CUMHURİYET EDEBİYATINA TOPLU BAKIŞ – 24 (Şiirden Anladıklarımız)

Bu çalışmada olması gerekenden ziyade olamayışları işaretlemek ve bunu yaparken olması gerekeni hissettirmek gibi bir yol seçtik ama, hikâye ve romanın aksine, önüne gelenin şiir yazdığı, canı sıkılanın şairlik iddiasında bulunduğu, Yeşilçam filmlerinden kopardığı birkaç cümleyi kırık dökük bir şekilde alt alta sıralayanların şiir(!) kitabı neşrettiği ve yazanın okuyandan kat kat fazla olduğu, üstelik bu yazanların da yazdıklarının çeyreği kadar okumadığı palyaçolar diyarında, öncelikle zorluğun ve çetinliğin ifâdecisi olan şiir anlayışımızı gücümüz nisbetinde ve bütün haşmetiyle meydan yerine dikmekte fayda görüyoruz.

Bizim şiir anlayışımızın ana hatları, Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu tarafından çerçevelenmiştir elbet. Adres olarak “Poetika” ile “Şiir ve Sanat Hikemiyatı”nın özellikle dördüncü levhasını göstermek yeter. Ama burada o satırları aynen aktarmak gibi bir kolaycılığa kaçmak yerine, o yazılanlardan ANLADIĞIMIZI ifâde edeceğiz ve uygun bir zemin oluşunca iktibas edeceğiz alınması gerekeni…

Biz, ideolocyamızdaki “iç oluş” ve “dış oluş” bahsinin, başta şiir olmak üzere diğer sanat türlerine de tatbik edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Malûm olduğu üzere, “iç” muhteva, “dış” ise yapı mânâsında kullanılıyor bu mevzuda… İkisinin öpüştüğü yerde ideal sanat zuhur ettiğine göre, bizim şairimiz eseri üzerinde çalışırken, “iç” ve “dış”ı birbirine kavuşturmak için çırpınır. Bunların kavuşmasıyla meydana gelen “bütün”, iki parçanın bir araya gelmesinden ibaret olmayıp, daha yukarılarda bir mahiyete, kimliğe bürünmektedir. Çünkü ideal şiir, ses ile muhtevanın birbirini tamamladığı yerde BAŞLAR. En basit, ilgiden en mahrum objelere bile derin mânâlar yükleyebilmek ve bunları estetik bahsine yakışır biçimde ifâdelendirmek… Şairin çabalarından birisi bu yönde olmalıdır; çünkü en girift muammalar ve en mücerret bahisler dahi, ehil olmayan ellerde maskaralaşır.

Özellikle şiirde “zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı” kurulmalıdır. Bugüne kadar derinlik uğruna heyecanı, heyecan uğruna derinliği, fikir uğruna estetiği, estetik uğruna fikri fedâ edenlerden ayrı bir yerde ve “duygunun düşünceden, düşüncenin duygudan süzüldüğü” noktada üstün şiir yakalanmalıdır. Bu doğrultuda NİSBET MİHRAKLARIMIZIN büyüklüğünü ve Cumhuriyet şairlerinin sefâletini seyredebiliriz.

İdeal şair, zevk ve anlayış hassasiyetine göre, romantizmden realizme, natüralizmden sembolizme kadar bütün sanat anlayışlarından istediği ve lüzumlu gördüğü kadar istifade eder, fakat onların tahakkümü altına girmez. Meselâ, çalışmalarını sembollerle zenginleştirir, her türlü sembolden yararlanıp onlarla oynar ama şiirinin sembolizmin esiri olmasına razı olmaz. Çünkü SANAT YENİ SEMBOLLER KULLANMAK İÇİN YAPILMAZ; YENİ SEMBOLLER SANATI ZENGİNLEŞTİRMEK İÇİN KULLANILIR. Bunun yanında ideal sanatçı, mübtezelleşen “çok soyut”, “az soyut”, “fazla somut” gibi sözde ilmî(!) tesbitlere fazla rağbet göstermeyip, yeri gelir mücerrede dalar, yeri gelir müşahhasa dağılır. Bir mimarın, yerine göre girinti ve çıkıntılarla estetik bir inşaat yapması gibi, şair de ân olur mücerretle, ân olur müşahhasla, ân olur ikisini kaynaştırarak şiir sarayını inşâ eder. Büyük Doğu ve İBDA Mimarları’nın şiir ve anlayışlarından ilhâmla belirtelim ki, “en girift mücerretle en katı müşahhası” öpüştürmektir marifet.

Yıllardır sözde edebiyat(!) muhitlerinde geyik muhabbetlerine mevzu olan ve bir anlayış sistemi çerçevesinde ele alınmadığı için -ki Üstad ve Kumandan dışında böyle bir derdi olan da yoktu- hep muğlakta kalan meseleler, yerli yerine oturtulmalıdır. Misâl olarak, özellikle şiir bahsinde “sanat kimin içindir” sorusu üzerine kopartılan yaygaralar. Kimine göre “sanat sanat için”miş, kimine göre ise “toplum için”… Bize göre ise, “toplum nedir”, “derinliğine ve genişliğine insan nedir”, “ferd toplumun neresindedir”, “ihtiyaç nedir”, “güzel nedir”, “neye göre güzel” gibi birçok soru üzerine kafa patlatmadan, “ferdiyetçi”, “toplumcu” gibi tartışmalara girmek abestir. “Toplu Bakış”taki bir tesbitimizi tekrar hatırlatalım: İBDA’dan öğrendiğimize göre, şuurun biri ferde, diğeri ise topluma dönük iki ritmi vardır ve sürekli bu iki ritim arasında hâlden hâle geçeriz. Ve yine biliyoruz ki, insan, derinliğine ferd, genişliğine ise toplumdur. İşte bu noktada sanat iki kanatlı bir kuştur ki, bir kanadı toplumken, diğer bir kanadı da ferddir. “Toplum” ve “ferd” kanatlarını takınan bu sanat kuşu, uçuşundaki âhenkle, görünüşündeki ihtişamla itibarlansa da, ona asıl kıymetini uçtuğu yön verir. Ve bu kuş bilerek veya bilmeyerek MUTLAK YÖN’Ü arar. Lâkin o “yön”e, o “yön”ün istediği zarafetle uçması da zaruridir.

 

Kaynak: H.Y. “Hikâye, Roman ve Şiir Çevresinde Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına Toplu Bakış” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!