Sait Faik’in Bilgi Yayınevi tarafından neşredilen ve 3. Basımını Aralık 1993’te yapan, hikâye, deneme ve mektuplarının derlemesinden oluşmuş “SEVGİLİYE MEKTUP” adlı kitabının 125. sayfasındaki “Yeditepe Üzerine” başlıklı yazısından anlıyoruz ki, bir zamanlar onun, Halikarnas Balıkçısı imzasıyla yazan Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı taklid ettiği dedikodusu yayılmış ve Sait Faik de bahsi geçen yazısında bu dedikoduya ateş püskürüyor. Ahmed Kabaklı da, “Türk Edebiyatı” adlı eserinin 3. cildinde Halikarnas Balıkçısı’nı incelerken, denizi ve denizcilerin hayatını anlatma noktasında, onun ilhâm verdiği yazarlar arasında Sait Faik’in adını da sayar.
Büyük Doğu’nun “yeni olan terkiptir” hükmü gereği, bizler Sait Faik’in, Halikarnas Balıkçısı’nın yolundan gittiği şeklindeki bir iddiayı her iki yazara karşı haksızlık olarak kabul ediyor ve onların sanatlarını inşâ ettikleri altyapıyı yeterince tanımamaya bağlıyoruz. Önce bu iki yazar hakkında kısa bilgiler:
SAİT FAİK: Varlıklı bir ailenin çocuğudur. Ömrü boyunca yazı yazmak dışında hiçbir iş yapmamış, başıboş, avâre bir hayat sürmüştür. Kâh insanlardan kaçmış, kâh en bayağı insanlarla dostluk kurmuş, gününü gün etmek için fırsat aramıştır. Denize, balıkçılığa ve alkole düşkündür. Bir hikâye yazabilmek için, bazen bir sokak çocuğunun arkasında saatlerce yol yürüdüğü söylenir. İstanbul’da yaşadığı başıboş günlerinde karşılaştıklarını, hissettiklerini, görüp duyduklarını ve hayâlini kurduğu şeyleri yazmıştır. Yazılarında merkez kendisidir ama özellikle adalardaki insanlar, balıkçılıkla uğraşanlar, işsiz güçsüz insanlar, sarhoşlar ve hırsızlar, kimsesiz çocuklar, tabiatın ruhunda uyandırdığı güzellikler belli başlı kahramanları ve mevzularıdır.
HALİKARNAS BALIKÇISI: Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır. Baba katili olduğu bilinmektedir. Ayrıca istiklâl mahkemeleriyle ilgili bir yazısından da ceza almıştır ve yaşadığı sürgün hayatında günümüzün meşhur Bodrum’unu keşfetmiş ve o zamanlar hiç tanınmayan bu yerleşim yerini bütün Türkiye’ye tanıtmıştır. Mitoloji uzmanıdır. Beşbin yıllık Anadolu kültürünün bir bütün olduğuna inanır ve eski Anadolu uygarlıklarının Yunanlılara değil, biz Anadolu’lulara âit olduğunu şiddetle müdafaa eder. “Anadolu Efsaneleri” adlı kitabının önsözünde şunları yazar: “Göç eden insan yığınları ve istilâ için yürüyen fetih orduları, hep Anadolu’nun üzerinden geçtiler. Buldukları halkı öldürmediler ama hep onlara karıştılar. Son olarak biz Türkler geldik ve onlara karıştık. Öyle ki, biz Amerikalılardan bile daha melez olduk, bundan ötürü vakit vakit Anadolu’ya gelmiş ve bu yurda kısa yahut uzun bir süre sahip olmuş ne kadar insan varsa damarlarımızda hepsinin de kanı vardır. Her ne kadar kültür sorunu bir kan sorunu değilse de, yabancımız sayarak yadırgadığımız şeylerin biz hem fiilen, hem de hukuken mirasçıyız.” (Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Bilgi Yayınevi, 7. Basım, s. 14)
Bu iddiaları, birçok tarihçiyi dayanak alarak elbette reddediyoruz ama buraya aktarmamızın gayesi, doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmak değil; Halikarnas Balıkçısı’nın sanatına yön veren altyapıyı ortaya çıkarmak ve Sait Faik’le kıyaslama imkânı bulabilmektir.
Yine bu Cevat Şakir’e göre, Anadolu’nun üstündeki binlerce yıllık bu mirası biz Türkler sahiplenmediğimiz için, hiç hakları olmadığı hâlde Yunanlılar sahiplenmişlerdir. Hâlbuki Homeros ile Sokrates aynı kültürün adamı değildir; Sokrat onlarındır ama Homer bizim…
Mitoloji ve eski Anadolu uygarlıkları konusunda bir kütübhâne kadar geniş bir bilgisi olan Halikarnas Balıkçısı’nın bu ilgisi, Salih Zeki Altay’ınki gibi budalaca bir hayranlıktan ibaret değildir. Balıkçı’nın eserleri birazcık dikkatlice incelenirse, adeta mitolojinin ideolocyasını inşâ gayretinde olduğu farkedilecektir. Böyle bir adamın hikâyelerinin altyapısı elbette buralara kadar uzanacaktır.
Sait Faik’le Halikarnas Balıkçısı’nın Benzerlikleri:
– İkisi de deniz hayatına düşkündür. Denizi, denizcilerin yaşantısını delice severler. Hikâye ve romanlarının ana mevzuları genellikle denizciliktir. Balıklarıyla, işçileriyle, sahil köyleriyle deniz hayatı ve tabiat onların eserlerinde zahirî bir benzerlik vehmettirir.
Farklılıkları:
– Öncelikle mekân… Sait Faik İstanbul’un kıyı köylerinden, Boğaz’dan, Adalar’dan, kısacası Marmara’nın hem de sadece bir kısmından seyreder deniz hayatını… Halikarnas Balıkçısı ise, Marmara’yı dar ve tek buudlu bulur, sevmez… Ege’nin masal gibi ilginç ve bereketli suları, Akdeniz’in enginliğidir onu cezbeden ve kendisine çeken deniz…
-Sait Faik iskelelerde dolaşır, denizcilerin arkadaşıdır. Cevat Şakir ise, engin denizlerde ve kaptanın kendisi gibidir. Sait Faik’te avâre bir mizacın sığınağı olan deniz, diğerinde hayatın tâ kendisidir.
– En önemli fark: Sait Faik’in hikâyelerinde kendi mizacı ön plândadır, herşey kendi duygularına göre şekillenir. Üzüntüler, sevinçler, özlemler, ümitsizlik ve ümitler tamamen kendi içinde ifâdeye bürünür. Sosyal hayatın acıları da onun şahsî hisleri üzerinde iz bırakabildiği kadar mevcuttur. İşte onun hikâyelerinin altyapısı.
Halikarnas Balıkçısı’nın hikâyelerinde ise binlerce yıllık bir yaşantının, bir kültürün, hayata karşı takınılan tavrın, bu tavrın içinde şekillenen efsanelerin, inanışların içinde yoğrulan bir muhteva vardır. Onun hikâyelerinin altyapısı, bir ömür üzerinde çalıştığı “mit”lerdir. Çeşitli aşamalardan geçen, damıtıla damıtıla günümüze gelen bir hayat tarzının, Ege sahillerinde yaşayan ve ekmeğini denizden çıkaran köylüler üzerindeki tesiri sözkonusudur onda… Öyle ki, ünlü denizci Turgut Reis dahi, denizlere olan tutkusu sebebiyle, Cevat Şakir’in eser kahramanları arasına girmiştir.
– Bir diğer fark ise, Sait Faik’in defalarca bahsettiğimiz modern tarzın kalıplarında yazması; Halikarnas Balıkçısı’nın ise, daha çok klâsik tarza yakın olmasıdır. Bu arada Balıkçı’nın da zaman zaman (meselâ “Çiçeklerin Düğünü” adlı hikâyesinde) modern tarzdan faydalandığını, kimi zaman ise klâsik ve modern kalıpların ortasında bir yer tuttuğunu belirtelim.
Sonuç olarak; Sait Faik’in hikâyeleri ifâde ve estetik kıymeti açısından gerçekten daha başarılıdır ve ruh üzerinde bıraktığı tesir daha dikkate değer… Hikâye peteğine şiir balını kendi çapında başarıyla doldurmuştur. Halikarnas Balıkçısı’nınkiler ise, muhtevasındaki kültürel izlerin zenginliği açısından Sait Faik’ten daha ileri… Demek ki, ikisi tek bir kişi olsaydı, iç zenginlik ile kültürel zenginlik birleşir ve Cumhuriyet dönemi hikâyeciliği içinde daha fazla ciddiye alınabilecek bir imza ile karşılaşırdık. Zâten Türk edebiyatının en önemli eksiği burada; yâni üstün sentezin olmayışındadır. Hep birisinde olmayan diğerinde mevcut ve Necib Fazıl ile Salih Mirzabeyoğlu dışında “zıt kutublar arası muvazene”yi kurabilen hiç kimse yok.
Bu iki yazarı kıyaslamamızın sebebi, sanat eserlerinde altyapı meselesini işaretlemek içindi. Aynı yoldan gitmek demek, aynı şeylerden, meselâ denizden, kadından, savaştan veya daha başka mevzulardan bahsetmek değil, bahsettiklerini temellendirdiği altyapının benzer olması demektir. Türk edebiyatında bunu anlayacak kaç münekkid var acaba?
Kaynak: H.Y. “Hikâye, Roman ve Şiir Çevresinde Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına Toplu Bakış” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)