Gönüldaş Carlos lütfetmiş kitabını göndermiş bu fakire. Okuduklarımdan küçük bir kısmını sizlerle paylaşmak isterim…
İslâm Révolutionnaire (İnkılâbçı İslâm)
İlich Ramirez Sanchez- Carlos (Salim Muhammed)
Ben kimim?
Bismillahirrahmanirrahiym
Münâsib (sıkıntısız, rahat) bir içtimaî vasatta doğdum. Yükselen konumda küçük bujuva bir ortam ki, belli bir refaha ulaştıktan sonra payitahtta yerleşmeye yükseliyorlar (başşehire yerleşiyorlar). Annem daima kendini hizmete (sadâkat) adamış birisiydi. Babama gelince, o hem hukuk doktoru, hem şair, hem entellektüel, hem siyâsetçi, hem hatib hem de kavrulmuş, ihtiyarlamamış bir devrimciydi.
Benim İlich ismimi izâh eden şudur. Ağabeyim ben. Kardeşim Lenin’in ve benim ön adımız Vladimir’di. Dönemin konjonktürü içinde ön isimler konusunda bir korku (kaygı) hâkimdi fakat babam büyük bir şey riske etmiyordu zira iktidarada bulunan askerlere ve sivillere yakındı, aşağı yukarı hepsi akrabalardı, mücâdele yoldaşları, eski arkadaşlardı…
Ön isimlerimiz, devrimci mücâdelenin remz figürlerine, güçlü ve yüksek bir biçimde yerimizin neresi olduğunu gösteriyordu. Şahsî pantheonumu (ilâhlar makamı) süsleyen büyük insanlar, hepsi, hayatlarını insanın hürriyetine adayan veyâ ileri derecede angaje eden insanlardan oluşuyordu, Lenin’den başlayarak, Stalin, Gaitan (Kolombiya Liberal Partisi’ lideri), Cipriano Castro (1899 itibârıyla Venezuela’nın milliyetçi başkanı), Mao Tse-Toung, Morazân (Merkezî Amerika’nın birleştiricisi), Gustavo Machado (Venezuela Komünist Partisinin tarihî şefi), Cemal Abdel Nassır, Fidel Castro, Che Guevara… Ve tabiî ki, babam!
Onun sâyesindedir ki, ondandır ki, siyâsî bilincimin şekillenmesi sürecinde aile ocağında bu, idol (put) olub çocukluğumun yollarını tesbit eden sembolik figürler biraraya geldiler. Onlar bana izlemem gereken yolu gösterdiler. Benim için bir biçimde model oldular. Bugün, hepsinin ortak olarak, ülkelerinin sınırlarını geniş bir biçimde aşan bir aksiyonları ve tutkuları olduğunu belirliyorum.
Buna muqâbil, belli bir dönemde, iflâh olmaz bir anti-Nassırcı olmuştum, öyle ki, Eylül 1970’de ölümünde, fedaîunumuz arasında gözyaşı dökmeyen tek kişi bendim. Çok sonraları, Arabları modern tarihe sokmak, onları tarihin ‘özneleri’ yapmak için uğraş veren Cemal Abdel Nassır’ın gerçek büyüklüğünü kavrayabildim!
Babamı 29 senedir görmedim. Siyâsî ilişkilerimiz çatışmalı hâle gelmişti…
…. 1994 Eylül’ünden beri, yani aşağı yukarı Fransa’ya geldiğimden beri, birçok kaçırılma teşvikinin nesnesi oldum. AK47 suikast silahları, otomatik tabancalar, patlayıcılar teklif edildi. Bu ölüm mesajları Cezayirli general Smail Lamari adına gönderiliyordu….
… Ben Devrimci bir savaşçıyım ve böyle kalıyorum. Ve bugün Devrim, herşeyden evvel, İSLÂM (devrimi)’dır…
26. yaşımın arefesinde, 1975 Ekim’inin başlarında İslâm’a geçtim. Kış mevsimiydi, Yemen’de FPLP’nin (Front Populaıre pour la Lıberatıon de Palestıne-Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi) bir eğitim kampında, Abyan vilâyetine bağlı Ja’ar yakınlarında. Bu sürece kendimi, bir süre sonra, Doğu Afrika’da yöneteceğim hayli tehlikeli bir baskına berâber katılacağım Arab savaşçıların yoldaşlığıyla hazırladım. Hepsi Müslüman’dı ve bana, imânlarını paylaşarak onlardan biri gibi olmamı önerdiler. Silah kardeşiliği böylece, ihtidamın orijinidir. Kesin (belirleyici) bir rol oynamıştır… O günki ihtidam ‘hafif’ti. Düşünülmüş bir iknâ olmadan daha ziyâde yoldaşlıktan kaynaklanıyordu fakat daha sonra, cesur ve durugörülü İranlı bir molla olan Abu Akram ile karşılaştım, bugün Iraq’ta bulunan İranlı Halkın Mücâhidleri’ne yakındı… Abu Akram benim mes’uliyetim altında bulunuyordu… Bana ilk olarak Fâtiha’yı ezberletti… Böylelikle, Allah’a teslimiyyet ve ihtida âyinini iki kerede tamamladım ki bu, moral ve ruhî tekâmülün uzun bir yolu oldu. Yazılanların aksine, beni Abdülaziz Buteflika’ya bağlayan dostluk bağlarına rağmen, hükümetle ilişkilerimin hiçbir zaman dinî temelde olmadığı ve hiç câmîe bile gitmediğim Cezayir’de ihtida etmedim… Allah’a olan inancını yitirmiş olan babam, bunu (inancını) bir biçimde Marx’a ve Lenin’e transfer etmişti….
“1991 ilkbaharında, Iraq’ı yaygın bir biçimde tahrib eden bombardımanların akâbinde, muhtelif ideolojilerden ve kökenlerden alacalı anti-emperyalist mes’ûlleri (içeren bir çerçevede) bir toplantıya katılıyorum; gayrı resmî ve daha doğrusu kendiliğinden bir kosensüs oluşuyor: Misilleme olarak ABD bombalanmalıydı.
Pakistan’daki Al-Zulfikar örgütünün genel sekreteri Şehid Mir Murtaza Bhutto, sâdece Washington D.C’deki vazıh objektiflere karşı değil, New York’taki Dünya Ticâret Merkezi’nde bir uçak parçalama fikrini ifâde ediyor”.
Al Hayat, 11 Eylül 2002
Bu eylemi Müslümanlar yapamaz diyenlere duyurulur.
Kader’in yollarına hulûl edilemez…
Teori canlı bir şeydir, organiktir. Hareket eder, yaşar ve dönüşür. Aksi hâlde, âyinsel (Hieratik) dogmalar seviyesine inilir ve orası fikirlerin ölümü ve bilâhare eylemin sapmasıdır…
Marxizm-Leninizm, ellerde, tutsaklara özgü bir âletten öte birşey değildir artık ki, devrimci ideal onu uzun süredir terketmiştir…
İmân bana bir bakış derinliği getiriyor, daha önceleri benim için hata (noksanlık) teşkil eden şeyleri anlamada bir keskinlik getiriyor. Bir de buna, kritik ânlardaki gerçek bir gerileme ağırlık hissinı ekleyin. İmânı olmayanlar, iç hayatın bu buudunu tamâmen ihmâl ediyorlar (dışlıyorlar, farkedemiyorlar)…
Keşfedecekleri tek şey, dinî hissiyatın ‘Bilinmeyen Üzerine bir Angajman’ olmadığıdır…
Modern insan, ALLAH’dan geçebileceği (O’nu aşabileceği) takıntısına sâhib. Faidesiz bir parametre. Kaderini ve başarısını kendisinin idâre ettiğini zannediyor, bunları sâdece kendine borçlu! Bütün bunlar çok saçma…
Kötülük’ün ‘Ontolojik-Varlıkbilimsel’ bir buudu var, (O) mevcud, dünya üzerinde, algılanabilir, maddî ve ruhî bir biçimde iş üzerinde (icrâ edici). Günâh başka bir şey, onun böyle bir ‘mutlaklık’ buudu mevcud değil. O, sıklıkla, tehirle, utanca eşlik eden bir boğuntuyla, bir üzüntüyle birlikte keşfediliyor…
İmân, insan fikrinin çocuksu bir hâli veyâ zihnî bir sapma değildir. İmân, tekâmül kazanımıdır…
İslâm, dayanışma hissimi kuvvetlendirdi, beni, dekadant (düşen, zayıflayan) toplumlarınızın ‘doğuştan günâhı’ (Péché Originel) olan bireycilik temâyülünden biraz soydu…
Hayatımı 14 yaşından beri Devrim’e adadım. 1964 Ocak’ından beri militan bir komünist olarak, bürokratik tuzaktan kurtularak… 20 yaşında, bu çağrı, dünya devrimi benim için Filistin mes’elesinde ete kemiğe büründüğünde, belirleyici bir dönüm noktasıyla karşılaştı. İtiraf etmeliyim ki, beni Filistin’e bağlayan siyâsî tercihlerim ve hissî ilişkilerim, Lana Jarrar’la birlikteliğimden sonra kuvvetlendi… Ne mistik biriyim ne de riyâkâr… Komünist idealim, hayatın acıları ve altüstoluşları Ahad olan Allah’a imânımla bunun arasında bir zıddiyet mevcud değil… İslâm, devrimci güvenimi ve bağlılığımı kuvvetlendirdi ve aynı zamanda onları, aşkınlaştırma bağlamında, saflaştırdı ve onlara yeni bir buud kattı…
Zannediyorum, şu ânda, Fransa’da ziyâretin yasak olduğu tek mahkûm benim…
Neden İsabelle? Neden Ben? Bugün, Kur’an Yasası’na nazaran, Peygamber’in ve Sünnet’in yoluna bağlı olarak birlikteyiz. Böyle yüce, hesabsız, ard düşüncesiz bir Aşk için ne demeli. Bu, hayret verici bir sırdır… Sâdece Allah, kaderlerimizin haritasını çizer… Er ya da geç (buradan) çıkacağım, bu bir kat’iyyet… Kasım 1992’de Amman’da bulunan Hatırat’ımın redaksiyonunu elde ettim. 20 seneden evvel yayınlanmayacaklar, her hâl-ü kârda ölümümden sonra (yayınlanacaklar), Allah isterse.
Yüce Olan’ın irâdesine boyun eğdim. ALLAHU AQBAR!
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)