Hologram

Ολόγραμμα (Olôgrama)=Όλος (Ôlos): Hepsi, bütün hepsi+γράμμα (grâma): Harf, yazım. Olôgrama: Holografi metoduyla elde edilen fotoğraf, tablo, levha.

Ολογραφία (Olografîa): Όλος (Ôlos): Hepsi, bütün hepsi +γράφω (grâfo): Yazmak, yazıya geçirmek. Olografîa: Herhangi bir temayı röfleli veya çepeçevre (fırdolayı) gösteren, laser ışınlarıyla elde edilen fotoğraf(lama) metodu.

Ολογραφικός (Olografikôs): Olografi kelimesinin sıfatı.

Mefhumlar evvela Fransızca’ya ‘Hologramme’ (Ologram), ‘Holographie’ (Olografi) ve ‘Holographique’ (Olografik) şeklinde geçmiş ve oradan da tüm dünya dillerine yayılmıştır.

Dünyanın ve dahi kâinatın müdhiş altüstoluşlar yaşadığı ve yaşamaya da mutlaka gebe olduğu şu devirde bir kitab kaleme alındı ve bu kitaba «Sefine – Suver-i Hayâl Âlemi» ismi verildi. Dünyayı idâre edenler, tahakküm ehli, zevken idrâkten haberdâr olanlar, fizik âlimleri, kaydadeğer entellektüeller, büyük öğretmenler ve süratle yol almak isteyen öğrenciler; hâsılı arayanlar da, bulanlar da bu eseri okudular/okuyorlar/okuyacaklar. Ben de talebelik mevkiinde bu eseri ‘okumaya’ gayret ediyorum. Bu sebeble olsa gerektir, kendimi ondan alıp da başka bir şeyle meşgul olamadığımı itiraf etmeliyim. Beri taraftan da nefsim beni birşeyler yazıp söylemeye itmekte; illâki bir iki kelâm etmeliyim diye kıpraşıp duruyorum. Talebe düzeyinde de olsa birşeyler karalama ihtiyacı… Kar Baykuşu gibi düşünüyorum; öyle bir makale ki, Iraq’ı da, Türkiye’yi de, SARS’ı da, genelkurmayı da velhasıl herşeyi de mündemiç ve nefsimi ‘mutmain’ kılabilsin; ve herşey aynı Sefine’de… O sebeble kimse makalenin başlığına bakıp da ‘Hologram’la alâkalı birşey kaleme alacağım yanılgısına düşmesin. Ancak yine de bu eserdeki Hologram’a aid izahatı da bu makâleye alacağız…

«…Kısaca, hologram, holografik bir levhadan yapılır; lazer ışığı gibi özel ışıklandırma şartları altında kendisine bakıldığında, şeffaf üç buudlu resim görüntüsüdür. Önemli özelliği, ne kadar parçaya bölünürse bölünsün, her parça, bütünün resmini verir.» (sayfa 60). Evet, Hologram’ın hülâsası bu… Bu, ister kâinat (Makrokosmos) ister Hücre, Atom, Quant, Quark vs. (Mikrokosmos) planında ele alınsın; iş, âlemin insanda, insanın DNA’da, DNA’nın Nükleik Asitler’de vs. dürülü olduğu hakikatine varmakta yani «ne kadar (alt) parçaya bölünürse bölünsün her parça, bütünün resmini verir (yansıtır)». Bir başka deyişle, daha evvel de ifâde ettiğimiz ve edildiği üzere, Omnia Nodes Arcanes Connexa; yani «Herşey birbiriyle alâka dahilinde, birbiriyle içiçe» ve bunların Yeni Fizik bağlamındaki infrastrüktürel (altyapısal) zemini de Elektro-Manyetik dalgalar yani Elektromanyetizma. Bu, en azından şimdilik, Fizik ilminin ulaşabildiği nihaî kerte. Muhtemelen daha teferrruatlı bilgi de yakında gelecektir; amma velâkin bu yeni bilgiler de temel mantığı değiştirici olmayacak, bilakis pekiştirecektir. Bazen körpe Tıbbiye talebelerine çeldirici bir soru olarak ‘Vücudun en büyük organı hangisidir?’ suali tevcih edilir; cevab şıkları arasına da Karaciğer, Akciğer gibi büyük organların yanına ‘Integumentum Commune’ (Ortak Örtü) olarak bilinen ‘Deri’ de eklenir ve genellikle de bu şık gözden kaçar. Evet vücudun en büyük organı ‘Deri’dir ve o bir ‘Integumentum Commune’dir yani «Ortak Örtü». İşte bu Ortak Örtü; kâinat, Sefine, Suver-i Hayâl Âlemi veya Hologram olarak ele alınabilir ve oradan da (isteyenler) «Bileşenlerin Bileşenlerinin Bileşenleri» mes’elesine sarkabilirler… Birine bakıldığında hepsini görmek, herşeyi görmek; 3 buudlu görmek! Ve dahi buudsuz görebilmek; eşdeyişle zevken idrâk ve idrâkten de büyük haz alabilmek… Hologramik bakabilmek… Bakabilmedeki kalite farkı…

Eski Yunanca’da ‘Psihi’ kelimesi ‘Kelebek’ mânâsına gelir, Modern Yunanca’da ise ‘Nefs’ (Ruh diye tercüme edenler benden ırak olsun). Kelimenin eskiden yeniye doğru böyle evrilmesinin sebebi, Kelebek’le Ruh (İslâmî olmayan ve özellikle de Hristiyanî mânâda) arasında uçuşkanlık bağlamındaki ilişkidir. Buna çok benzer bir yaklaşıma Anadolu’da da rastlanmaktadır. Meselâ Kastamonu yöresinde, ölen insanların ruhlarının kelebeğe dönüşerek etrafta dolaştığına inanılır ve bu nedenle kelebeklere dokunulmaz. Bu inanç kadim Yunan’dan kalma (bir gelenek) olsa gerektir. Yine, belki de kozasını delerek uçup giden kelebek, sâde bir ifâdeyle, bedenini (cesedini) terketme vetiresine giren Ruh’a benzetildiğinden; ‘Psihi’ evvela ‘Kelebek’ bilahare de ‘Ruh’ mânâsını yüklenmiştir. Modern Yunanca’da Kelebek kelimesinin sinonimi ‘Πεταλούδα (Petaluda) veya Πεταλούδι (Petaludi)’. Bu kelime ise kuvvetli bir ihtimalle ‘Πετηλίς’ (Petilîs) kelimesinden geliyor ve bu kelimenin eski Yunanca’daki mânâsı ‘Çekirge’! Garib bir şey bu; Eskiden Çekirge mânâsına gelen bir kelimenin daha sonraları Kelebek mânâsına evrilmesi. Yine garib ki; Hristiyanlık itikadında Mavros Angelos (Kara Melek) yani Şeytan, Çekirge kılığında dolaşıp bütün mahsûlata zarar verir, kırar. Şeytan’ın ruhunu temsil ettiğine inanılan Çekirge, bilâhare Psihi’yle özdeşleşen Kelebek’e adını veriyor. Şeytan-Çekirge-Kelebek-Ruh… Herşey herşeyle bağlantılı, herşey herşeyle alâkalı, herşey herşeyin içinde… Işığın etrafında dönüp duran pervâne, kapılıp gidiyor ve helâk oluyor. Bu paragrafı tamamlayabilmek için Kumandan’ın Tilki Günlüğü’nde ‘Çekirge’ ile alâkalı değerlendirmelerine bakmak lâzım; «ordu-asker»…

Her yanım puşt zulası diyor ya şair; Hologram’ın şeraiti oluştu mu bir kerre; her yanım Hologram, herşey Hologramik bir röfle, her vak’a bir holografi arzetmede ve her hologramik röfle bir sahne içre ve her sahne ayrı bir hologram… Modern Türkçe’ye imgelem diye tercüme edilen (aparılan) ve gâvurcası ‘İmage’ (İmaj veya İmıc deniyormuş) olan kelime gibi… İmgelemler üzerinden yürünen spesifik bir kanal var; hattâ kanallar serisi mevcud her katmanda ve buudda; ve bu kanallardan yürümek için mahâretli ve mezun olmak gerekiyor. Son dönemin en kaba ve en göze batıcı resimleri; meselâ Iraq’a kıran girdi, Amerikan girdi, kan girdi, Masumlar’ın ve Mazlumlar’ın yürekleri parça parça oldu, ‘parça’da yansıdı ‘bütün’; ve ‘Allah’ı taakkul etme’(!) cür’etini gösterebilenler, ABD’nin ne edip n’eylediğini bir türlü taayyun ve tâyin edemediler ne hikmetse… Umumî kanaat oydu ki, ABD ‘demokrasi’ ve ‘barış’ getiriyordu bu vahşilere ve onları diktatoryadan kurtarıyordu. Hattâ şöyle diyenler var: Tek ilâh Amerika’dır çünkü en muktedir ve mukavim olan odur. İşte insanın özüne dönüşü(!) bu olsa gerek; güce tapmak! ABD’nin, kendi ‘Vahdet-i Dünya’ (Dünya’nın Birliği) konsepti uyarınca kendine özgü bir hologramik perspektifi var: Vahdet-i Dünya alla Americana yani Amerikan tarzı-modeli Dünya Birliği! Bu perspektife cevab Sefine’de mevcud: «İnsanın da içinde bulunduğu topyekûn kâinat, maddeden insana bütün dereceleri, cinsleri ve vasıflandırmalarıyla bir küll, bir bütün teşkil ediyor; ‘sır birliğinde birlik’ belirten ve aslında ‘Mutlak Fikrin Gerekliliği’ bahsine çıkan bir bütünlük… ‘Mutlak Fikir’ olmadığı zaman, ‘herkesin bütünlüğü ve birliği kendine’ hesabı, tümevarımın zafiyetiyle malûl çeşit çeşit ‘vahdet-i vücud’lar ortaya çıkar ki, bugün BATI’DA ‘HOLOGRAFİK’ DİYE İSİMLENDİRİLEN BU SOYDAN KÂİNAT TELÂKKİSİ DE, NETİCEDE BİR ORİJİNALLİĞİ BULUNMAYAN ÇEŞİTLİ ESKİ ‘PEŞİN FİKİRLERİN’ BİR VERSİYONU-BİR GEÇİDİ NİTELİĞİNDEDİR»!

Iraq’ta dayatılan, sığır çobanının başkomutanlık yaptığı kanlı digmalar manzumesi, bir vahdet değil bir zafiyet arzediyor ve sefâlete vardırıcı indüksiyonlarla malûl bir vahdet anlayışı; özelliği-orijinalliği yok, versiyonun versiyonu mâhiyetinde… Teklifatına bakıldığında uzun uzun tahliller yapmaya ihtiyaç bırakmayacak kadar tapon bir marka olduğu meydana çıkıyor, tartışmaya değer bir yanı yok. Kim buna kafa yoruyorsa o da aynı soydan. Kuruluşu kan üzerine olan zâten bidâyette haksızdır; kaldı ki, seferde haklı olsun. Amerika kıt’asına ‘Conquistadores’ (Fatihler) olarak ayak basanlar da demokrasi-medeniyet ve refah getireceklerdi fakat kan-zulüm ve katliam geldi, kıran geldi, yağma geldi, talan geldi, jenosid geldi. Pax Romana’dan mülhem Pax Americana retoriğiyle ‘Fütühat’! yapıyorlar. Roma’nın Ortadoğu ‘fetihleri’! yine Roma’nın göbeğinde yükselen Saint-Pierre kilisesiyle neticelendi, Roma Barışı(!) harb ilân edip katlettiği Hristiyanlar’ın Roma yürüyüşüyle tasfiye edildi ve Roma Respublica’sı Hristiyanlık’ın ana rahmi oldu. Nikos Kazancakis, ‘Günaha Son Çağrı’ isimli eserinde, «…Roma, herşeye uzanan, tatmin olmak bilmez kollarını açmış, milletlerin üstüne abanmış durarak, dünyanın ve denizlerin dört bir yanından gelen gemileri, kervanları, ilâhları ve mahsûlatı kabul etmektedir. Hiçbir ilâha inanmamasına rağmen, korkmadan ve müstehzî bir tenezzül ile bütün tanrıları sarayında ağırlamaktadır… ‘Herşeye gücü yetmek, ölümsüz olmak ne ihtişamdır, ne yok edilemeyecek bir zevktir’ diye düşünmektedir Roma… Ve unutuyor. Toprak ve deniz yollarını kimin için açmıştı, dünyaya barış ve güven getirmek üzere kimin için çaba göstermişti? Memleketler fethedilmişti; kimin içindi peki? Kimin için? Şu ânda ardında bir sürü pejmürde kılıklı, Nâsıra’dan Kana’ya giden ıssız yolda ilerleyen çıplak ayaklı için; uyuyacak bir yeri, giyecek bir şeyi, yiyecek bir lokması yoktu» diyor. ABD de bunu farketmiş olmalı ki, bazı eyâletlerde Müslümanlar’ın Müslümanlar’la evlenmesi yasaklandı. Yanlış duymadınız, ABD Müslümanlar’ın Müslümanlar’la evlenmesini yasaklamaya başladı. Gerekçesi olsa ne olur olmasa ne olur. Hâl böyleyken ABD’nin ne olduğunu, iyi mi kötü mü olduğunu, New York’un bir cennet olduğunu, Amerikan Rüyâsı’nı konuşmanın ve bu mevzuda siyâsî rotalar çizmenin bir mantığı var mı?

İşte bu kertede şuur mefhumuna nasıl yaklaşacağız?

Şöyle: Öyle bir şuur ki, bütün zihnî davranışlarımızı basit fizikî etki tepkilere-reflekslere-bağlayan behaviourist (davranışçı) yorumları yerinden etsin; yani bizi hayvandan tefrik etsin. O sebebledir ki, holografik şuur diyoruz buna, rotamızı ve aksiyon menzilimizi bu şuurda sınayıp sağlamasını yapıyoruz. En son tecridde; «Sefine» bize, altına imza attığımız ve kendimize ehemmiyet verme yanılgısına düşürücü bütün bu bakışlar ve kıymetlendirmelerin de aslında Holografik Şuur’a yakışır olmadığını ve istisnâsız bütün dünyada resim tefsirciliğinin kifâyetsiz ve geri bir pozisyonda olduğunu gösteriyor ve işin içine büyük bilimin (Grand Science) -ki, buna Omniscience veyâ Allah İlmi de diyebiliriz- beyinleri lime lime eden kesif emeğin ve Holografik Şuur’un mutlaka ve mutlaka dahil olmasını ihtar ediyor. O nedenle birinci resmi en ileri ve en doğru biçimde kavrayamıyoruz. Çünkü farklı plânlarla ve senkron hadisatla irtibatını tesbitte ve sayısız dönemsel vak’adan hangisi veyâ hangileriyle birebir alâkalı ve hangileriyle tâlî ilişkisi varı idrâk etmede delik deşiğiz amma illâki de nefse teslim olma adına yoğun emeksiz ve hâliyle kalitesiz işler istihsal etmedeyiz. Eğer biz (kendi adıma konuşuyorum) arzu edilen nisbette şuur buudumuzu en ileri evreye taşıyabilmiş olsaydık bu resimleri çok rahat okuyabilecek ve kısa yoldan ifâde etmek gerekirse İnqılâb’ı yapabilecektik, yapamadığımıza göre o şuur seviyesinden çok çok uzaklarda bir malûlüz; bu hakikati kabul etmeliyiz. O nedenle burnumuzun dibinde duran hazineler (külliyat) yerine ABD Pentagonu’nun (İnşallah tam da burada birileri başka Pentagon mu var ki, ABD Pentagonu diyorsun diye bir sual sorar!) bilmem kaç senelik dünyaya şekil verme projelerine itimad ve itibar ediyoruz. Bu durum şahsen bana büyük bir ısdırab veriyor ve epeydir hiçbir şey yaz(a)mıyorum ve daha ziyâde okuyorum.

Bir başka resim; boynumuzda takılı duran cinnet tasmasından olsa gerek yüzümüz hâlâ gülüyor, bir yanda baş bir yanda gövde bir yanda uzuvlar büyük bir alana yayılmış insanların görüntülerini, Napoliten soslu spaghettimizi keyfle çatalımıza dolarken tâkib edebiliyoruz. (…) Öte yandan genelkurmaylık, cumhurbaşkanlığı, siyâset kurumu ve NGO’lar Türkiye’nin bağımsız bir ülke olduğunu iddia ediyorlar ama bahsi geçen ‘bağımsız ülke’de Amerikan üsleri, CİA ajanları, Mossad, İsrail’in mafiatik unsurları, IMF, Dünya Bankası masa şefleri, Standart and Poors, Lehman Brothers, Yabancı Sermâye vs. göğüslerini gere gere idâreyi elinde tutuyor. Bunlar her yerde yazılıp çiziliyor ve benim bininci defâ yazmamla yeni bir buud kazanmıyor; çünkü problem hangi şuurla baktığımızda ve ne teklif ettiğimizde ve ne kadar bu teklifin arkasında durabildiğimizde. Nasıl okunabilir bu resim; eşdeyişle bu sıradan ifâdeler planından çıkıp, Çıplak ayaklı Ruhullah ile ilâhı para-pul ve cümle maddî değerler olan ‘Deliganlı Müslüman!’ın ayırdına varmak için Müslüman’a da demokrat’a da, sosyaliste de bir nush ‘Sefine’den: «Herşeyi bir tek Newtoncu ‘Mater’ kavramıyla açıklayabileceğini iddia etmiş materyalist felsefeye nazaran ‘Maddî Varlık’ın form ve materia’nın ikisine birden ihtiyacı vardır ve ikisini birden alır. Öte yandan, maddî şeyler tek bir esasa ircâ edilecekse, Newtoncu ‘mater’ bunun için zayıf bir tercihtir».

Bu plândan bir yandakine sıçrayarak söylemeliyim ki, formu ve formasyonu olmayan varlık ki, ona ‘Amorf (Şekilsiz) Varlık’ da diyebiliriz; aksak ve hattâ handikape bir varlıktır ve o, ne mânevî ne de maddî bir kıymet taşımaz, belh’üm adal seviyesinde kalır.

Binlerce belki de onbinlerce değişik şiddet ve dalgaboyundan, farklı farklı katmanlardan ân be ân gelen impulslara mâruz kaldığımız bir vakıâ. Bunların ekseriyeti dumura uğratıcı bir rol oynuyor yani şuursuzlaştırıcı, bönleştirici, hödükleştirici… Hâl böyleyken, belki de umutsuzca, insanların hâlâ daha akıllarının başlarında ve şuurlarının yerlerinde olduklarını iddia edebilmeleri de aslında tersinden bir şizofrenidir (Skizofrenia). Skizo: Yunanca, yırtma, yırtılma, kopuşma. Frena: Şuur, bilinç. Skizofrenia: Şuur yırtılması, Bilinç kopuşması, Şahsiyet yarılması. Bu teşhisi kolayca ve hattâ belki de ucuzca koyabilmemin sebebini yukarıdaki tahlilimsi değerlendirmelerden ayrıksı düşünülmediği takdirde, mânidar bulmak için okuyucunun kendini çok fazla zorlamasına gerek olmadığını düşünürüm.

Αποκαλύπτω (Apokalîpto): άπο (âpo): …den, dan+καλύπτω (kalîpto): örtmek, muhafaza etmek, gizlemek, şâküllemek, himâye etmek, siper olmak, emniyete almak, tatmin etmek, hoşnud etmek, ihtiyacını görmek, sırla örtmek. Apokalîpto: (Birşeyin) Örtüsünü kaldırmak, aydınlatmak, açığa kavuşturmak, kamuoyunun önüne getirmek, kamuoyuna takdim etmek, duyurmak, bildirmek, (mecâzen) birinin önünde şapkasını çıkarmak.

Αποκάλυψη (Apokâlipsi): Şapka çıkarma, örtüyü kaldırma, bilinmez hedefleri ve mevzuları duyurma, bildirme, sırrını kaldırma-fâş etme, ilâhî esrarı insanoğlu için âyan etme.

Αποκαλώ (Apokalô): άπο (âpo): …den, dan+καλώ (Kalô): çağırmak, demek-söylemek. Apokalô: Birine veya birşeye karakter veya isim vermek, isimlendirmek, (öyle) çağırmak, (öyle) denmek.

Yukarıdaki SARS’ıcı tenkidin akâbinde ahvâle optimist bir gözle bakmaya çalışırsam; ortada bir örtü var; meselâ ölü toprağı, meselâ şuuru örten bir menfî mânâ, sanal bir yorgan, bir hicab… Ortadan kaldırılmayı bekliyor yani bir APOKALİPTİK aksiyon!

Yukarıdaki-yanlış olma ihtimâlini de saklı tuttuğum-değerlendirmeyi çelmesini de temenni ederek bir umut taşımak ve aslında bu büyük örtünün (Integumentum Commune) altında kımıldayan bir organizmanın varlığını ve yarı-dinamikliğini ummakla karışık kabul etmek.. Kertenkele veyâ Yılan misâli deriyi atmak, hem de tereyağdan kıl çeker gibi sıyrılarak, ortasındaki kırmızı çiçeği sergilemekten çekinmeyen Καλυψ (kalips)’in (gonca) şafak vaktinde açılmasına vesile olmak, yardım etmek: Örtüyü kaldırmak, delmek ve yarı-dinamik olanı dinamik kılmak; Apokaliptik Aksiyon! Bir Ευκαλυπτος (Efkaliptos: Ökaliptus: Hoş Gonca) eylemi; aksiyonun kod ismi de Ökaliptus olabilir meselâ…

Evet var demek gerekiyor; var bu potansiyel, yeter ki o örtüyü kaldıracak potansiyeli harekete geçirip eylemli kılacak irâde (sahibi/sahibleri) start versin. Meselâ yarın öbürgün Anadolu’nun biryerlerinde tanklar rutin(!) bir yürüyüş yapsa! Hattâ daha ileri giderek tahrik de edelim; 23 Nisan’da bir ‘Kriz’ ortaya çıktı ya, 28 Şubat’ın koşullarının da oluştuğunu vurgulamaya herhâlde gerek yok, tanklar yürümeli artık! Açık açık provoke ediyorum, zımnî falan değil! Ama hâlâ yürümüyorlar, koşullar olgun hâle gelmesine rağmen yapamıyorlar, yapamazlar! AKP eğer samimî olsa bu tesbiti çok ciddi bir istihbarat verisi olarak değerlendirip stratejik taarruza geçebilirdi. Misâl mi isteniyor? Resepsiyonu boykot eden genelkurmay kademesini azledebilirdi, buna yetkisi var; sadece biraz samimiyet, biraz cesâret! Kitleme güvenebilir miyim nev’inden bir kaygusu varsa eğer; asıl kaygulanan ve bu iktidara itimadı olmayan halkın kendisidir, zira kitle Apokaliptik aksiyona dünden hazır!

Evet SARS’ılıyoruz; yahudilik, Ortadoğu, Anadolu, resmî ideoloji, ABD emperyalizmi, sahte Barış teorileri, sanallıktan öteye bir mânâ ifâde etmeyen demokrasi.. kısaca dünya sarsılıyor. Bu fırtınada kırılmayan goncanın örtüsünün kaldırılacağına dair işâretler bedihî bir hâle geliyor. Plan BÜYÜK YER’den geliyor. Sefine bunun için yazıldı ve en derin şuur buudundan haberler veriyor; Suver-i Hayâl Âlemi yeni bir ÇAĞ’ın manifestosu! 99 sürecinin başlangıcını Hazret-i Yahya’nın ÖNCÜ’lüğüne benzetmek gerekirse ve yaşanan şehâdetler, ısdırablar, eziyetler-zulümler Hazret-i Yahya’nın BAŞI ise; gelinen aşama RUHULLAH’ın ve Hazret-i Mehdî’nin fiilen zuhuru aşaması olmak gerektir!!!

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!