52 eserden müteşekkil İBDA külliyatında Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, “Ben Kimim?” sorusu etrafında “tecrit terleri” döker. Bunu da “ben kimim? diye sormak, ölüm nedir? diye sormakla birdir” hakikati çerçevesinde vuzuha kavuşturmaya çalışır.
Yakın tarihe kadar dünyada iki büyük savaş -1914 ve 1945 tarihlerinde, 1. ve 2. Dünya Savaşları yaşanmıştır. 2007 tarihi itibariyle de bir üçüncüsü yaşanmaktadır.(*) Bütün bu savaşların ifade ettiği mânâ, Seyyit Ahmet Arvasî’nin kendi kitabına yakıştırdığı bir isim olarak, “Kendini Arayan İnsan” şeklinde de okunabilir. Nitekim Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl, yaşanan bu iki büyük savaşın da “yeni bir ruh arayışı” ihtiyacından kaynaklandığına işaret eder. Bu çerçeveden bakıldığında, şöyle bir soru sormak ihtiyacı doğar: 3. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği günümüzde topyekûn insanlık kendi özünü mü aramaktadır? Bizce büyük buhran yaşayan topyekûn insanlık, Büyük Doğu-İBDA külliyatında da işaret edildiği veçhile, muhtaç olduğu ruhu, dolayısıyla da “ruhçuluğun hakikatini temsil eden İslam”ı aramaktadır.
Doğru söylemek gerekirse, muztarip arayışın bir ifadesi olarak bugün bu büyük savaş bütün dünya topluluklarına, hatta mahalle aralarına kadar sinmiştir. Futbol sahalarında “futbol terörü” veya “tribün şiddeti” veya “taraftar şiddeti” şeklinde kendisini gösteren “holiganizm” de bunun bir parçası ya da göstergesi niteliğindedir. “Stat” kelimesinin “tehlikeli yer” mânâsını bir kenara bırakacak olursak, kim ne derse desin, stadyumlarda toplanan kuru kalabalık, “mevcut düzen veya rejimler açısından bir potansiyel tehlikedir. Onlar aynı zamanda, “ben kimim?” sorusunun cevabına olan hasreti içinde barındırmakla birlikte, “yeni nizam yeni insan”a duyulan hasreti de içten içe davet eden bir mânâyı mündemiçtir.
Futbol fanatizmi ve kulüp taraftarlığı bağlamında; küçük taraftar gruplarının hiçbir mantıklı neden olmadan kişilere ve mülkiyete zarar veren davranışlar sergilemesi olarak tanımlanan holiganizm; spor literatüründe psikolojik etkenler, özgüven eksikliği, eğitimsizlik, başkalarının haklarına kayıtsızlık ve şiddete olan eğilim gibi sosyolojik olgularla açıklanan bir kavram. Bu çerçevede;
Holiganizm ilk olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde Büyük Britanya’da ortaya çıktı. 1898 yazında “Daily News” gazetesinin, maçlarda kavga çıkartan fanatik gruplara; Londra’da birçok kavgaya karışmış olmasıyla nam salan İrlanda göçmeni, belalı bir ailenin kabına sığmayan ferdi Patrick Holigan’ın adından esinlenerek “holigan çeteleri” demesiyle futbol tarihinde şiddet eğilimi yoğun sosyolojik bir olgunun ilk nüveleri atılmış oldu. İngilizlerle özdeşleşen bu “ünvanı” kazanmak adına Britanyalı futbol fanatikleri adam dövmekten kadınları taciz etmeye ya da cam çerçeve indirmeye kadar pek çok icraatta bulundular. Fakat onları sahneye iten asıl hadise, 1982’de İngiltere’nin Arjantin’le yaşadığı Folkland adalar krizi oldu. Uzun yıllar sınırları dışında sıcak çatışmaya girmemiş İngiltere’de muhafazakar Margareth Teatcher iktidarının sergilediği provokatif tutumla birlikte alışılmadık bir milliyetçilik rüzgarı estirildi. Hayatları boyunca Folkland’ın adını bile duymamış ancak kronik ekonomik krizlerle epey bunalmış mutsuz kitleler, “üzerinde güneş batmayan” Britanya İmparatorluğu’nun nostaljik görkemini hatırlamaya yönlendirilince İngiltere’de yabancı düşmanlığının da yükseldiği, gergin ve hassas bir süreç yaşandı. Kafalarını kazıtanlar, kollarına kraliyet arması dövdürenler çoğaldı bu dönemde. Sokakta dönüp bakılmayan ve itilmişlik duygusuyla vakit öldüren, sıradan İngiliz erkeği “gururuna sahip çıkma” söylemiyle toplumsal şiddeti körüklemeye başladı. Böylece isyankârlığın yanı sıra güç verici bir aidiyet duygusuna doğru derlenip toparlanan ve hızla örgütlenen holiganizm denklemi de kuruldu: Şiddet dolu sövgü dolu kaba bir dil, öfke kusmanın en kestirme ve kolay yolu olarak bilinen ırkçılık ve ikisinin de kedini en rahat ifade edebileceği zemin olarak; futbol.
Hemen belirtmek gerekirse, 1950’lerden sonra hızla yayılan holiganizmin futbol sahalarına yansıması aslında 2. dünya savaşının Avrupa’daki genç kitlelerde oluşturduğu ürkek ve tedirgin ruh hâli ile de çok yakından ilintilidir. Nitekim savaşın bitmesiyle birlikte Avrupa’da örgütlü şiddet yerini ferdî şiddete bıraktı. Bu, batının nefsaniyeti ön planda tutan anlayışıyla da örtüşmektedir. Diğer taraftan, futbolun toplumun birçok kesimini etkileyen bir olgu olarak ortaya çıkması da ne garip bir rastlantıdır ki yine 2. Dünya Savaşı sonrası döneme rastlar. Spor ahlâkı -fairplay!- açısından gayr-ı ahlâkî kabul edilen “doping” etkisi yapan kimyevî maddelerin yaygın olarak kullanılması da.
UEFA tarafından yapılan pek çok araştırmada, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke eğitimsizlik, işsizlik, gelir dağılımında eşitsizlik vb. gibi birçok sosyo-ekonomik faktörden kaynaklanan sorunlar nedeniyle birer holigan fabrikası olmaya aday gösteriliyor. Ciddi kanıtlarla desteklenen bu iddiadan hareketle denilebilir ki, milyonlarca dolarlık futbol endüstrisinin “iştah kabartan” rantından pay almaya çalışan medyanın sinirleri germesi ve işlerinin iyi gitmemesinin faturasını kendi üzerlerinden atmak için sağa sola ateş püsküren kulüp yöneticileri, “holigan” olarak yaftalanan “sorunlu” taraftarlara her zaman ihtiyaç duymakla birlikte, onların gazabına uğramaktan da çekindikleri aşikâr.
Küreselleşen dünyada futbol da küreselleşmiştir. “Kristal Krallık” peşinde koşanlar tarafından küreselleşmeye hizmet eden/ettirilen futbol, patlamaya hazır bir bomba gibi durmaktadır. Bu arada şunu da söyleyelim ki, her ne kadar küreselleşmeye hizmet ediyor/ettiriliyor ise de futbol, aslında o, taraftar/halk kitleleri tarafından küreselleşmeye karşı bir duruş/direniş unsuru olarak da kullanılmaktadır. Futbolun milliyetçi akımlara yataklık etmesi bunun bariz bir göstergesidir. Kıytırık soydan milliyetçi taifenin değil de, sahici bir fikrin emrine girmiş bir futbol, her an karşı konulamaz bir güç unsuru hâline dönüşebilir. Bu çerçeveden bakıldığında, futbol, “halkın afyonu” konumundan çıkıp, halk ihtilâllerinin bir tetikleyici bile olabilir. Nitekim spor tarihi kitaplarında bu tür bilgiler mevcuttur.
Halkın gazını almak için futbolun rejimler tarafından kullanılması son demlerini yaşamaktadır. Bunun farkında olan “elit klik”, “ikonlaştırılmış yıldız futbolcular” üreterek taraftar kitlesini müşteri-seyirciye dönüştürmek için var gücüyle çalışmaktadır. Stadyumların birer ticaret ve eğlence yerleri olarak değerlendirilmesi operasyonu da bunun bir tezahürü. Diğer taraftan, stadyumlarda kurulan VIP’lerdeki artış, hiç şüphesiz ki futbol seyircisi profilini değiştirmeye yönelik bir operasyondur. Takımlar, hatta futbolcular üzerinden “müşterek bahis” oynayacak paragöz kimseler, VIP’lerde şimdiden yerlerini almış gözükmektedirler. Lâkin, geleneksel seyirci kitlesi bu durumdan pek de hoşnut değil. VIP’leri stadyumlarda bir “ayrık ot” gibi gören çoğunluk, her an şaha kalkıp bir temizlik harekâtı başlatabilir. Bizden söylemesi.
Görünen o ki, futbol penceresinden bakıldığında spor, kaotik bir ortam yaşamaktadır. Bu kaotik ortamın küreselleşen dünyanın kaotik ortamıyla bir paralellik arzettiğine hiç şüphe yok. Diyebiliriz ki, modern spor miadını tamamlamış, “postmodern” bir çıkış aranmaktadır. “Yeni bir spor kavrayışına, bir spor devrimine ihtiyacı var insanlığın”, diyen Haşmet Babaoğlu (Vatan Gazetesi, Sporun içindeki “şeytan” ve zavallı Katerina! 30.03.2007) nasıl bir spor anlayışı teklif ediyor onu bilemeyiz ancak bunun gerçekleşmesi için yeni bir dünya görüşüne ihtiyaç olduğu muhakkak. Büyük Doğu-İBDA anlayışı!
(*) Birinci Dünya Savaşı sonunda gizli Yahudi devleti kuruldu (1923). İkincisinde ise İsrail kuruldu (1948). Üçüncüsünde herhâlde Büyük İsrail’in kurulması hedeflenmektedir. Bunun gizli mi, yoksa aşikâr mı olacağı ise henüz tam olarak netlik kazanmamış. Amma ve lâkin, Büyük İsrail’in kurulması (“Kristal Krallık”) için terör estirenler bütün dünyaya tek elden hâkimiyeti hedeflemektedirler. Hemen belirtelim ki, Yahudilerin dünya hâkimiyeti, İslâm ümmetine karşı galebe çalmayı da beraberinde getirmek zorundadır. Aynı şekilde, İslâm ümmeti de, Yahudilerle büyük bir hesaplaşmanın neticesinde karşı karşıya gelmek zorundadır çünkü bu, maddî ve manevî kültür tarihimiz ile de sabittir. Zamane Müslümanlarının bunu çok iyi anlaması lazımdır.
Aylık Dergisi 39. Sayı