Bu bir yaz günü çayıra uzandığımız, acı ve tatlı hiç bir hatırayı canlandırmadığımız, yaşayışımızın yönünü unuttuğumuz, organik ve sosyal bütün ilişiklerden sanki sıyrılmış gibi yalnız “an” dan ibaret kaldığımızdaki şuur halidir.
(…)
Orada her şeyi unutmuş ve hiç birşeyi beklemiyor gibiyiz. Sanki fenomenolojik Epoche metodunu kullanarak “zaman”ı parantez içine almışız ve şuur bir öz (Wesen) olarak kalmıştır.
Böyle bir şuura zamanî diyemeyiz. Ona sosyalötesi veya zamandışı şuur, başka deyişle ezelî hal şuuru, hatta her türlü değişme dışında öz olarak şuur diyebiliriz. Bu bizim kuşatıldığımız “âlem” le bir olduğumuzu duyduğumuz, ondan ayrı veya onun kenarında terkedilmiş veya terk edilecek varoluş gibi değil (geworfen), bütün varlıkla birlikte yaşadığımız andaki şuurdur ki, asıl şuur buradadır.
(…)
Organik ve sosyal varlığımız meydana çıkınca o silinir. Bir anlamda o vehimdir. Fakat aktüel varlığımız varlığın sonsuzluğu ile birleşince, şuur âlemi kuşatan en büyük güç (kudret) haline gelir. Varlık hakkındaki geniş felsefi kavrayışımız, sanat sezgimiz, varlığın bütünlük halinde kavranmasına yarayan ilimci anlayışımız böyle bir görüş içinde gerçekleşir.
(…)
Eğer bizde bu ezelî hal şuuru bulunmasaydı, varlığı sonsuzluğu ile kendi aktüel şuurumuzda ZAMAN DIŞI kavramasaydık geleceğe doğru uzanan ve geçmişi baştan kuran şuurumuz nasıl işleyebilirdi?
Onların bütün faaliyeti yalnız bu başlangıç noktasına sahip olmamız sayesindedir. Geleceğe ait zaman şuurumuz, yahut geçmişi baştan kurmak için çaba sarf etmemiz de yalnız gelecek ve geçmişin üstüne yükselerek onlara yukardan bakabilmemizden, yani ezeli hal şuuruna, öz olarak şuura sahip olmamızdan ileri gelir.
Kaynak:
Hilmi Ziya Ülken, VARLIK VE OLUŞ, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1968, s. 282
PDF: https://www.academia.edu/5600951/_Varl%C4%B1k_ve_Olu%C5%9F_Hilmi_Ziya_%C3%9Clken