Bu eser, Türk sol edebiyatı içerisinde bizce bir dönüm noktasıdır. Attila İlhan’a âit bu romanın mekânı, “köy” değil, bilâkis İstanbul’un en yoğun, karmaşık yerleridir. “Toplum Gerçeğini” kalabalıklarda, şehirlerin uğultusunda aramıştır yazar. Kahramanları birkaç kişiyle sınırlı olmayan, oldukça kabarık olan bu “Kurtlar Sofrası”, zaman olarak da çok buudludur. Bunun yanında, muhtevası bir noktaya takılıp kalmaz; üç beş hâdiseden kuruludur roman. Savruk, şiirimsi bir üslûbla yazılan sayfalar boyunca bazen polisiye, bazen psikolojik, bazen toplumcu bir roman okuduğunu hisseder okuyucu. Gerçekten yazar sık sık ferdlerin şuuraltını kurcalayarak, “toplumsal gerçeği” orada aramıştır. Romanın başkahramanı gazeteci Mahmut, alışılmadık bir biçimde, 500 küsur sayfalık romanın daha ilk yüz sayfasında öldürülür ve birtakım hâdiseler bu cinayetin etrafında gelişir. Hepsinden önemlisi, Attila İlhan kendi “meselesini” işlemiştir bu romanda ve (bir noktadan sonra tamamına yakınını reddetsek de) yıllardır müdafaa ettiği tezlerini sanatın ve hâdiselerin içine serpiştirmiştir. Bunlara bir göz atalım:
Attila İlhan’a göre, âlemşümûl olan sosyalizm, her ülkenin tarihî gelişim süreci ve mevcut statükosuna göre farklı bir yapı arzeder. Diğer yerlerdeki sosyalist modelleri ve liderleri aynen benimseyemeyiz; bize yerli bir ölçek lâzımdır. Buraya kadarına -dışarıdan bir gözle- “tamam” deriz. Peki modeli şekillendirecek bu yerli ölçek nedir? İşte, Attila İlhan’ın buna verdiği cevab, onunla aramızda kapanması mümkün olmayan bir uçurumun habercisi: Attila’ya göre “bu yerli ölçeğin adı “kemalizm”dir ve bu ülkenin sosyalizmi Mustafa Kemâl ve kemalizmin etrafında şekillenecektir. Zaten M. Kemâl’in hamleleri bu yöndeydi ama 1938’den sonra İsmet İnönü onun yolunda gidemedi ve bir demokrasi diktatörlüğü kurdu.” Tuhaf şairimizin temel fikirleri bu minvâlde olup, “Kurtlar Sofrası”nda, yukarıdaki “komiklik”lerin roman kalıblarından yansıyışını seyrederiz. (Birtakım Türk-İslâm sentezcileri ve islâmcılık iddiacılarının da -tıpkı Attila İlhan gibi- 1938’e kadar geçen zamanı aklayıp suçu İsmet İnönü’ye yüklemeleri ilginç olmalı…)
Bu roman, aynı zamanda, muharririnin bakış açısıyla, 27 Mayıs 1960 öncesi Türk toplumunun bunalımlarını ele alan bir çalışmadır. Attila İlhan, bu önemli çıkışına rağmen “toplu bakışımızda” ifâde ettiğimiz “hürriyet hamlesinden” mahrumdur. Eserin önemli bir bölümünde cinsel saplantılardan kurtulamayan, bunun çilesini dahi çekmeyen bir yazar vardır karşımızda ve sürekli olarak, mide bulandırıcı pasajlarla insanın zayıf tarafını istismar eder. Hâlbuki, Batının büyük romancılarında bu tür saplantılar çok az!.. Meselâ, eşcinsel olduğu bilinen Marcel Proust dev romanını yazarken, şuuraltındaki bu rezil hastalığa takılıp kalmamış ve içindeki sapıklığa sanatını esir etmekten kaçınmıştır. Demek istemiyoruz ki yazarlar böyle konularda yazmasın. “Bilâkis, insanoğlunu en fazla ilgilendiren mevzuların üzerine eğilmek, sanatçının temel vazifelerinden…” Ama kalem şuuraltının âdi bir oyuncağı olmamalı…
İBDA’nın üzerinde önemle durduğu bir bahis: İnsanın, iradenin zaptına muhatap oluşu… Peyami Safa’nın “Bir Tereddüdün Romanı” adlı eserindeki şu satırlar bu bahse ışık tutacaktır:
“Şüphesiz, vicdanımızın vahşi ormanlarına sinen ejderhaları, canavarları tanımalıyız; içimizde gizlenen ve pusu kuran müthiş ihtimâllere cesaretle bakmalıyız; bunları şuurumuzun aynasında pervasızca seyrederek hem kendimize hem başkalarına göstermeliyiz.(…) Şüphesiz insan, bütün hayvan nevilerinin seciyelerini kendinde toplamış bir mahluktur, bir behime yekûnudur: Kaplan gibi yırtıcı, tilki gibi kurnaz, arslan gibi cesur, köpek gibi sadık ve kedi gibi nankörüz, ilh… Fakat bu vahşet imkânlarını beşerî seciyemizin çelikten kafesleri içine hapsettiğimiz için insanız ve boğa yılanından farkımız budur.” (Peyami Safa, Bir Tereddütün Romanı, Ötüken Yay.)
Attila İlhan’ın niçin hür olamadığının cevabını verdiğimize göre, Ahmet Altan gibi birçok ünlü romancıyı da aynı değerlendirme dahilinde gördüğümüzü belirtelim. Kafalarının içinde bütün haşmetiyle(!) bir cinsellik putu var ve kedinin kuyruğu etrafında döndüğü gibi, romanları boyunca yerli-yersiz dönüp dolaşarak oraya geliyorlar; mevzu ile ilgisi olmasa dahi, illâ birkaç cinsel ifâde olacak; yoksa sanat(!) olmaz… Bu saplantının adı putperestlikten başka ne olabilir ki?..
(…)
Geniş bir kurgulama ile yazılan “Kurtlar Sofrası”nda işçiliğin zaman zaman sekteye uğradığını ve bazı müsveddelerin, zaman zaman romana aynen aktarıldığını görür gibi oluyoruz. İşte bir paragrafın içinden bazı satırlar:
“O kadar çok oturmuştu ki, dışarıda akşam olduğunu ışıkların yandığını sanıyordu. Hâlbuki vitrinlerde, hâlâ daha, gri beyaz bir kadife aydınlığı parlamaktaydı. Günler kısalıyor, diye düşündü.” (Attila İlhan, Kurtlar Sofrası, 4. Basım, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1995, s. 297)
Sanırız anlaşıldı: Madem dışarıda akşamın olduğunu ve ışıkların yandığını sanıyor; hâlbuki öyle olmamış… O zaman, “GÜNLER KISALIYOR” yerine “GÜNLER UZUYOR” denilmesi gerekmez miydi?
Bu yanlışlık, Attila’nın romanlarındaki işçiliğin yetersiz olduğunu işaretleyen ufak bir sivilcedir sadece ve üzerine dikkatle eğilince onun çok iyi bir amele olmadığını gösteren birçok belirtiye rastlanabilir.
Bahsini ettiğimiz romanın arka kapağında, Emre Kongar imzasıyla ifâde edilen birkaç satır:
“Gerek tarihin yeniden değerlendirilişi, gerek toplumsal ve ekonomik olayların kapitalistleşme süreci çevresinde verilmesi, teknik olarak her türlü bireysel etkileşim ve hattâ sapıklıkları kapsayacak bir örüntü içinde, adeta bir Marx ile Freud bireşiminin arayışını andırır biçimde işlenir.”
Marx ile Freud’un yanında M. Kemâl ismi de geçseydi, bu satırları eksiksiz olarak kabul ederdik.
Şunu da belirtelim ki, Attila İlhan’ın romancılıktaki yeri, Türk şiirindeki yerinden daha ileridir. Ama bunun sebebi, romancılık keyfiyetinin şairliğinden yüksek olmasından ziyâde, Türk romanında boy ölçüşeceği modellerin daha sınırlı olmasında aranmalı… (Bu modellerden, “yeni şiiri” değil, köklü bir şiir kültürünün remz şahsiyetlerini kastediyoruz.)
Kaynak: H.Y. “Hikâye, Roman ve Şiir Çevresinde Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına Toplu Bakış” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)