Dirac’ın teklifi şuydu;
Pozitif enerjili elektronlar negatif enerji hallerine düşmüyorlar (irca edilemiyorlar) çünkü, ’(Belki), düşük hıza sahib az sayıdakiler hariç, bütün enerji halleri işgal edilmiş durumdalar’. Negatif enerjili elektronlar denizinde, az sayıda münhal (vacant) hăl veya delik (boşluk) zid quantum sayılı parçacıklar gibi davranmaktadır: Pozitif enerji ve pozitif yük. O devirde bilinen, pozitif yüklü tek parçacık proton’du (Bunu böyle adlandıran da Dirac’tır) ve o dönemin ilmi atmosferi yeni parçacıkları algılamaya ve özumsemeye hazır değildi. Dirac, ’münhallerini’ (boşluklarını, deliklerini) ’protonlar’ olarak tesbit etti; Aslında, 1930’da yazdığı makalenin başlığı, ’Elektronlar ve Protonlar Teorisi’ (A Theory of Electrons and Protons) şeklindeydi.
Bir bütün olarak teori derhal bir seri zorlukla karşılaştı. Heryerde mevcud negatif enerjili elektronların sonsuz yükünün kesafetinden mutevellit açık seçik bir problem hasıl oldu: Bunların Elektrik alanları nerededir? Dirac, Maxwell’in denklemlerinde görülen ’dünyanın elektrifikasyonunun hălinin çıkışı (noktası)’ olarak, yoğunluk’un manasını yeniden izah etmeyi (tanımlamayı) teklif etti. Çözülmesi gereken bir problem de, elektronlarla protonların karşılıklı etkileşimleri ve tesbit edilen kütleleri arasındaki muazzam benzemezlikti (fark). Dirac, elektronlar arasındaki Coulomb etkileşimlerinin her nasılsa bu mevzubahs farklar olarak addedilecegini ümid etti ancak Hermann Weyl, ’inhilal (boşluk) nazariyesi’nin aslında, negatif ve pozitif yük arasında tamamen simetrik olduğunu gösterdi. Nihayet, Dirac, pozitif enerjili elektronun negatif enerjili elektron denizinde bir ’münhal alan’la karşılaştığını ve bir gamma işini fotonu yayarak, işgal edilmemiş olan seviyeye düştüğünü elektron-protonların mahvetme (hiçleştirme) sürecinin mevcudiyetini ve bu süreç dahilinde pozitif enerjili elektronun negatif enerjili elektron denizinde bir ’münhal alan’la karşılaştığını ve bir gamma ışını fotonu yayarak, işgal edilmemiş olan seviyeye düştüğünü öngördü. Tek başına bu, ’inhilal nazariyesi’ için zorluk yaratmayacaktı; hatta bir şekilde bunun, bilahare, yıldızların enerji kaynakları (ihtiyaçları) mevzuunda bir izahat getirebileceği bile umulmuştu. Mamafih, evvelce Julius Robert Oppenheimer ve Igor Tamm tarafından, atomlardaki elektron-proton hiçleş(tiril)mesinin (electron-proton annihilation,) sıradan maddenin (’Mater’) gözlemlenen istikrarıyla aynı prensiplere uygun (bağlı) olarak daha hızlı nisbette vuku bulduğu belirtilmişti. Bu gerekçelerle, 1931 senesi itibariyla Dirac mantığını değiştirdi ve ’munhal alanların’ (boşluklar) proton olarak değil ve fakat, elektronlarla aynı kütleye sahib yeni bir tür pozitif yüklü parçacık olarak ortaya çıktıklarına karar verdi.
Bu problemlerin ikincileri ve üçüncüleri (bölümleri), Carl D. Anderson’ın ‘Pozitron’u (pozitif yüklü elektron da denebilir) keşfetmesiyle boşa düşmüş oldular. 2 Ağustos 1932’de, Wilson bulut odasında 15 kg manyetik alana inkiyad ettirilen, özgün (garib, tuhaf) bir kosmik ışın yolu (demeti) gözlemlendi. Yol’un (demet), pozitif yüklü parçacık yönünde kavislendiği ve menzilinin, protonun beklenen menzilinden en az 10 misli daha büyük olduğu gözlemlendi. Yol’un (demetin) hem menzili hem de özgül ionlaşması bunun, elektrondan sadece yükünün (+) işaretiyle ayrılan yeni bir parçacık olduğu hipoteziyle uyumluydu. Bu, Dirac’ın ’boşluk’larından biri olarak beklenen parçacık yani‚ ’pozitron’du. Bu keşif daha evvel de, P.M.S Blackett tarafından yapılmıştı fakat kaşifin kendisi bunu yayınlamamıştı. Böylece, Dirac’ın sadece, ’boşluk’u ’Proton’olarak değerlendirmesinin, bir hata olduğu, teorisinin ise doğru olduğu ortaya çıktı.
Pozitron’un keşfiyle beraber Dirac denkleminin, elektronun manyetik momentini (vezniyetini) ve hidrojen’in ince yapısını hesaplamadaki (tesbitteki) başarısı, Dirac teorisine, onlarca sene revaçta kalmak suretiyle, büyük bir tarihi prestij kazandırdı ve dirac, Quantum Mekaniği tarihinde en önemli 7-8 isim arasına girdi.
Schroedinger’in relativistik (izafiyetsel) dalga denklemindeki negatif ihtimaller konusundaki problemle alakalı Dirac analizi, sıfır büklümünün (spin) herhangi bir parçacığının mevcudiyetini düzenlemeye müteallik görünmektedir. Daha 1920’lerde dahi, sıfır spin parçacıkları biliniyorlardı. Bir misal olarak irad edilecek olursa; kendi saha (zemin) durumundaki hidrojen atomu ve Helium çekirdeği. Tabii ki, hidrojen atomlarının ve alfa-parçacıklarının elementer (ilk, ibtidai) olmadığı ve izafiyetsel (relativistic) dalga denklemiyle tasvir edilmeye ihtiyaç duymadıkları argümanı ileri sürülebilir fakat ’ilklik/ilk olma’! fikrinin, izafiyetsel quantum mekaniğinin şekillenmesi dahilinde nasıl ete kemiğe büründüğü açık değildi/değildir. Bugün için, çok sayıda sıfır spin parçacığı biliniyor: π mesonları, K mesonları vs. Bu parçacıklar, proton veya notron’dan daha az elementer (ilk) değiller. Yine iyi biliniyor ki, W± ve Z 0 gibi bir (1) no.lu spin parçacıkları da, elektron veya diğer herhangi bir parçacık gibi ’elementer’ (ilk) sayılıyorlar. Günümüzde, güçlü etkileşimlerin tesirlerinden hareketle, atomik çekirdekte spinsiz negatif π veya K meson hududuna denk gelen (uyan) ’mesonik atomlar’ın ince yapıları hesaplanıp tesbit edilebiliyor. Bu, Klein-Gordon-Schroedinger denklemiyle yapılıyor. O nedenle mes’ele, izafiyetsel (relativistic) denklemlerde değil, elektron’un ’sıfır’a değil ħ/2 spinine tesadüf etmesidir.
Epey bir zamandır her tür parçacık için aynı kütleye ve zıd yüke sahib bir ‘anti-parçacık’ (zıd parçacık) olduğu biliniyor. (Foton gibi bazı, tamamen notr parçacıkların da kendi anti-parçacıkları olduğu malum). Fakat, ’bosonlar’ gibi anti-parçacıklar, π± mesonları ve W±yüklü parçacıkları, nasıl, negatif enerji hallerinin denizindeki boşluklar olarak manalandırılabilir? Bose-Einstein istatitiki düzenlemelerine göre quantlaşmış parçacıklar için ’kabul etmeme, içeri almama’ (Excursion) prensibi mevcud değildir; ve bu cümleden olarak da, pozitif enerji parçacıklarının, (dolu veya değil) negatif enerji durumlarına düşmelerini önlemek için (yapilabilecek) hiçbirşey yoktur. Ve eğer, ’Inhilal teorisi’ ’bosonik anti-parçacıklar’ için işlemiyorsa, ona (o teoriye) fermionlar açısından niye itimad edelim? 1972 senesinde Dirac’ın bu soruya verdiği cevab ilginçtir: “Pion veya W± gibi Bosonlar’ı mühim kabul etmiyorum!“. Birkaç yıl sonra Dirac bir makalesinde, “Ağzına kadar Negatif enerji halleriyle dolu bir vakum imajımız (görüntümüz) var, bu durumda bütün teori çok daha komplike (karmaşık) bir hale geliyor” diyor. Dirac teorisinin bir diğer büyük başarısı da, elektronun manyetik momentinin doğru tesbitini yapmasıdır. Buna gore, manyetik moment, yüklü nokta parçacığının ħ/2 açısal momentiyle orbital (yörüngesel) hareketi için, beklendiği gibi, iki kez geniştir.
Bu makaleler serisinin dili, neredeyse saf fizik ilminin dili olduğu için ve teoriler de teknik anlatımlara dayandığı vechile sıkıcılık arzedebilir ve okuru rahatsız edebilir. Teşbihte hata olmaz, İbda fikriyatını dilini de, ağır buldukları için okumakta zorlananlar ve bu dili erinmelerine bahane edenler hatta daha ileri gidip beğenmeyip burun kıvıranlar var. Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, İbda dili ’Üst Dil Planı’ndadır ve ’Üst Mana’ ve ’Mes’ele Konuşma’ dilidir. Şübhesiz ki, sokaktaki adamla ’sıradan gevezelikler’ ve ’basit siyaset’ yaparken ’ortalama’ bir dil kullanılacaktır. Ancak, bir spor-toto kuponunu doldurmak için 10 saat ter döküp ’emek sarfeden’ insanların, arada bir de olsa, yarım saatlerini de ’Üst Dil’e hasretmelerinde faide vardır. Beş para etmez ve insanlığa zerre kadar katkısı olmayan bir sürü magazin dergisi, seks-porno dergisi, yemek tarifleri kitabı-kitapçığına verilen paraların bir kısmıyla da adam gibi bir ’lugat’ alınıp, hiç mi değil, anadil geliştirilebilir zira kendi dilini dahi bilmeyen zevatın ecnebi bir dile vakıf olması muhaldir. Dünya iktidarına talib isek evvela dil gücümüzle (Üst Dil) diğer iktidar namzedlerini ezmeliyiz. Mezarlık veya Kabristan yerine ’Gömütlük’ diyen zorlamacıyı ’gömmek’ için kendi dilimize hakim olmalıyız. Bunun bir ileri aşaması ise, zahiri ilmlerin diline hakim olmaktır ve şarttır. Nihayet, Batın ilmine doğru ivme kazanırken iktidarı da elde etmek hak olacaktır. İdeolojimiz de, siyasetimiz de, san’atımız da, kültürümüz de, ’Adamlığımız!’ da ifade derinliğimiz ve genişliğimiz yani zenginliğimiz kadardır. Ezici ve muktedir olabilmenin ve ’Mutlak Fikir’e sahib ve layık olabilmenin ve ’Nihai Gaye’ye ulaşabilmenin yolu buradan geçiyor yani ’Ölümüne kafa emeği’, ’Zihinleri çatlatan çaba ve gayret’, lif lif, ilmik ilmik hayatı örme pratiği. Quantum Fiziği’nin dilinin veya bu ilmi bilmenin en azından genel bir fikir sahibi olmanın mevzumuzla alakası var mı? Tabii ki var, olmasa İBDA Mimarı ta zindanlardan neden Sefine’yi yazsın ve orada elektrondan tut Quantum mantığına, insan davranışından tut holograma kadar binbir modern ve ilmi mevzua en derin bir şekilde neden değinsin, eğlenmek için mu? Laf olsun diye mi? Hayır, Mücadele’nin mühim bir buudu ve dünyaya söyleyecek çok şeyi olan bir fikriyatın öncüsü ve kurucusu olarak perspektif vermek ve halkımızı aydınlatmak için, çıtayı çok yükseklere taşımak için. Hangi siyasi kadroda ve-eğer varsa-kaç kişi Yeni Fizik, Genetik, Tıbb, Matematik, Mantık vs. hakkında 2 kelime laf söyleyecek durumdadır. (Bu durumda) Olmadıkları için hala daha ya Pulitzer’in felsefesinde ya dar Aristotelian mantık ve kategorilerde veyahut Anti-Duhring’de takılıp kalıyorlar. Bu nedenledir ki, Cortex Cerebri’nin (Beyin Kabuğu) çapının 50 cm. olduğunu söyleyebilecek kadar ’allame’ cühela, ’büyük teorisyen’, ’büyük felsefe öğretmeni’ vs. gibi hayali unvanlarla ’örgüt beyni’ rolünü oynamaya devam ediyorlar. İlmi öngörüsü olmayanın ideolojik-siyasi öngörüsü de olmaz, gelişemez, sekterleşip kristalize olur, çoğu zaman da komikleşip zavallılaşır. İbda mensubu da, sempatizanı da bu illetlerden ve zaaflardan beridir/beri olmak zorundadır, eli kolu heryere ve herşeye uzanabilmeli, her mevzuda ideolojik-siyasi rakibini ezebilmelidir. Halk hazır diyoruz ve doğrudur da, ya biz hazır mıyız?! Aslanlar gibi hazır ve nazır olduğumuzu teşhis ve tesbit ediyorum…
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)