“Ben özgür bir adamım, ön kapıdan çıkıp gideceğim!”
Film, 1974 yılında İngiltere Guildford bölgesindeki bir bombalama olayından kısa bir süre önce İngiltere’ye giden İrlandalı Gerry Conlon’un kendi başından geçen olayları kaleme aldığı “Proved Innocent” adlı kitabtan beyaz perdeye aktarılmış.
Filmin rulosu, kahramanımız Gerry Conlon’un (Daniel Day-Lewis) flashback yaparak 1970’lerin İrlanda Belfast sokaklarında başlayan trajikomik hikâyesini anlatmasıyla dönmeye başlar. Baş döndüren bir başlangıçtır bu. Yönetmen yaklaşık 2 saat 13 dakika boyunca izleteceği filmin nasıl geçeceğini, kahramanımız Conlon’u daha ilk sahnede kargaşa ortamının içine atarak göstermek ister.
Belfast’ta tam bir kaos ortamı hâkimdir. Çünkü sokakları ele geçirmek için Uzun Bacaklılar (İngiliz) ile İRA arasında kıyasıya bir hâkimiyet mücadelesi sürmektedir. İRA, sivillerden oluşan bir yönetim, polis teşkilatı ve mahkeme kurarak, İngilizler’in kendilerine müdahale etmelerini engellemeye çalışır. İngilizler ise bu kuşatmayı kırarak Belfast sokaklarını tamamen kontrol altına almak için, Belfast’ta sıkıyönetim ilân ederek operasyonlar düzenler. Kahramanımız Gerry Conlon, ne İngilizler ne de İRA tarafından sevilen bir karakterdir. Zira İrlandalı olduğu için; Uzun Bacaklılar tarafından potansiyel teröristtir. Hırsızlık yaptığı içinse İRA tarafından âdi bir serseri olarak görülür. Ve İRA tarafından defalarca uyarılır.
Gerry, hurda metal çalmak için bir binanın tepesindeyken filmin kadrajına girer. Bunu gören İngiliz askerleri Gerry’i, kendilerini öldürmek isteyen bir keskin nişancı sanarak ateş eder. Bu ândan itibaren Belfast sokaklarında bir koşuşturma başlar. Gerry çatıdan atlayarak sokakların arasında İngiliz askerlerinden kaçmaya çalışır. Onun bu kaçışı sokakları bir ânda alevlendirir. Âdi bir hırsız da olsa bir İrlandalı’yı Uzun Bacaklılar’a kaptırmak istemeyen Belfast halkı barikatlar kurup ateşler yakarak İngilizler’e karşı koyar. Ve bu direniş sonucunda İngiliz askerlerini geriye püskürtmeyi başarır, Gerry’i onlara teslim etmezler. Fakat İngiliz askerinden yakasını kurtaran Gerry, İRA sivil komitesince yakalanır ve komiser tarafından çok sert bir fırça yer. Hâdiseyi duyan Gerry Conlon’un babası Guiseppe Conlon (Pete Postlethwaite) koşa koşa oğlunun ayaküstü sorgulandığı sokağa gider ve oğlunu IRA’dan teslim alır. Ahlâkî prensiblere sıkı sıkıya bağlı ve oğlunun hırsızlık yapmasından utanç duyan Baba Conlon, oğluna “Ailemizde hiç hırsız yoktu” der. Oğul Conlon “Ailemizde hiçbir şey yoktu” diye karşılık verir ve tartışmaya başlarlar. Baba-oğul arasındaki bu diyalog filmin sonuna kadar sürecek bir hesablaşmanın da ipucunu vermektedir. Fakat bu hesablaşmanın sonu müthiş bir baba-oğul hikâyesine çıkacaktır.
Conlon Ailesi, oğullarının başı daha fazla belâya girmesin diye onu İngiltere’ye yollamaya karar verir. Baba Conlon, gemiyle yola çıkacak olan oğlunu yolcu etmek için rıhtıma kadar ona eşlik eder. Oğluna “git ve yaşa” der ve cebinden para çıkararak oğluna uzatır. Gerry paranın miktarını az görünce tebessüm eder. Bunu hisseden Guiseppe, “unutma, dürüstçe kazanılmış para daha değerlidir” der. Gerry “her duruma söyleyecek bir beylik lafın var baba” diye içinden geçirir, fakat bunu babasının yüzüne karşı söylemez. Veda ânında kalbini kırmak istemez.
Gerry, gemide eski okul arkadaşı Paul Hill’e (John Lynch) rastlar. Gerry, bu durumu, “ona rastladıktan sonra hayatımın tamamen değişeceğinden haberim yoktu” diye anlatır. Arkadaşı da kendi gibi Londra’ya hayatta kalmaya gitmektedir. İkisi de, bir süre sonra başlarına gelecek olanlardan habersiz, sevinç çığlığı atarlar.
İki kafadar İngiltere’de kendileri gibi İrlandalı göçmenlerin topluca komün hayatı yaşadığı bir han odasına yerleşir. Fakat bir süre sonra, grup üyeleriyle yaşadıkları sürtüşme nedeniyle o evi terk etmek zorunda kalırlar. Kahramanlarımızın ceplerindeki para tükendiği için, geceyi geçirmek için bir parka gidip banklardan birine otururlar. Fakat hırpani kılıklı, sokaklarda yatan yaşlı bir adam yanlarına gelerek, “bu bank benim bankım, adım Charlie Burke, bakın adımın baş harflerini (C.B.) banka kazıdım” diye onları kovalar. O ân belki kızdıkları, adını sanını önemsemedikleri bu adamın şahitliğine ileride çok ihtiyaçları olacaktır. Fakat Gerry ve Hill şimdilik bundan habersiz, banktan kalkarak yaşlı adama yer verirler. Yaşlı adam Gerry’e seslenerek “hey, bozukluğun var mı?” der. Gerry cebindeki son parasını çıkarıp yaşlı adamın avucunun içine bırakır. Ve Charlie Burke’e “iyi geceler” diyerek oradan uzaklaşırlar. Tam o esnada çok yakın bir yerden bir patlama sesi gelir. Bu, IRA’nın İngiltere sokaklarında rutin hâle getirdiği eylemlerden biridir. İki kafadar da alışkın oldukları için bu patlamayı çok fazla önemsemezler. Oysa bu patlamanın en büyük mağdurları onlar olacaktır. Şimdilik bundan habersiz, o gece nerede kalacaklarını düşünerek yürümeye devam ederler.
Kaldırımlarda yürürken, evinden çıkan bir fahişenin cüzdanını düşürdüğünü farkederler. Peşinden seslenirler fakat seslerini duyuramazlar. Yerden cüzdanı alırlar ve içinde anahtar olduğunu görürler. Eve girerek, fahişenin zulaladığı parayı bulurlar. Yâni başta cüzdanını teslim ederek iyilik yapmak istedikleri fahişenin evini soyarlar.
İyilik-kötülük kavramları birbirinin zıddı olsa da, aslında aralarında kıl kadar ince bir çizgi var. Özellikle spontane olarak önünüze düşen hâdiseler veya zor şartlar altında kaldığınızda, iyilik-kötülük tercihlerinden hangisine karar vereceğiniz, normal şartlar altındaki gibi kolay olmuyor.
İki kafadar, o fahişenin evinden çaldıkları paralarla geceyi otelde geçirir. Sonra da kendilerine lüks kıyafetler alıp memleketlerine ailelerini ziyarete giderler. Aile üyelerini hediyelere boğarlar. Güzel bir akşam yemeğinden sonra uykuya dalarlar. Fakat sabaha karşı İngiliz polisi eve baskın yaparak Gerry Conlon’u İngiltere’de bir pubda 5 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlamanın şüphelilerinden biri olarak gözaltına alır. Ailesinin şaşkın bakışları arasında Conlon’u yaka paça götürürler. Sadece Gerry Conlon’u değil, eşzamanlı olarak Conlon’un diğer arkadaşlarını da gözaltına alırlar.
Gerry, sorgu için İngiliz Gizli Servisi’nin binasına götürüldüğünde, hâlâ başına gelenlerin vehametinin farkında değildir. Zira sorgu odasına alındığında, polisler Gerry’nin kafasındaki çuvalı çıkarır; Gerry de bozulan saçını eliyle düzeltmeye uğraşır. O ân tek derdi, nasıl göründüğüdür. Nasıl olsa bir yanlışlık olduğunu anlayıp onu bırakacaklarını düşünmektedir. Bu rahatlık içinde sorgu polislerine “ne zaman Belfast’a dönebilirim?” diye sorar. Polis “bir daha Belfast’ı gördüğünde Ay’a dolmuş seferleri yapılıyor olacak” diye cevab verir. Bunun üzerine Gerry “hep astronot olmak isterdim” diye espri yapar.
Fakat polislerin espriden anlamadığını farketmesi çok da geç olmayacaktır. Zira sorgunun şiddeti daha da artmaya başlar. O esnada diğer sorgu odalarında Gerry’nin arkadaşları Paul Hill, Patric ve Carol da çapraz sorguya alınmıştır. Sorgu faslı uzadıkça polisler insanlıktan çıkmaya başlar. Yazdıkları ifadeyi imzalamaları için tüm aşağılık teknikleri denerler. Hill ve Patric daha fazla dayanamayarak bombalamayı kendilerinin yaptıklarına dair sözde ifadeyi imzalarlar. Fakat Gerry direnir. Tam bu sırada İrlanda asıllı polis amiri devreye girer. Efendilerine adeta yaranmak için, Gerry’nin babasını öldürmekle tehdit eder.
Bir mahpus için en tehlikeli tipler, sizden gibi görünen böyle memurlardır. Siz onların size aidiyet duygusuyla yaklaşıp insanca davranacağını sanırsınız, oysa hiç de umduğunuz gibi olmaz. Aksine size daha fazla eziyet ederler. Zira, efendilerine, aslında sizden olmadıklarını isbat etmek zorunda hissederler hep kendilerini. Bunun huzursuzluğu sirayet etmiştir ruhlarına. İşte bu yüzden, en akıl almaz işkence yöntemlerini kullanmaktan da çekinmezler.
Gerry, babasının ölümüyle tehdit edilince kendini kaybederek sinir krizi geçirir. Ve aslında şimdiye kadar hep nefret ettiği babasını korumak için suçu üzerine almayı kabul eder. Fakat bu hamlesi pek işe yaramayacaktır. Zira avukat tutmak için Annie teyzesinin yanına giden babası ve evde bulunan herkes o esnada gözaltına alınmaktadır.
Sorgu odasından çıktıklarında Gerry, arkadaşı Paul ile karşılaşır. Ona “neden benim adımı verdin diye?” diye bağırır. Paul, “dostum, ağzıma tabanca soktular. Zaten bu olanlar çok komik şeyler. Onlara kafamda uydurduğum senaryoları zırvaladım. Mahkemede bu zırvalıklara gülüp geçecekler” diye kendini savunur.
Dört arkadaşı da ayrı cezaevlerine yollarlar. Gerry’i Londra’daki bir tutukevinde 2 kişilik bir hücreye atarlar. Fakat çok geçmeden hücredeki diğer yatağın talihlisi de kendini gösterir: Baba Guiseppe…
Hücredeki bu karşılaşma bir hesablaşmayla başlar. Gerry, babasından niye nefret ettiğini anlatarak içini boşaltır. Babasının hayatı boyunca onu hep izlediğini, kendi hâline bırakmadığını, kendi istediği gibi bir insan olması için direttiğini, bu yüzden yalan söyleyip hırsızlık yaparak babasına isyan ettiğini söyler. Bu tartışmanın sonu sarılmayla biter. Birbirlerine sarılarak ağlamaya başlarlar. Çünkü orada ikisinin de birbirlerine ihtiyacı vardır.
Tüm sanıklar mahkemeye çıkarlar. Fakat mahkeme, tiyatrodan farksızdır. Hükümleri çoktan kesilmiştir. Gerry ve Paul’a ömür boyu hapis, diğerlerine de 12 yıldan 30 yıla varan oranlarda hapis cezası verirler. Hiç beklenmedik bu karar hepsinde şok etkisi yapar. Kararı duyan tüm sanıklar sinir krizi geçirip bağırmaya başlar. Hattâ aralarında bayılanlar olur. Fakat Gerry kendinden hiç beklenmeyecek bir metanet göstererek sükunetini korur.
Gerry’i babasıyla birlikte azılı mahkûmların kaldığı Park Royal hapishânesine yollarlar. Fakat burada işleri çok zordur. Zira İngiliz mahkûmların yoğun olarak kaldığı bu cezaevinde İRA üyelerini hiç sevmemektedirler. Boş yere yatacakları uzun yıllar yetmezmiş gibi bir de diğer mahkûmlarla uğraşmak zorunda kalacaklardır.
Baba Conlon, suçsuzluklarının yakında anlaşılacağı ve oradan kurtulacakları iyimserliğini yaşamakta ve oğluna bunu telkin ederek onu motive etmeye çalışmaktadır. Fakat sinirleri iyice bozulan Gerry’in ruh hâli babasının iyimserliğini kaldıracak durumda değildir. Babasının bu telkinlerinden iyice bunalan Gerry bir gün “keşke gerçekten suçlu olsaydık, en azından saygı görürdük” diye sesini yükseltir. Gerry karakterinin film boyunca sık sık suça güzelleme yapması aslında Batı’nın “Felix Culpa/Mutlu Suç” kavramına da çok güzel bir misâldir. O, günahların ve suçların içinden bir mutluluk peydah etmenin gayretindedir.
Günlerden bir gün Guildford Pub’ın gerçek bombacısı yakalanır. İRA bombacısı, yaptığı eylemleri sayarken bunu da itiraf eder, fakat soruşturmayı yürüten polisler bunu kayıtlara geçmezler. Zira büyük bir sirk gösterisi eşliğinde masum insanları bombacı diye afişe ederek içeriye atmışlardır. Gerçek fail, onların gösterisini yerle yeksan edecektir.
Bombacı Joe McAndrew’in cezaevindeki ilk günü büyük bir kargaşayla başlar. Daha önce Gerry ve babasına kök söktüren İngiliz mahkûmlara daha ilk günden posta koyar. Bundan cesaret alan Gerry de İngilizlere diklenir. Joe’nun gelişiyle birlikte cezaevinde her şey tersine döner. Ezilen İrlandalı mahkûmlar inisiyatifi ele geçirir.
Bir süre sonra Joe liderliğinde cezaevinde isyan çıkarırlar. İsyanın amacı Conlonlar’ın suçsuz olduğunu kamuoyuna duyurmaktır. Baba Conlon her zamanki gibi paniğe kapılıp bunun davalarına zarar vereceğini söyler. Fakat Joe ona “İngilizler’i masada yenemezsin, onlar sadece güçten anlar!” diye karşılık verir. Tüm çarşaflara “Conlonlar Suçsuz!” diye yazarak pencerelerden sallandırırlar. Bu eylem TV’lere kadar yansır. Fakat cezaevinde yapılan her isyan eylemi gibi bu eylemin de bir ceremesi olacaktır. Cezaevine büyük bir operasyon yapılır. Ve eylem bastırılır.
Eylemin akabinde cezaevine hukukçulardan oluşan bağımsız bir gözlemci heyeti gelir. O heyette bulunan Avukat Gareth Peirce (Emma Thompson) Gerry Conlon’un özgürlüğe çıkış bileti olacaktır. Fakat ne avukat ne de Gerry henüz bunun farkında değildir. Bayan Gareth Peirce önce Baba Conlon sonra Gerry ile konuşur. Fakat Gerry’nin ne İngiliz kanunlarına ne de avukatlara inancı kalmıştır. Avukatın yardım talebini geri çevirir. Aslında Gerry’nin en büyük korkusu, umut işkencesidir. Zira umut işkencesi, cezaevindeki bir mahkûmun zamana yayılmış ölüm ilânıdır. Umut ede ede içerde çürürsünüz. Diğer yandan umut etmek sizi içerde hayata bağlayan tek şeydir. Yâni iki ucu keskin bıçak misâli, içeride bu umut bir yandan sizi ayakta tutar, bir yandan da ömrünüzü yer bitirir.
Fakat Bayan Peirce, Gerry’nin olumsuz isteğine aldırmaz ve dışarıda bir dedektif gibi iz sürerek adeta tırnaklarıyla kazıya kazıya delillere ulaşıp Conlonlar’ın suçsuzluğunu isbata koyulur. Yeniden yargılama kararı almak için hem hukukî hem kamuoyu nezdinde çalışmalar yapar.
Fakat Baba Conlon’un nefesi özgürlüğe yetmez. Bir gece ansızın rahatsızlanarak, özgürlüğü göremeden hayata veda eder. Ölüm haberi cezaevini adeta bir matem havasına bürür. Mahkûmlar, koğuşlarındaki kağıtları tutuşturarak cezaevi avlusuna atarlar. Baba Conlon’a bir saygı duruşudur bu.
Neredeyse filmin sonuna gelinmesine rağmen, ilk fon müziğini bu duygusal sahnede çalar yönetmen. Filmin sonunda müzikle veda edecektir. Oysa böylesine trajik bir hikâyeyi baştan sona fon müzikleriyle domine ederek daha ajite edici hâle getirebilirdi Jim Sheridan. Fakat buna ihtiyaç duymadan ve filmi müziğe boğmadan sade bir anlatımı tercih etmiş. Belli ki gerçek hayattan alınma bu trajik hikâyeye ve kahramanlarına saygı göstermek istemiş. Hikâyenin kendisine ve anlatım gücüne güvenmiş. Tam burada Mark Twain’in bir sözü geliyor hatırımıza: “Gerçek, kurgudan daha heyecan vericidir. Çünkü kurgu olabilirlikleri gözetmek zorundadır, fakat gerçeğin öyle bir zorunluluğu yoktur.”
Guiseppe’nin ölüm haberini alan avukat, büyük bir hüzünle cezaevine gelerek Gerry’i görür. Gerry ona bu işin artık bir onur meselesi olduğunu, kendisi için olmasa bile ölen babasının suçsuzluğunu isbat etmesi için, avukattan elinden geleni yapmasını ister. Bu esnada sokaklarda Conlonlar’ın yeniden yargılanması için gösteriler yapılmaktadır. Bu durum bayan Peirce’nin elini daha da güçlendirir. Bu sırada cezaevinde popülaritesi iyice artan Gerry’i İskoçya’da bir hapishaneye sürgün ederler.
Avukat Peirce’nin gayretleri, sonunda meyvesini verir ve bombalama eyleminden yatan dörtlü yeniden yargılanmak üzere mahkemeye çıkarılır. Bu, sıradan bir mahkemeden ziyade, müthiş bir hesablaşmanın duruşmasıdır. Zira Bayan Peirce, bombalama eyleminde polis müfettişlerinin hasıraltı ettiği dosyalara ulaşmış ve bunları mahkemeye sunmuştur. Her şey tersine döner. Mahkûmlar hâkim, hâkimler mahkûm olur bir ânda. Mahkeme heyetinin bu apaçık deliller karşısında vereceği tek karar vardır; 15 sene önceki bombalama eyleminden dolayı cezaevinde tutulan tüm mahkûmlara beraat kararı verir.
Gerry Conlon, büyük bir alkış tufanı eşliğinde kapıya doğru yürür. Fakat mahkûmlar arka kapıdan çıktığı için, polisler buna izin vermek istemez ve önüne geçerler. Fakat Gerry, sandalyelerin üstüne çıkarak polislerin ablukasını yarar ve ön kapıya doğru yürüyerek şu şekilde haykırır:
– “Ben özgür bir adamım, ön kapıdan çıkıp gideceğim!”