Türk romanı üzerine daha önceki bölümlerde, Peyami Safa’ya bakışımızın önemli ipuçlarını vermiştik. Birkaç cümle daha ilâve edecek olursak, onun, Türk romanını “biraz keyfiyetlendirmeye ve mesele sahibi insanın hayat zemini haline getirmeye çabaladığını” hatırlatmadan geçemeyiz. (Necib Fazıl, Allah Kulundan Dinlediklerim, 4. Basım, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1993, s. 188)
“Romana, mes’eleyi ve beşerî ukdeyi getirmiş veya getirmeyi vaadetmiş olan eski örnekler, kendi aczlerinden ziyade içtimaî alâkanın felci yüzünden, köşelerinde pörsüyüp gitmektedir.” (A.g.e., s. 205) Bu eski örneklerin en önemlisi, eserlerinde ruhçu bir sanat anlayışını tüttürmeye çalışan, “İslâm harfleri” kültüründen gelme, “biliş ve bildiriş tarzına sahib” Peyami Safa’dır. Gözden kaçırmadan ifâde edelim ki, bu “eserlerinde ruhçu bir sanat anlayışını tüttürme” bahsi, romancılığı için geçerlidir ve aynı çizgisini bazı fikrî eserlerinde bulamayız. “Duygu ile düşünce” arasında kopukluk sayılabilecek olan bu durum, Peyami Safa’nın en büyük zaaflarından birisidir.
Peyami’nin “oluş”unu yarım bırakan saiklerden birisinin içtimaî alâkasızlık olarak işaretlenmesindeki en önemli delillerden bir tanesi, hiçbir sanat kaygısı taşımadan, sadece para kazanmak için “Server Bedi” imzasıyla kaleme aldığı, çoğu Sherlock Holmes taklidi Cingöz Recai serilerinden oluşan kitablarının kapış kapış gitmesine mukabil, saf sanatın meyvelerini verme yolunda “kendi imzasıyla” neşrettiği romanlarının -birkaçı müstesnâ- sağlığında ancak tek bir baskı yapmasıdır. “Bâbıâli”de Üstad’ın bu mevzuyla ilgili bir nüktesi vardır. Ona sorarlar:
“- Nerede kalıyorsun?..
– Peyami’de…
– O nerede oturuyor?
– Server Bedi’nin evinde…” (Necib Fazıl, 4. Basım, Bâbıâli, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1990, s. 98)
Dikkat edilirse bu ince nüktede Türk cemiyetinin bediî zevkinin çürümüşlüğünü bütün dehşetiyle seyretmek mümkün… Yine aynı eserden, Üstad’ın ifâdeleri:
– “Dostum Peyami Safa çeşitli mahsuller veren bir tarladır. Onda, sadece âdi ve beylik çiçekler yetiştiren küçük bahçelerin dar sınırları dışında bir şey var… Onda hem katırların yemesine mahsus yabani otlar, hem de ceylânların emmesi için baharlı filizler birarada…” (A.g.e., s. 97)
Anlaşılacaktır ki, içtimaî hayat “katırların yemesine mahsus yabani otlar”a talib olmuş ve “ceylânların emmesi için baharlı filizlere” müşteri çıkmadığından, Peyami de ağırlığı “yabani otlar” tarafına vermiştir. Böyle bir hengâmede üstün sanatçıya düşen vazife, zevk seviyesi “katır” keyfiyetinden ibaret olanlara uymak değil, ömrünü ceylân keyfiyetindekileri aramaya adamak olmalıydı ve Peyami Safa’nın göze alamadığı da budur.
Kaldı ki Dostoyevski ve Balzac gibi dünyanın en büyük romancılarının neredeyse eserlerinin tamamını “para kazanmak ve borç ödemek” için yazdıklarını hatırlarsak -ki meşhur “Suç ve Ceza” bu gayeyle yazılan romanlardandır-, usta bir sanatçının verimlerinin bütünü içinde keskin sınır çizgileri olmaması gerektiğini kabulleniriz.
Peyami Safa’daki bu tür parçalanışlar, sadece eserlerinin yazılış gayesinde değil, ruh ve akıl gibi mefhumlar karşısında da aynı noktadadır. Fakat özellikle “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” ile “Yalnızız”da RUH ile AKLI barıştırmaya çalışan bu yazar, idealimizdeki Türk romanının işaret taşlarını numûnelendirmiş olsa bile, bu çırpınışını belirli bir zeminin üzerinde yeşertememiş ve zekâsının mihraksız gayretine teslim etmiştir.
Peyami’nin gönül ve aklının, derinlemesine bir bakışta, farklı istikametlerde olduğu görülecektir. “Türk İnkılâbına Bakışlar” adlı, resmî ideolojiye “ideolog” olma hevesiyle yazdığı eserinde, ruhçu birisine hiç yakışmayacak şekilde, Türk düşüncesinin geri kalışının sebebini İmâm-ı Gazzâlî ve Muhiddin-i Arabî çizgisinin takib edilmesi olarak gösterir ve onların yerine “akılcı” olan İbn-i Sînâ ve Fârâbî yolunda gidilseydi rönesansla birlikte yaşadığımız tıkanıklığı tatmamış olacağımızı iddia eder. Hâlbuki “Yalnızız”ın kahramanı Samim’in hasretini çektiği “Simeranya” ülkesi, ruhun akla baskın olduğu ve aklı yönlendirdiği bir yerdir.
“Sözde Kızlar”da cemiyetin ahlâkî çöküntüsünü, “Canan”da “kendisini damla damla satan ve erkekleri kıvrandıran” bir kaltağın mizacını, “Mahşer”de I. Dünya Harbi yıllarındaki sosyete züppelerinin ruhî sefâletini ve halkla olan aykırılıklarını, “Şimşek”de ihanet eden kadın psikolojisini, “Bir Akşamdı”da Don Juan yaşantısını otopsiye yatıran; “Fatih-Harbiye”de Doğu-Batı muhasebesinin kapısını aralayıp, “Bir Tereddüdün Romanı”nda kadın ve erkeğin iç dünyasıyla birlikte ruh-madde çekişmesini de ele alan; meşhur “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”nda hasta ve âşık bir çocuğun ruhî durumunu sergileyen; “Biz İnsanlar”da diyalektik materyalizme ağır bir darbe indirip, “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”nda ruhçuluğun maddecilik karşısındaki zaferini ilân eden ve “Yalnızız”da özüne yabancılaşan insanlara ve çözülme noktasına sürüklenen hayat tarzına karşı, hasretini çektiği dünyayı “Simeranya” adlı bir ütopya ile canlandıran Peyami Safa, fikirlerindeki bütün zikzaklara ve bunları belirli bir ideolocya zeminine oturtamamasına rağmen (ki bu ikisi birbiriyle ilişkili), romancı olarak, Türk Edebiyatı’nın dünya romancılığına teklif edebileceği belki en önemli isimdir; elbette onunla mukayeseden azâde olan “Tilki Günlüğü” muharririni saymazsak…
“Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman” adlı eserinde, Cevdet Kudret Solok’un Peyami Safa’yı “bir zamanlar Türk İnkılabına Bakışlar’ı yazmış birisi olduğu hâlde, 1950’lerden sonra “Türk Düşüncesi” dergisini çıkararak gerici fikirleri savundu” minvâlinde tenkid etmesi, bu usta romancının özellikle son yıllarında gönül ile aklını birbirine yaklaştırdığına işaret sayılabilir.
Kaynak: H.Y. “Hikâye, Roman ve Şiir Çevresinde Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına Toplu Bakış” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)