Herkes “ne” yapacağını biliyor; fakat “nasıl” yapacağını bilemiyor kimse… İşte bu noktada kara kaplı kitaplar giriyor devreye; herkes kendi kitabını açıyor, kendi duasını okuyor, istihârelere yatılıyor, büyücü çadırlarının önünde sabırsız ulaklar bekletiliyor… Kitapsızlar ise büsbütün şaşırmış, etekleri tutuşmuş durumda; Sulukule’ye zamparalığa değil, bakla falı baktırmaya gidiyorlar bugünlerde…
Güzeel…
Bir de dünya güzeli var; Azra Akın…
“Öyle ya, her millette güzel var da bizde yok mu? Yok ne demek! Öyleleri var ki bir gülüşle bin gönül feht ederler, öyleleri var ki bir bakışla bin can yakarlar… Ama bunlar bizim gönlümüze göredir… Ölçüye uymaz, metroya, santime gelmezler. Malum a! Bizim bedenlerimiz alafranga değil alaturkadır; sporsuz gelişigüzel büyüdüğümüz için hepimiz biraz göbekliyiz, vucudun ölçülü güzelliğine o kadar ehemmiyet vermeyiz. Bizde güzellik şunlardır: Kaş, göz, gerisi söz!..”
Bu sözler, 2. dünya güzelimiz alafranga Azra’ya değil, Balıkhane Nazırı Mehmet Teyfik Bey’in torunu Feriha Teyfik Hanım için yazılmış; 9 Şubat 1929 tarihli Karagöz gazetesinde… Peyami Safa, Halit Ziya Uşaklıgil, Abdülhak Hamit, Hüseyin Rahmi, Sabiha Zekeriya Hanım, Zekeriya Bey, Cenap Şahabettin beyler jüride yer almışlar…
29’da olmamış, 30’da bir daha denemişler…
Cumhuriyet Gazetesi, ‘Milli vazifeyi yerine getirmek’ sloganını yine sütunlarına taşımış.
“Bu yeni kraliçe Mübeccel Namık Hanımdır, kendisi yeşil gözlü, uzun boylu ve çok mütenasip endamlıdır. Hakem heyetinde bulunanların görüşleri oldukça ilginçtir. Hüseyin Rahmi: Birer birer alınsa hepsi güzel, fakat bolluk içinde seçmek müşkül oluyor. Halit Ziya: Bayıldım. Ahmet İhsan: Rüya görüyorum sanıyorum. Abdülhak Hamit: Cennete giriyorum sanıyorum. Kontes Saranzo: Cennetten çıktım sanıyorum. Hüseyin Cahit: Hayranım. Şukufe Nihal: Gayet güç, cevap veremiyeceğim kadar güç. İsmail Müştak: Hepsinin müştâkıyım. Yunus Nadi: Bu işin muvaffakiyetinden çok memnunum…”
Jüriyi mutlu eden bu yarışmanın ardından, Mübeccel Namık Hanım, Türk ırkının güzelliğini ispatlamak amacıyla Fransa’ya gönderilmiş. Fakat güzellik tacını Yunanistan’a kaptırmış… (Bu Türk-Yunan idrar yarışı çok mânidar; ayrı bir yazı konusu!)
31’de de olmamış. Cumhuriyet Gazetesi, 1932 yılında ‘Ulusal Onur’ için Türk kızlarına yeniden çağrıda bulunmuş; 16-25 yaş arasındaki evlenmemiş namuslu kızları, kazanana 500 lira ödül verileceğini belirterek beklemeye başlamış. Henüz başına konacak taçtan habersiz olan on sekiz yaşındaki Keriman Halis de bu çağrıya son başvuru günü yanıt vermiş; müsabakaya babası götürüp kayıt ettirmiş. Yarışmaya sadece sekiz kişi başvurmuşmuş zaten. Keriman Halis, bu sekiz kişinin arasından Türkiye’yi temsil etmek üzere seçilmiş. Ve Belçika’daki yarışmadan, bütün Türkiye’yi sevince boğan haber gelmiş: Türk güzeli, dünya güzeli olmuş. Gazetelerin ilk sayfaları bu haberle şenlenmiş. Taze cumhuriyet kendini güzellik alanında ispatlamanın sevincini duyuyormuş. Halk bu başarıdan çok memnun kalmış. Sanki Türkiye’nin her evinde güzellik kraliçesi seçilen kişi kendi kızlarıymış, kendi kardeşleriymiş, kendi sevgilileriymiş gibi bir hava varmış. Çünkü Türk ırkının güzelliği nihayet ispatlanmış. Ekonomik sıkıntılar, yeni cumhuriyetin problemleri kısa bir süreliğine rafa kaldırılmış; güzellik, bütün sorunların üstüne kalem çekmiş.
“Mış” diyorum; bu ifadeler o günlerin “Bâb-ı âdi” paçavralarına ait…
Keriman Halis, Türk ırkının damarlarında gezinen kabiliyetten ötürü kazanmış. Öyleyse aynı kabililiyeti taşıyan her Türk, her konuda başarıya ulaşabilirmiş. TBMM Başkanı Kazım Paşa Yerli Mallar Sergisi’nde, Türk güzelinin Belçika’da giydiği tuvaletin milli kumaştan yapıldığını söylemiş ve yarışmanın kazanılmasında bu faktörün etkili olduğunu belirtmiş. Yine İktisad ve Tasarruf Dergisi, Keriman Halis’in güzel oluşunu Türk üzümü, Türk fındığı, Türk lokumu yemesine bağlamış. Keriman Halis’in kişiliğinde, Türkiye her konuda dünyada birinci olacağına, hatta olduğuna inanmaya başlamış. Bu durumdan büyük zevk alınıyormuş. Gelecekte Türkler her mevzuda kendilerini dünyaya ispatlayacak ve Türkiye bir süper güç olacakmış…
“Türk güzellik kraliçesi Keriman Halis Hanım’ın Cihan güzellik kraliçeliğine seçildiğini duyunca sevinçten yüreği titrememiş hiçbir Türk tasavvur edemiyoruz. Keriman Halis’in muvaffakiyeti inkılap Türkiye’sini tanımayan, hala bizi sarayîle, sultanîle, haremîle, harem ağasîle, kafesîle, peçesîle, külahîle, fesîle, şalvarîle,cübbesîle, yeniçerisîle geri ve garip bir şark milleti sanan Avrupalılar’ın gözünü açmak için milyonlarca lira bahasına yapılacak propagandalardan daha tesirli ve canlı oldu. Güzel kızımız, milleti ve memleketi hesabına yaptığı bu güzel işîle ne kadar iftihar etse yeridir. Türk’ün dillere destan olan kuvveti ve güzelliği, gönül istiyor ki, Türk malının da bir alâmeti fârikası olsun. Türk malı deyince akla sağlam, temiz ve güzel mal gelsin. Türkiye’de yetişen mahsuller, memleketimizin tabiat şartları sayesinde, bu gayenin tahakkuku için bütün imkânlara mâlik bulunmaktadır. En iyi üzüm, Türk üzümüdür. En iyi incir, Türk inciridir. En iyi fındık, Türk fındığıdır. En iyi tütün, Türk tütünüdür. Kısacası bütün mahsullerimize tabiatın ihsan ettiği iyiliğe, onları yetiştiren müstahsillerimizin, onları satan tacirlerimizin bilgi, sevgi ve dikkati de katılırsa o vakit rakiplerimizi, Türk güzelinin yaptığı gibi birer birer yenmeğe ve Türk malının da cihan malı olmasına hiçbir engel yoktur. Temiz hilesiz mal. Bir örnek mal. İyi bir ambalâj. İşte Türk ziraat mallarını cihan malı yapacak şartlar. Cihan güzelinin beraberinde götürdüğü kat kat elbiselerin hepsi yerli mallarımızdan yapılmıştı. Güzelimiz bu surette yerli mallarımız içinde bir zafer kazanmış oluyor. Bundan üç dört sene evveline kadar, bütün milletlerin güzellerîle boy ölçüşmek için Avrupa’ya giden bir kızımızı yerli mallarımızla süslemeğe cesaret edebilir miydik? Demek ipekli ve yünlü mallarımız da Avrupa mallarîle müsabakaya girişebilecek bir seviyeye yükselmiştir. Bunu neye borçluyuz? Bunu sadece halkın yerli mallarına olan samimi ve candan rağbetine borçluyuz. Eğer Türk milleti,Türk malı kullanmanın millî bir vazife olduğunu derhal anlayıp ta yerli mallarımıza gittikçe artan bir rağbet göstermeseydi, millî sanayimiz inkişaf edebilir miydi? Fakat henüz gayeye varmadık. Fakat varacağız: Türk malı, Cihan malı olacak.’ ( İktisad ve Tasarruf Dergisi, Eylül,1932)
31 Temmuz 1932’de Türkiye güzeli Keriman Halis’in, Belçika’ da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk de boş durmamış, eseriyle gurur duymuş ve Keriman Halis’e “Ece” ünvanını vermiş… Fakat, Keriman Halis’i dünya güzeli seçen jüriye itirazlar olmuş; “bunca güzel arasından bu tombul kızı seçmeniz saçmalık” filân demeye kalkmışlar… Yarışmanın organizatörü kürsüye gelmiş ve şu meâlde bir konuşma yapmış: “Biz bu Türk kızını güzel olduğu için birinci seçmedik; Türk milletini nihâyet ruh köklerinden kopartmış bulunuyoruz, bu zaferimizi taclandırmak istedik!”
Tam 70 yıl sonra bugün Türk’ün başına yeni bir tac daha koydular; bu seferki neyin zaferi, bu vesîle-i cemîle ile neyi taclandırmak istiyorlar acaba bu sefer?
Avro-parlamenter Daniel-Cohn Bendit, Courrier International’in sorularına cevap veriyor:
“Neticede, bana göre, Avrupa Birliği’ne üye olmasının önündeki tek kesin engel, ordunun Türk siyaset ve toplum hayatında oynadığı rol. Şimdi Türkler’e sormamız gereken soru şu: Kemalizmden vazgeçmeye hazır mısınız?”
Ve…
“Genelkurmay’da büyük bir şaşkınlık yaşanıyor. Haklı olarak ‘Acaba biz dışlanıyor muyuz?’ endişesi doğuyor.” (E. Özkök, 5.12.2002, Hürriyet)
Güzeel…
23.12.2002 / Hanya
Kaynak: “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005