“Başyücelik Devleti-Yeni Dünya Düzeni”(1) adlı eseri okuyan sol görüşlü biri kitabın bazı sayfalarına kurşun kalemle kendince eleştiriler yapmış. Bu eleştirileri vesile kılarak, “Başyücelik” modelinin ne olduğu ve ne olmadığı üzerinde biraz durmak ve şuur seviyemizin el verdiği ölçüde bu model üzerinde düşüncelerimizi belirtmek istiyoruz.
.
Herşeyden önce şunu belirtelim: “İslâm’da idare şekli yoktur, idare ruhu vardır!” ölçüsünce, “Başyücelik Devleti” modeli, daha öncekilere benzemeyen, diğer sistemlerin faziletlerini içinde barındırıp yanlışlarını dışlayan ve çağımızın ihtiyacına cevap veren yepyeni, en ileri ve en akıllı bir modeldir. Üstad Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü’nde işlediği ve “Büyük Doğu İdeolocya Örgüsü’nün” işleniş gayesini, mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu Başyücelik Devleti adlı eserinde meseleler içerisinde açmıştır. Zıdlarını tahlil masasına yatırarak, pratik ve eleştirel bir yol izleyerek, “Neden Başyücelik Devleti?” sorusuna en tutarlı cevaplar ve izahlar getirmiştir.
.
Aslında dünyada demokrasi kılıfı altında acımasız bir oligarşi hüküm sürmektedir; Sovyetler’in çökmesinden sonra tek kalan Hristiyan-Yahudi Batı Oligarşisi… Niçin demokrasinin olamayacağı ve kendi içindeki çelişkilerle beraber eleştirisini de bulacağımız bu kitapta, pratikte yaşadığımız çıkmazların ve bunalımların iç yüzünü veren tahlillere ve çözüm önerilerine de rastlamaktayız. Avrupa Birliği’nin ve Demokrasi dayatmalarının ne derece, ne sinsice bir köleleştirme olduğunu da. Batı’nın hileli tezlerini ve sömürgeleştirme siyasetlerini ve nasıl bir “Haçlılar Seferi” zihniyeti taşıdığını da… BM Teşkilatının nasıl bir “Domuzlar Diktatoryası” olduğunu da… Ve bizim sistemimizin bütün bunlara uzaklığını da… Ve Başyüce’nin nasıl bir remz olduğu ve bu modelin insanın insana köleliği rejimlerinden ne kadar uzak ve zıt olduğunu da… Bizdeki nizam, otorite ve cemiyet birliği kavramalarının, totaliter rejimlerden ayrı olduğun da… Ve soruyor(uz):
.
-“Yahudi-Hristiyan karması Ortak Pazar’a (Avrupa Birliği), her hakkını onlara bırakmış bir sığıntı olarak giren Türkiye’de bu inceliği seçebilecek gözler acaba kaç tanedir?”(2) “İnsan hakları bir iç rejim meselesi değildir” diyerek bunu sömüreceği ülkelere müdahele için kullanan sahtekâr Batı, Çeçenistan meselesinde ise, “Çeçenistan Rusya’nın iç işleridir” diyerek demokrasiyi ve insan haklarını ne için kullandığını tekrar göstermiştir.
.
Bu hususta eserden iki tesbit: “Batı yönünden, kendi aralarındaki dalaşmada (kendilerini de yıkıma götüren) umumî hesaplaşma yerine işi birbirine tesir eden dişliler üzerinde eriterek asgariye indiren demokratik rejim, Batı dışında kalan İslâm ülkeleri ve 3. Dünya ülkeleri için çukulatayla kaplanmış bir zehirdir.”(3)
.
“Batı toplum ve yaşayışının içinde doğan demokrasi, yine bu toplum ve yaşayışının ayrılmaz parçası sömürgeciliğin uzantısı olarak ihraç edilirken, ulaştığı menzil boyunca “altı kaval üstü şişhane” oluşumlara vücut vermektedir; ve bu hâl hem onların demokrasi adına müdahele hakkını doğurmakta hem de dolaylı yoldan bolca imkân sağlamaktadır.” (4)
.
Kitabı okuyan kişi, “İktidarın kaynağı” mevzuunda, “demokratik, faşist ve sosyalist rejimler arasında bir fark olmadığı” tesbitini içine sindirememiş olacak ki, soru işareti koymuş… Tesbit şu:
.
-“İddialarına göre düşünürsek, demokratik, faşist ve sosyalist rejimler arasında ayrılık “İktidarın toplumdan gerçek kişilere geçmesine ilişkin hukukî ve politik” usûllerdedir; yani bu rejimlerin birbirlerini tariflerindeki ayrıldıkları nokta, iktidarın kaynağının ne olması gerektiği değil, yürürlükteki hukukî ve politik usûllerle toplum hakimiyetinin sağlanıp sağlanmadığı noktasındadır.”(5)
.
İktidarın kaynağının doğru izah edilemediği yerde, meseleler ortaya çıkmaktadır. Bu, Mutlak Fikrin Gerekliliği noktasına çıkar… Sistemlerin çıkmazı da burada zaten… Sınırlı müşahede ve tecrübe verileriyle elde edilen bilgilerle “Mutlak Prensipler” bulanamaz; ve iktidarın kaynağı da tutarlı izaha kavuşturulamaz… Meselelerin gelip dayandığı nokta olan “Mutlak Fikir” şartının, “sürekli kısır bir döngü. Her zaman herkes aynı şeyi savunamaz, arayış süreklidir.” diye anlamayanlara, bir birinin yanlışını çıkarma okulu olan felsefeyi misâl gösterebiliriz. “Mutlak Fikir” şartı olmayınca, mihraksız tümevarımın zaafiyetiyle malûl felsefeler çıkmakta ortaya… “Arayış süreklidir”, fakat bir birinin yanlışını göstermekten öte bir mânâ ifade etmeyen başıboş arayış değil, Mutlak Fikre bağlandıktan sonra sürekli arayış vardır bizde… İnsan ne aradığını bilmezse, ne bulduğunu da bilmez zaten…
.
Demokrasi mevzuunda “önemli” ve “doğru” notu düşülen kitaptan iki ayrı cümle:
.
“Demokratik siyasi hayatın çoğulculuğu içinde, bu çoğulculuğun gerekliliği olarak, hürriyetçi düzeni ortadan kaldırmak isteyenlere, bu hakkı tanımak gerekir mi?”(6) Ve demokrasi için “Ön Eleştiri” bahsinin sonundaki cümle:
.
“İşin bütün özü şudur ki, bütün lafazanlıklar bir yana, demokrasi kendini iptal edecek olan fikir akımlarına ve siyasi kuvvetlere karşı telkin gücüne dayanmayan- cebrî müeyyidelere dayalı- bir koruma durumuna geçtiği an, demokrasi diye birşey yoktur…”(7) Ve bizim Hakk derken ve Halk görüşümüz, demokrasi sahtekârlığı değil, gerçek hürriyettir:
.
“Bize gelince… Biz, halka yaltaklanarak iktidar koltuğuna kurutanlarla değil, halkı HAKKA inandıran, kendisiyle beraber onu inandığına esir eden hakimiyete tutkunuz, hakikate esaretin insanlığına.”
.
-”Hakk’a teslim ol, hürriyete kavuş!”(8)
.
Batı’nın ve Amerika’nın üflediği, “hürriyet, demokrasi, insan haklan, Yeni Dünya Düzeni, Avrupa Birliği” gibi kavramların ne kadar boş ve aldatmaca olduğu ve bunların nasıl bir sömürgeleştirme aracı olarak bizim gibi ülkelere dayatıldığı açık açık ve pratik delilleriyle gösterilmiş bu eserde. “San Fransisco diktası ile gelen hürriyet”in ne mal olduğu ve hoşgörü masallarının nereye kadar ve niçin olduğu da…
.
“Yüceler Kurultayı”, vatan ileri gelenlerinden en layıklarına “Yüceler Kurultayı’na namzet” ünvanı altında, sayı ile kayıtlı olmayarak, manevi bir derece verir. En büyük kıymet ve mükafat olan bu derecenin sahibi, hiçbir temsil hakkı olmaksızın, derecesine her an liyakât belirtmekte devam eder. Bu dereceye en küçük bir liyakâtsızlık, sahibini, “Yüceler Kurulutayı’na namzet”lik hakkından düşürür. “Yüceler Kurultayı, yeni azâsını bu namzetler arasından seçer.”(9) Yukardaki paragrafın yanına düşülen şu eleştiri notu ise, “manevî ileri gelenler”den zenginleri anladığı görülmektedir: “Yani halkın hiç şansı yok. Hep zengin ve ileri gelenlerin önü açık.”
.
Bir kere şunu vurgulayalım ki, “Başyücelik” modelinin ileri gelenleri, üstün idrak soyluları, fikir çilekeşleridir. Maddi zenginlikle de hiçbir ilgisi yok bunun. “İslâm inkılabının istinad edeceği sınıfsız sınıfı, her sınıftan üstün insanlar sınıfını hedef tutacaktır.” Bu modelde, “Başyüce” kimdir? Eserden işaretleyelim:
.
“Başyüce”, kaba ve umumî mânasiyle her hangi bir devlet reisi değil, derin ve girift, içtimaî bir remzdir. Bir timsâl…”
.
“Başyüce” bahsinde “isabetli” notu düşülen paragrafı ise aynen alıyoruz:
.
“Cemiyetin hangi sahada olursa olsun, en dertli ve ıstırablı unsuru, “Başyüce”yi kendisi kadar dert ve ıstırab içinde olup olmadığını ve derdinin çaresini elinde tutup tutmadığını anlamak bakımından her an hesaba çekmeye muktedir, kanunî bir imkan sahibi olacaktır. En küçük suistimale karşı, cüret edicisine en büyük cezayı davet edecek olan bu imkân, her vatandaşın evinde keyf için çekilmesi yasak bir imdat işareti koludur.”(10)
.
Her yıl toplanacak “Halk Divanı” ile yöneticilerin hesaba çekileceğini belirttikten sonra, İslâm tarihinde sayısız örnekleri olan bir adalet tablosunu eserden verelim:
.
-“Meselâ, sokağa tükürmek, “Yüceler Kurultayından çıkacak bir zevk ve terbiye yasasına göre suçsa, bunu yapacak ve “Başyüce” ile bir “yüce”yi, bir hükümet reisini veya çöpçüyü bir tutar.”(11)
.
Bir de TC adalet(!) sistemini düşünelim! Kanunun uzanamadığı yerde yaşayan TC’nin balkondaki yiyicileri nerede, Fatih Sultan Mehmed’in mahkemedeki boynu bükük tavrı nerede?
.
“Bütün hükümet manzumesi, en büyük mümessilinden en küçüğüne kadar onun (Başyüce) adına işgörür” cümlesinin yanına, “neden halk adına denmiyor?” diye itiraz notu düşülmüş… Halk adına diye diye bu kadar halk istismarı yetmedi mi? Mühim olan laf değil, işin muhtevasıdır; artık bunu anlayalım… Halk adına diyenler ne zaman halka sordu ki?.. Zaten herkes halk adına yapıyor?!!
.
“Kaza cihazı onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır.” hükmünün altına “neden?” diye yazılmış. Çok kısa cevap verirsek: Başyüce halkın vicdanıdır da ondan!.. Bir timsâl olduğunu söylemiştik… Aynı zamanda kaza ve icra da onun adına iş görür. Yasama organı olan “Yüceler Kurultayı”nın, kendi azası içinden Başyüce’yi seçtiğini de belirtelim. Aynı kök ideolocyaya bağlı bir millet ve milletin en ileri, en seçkin, en ehliyetli ve en yücelerinden oluşan “Başyücelik” modeli…
.
“Başyücelik” modeli tek yürek, tek bilek, tek millettir!..
.
Dipnotlar:
1-11: Salih Mirzabeyoğlu. Başyücelik Devleti. İBDA Yayınları.
Kaynak:
Yeni Nizam Dergisi, Sayı 3, Ağustos 2001