Röportaj: TURAN DEMİR
“Bizde işler hâlâ devşirme bir akılla yürüyor maalesef. Asıl trajikomik olan budur.”
RIDVAN ŞENTÜRK KİMDİR
Prof. Dr. Rıdvan Şentürk, 1988’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1990 yılında Almanya’ya giden yazar, sinema, İslâmî bilimler ve felsefe dallarında lisans ve yüksek lisans öğrenimini bitirdikten sonra, “Sinemada Postmodern Yönelişler” başlıklı çalışmasıyla sinema dalında doktorasını tamamladı. “Terörist” isimli oyunu Berlin’de sahnelendi. Rıdvan Şentürk’ün metin yazarlığını üstlendiği, “Almanya’da Türk İzleri”, “Müziğin Gücü”, “Kafkas İslâm Ordusu” ve “Almanya Treni” adını taşıyan belgesel çalışmalarının yanında, yayımlanmış kitapları şunlar: “Postmodern Kaos ve Sinema”, “Terörist” (Oyun), “Gülme Teorileri”, “Düşünmek Ne Demektir” (Heidegger-Tercüme), “Eleştirel Teorinin Eleştirisi”. Hâlen İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Film ve Animasyon Bölümü başkanlığı görevini yürüten Rıdvan Şentürk’ün son kitabı “Türk Sinemasının Durum Analizi” yayım aşamasındadır. Kendisiyle Akademya yazarı Turan Demir, “Yorum Türkiye” sitesi (yorumturkiye.com) adına görüştü.
***
(I. Bölüm)
Yorumturkiye: Bergson’un bir sözünü hatırlıyorum; gülmek için kalbin durması lâzımdır şeklinde… Siz bu mevzu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Rıdvan Şentürk: Bu söz bana fazla gülmek kalbi öldürür sözünü hatırlatıyor öncelikle. Fakat bu sözden anlaşılması gereken şey, “gülme ile kalbin ölmesi” kavramlarının neyi ifade ettiği ve aralarında nasıl bir ilişki kurulması gerektiği sorularına bağlı. Aradığımız cevap, kahkaha biçiminde gülmenin vücudun gerilmesi ve boşalması esnasında kas ve sinirlerde yol açtığı deprem ve kalbin biyolojik olarak bundan etkilenmesiyle alakalı olabileceği gibi, farklı bir bağlamda da bulunabilir. Örneğin, şayet gülme ahmakça bir üstünlük duygusundan ve pişkinlikten kaynaklanıyor ve kendini kontrolsüzce dışa vuruyorsa, bu durum o kişinin hayat ile bağlarını kopardığına, kısırlaştığına, basitleştiğine, mekanikleştiğine, ruhî hassasiyetlerini kaybettiğine ve zekâsını körelttiğine işaret edebilir pekâlâ. Kaldı ki bir insan sürekli gülemez. Yerli yersiz, ciddiyetten uzak gülüp duran kişinin zaten kendisi gülünçtür. Yani kendi saygınlığını yitirmiş, küçülmüş demektir. Konuyu elbette mutluluk bağlamında ele almak, zıddını düşünerek stresin daha çok kalbi öldürdüğünü söylemek mümkündür. Fakat bu daha çok, kalbin huzuru ile alakalı bir konudur, kahkaha ile değil. O zaman da çok kahkaha atanın çok yaşaması gerekirdi ki, böyle bir hayat örneği zaten yok.
Yorumturkiye: Komedi ve fikir özgürlüğü ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Rıdvan Şentürk: Böyle bir ilişkinin kurulabileceğini düşünmüyorum; tabiî eğer bundan fikrini beyan etme özgürlüğünü kast ediyorsanız. Sanırım sorunuzda daha çok, komedinin fikir özgürlüğü bahanesiyle hukuki sorumluluktan kurtulmak için kullanılmasını düşünüyorsunuz. Mümkündür. Fakat bu komediye özgü bir durum değil. Bu diğer anlatım biçimleri, örneğin dram için de söz konusu edilebilir. Hatta bütün sanat türleri bu amaçla kullanılabilir. Bu durum sanatın kendisini değil, onu kullananın duruşunu ve maksadını sorgulamayı gerektirir.
Yorumturkiye: Ülkemizde komedi üzerine yayınlanan dergiler, yapılan filmlere bakıldığında, eşya ve hadiselerin sürekli dışyüzden çelişkileri ve çatışmaları üzerinde duruluyor. Sürekli gülmeye ve güldürmeye çalışan bir millet olmaya doğru gidiyoruz…
Rıdvan Şentürk: Bence bu tespitiniz biraz abartılı ve komediyi olumsuzlayan bir bakış açısı sunuyor. Olumsuz bir durum varsa bile bu komediden değil, Türkiye’deki komedi anlayışından kaynaklanıyor. Türkiye’de komedi üzerine yayınlanan dergiler olduğunu bilmiyordum. Hatta Bergson’un Gülme kitabı, Mustafa Şekip Tunç tarafından tercümesi ve bize uyarlanarak yorumlaması, bu konuda yazılmış birkaç makale ve birkaç akademik çalışmanın dışında Türkiye’de, diğer birçok konuda olduğu gibi, gülme ve komiği ciddiye alıp tartışan, bizcesini ortaya koymaya çalışan teorik çalışmaların ve tarihsel, sosyo-kültürel ve estetik araştırmaların olduğunu sanmıyorum. Mevcutsa bile, ben haberdar değilim. Umarım öyledir. Fakat dediğim gibi sanmıyorum. Bizde sadece komedi değil, birçok şeyin düşüncesi henüz oluşmuş değil. Aklımızı daha çok Batı’da, şurada burada düşünülmüş olanı, anlamak ve aktarmak biçiminde işletiyoruz; yani daha çok işçilik yapıyoruz. Üstelik iyi bir işçi olduğumuz da söylenemez. Çoğu anladığı kadarını çırpma, yapıştırma ve yakıştırma biçiminde kolaj. Komedi, komik ve gülme konularında söylenebilecek farklı bir şey yok. Bütün senaryo yazım tekniği hakkında yazılan kitaplara bakın, hepsi drama üzerine. Neden? Komediyi bile ezberlenen dramatik yapı üzerinden kavradıkları için, komedi deyince akıllara sadece zıtlık ve çatışmadan başka bir şey gelmiyor. Hâlbuki komedide zıtlık ve çatışma yer alsa bile, bu dramatik zıtlık ve çatışmadan çok farklı bir şeydir. Birinde dünya zıtlık ve çatışma üzerine kurulurken, diğerinde sadece belki kozmik bir gerilime yol açabilecek küçük bir unsurdur. Dramada zıtlık ve çatışma teleolojik hedefe, katharsise ulaşmaya engelmiş gibi görünen ama esasen hizmet eden durumları ifade ederken, komedide daha çok varlığın kendini evinde hissettiği, bütünlüğün zaten rasyonel bir akılla ve nedensellik ilkesine bağlı olarak kurulamayacağını gösteren bir kabulün ifadesidir. Gülünç olan aslında, bizim hâlâ neden zıtlık ve çatışma kültürünü besleyen dramanın Batı’da, daha çok kozmik barışın ve farklılıkların çeşitlilik ve zenginlik olarak ifadeye kavuştuğu komedinin ise bizde, Doğu’da gelenekselleştiği sorusu üzerine bile yeterince düşünmememizdir. Bizde işler hâlâ devşirme bir akılla yürüyor maalesef. Asıl trajikomik olan budur.
Yorumturkiye: Batılı bir yazarın eserinden aklımda şöyle bir cümle kalmış: “Hayat, muhtevasını kendisine yöneltilen sorulara göre verir”. Meselâ, matematik hayata yöneltilen bir dildir ve onun sorduğu soruları başka bir dile irca edemezsiniz. Size göre komedi bir dil midir yahut hayata ne gibi sorular sorar?
Rıdvan Şentürk: Diğer anlatım ve gösterim türleri gibi komedi de bize kendine özgü bir hayat anlayışı, dünya görüşü sunar. Az önce ifade ettiğim gibi, komedi, dramadaki gibi teolojik bir gayeye odaklanmış zıtlık ve çatışma üzerine kurulmuş bir dünya sunmaz; aksine bu şekilde kurulamayacağını sunar. Dolayısıyla kahramanı yoktur. Belki de zıtlık ve çatışma üzerine dünya kurulamayacağı gibi, kahramanlığın ancak zıtlık ve çatışmayla elde edilebilecek bir üstünlüğün ifadesi olmadığını bize gösterir komedi. Bu bir anlamda Mutlak Kudret ve sonsuz açıklık karşısında insanın acziyetini itiraftır. İlkesel farklılıkları itibarıyla ele alındığında, bence komedi çok daha düşündürücüdür, tabir yerindeyse daha felsefidir, ontolojik hakikatleri daha derinden kavrar.
Yorumturkiye: İnsanın varoluşsal anlamına dair yıllardan beri meydanda olan sorular var. Komedi bu sorulardan kaçmanın ve bilinmezcilik felsefesine kaymanın bir yolu mudur?
Rıdvan Şentürk: Bu kanaat bizim düşüncesizliğimizden kaynaklanmaktadır. Bilakis, daha önce ifade ettiğim gibi daha derin anlamlar içerir. Bilinmezcilik felsefesine kayma budalalığından ziyade, bilmişlik küstahlığından kaçınmayı hatırlatır. Bütün cevaplar elbette, nasıl bir komedi anlayışına sahip olduğumuz ve sunduğumuz sorusuna bağlı olarak karşılık bulabilir. Günümüzde maalesef, özellikle bizde, komedi daha çok gülme ve eğlenme malzemesi, keyfilik olarak muamele görmektedir. Komedinin günümüzde gördüğü muameleyi esas alacak olursak, sorunuza müspet cevap verilebilir. Fakat bu drama ve melodram için de geçerlidir, roman, hatta şiir için de. Yani bu sanatsal ifadenin kendisinden ziyade, onu da belirleyen zamanın ruhu ile ve bizim tarihsel düşünce/akıl sorunlarımızla alakalı bir şey.
‘GÜLME TEORİLERİ’ KİTABI DOLAYISIYLA…
“Kendi aklımızı inşa etmeliyiz…”
(II. Bölüm)
Yorumturkiye: Okuduğumuz kitablarda, şunları yaparsanız insanlar güler şeklinde tekniklerin işlendiğini görüyoruz.
Rıdvan Şentürk: Böyle şeyler bana müşterisini arayan kişilik geliştirme kitaplarını veya ibadeti şekil ve kalıba indirgeyen namaz hocası kitaplarını hatırlatıyor. Komikliğin ve insanın gülme sebeplerinin genel geçer durumlar ve ilkeler dikkate alınarak belirli bir şematiğe indirgenmesi belki mümkündür ama önemli olan komik düşüncesidir ve komiklik durumları ve gülme sebeplerinin birkaç formüle indirgenemeyecek kadar sonsuz bir çeşitlilik arz ettiğini bilmektir.
Yorumturkiye: Komedi, akıl ve ruh ilişkisi üzerinde durur musunuz?
Rıdvan Şentürk: Ruh ile ilgili olmayan bir şey yok. Akıl da, zekâ da, hissiyatımız zevklerimiz kadar, vücudumuzun kimyası da ruhla ilgili. Ruhun olmayan bir ifade yok. Örneğin, kendi kafasına silah dayayarak intihar eden birinin görüntüsü tek başına bize dramatik geliyor ve acıma duygusu uyandırıyorken, aynı sahnenin Charlie Chaplin tarafından oynandığında, bizde komiklik duygusu uyandırmasının asıl sebebi, görüntünün ardındaki ifadeye kavuşan ruhun hadiseye yaklaşım farkıdır. Burada Bergson’dan hareketle, komiğin ruhtan, canlılıktan uzaklaştıkça ve mekanikleştikçe daha güçlü bir biçimde ifadeye kavuştuğu gibi konulara girmek istemiyorum. Zira bu aynı zamanda ruhiliğin farkını da ortaya çıkaran bir şeydir. Daha önce işaret edildiği gibi, komedinin, aklın nedensellik ilkesini aşan ve mutlak düzen tutkusunu boşa çıkaran, bu yönüyle ruha daha çok yaklaşan bir yanının olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak burada sorulması gereken, daha çok hangi ruh ve akıl sorusudur. Genel olarak ruhtan ve akıldan bahsetmemizin bir anlamı yok. Ruhun ve aklın tarih içindeki eylemleriyle oluştuğunu, ancak böylece kimlik kazandığını görmemiz gerekiyor. Ruh ve akıldan ziyade, ruhumuz ve aklımız diyebilmeliyiz ve bu ruhumuz ve aklımız, yediğimiz aşureden, üflediğimiz neyden, müziğimizden, mimarimizden, edebiyatımızdan, Hacivat ve Karagöz’den, bilimsel araştırmalarımızdan, düşünme biçimlerimizden, ferdî oluş ve toplumsallaşma süreçlerimizden, kısaca eylemlerimizden, bakışımız, duruşumuz, sözümüz ve yürüyüşümüzden, ağlayış ve gülüş tarzımızdan tüten bir şeydir. Önemli olan öncelikle, kendi ruhumuzu bulmamız ve aklımızı kurmamızdır. Zor olan budur. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Yoksa mevcut olmayan bir ruh ve aklın adına mevzu oluşturmanın ve konuşmanın pek imkânı olmadığı gibi, kıymeti de yok.
Yorumturkiye: Savaş kazanmış bir kumandanın bir kahraman edasıyla halkın arasında büyük bir heybet içerisinde yürürken ayağının bir taşa takılıp düşmesi sonucu bir ânda kahramanlık vasfının zedelendiğini görürüz. Niçin kahramanın komik bir duruma düşebileceği düşünülemez?
Rıdvan Şentürk: Bu sorunun cevabı kendi içinde ve çok basit: Gülünçlüğün ruhun asaletiyle uyuşmamasıdır. Şöyle de söyleyebiliriz: Düşen kişi eğer gerçekten asil bir ruha sahipse, düşüşü de gülünç olmayacaktır, daha çok trajik olacaktır, yahut bu bir oyunsa, düşmeyecektir. Kimin düştüğü ve nasıl düştüğü de önemli. Örneğin Firavun’un bir sineğe yenik düşmesi onu gülünç kılarken, Yavuz Sultan Süleyman’ın bir çıbana yenik düşmesi pekâlâ trajiktir. Komedinin ilkesel farkı da burada: Mutlak Varlık dışında, düşmeyecek bir ruh tanımamasıdır. Komedinin Mutlak ile ilişkisi, mevzunun püf noktalarının başında gelmektedir. Bu ilişkinin Batının ve bizim komedi geleneğimizde nasıl bir karşılık bulduğu sorusunun araştırılması ve tartışılması gerekmektedir. Bu tartışma biraz da bizim komedi geleneğimizde hakikatle nasıl bir ilişki kurduğumuz sorusuna ışık tutacaktır.
Yorumturkiye: Danirmarka’da bir karikatürist tarafından Peygamber Efendimiz ile ilgili bir karikatür çizilmişti. Niçin karikatür ve komedi metodu takip ediliyor?
Rıdvan Şentürk: Bildiğiniz üzere Batı’da bu konuda yapılmış filmler, hatta birkaç yüzyıl önce yazılmış ve sahnelenmiş tiyatro oyunları da mevcut. Fakat, sizin de ifade ettiğiniz gibi, bütün bunların hepsi sonuçta bir şeyi karikatürize etmekle alakalıdır. Bir şeyi karikatürize etmek, o şeyde var olan biçimsizlikleri, orantısızlıkları öne çıkararak, o şeyin tabiî haliymiş gibi göstermek, küçümsemektir. Tabiatta her yerde biçimsizlik ve orantısızlığı görmek mümkündür. Karikatürün meşruiyet zemini işte bu imkândan kaynaklanmaktadır. Bu durum karikatürde ifade ile ifade edilenin hakikatinin büyük ölçüde örtüşmesi halinde geçerlidir. Ancak, gayesi bir hakikati ifade etmek değil de, daha çok hakikate suikast düzenlemekten ibaret olan karikatürler, tabiatta görebileceği mümkün biçimsizlikleri ve orantısızlığı, karikatürize etmek istediği şeyde mevcut olmadığı halde, ona yakıştırmak suretiyle küçümsemeyi denerler. Bu türden, hakikati, maskesi düşmüş bir hakikat iddiası durumuna düşürmek isteyen suikast teşebbüsleri, karikatürün çarpıcı çizim/tasvir ve iğneleyici fikir unsurlarını kullanırlar. Böylelikle sıradan zekâlara kolaylıkla ulaşarak, onların üstünlük duygularına hitap ederek, onlardan karikatürize edilmek istenen hakikate kızgınlık duymaları ve onu küçümsemeleri talep edilir.
Özetle şunu söyleyebiliriz: Karikatür, çizgileri ve muhtevasıyla hakikate uyduğu sürece meşru bir sanattır. Karikatürün gerekli kıldığı zekâ da ancak hakikatten yana tavır takındığında güçlüdür ve idrak düzeyine ulaşmamış algısal şuur ve zekâ ile oynama hakkına sahiptir. Ancak, karikatürize edilmek istenen şey bizzat hakikatin kendisi olduğunda, gülünçleşen, maskesi düşen bizzat karikatürün kendisi ve onu çizen zekâ olur. Hakikati nefret ve intikam duygularıyla küçümseme, karikatürize etme yoluyla karalama çabası, diğer bütün meşru yolları kapanmış, ölçüsünü ve kendine olan güvenini yitirmiş bir kültürün, aklın, düşünce geleneğinin acziyetinin, tükenmişliğinin bir ifadesidir. Batı’nın içine düştüğü durum işte budur!
Yorumturkiye: Bugün sadece ilkokul öğrencileri seviyesinde olduğu düşündürülen Nasreddin Hoca’nın komedideki yeri ve önemi hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Rıdvan Şentürk: Nasrettin Hoca, daha önce ruh, akıl ve komedi ilişkisine dair sorduğunuz soruya mükemmel bir cevaptır. Sadece genel anlamda ruh değil, kendi ruhumuz ve aklımıza da işaret eden istisna bir değerdir. Üzerinde düşünmek yerine, para kazanmak için pazarlanması ve suistimal edilmesi düşündürücüdür. Mahrum olduğumuz ruha ve akla işaret etmektedir.
Yorumturkiye: Bir espri yapıldığında karşıdaki kişi bu esprinin mantıklı izahını yaptığında yapılan espri güldürme özelliğini kaybeder. Bunun sebepleri hakkında ne söylemek istersiniz?
Rıdvan Şentürk: Buna sebep olarak komedinin, aklın nedensellik ilkesi ve mantık kalıplarının üstünde seyreden ruhî aşkınlığını ve şok tesirini yitirmesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz; yani sebebin rasyonelleştirilmesidir diyebiliriz.
Yorumturkiye: Günümüz komedi filmlerini gülme teorileri açısından değerlendirir misiniz?
Rıdvan Şentürk: Şayet Türk komedi filmlerini kast ediyorsanız şunları söyleyebiliriz: “Gülme Teorileri” kitabında da ifade ettiğim gibi, Türk tiyatro tarihine bakıldığında dram ve tragedyadan ziyade gülme ve komik kavramlarının özel bir anlam ifade ettikleri, tiyatro anlayışının daha çok komedi tarzında vücut bulduğu ve geliştiği görülüyor. Bazı dönemlerde ve oyun örneklerinde dramatik unsurlara yer verilse de, Türk Tiyatrosu’nun “Köy Seyirlik Oyunları”, “Kol Oyunu”, “Orta Oyunu” ve “Hacivat/Karagöz Oyunları”, “Tuluat Tiyatrosu” biçiminde özetlenebilecek bir komedi geleneğine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Buna Nasrettin Hoca’nın temsil ettiği güçlü bir fıkra geleneğinin de eklenmesi gerekir. Fakat bu gelenek gereğince tartışılmamış, çeşitli açılardan sorgulanarak teorik ve estetik bir tartışma zemini oluşturulamamıştır. Halkımızın kendi geleneğimizden beslenen oyunlara, TV dizilerine ve sinema filmlerine ilgisinin hâlâ sürüyor olması pek tabiîdir. Fakat söz konusu uygulamaların dahi ezbere yürütüldüğü, aktarma ve bazen geleneğin bozulması şeklinde tezahür ettiği görülmektedir. Film, dilin ve oyunculuğun tiyatroya nispetle öneminin azaldığı bambaşka bir “medyum” olmasına rağmen, Türk filmleri uzunca süre geleneğin tiyatral anlatım kalıplarından kurtulamamıştır. Yahut Amerikan ve Batılı kaba güldürü örneklerinin kötü kopyaları sergilenmiştir. Türkiye’de temel bir komedi düşüncesinin geliştiğini söylemek oldukça zor. Düşüncesi, olması gereken kaygısı duyulmayan bir şeyin pratikte gelişmesini beklemek de pek gerçekçi değil. Belki bu yüzden Türk komedisi ne tiyatroda, ne televizyonda, ne de sinemada kendini yeterince çeşitlendirebilmiş, farklı anlatım türlerini denemiş bile değil. Anlaşılacağı üzere temel sorun yine burada da, yaklaşık 300 yıldır kaybettiğimiz ruhumuzu bulabilmemiz ve kendi aklımızı inşa edebilmemizle ilgili.
Yorumturkiye: Komedinin hâkim olduğu grublarda narsist duyguların çok yoğun yaşandığını müşahede ediyoruz. Narsizm ve gülme arasında ne gibi bir ilişki vardır ?
Rıdvan Şentürk: İnsanın neye niçin güldüğü sorusuna verilebilecek cevaplardan bir tanesi de gülen kişinin kapıldığı üstünlük duygusudur. Gülme bir üstünlük duygusunun, dolayısıyla ötekini küçümsemenin, ötekiyle alay etmenin bir ifadesi olabilir. Bu tarz gülmenin elbette narsist bir karaktere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Antik Yunan döneminde yer alan komedilerde (hatta belirli bir çerçevede trajedilerde) mitolojik narsist Tanrıların insanların içinde bulundukları duruma güldükleri, onları küçümsedikleri, alaya aldıkları söylenebilir. Yine aynı şekilde sekülerleşme sürecinde Tanrıların narsist insanlar tarafından alaya alındıkları ve gülünç bulunduklarını söylemek mümkündür. Üstünlük vurgusu içeren bir narsistliği ifade eden gülme biçimi örneğin Kur’an-ı Kerim’de de zikredilmekte ve yerilmektedir. Çeşitli âyetlerde inanmayanların üstünlük duygusuyla inananlara güldüğü ve onları küçümsedikleri ifade edilmekte, asıl gülenin son gülen olacağı vurgulanmaktadır. Bu tür gülme narsist, gurur ve kibir ifadesi olduğundan inananlar için kerih görülmüş, karşılık gösterilerek inanmayanların alayla gülerek küçümsenmeleri tavsiye edilmemiştir. Böyle bir tavır İslam’da ne inananlar ne de Allah için söz konusu değildir. Ayrıca böyle bir tavır Yaratıcıya yakışmayacağı gibi, zaten İslam’ın Vahdaniyet ilkesiyle de çelişmektedir. Demek oluyor ki, böylesine bir gülme tarzı bizim irfan geleneğimizde tasvip edilmemektedir.
Yorumturkiye: Ülkemizde mutlu olmanın şartı gülmekmiş gibi algılanır. Ülkemiz insanının bu durumunu göz önünde bulundurarak gülme ve mutluluk ilişkisini değerlendirir misiniz?
Rıdvan Şentürk: Böyle bir kabul, ancak hayatın gayesinin mutluluk olduğuna inanan budalalığın ifadesi olabilir. Bu bütün çiçeklerin güldüklerini ve mutlu olduklarını sanmak gibi bir şey; bir tür mutluluk paranoyası.
Yorumturkiye: Teşekkürler hocam…
KAYNAK: Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 5, Temmuz-Eylül 2014