Amerikan terörizmi çıldırdı… Son saldırılarda 70’ten fazla Iraklı sivil hayatını kaybetti… Bağdad, antiemperyalist dünya kıyamının sembolü olmaya doğru gidiyor… Savaşın 8’inci yılı geride kalırken, Ankara hâlâ nasıl bir tavır takınacağını kararlaştırabilmiş değil…
16 Aralık 1998’i 17 Aralık’a bağlayan gece, İngiliz destekli Amerikan hava kuvvetleri Irak’ı yeniden bombalamaya başladı. Dört gün süren saldırılarda bir çok petrol rafinerisi, gıda deposu, hastahâne ve sivil yerleşim merkezi, uranyum ihtivâ eden 2 tonluk katliâm bombalarıyla tahrib edildi. Saldırılarda, ilk tesbitlere göre, 62’si asker, 135’ten fazla Iraklı Müslüman hayatını kaybetti.
Son Amerikan saldırılarına gerekçe olarak, BM Teftiş Komisyonu (UNSCOM) Başkanı Richard Buttler’in Irak’ta kimyevî silâh bulunduğuna dair raporu gösteriliyor. Ancak raporun Birleşmiş Milletler’e değil de doğrudan doğruya Amerikan Hükümetine sunulmuş olması, kafaları karıştırıyor. Aynı komisyonun mensubu Scott Ritter’in belirttiğine göre, sözkonusu rapor bizzat Beyaz Saray’da ve Beyaz Saray’ın saldırı plânlarına uygun biçimde hazırlanmış. Buna rağmen, rapor daha açıklanmadan Pentagon’a saldırı emri verilmiş ve gerekçesi daha sonra açıklanıyor. Tam da Başkan Clinton’un cinsî sapıklık mahkemesi ve azil oylaması öncesinde… Clinton’un bir cinsî sapık olduğuna dair ilk haberler ortaya çıktığında da, Amerikan hava kuvvetleri Sudan ve Afganistan’ın Müslüman nüfusunu bombalamışlar, böylece iç kamuoyunun gündemini değiştirmişlerdi.
Irak saldırısına gerekçe olan raporu hazırlayan Avustralyalı Richard Buttler’den, gazeteci Hadi Uluengin şöyle söz ediyor:
– “Washington’un gözüne girmeye çalışan ve ülkesinde dışişleri bakanlığına oynayan bu Avustralyalı diplomat bozuntusu su katılmamış bir şarlatan, ötesi, temsil ettiği beynelmilel kurumu yok pahasına satan ucuz bir hindidir.” (19 Aralık 1998, Hürriyet)
BM Teftiş Heyeti görevlisi Scott Ritter ise, saldırı raporunun Beyaz Saray tarafından hazırlandığını öne sürerek görevinden istifâ etti. Ritter ayrıca Buttler’in İsrail’le olan derin ilişkilerini bildiğini de ima etti. (19 Aralık 1998, Yeni Şafak) Bunu, yıllardır süren Irak’a ambargonun gıda yardımları kalemini denetleyen komisyonun başkanı Denis Halliday’in istifâsı takib etti. Halliday, Irak’ta yetersiz beslenme sonucunda her ay binlerce çocuğun öldüğünü görüp, “bir toplumun bu şekilde yok edilmesine ortak olamam” demişti.
Amerikan terörist saldırıları, başta İslâm ülkeleri olmak üzere bütün dünyada infial uyandırdı. En büyük tepkiyi, ABD ve İngiltere’deki büyükelçilerini çeken Rusya gösterdi. Birçok devlet başkanı, ABD’yi saldırılarını derhal durdurması yönünde kınarken, İngiltere anamuhalefet lideri, “Bu bir Haçlı Seferidir. İngiltere’nin buna iştirak etmesi, Avrupa Birliği’nin itibarını zedelemiştir” şeklinde konuştu. Birçok İslâm ülkesinde, namazlardan sonra Amerikan bayrağı yakılırken, Suriye’de Amerikan Büyükelçiliği göstericiler tarafından basıldı. Amerika’da da şiddetli gösteriler olup, “asıl terörist Clinton’dur”, “çocuk kaatili Clinton” şeklinde pankartlar açıldı.
Bütün bunlar olurken, Türkiye’de ne resmî, ne de gayrıresmî hiçbir tepkiye rastlanmadı. Kahire’de yayın yapan bir radyo, tüm Amerikan müesseselerine karşı cihad ilân ederken, Türkiye’de Amerikan ve İsrail şirketlerine karşı hiçbir protesto göze çarpmadı. Bu durum, şübhesiz hükümetten ve olan biteni sansürleyerek halka duyurmayan basın yayın patronlarından kaynaklanıyor. Bir cep telefonu şirketi, pastadan daha çok pay kapabilmek için, rakibi olan İtalyan şirketini, onların PKK’yı desteklediği imasıyla “kanlı makarna” reklâmını çekerek köşeye sıkıştırmış, “Hürriyet” gazetesi de ona “yılın reklâmı” ödülünü vermişti. Ama hiçbir gazete veya şirket, büyük şehirleri işgâl ordusu gibi kuşatan Amerikan hamburgerinden oluk oluk fışkıran kanları görmeyi ve kamuoyuna göstermeyi göze alamadı.
ABD ve Irak arasındaki savaş, 3 Ağustos 1990 günü Irak’ın Kuveyt’i geri almasıyla soğuk bir şekilde başlamış ve 17 Ocak 1991 günü fiiliyata dökülmüştü. Devrin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, sözkonusu beş buçuk aylık zaman zarfında, gelişmelerin nereye varacağını bir türlü kestirememiş ve kamuoyunu yanlış yönlendirip durmuştu. Sonunda “hür dünya ile birlikte hareket edeceğiz” diyerek Amerikan esaretine girmek istemiş, ancak Müslüman halkın 25 Ocak 1991 tarihinde yurt sathında başlattığı “Şanlı Cuma” gösterileri sayesinde, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma durumuyla karşılaşmış, Irak halkına saldırma hevesleri kursağında kalmıştı. Tatvan’da polisin cemaate ateş açması sonucunda 1 Müslümanın şehid edilmesiyle tırmanan olaylar sonunda, Özal “Panik Operasyonu” başlatmış ve 1 Şubat 1991 tarihinde, olaylardan sorumlu gördüğü İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ve 16 İBDA bağlısına operasyon ve ardından çeşitli işkenceler yaptırmıştı.
Körfez Savaşında Irak’la beraber İBDA’ya saldırılması, İBDA Mimarı’nın savaştan önce yaptığı değerlendirmelerin savaş sırasında ayniyle tahakkuk etmesindendir:
– “Evet; ben, kuyrukçu ve kuyruk sallayıcı politikayı tasvib etmiyorum!.. Türkiye’de İslâmcı kesimin reaksiyonlarını hesaba katmadan girişilecek taahhüdler şaşırtıcı neticelere varabilir… Mesele Saddam Hüseyin’i sevmek bakımından değil de, Amerikan ve Batı emperyalizminden nefret bakımından görünürse şaşmamak gerekir, çünkü insanımızda bunun kültürel ve ruhî kökleri var… Şunu açıkça söylemek istiyorum: Halkı müslüman olan ülkelerde hükümetlerinin tutumu ne olursa olsun, halkın ayrı bir hissiyatı ve sezgisi vardır… Şuurlara alternatif vermek gibi olmasın ama, şu veya bu sebeble müslüman ülkelerde bulunan yabancıların da hayatı tehlikededir… Amerika ve diğer Batılı ülke vatandaşları, sadece İslâmî örgütleri değil, sol ve milliyetçi örgütleri de karşılarında göreceklerdir!..” [1]
İlk savaşın ardından, 1991’de İBDA Mimarı’nın değerlendirmesi ise şu olmuştur:
– “Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Amerika’nın dünyada tek süper güç olarak kaldığı ve dünyanın patronu olduğu masalı, bu savaşta çökmüştür; ve savaşın neticesine bakmaksızın söyleyeyim ki, Irak, bilerek veya bilmeyerek Üçüncü Dünya Ülkelerine iyi bir örnek ve moral vermiştir… Kafa tutulabileceğini ve Amerika’nın istediği yere elini kolunu sallaya sallaya girip istediğini yaptıramayacağını göstermiştir… Yâni, Irak’ın ödediği bedel ne olursa olsun, Amerika mağlubiyetten beter bir zafer kazanmıştır!..” [2]
İBDA Mimarı yine, Saddam’ın dünya düzeni arabasının bir tekerini söktüğünü belirtmiş, İran İslâm (!) Cumhuriyetinin İslâma ihanetini savaşın neticesine tesir eden faktörler arasında göstermiş ve “Büyük Şeytan’ın büyükelçiliği” olarak tavsif etmiştir.
Öte yandan, Körfez Savaşı’nda, Irak’tan sonra en ağır faturanın Türkiye’ye çıktığını görüyoruz. Turgut Özal’ın “Bir koyup üç alacağız!” hesabıyla balıklama ABD tarafgirliğine soyunduğu savaşın sonrasında Irak’a konulan ambargo, Türkiye–Irak ticaretini baltalayınca, Türkiye ekonomisi batma noktasına gelmiştir. Aynı zamanda, Irak’ta doğan otorite boşluğu, “ihtilâlci hareketler için elverişli zemin” oluşturmuş ve bu boşluğu dolduran PKK, Körfez Savaşını müteakib, Türkiye’nin baş belası kesilmiştir.
Bütün bunlar Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını daha da arttırdı. Irak’tan cesaret alan Somali ve Haiti, ABD’ye kafa tutmağa başladılar. Bu iki küçük ülkenin direnişi dünyayı şoke ederken, ABD birliklerinin Somali’deki işgâli ve Müslüman avına Türkiye’nin subayları da katıldı. Somali’de eğitilen bu subaylardan Çevik Bir, daha sonra Türkiye’de Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na kadar yükseldi ve 28 Şubat Süreci’nin en önemli aktörlerinden biri oldu. Bu süreçte ABD’ye giden Çevik Bir, “Türkiye’de İslâmcı hükümetle savaş hâlindeyiz!” diyerek destek istedi. Türkiye’yi bu maceraya atan Özal ise bilmeden kimbilir kimlerin menfaatine dokunmuş olarak, şübheli bir ölümle ortadan kalktı.
Neticede, ABD ve İsrail, Irak üzerindeki emellerine henüz nail olamadılar. Dıştan vahşî bir ambargo ve hava saldırılarının yanında, içten de Peşmerge ve Şiî grublarını kışkırtarak Saddam’ı köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar ama, Bush, Saddam’dan önce siyasî ömrünü tamamladı. Clinton da tamamlayacağa benziyor. Saddam, dünya antiemperyalist kamuoyunda ve İslâm dünyasında prestij toplamaya devam ediyor. Özellikle Cezayirli Müslümanların büyük desteği ve oluşturdukları gönüllü birlikleri dikkat çekiyor.
Gelgör ki, Türkiye’de tuhaf şeyler oluyor. Bütün dünya ayağa kalkarken, Türkiye’nin İslâmcı kamuoyundan çıt çıkmıyor. Hâlen, İslâmcı camiada sözü geçen bazıları, Saddam’ın bir Amerikan ajanı ve savaşın bir danışıklı dövüş olduğunu söylemekten sıkılmıyorlar. Bu üslûb, Tahran’dan geliyor ve ABD’nin de çok işine yarıyor. Tahran’ın tarihî Sünnî düşmanlığının ve Batı işbirlikçisi ruhunun hortlamasından kaynaklanıyor ve her nasılsa Türkiye’de yalanın bu kadar zavallısına inananlar çıkabiliyor.
Bırakın palavrayı! Biraz gerçek olun! Amerikan hamburgerlerinden damlayan Müslüman kanlarını görün, biraz erkek olun! Şanlı Cuma’nın dillere destan sloganını kuşanın ve meydanlara çıkın:
– “Saddam sen oradan biz buradan!”
AKADEMYA (I. Dönem, Sayı 11, Şubat 1999, Feyyaz Aksakal imzasıyla)
Dipnotlar:
1) Salih Mirzabeyoğlu, ADIMLAR -1984’den 1996’ya-, İBDA Yayınları, İstanbul 1997, s. 58.
2) Salih Mirzabeyoğlu, ADIMLAR, s. 76.