)a anlatılamaz oluşudur. Onlar iki sakal, iki şalvar, oldu sana İslâm… Ve avama bunlar daha kolay inerler, kendilerine daha çabuk inandırırlar. Daha çok taraftar toplarlar, daha çok sevilirler.
Büyük Doğu’nun kötü tarafı (…)a anlatılamaz oluşudur, dedik. Büyük Doğu yüksek bir tarih şuurudur ve bu şuuru aşağılara indirmek çok kolay değildir. Halbuki (…)ı okuyanlar, boş işlerin adamcıkları gibi, basit hissîlikler planında kalır, “vay (…)” derler. Orada başlayıp orada biten bir heyecandır, (…)ın anlattığı masallar. Büyük Doğu şuuru ise bütün insanî meselelere açılıcı, bütün fikir ve sanat alanlarında yürüyücüdür. Doğurtucu fikirdir.
(…)
– Üstad Necip Fazıl (…) Hira dağı kadar müslüman, Parnasse dağı kadar Avrupaî!
İşte Büyük Doğu – İBDA’nın; böyle bakarsan, kalabalığın içindeki yarışa birkaç adım geriden başlaması ile, şöyle bakarsan, eşsiz, benzersiz ve “has” yönü!
© Başyücelik Araştırmaları Merkezi 2021 – Tüm Hakları Saklıdır; Kaynak Gösterilmeden Kullanılamaz.
Başyücelik Araştırmaları Merkezi – Büyük Doğu Anayasası Taslağı