Özellikle Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar”ından sonra, nesiller arası çatışmaların ele alındığı birçok eser yazılmıştır. Türk edebiyatında bu hususta yazılan ciddî sayılabilecek ilk eser, Yakup Kadri’nin, Cumhuriyet’in arefesinde (1922 yılında) yayınlanan “Kiralık Konak” adlı romanıdır. Bu kitabta, Batılılaşma cereyanının şiddetiyle sarsılan toplumda, nesillerin, duygu, düşünce, hassasiyet ve tabiî ki yaşayış tarzı olarak birbirlerinden kopuşunu, bir konağın dağılışı etrafında canlandırmıştır yazar. Konak satılığa çıkarılır ve ailenin ferdleri farklı yerlere, yaşantılara savrulur. Konağın sahibi olan ve “eski”yi temsil eden Naim Efendi yalnızlığa terkedilir. Tıpkı dağılan konak gibi cemiyet de gün geçtikçe çürümekte ve özüne yabancılaşmaktadır. Kısacası, bu roman, bir toplumun, üç neslin şahsında çöküşünün ifâdecisidir.
“Kiralık Konak”la ilgili bu çizgileri görünce, hemen sevgili Üstad Necib Fazıl’ın “Ahşap Konak”ını hatırlayabiliriz. Üstad’ın bu tiyatro eserinde de yine bir konak çevresinde yaşanan üç neslin birbiriyle olan savaşı, Türk tiyatrosunun en önemli eserlerinden birisi olarak sanat semâlarına nakşedilmiştir. Fakat bu malzeme benzerliğinin aksine, (Sait Faik ile Halikarnas Balıkçısı’nı kıyaslarken bahsettiğimiz) altyapı bahsinde çok büyük farklılıklar vardır. “Halbuki, becerikli veya beceriksiz, herhangi bir kopyacıda, binbir şairin aynı zaman ve mekânda sahip olduğu kaba ayniyetlerden hepsini bulursunuz da, öz bünyeden katılacak esrarlı cevher diye tarif ettiğimiz şahsiyet hamurundan tek zerre bulamazsınız. Çünkü kaba unsurların taklidi mümkün, İNCE TERKİP SIRLARININ TAKLİDİ İMKÂNSIZ… Herhangi bir terkip sırrı taklit edilebildiği anda, artık o bir taklit değil, aslî örnek olur.” (Necip Fazıl Kısakürek, Şahsı, Eseri ve Tesiriyle Namık Kemâl, Büyük Doğu Yay., 3. Basım, İstanbul 1992, s. 202, büyük harfle vurgu bize âid)
Üstad’ın tiyatrosunda, “Kiralık Konak”tan farklı olan, sadece altyapı değil, onunla ilişkili olarak “İNCE TERKİP SIRRI”dır da!..
Altyapı farklıdır; çünkü Yakup Kadri, Batılılaşmayı inceden inceye hicvederken, hiçbir dünya görüşünü temel almaksızın, sadece hâdiseyi görüntülemiş ve o yıllardaki his ve yaşayış alışkanlığının penceresinden bakmıştır meseleye. Nitekim aynı Yakup Kadri, Cumhuriyet’in ilânından sonra, yeni rotası Batı olan resmî ideolojinin “Kadro” faaliyetlerine öncülük ederek, “Kiralık Konak”taki hicivlerin, zaten çilesi çekilmeden ve izâhı yapılmadan, plastik bir özenti çerçevesinde yazıldığını bizzat şahsiyetiyle isbatlamıştır. Belki de romandaki “seven bir ihtirasken âdi bir aşüfte” olan Seniha ile “birşey olacakken gammaz bir serseriye dönüşen” Faik’in, Yakup Kadri’nin şahsiyetiyle bir benzerliği var… Tıpkı bu roman kahramanları gibi, yazar da “olabilecekken olamamış”tır. Bizim zâviyemizden: “Özenti” plânında yazan, yarım kalmış, nasibsiz bir istidaddır o; ve eserlerindeki zâhirî olgunluğun aksine, muhtevasını deşeledikçe makyajının altındaki gerçek çehresi ortaya çıkan -yâni altyapısı çürük- yapmacık bir güzelliğin sahibi…
Altyapının dışında, “terkip sırrı” açısından da pek övünülecek bir roman değildir “Kiralık Konak”… Mevzu ile ilgili olmayan romanlardan bile kopyalamalar vardır cümlelerin arasında… Bu romanı yayına hazırlayan (İletişim Yayınları tarafından 14. baskısını 1996 yılında yapmış) Atilla Özkırımlı, aynı eserin sonuna koyduğu “Türk Edebiyatı’nda Kiralık Konak” yazısında, Niyazi Akı’dan iktibaslarla “Madam Bovary”den aparılan birçok noktayı işaretler. Yine bu romandaki bir sonbahar tasvirinin, Mehmet Rauf’un Eylül’ündeki meşhur pasajla benzeşmesine dikkat edilmeli… Eğer aldığını bünyeleştiremiyor ve kendi malın yapamıyorsan, “taklidçi” yaftasında kurtulamazsın. “Mâlediş Çetinliği” ile taklidin arasındaki fark bundan ibarettir. Bir taş yığınından gecekondu yapılabileceği gibi, Selimiye çapında bir câmi de inşâ edilebilir. Önemli olan aynı malzemeyi kullanmak değil; o malzemeyi sûretlendirip, orijinalite kazandırabilmek…
İşte Büyük Doğu Mimarı’nın farkı: Yakup Kadri ile aynı taş yığınını kullansa da, o taşlara kafasına göre şekil vermek yerine İslâmî bir zemine oturtmuş, bu sağlam zeminin verdiği rahatlık ve mükellefiyet şuuru ile dehâsını konuşturmuştur. Altyapı farklı olduğu gibi; hayâl gücü, üslûb, kurgulama ile hissedilen “terkib”de de farklılıklar vardır. Bir kere, öfkeleri, sevgileri, özlemleri, tiksintileri ile baştan sona Necib Fazıl ve ideolocyası konuşmaktadır “Ahşap Konak”ta… Yakup Kadri’ninkinin aksine, bu eserin sonunda “konağın yakılarak” intikama talib olunuşu, tesadüfî bir farklılık değil, şahsiyet ve dünya görüşü ayrılığının neticesidir. Sözün özü şu: “Ahşap Konak” “Kiralık Konak”ın bir benzeri değil; “Kiralık Konak” yolun çeyreğinde tıkanan ve pisti terkeden bir “Ahşap Konak”tır. Yine de Yakup Kadri’nin bu romanı, Üstad’ın eserinin yanında ne kadar cüce olursa olsun, diğer birçok meşhur romanın yanında, dikkate değer bir görünüş arzeder. Çünkü özenti plânında dahi olsa, romana bir mesele sokma ve estetik kazandırma hamlesi mevcuttur.
(…)
Aynı malzemeden farklı eserlerin çıkabileceğini ifâde etmiştik. Buna misâl olarak (ve eser ile sahiblerinin şahsiyeti arasındaki ilgilerin görülmesi açısından), üstelik muhteva bakımından da olsa “yerlilik” hamlelerini takdir edişimizin farkedilmesi için, iyimser bir ânımızda, şahsımız tarafından kaleme alınan bir yazıyı bir sonraki başlıkta aktaracağız.
Kaynak: H.Y. “Hikâye, Roman ve Şiir Çevresinde Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına Toplu Bakış” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)