Tıpkı Kırgız’ların ünlü yazarı Cengiz Aytmatov gibi Türkiyeli olmayan “Cengiz”lerden birisi de Kırımlı Cengiz Dağcı’dır. Fakat Cengiz Aytmatov’un aksine, romanlarını Türkiye Türkçesiyle yazan ve asıl okuyucu kitlesi burada olan Dağcı’nın bu çalışmada yeri olmalıydı; ömrü boyunca bir kez Türkiye’ye gelmemiş olsa da…
Eseri hayatının üstüne çıkan değil, daha ziyade hayatı eserini yönlendiren yazarlardandır Cengiz Dağcı. Küçük yaşında ülkesi Rus işgaline uğramış, birçok yakınını kaybetmiş, II. Dünya Savaşı’nda asker olarak bulunmuş ve savaşı bütün dehşetiyle yaşadıktan sonra -Türkiye sığınma talebini geri çevirdiği için- İngiltere’ye yerleşmiş ve ömrünün çoğunu, hatıralarının arasında ve Kırım’ın hasretiyle yanıp hayâliyle tutuşarak bu ülkede, Londra’da geçirmiştir. 30 yaş civarında İngiltere’de öğrenmeye başladığı Türkiye Türkçesiyle yazmaya başladığı romanlarında, hayatının ve ülkesinin macerasının önemli bir bölümünü görmek mümkündür; öyle ki romanlarının isimlerine bakmak bile yeter: “Korkunç Yıllar”, “Yurdunu Kaybeden Adam”, “Onlar da İnsandı”, “O Topraklar Bizimdi”, “Ölüm ve Korku Günleri” vesaire… Bu hayatın acı sahneleri, şahsımıza bir zamanlar şu beyiti ilhâm etmişti:
CENGİZ DAĞCI
Yurdunu kaybeden adam, yarımdır senin dünyan!
Gurbet ellerde bile Kırım’dır senin dünyan!
Anlaşılacaktır ki, Cengiz Dağcı bir “misyon” romancısıdır ve Türkiye toprakları üzerindeki “Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarından” hiçbirisi onun kadar bir “misyonun” sahibi olmayı başaramamışlardır. Şübhesiz, belirli bir misyonun etrafında dönüp durmak ve benzer sahneleri yeni baştan yazmak bir yazarı menfî yönde etkiler ama Türkiye’de böyle yapanlar çok olduğu hâlde, hiçbirisi bu işin, yüklenmek istediği misyonun hakkını, 30 yaşından sonra Türkiye Türkçesi öğrenen Cengiz Dağcı kadar verememiştir. Ne Yaşar Kemâl’in köyleri o kadar canlı ve anlattıkları birer tarihî belge mahiyetindedir, ne Fakir Baykurt’unkiler… Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının kısırlığına bir vesika daha!
Dağcı, sınırlı sanat keyfiyeti ve sonradan öğrendiği bir şive ile, üstelik daha başka bir dilin konuşulduğu ve sanatını paylaşacak insanların olmadığı bir ülkede romanlar yazmış ve mazlum bir milletin haykırışlarıyla, feryatlarıyla, II. Dünya Harbinin insanlığa kan kusturan dehşetiyle sayfalar doldurmuştur. Şerefi ayaklar altına alınan insanlığın soylu bir çığlığı, yiğit bir direnişidir bu romanlar; emperyalizmin suratında patlayan bir tokat gibidir.
Tolstoy’un akıcı roman tekniği ile ancak Dostoyevski’de rastlanabilecek trajik manzaraları ustaca yansıtan ve bu trajedinin içine bütün bir Kırım halkıyla birlikte birçok Dünya Savaşı mazlumunu da sığdıran Dağcı, yine hayatının bir uzantısı olarak, Rus ve Avrupa romanının arasında kendi tarzını yakalamıştır. Oralar için yeni olmasa da, Türkiye edebiyatı için “alışılmadık”tır. Her ne kadar dünya edebiyatına söyleyecek fazla bir sözü olmasa bile, Türkiye’deki birçok ünlünün cılızlığına ölçü teşkil etmesi bakımından mühimdir. Kırım’ın hak arama savaşındaki yeri ayrı bir bahis.
Kaynak: H.Y. “Hikâye, Roman ve Şiir Çevresinde Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına Toplu Bakış” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)