Av. Zafer Şahin
İşlenmekte iken aynı ânda inkâr edilen bir işkence suçu misâli biliyor musunuz? Hem de yıllar boyu süregelmekte olan mütemâdi-sistematik bir işkence suçu?! Bu satırları okuyorsanız, biliyorsunuz. İBDA Mimarı Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU’nun şahsında 2013 yılı Türkiyesi’nin resmi budur.
Bu yazıda, içinde TBMM’nin, Başbakan’ın, Adalet Bakanı’nın da olduğu bir “işkenceyi inkâr etme, gizleme, örtbas etme” ameliyesi macerasını anlatmaya çalışacağız.
İBDA Mimarı, bugün hâlen bulunduğu cezaevi hücresinde ‘elektrik-elektromanyetik’ gizli ve gelişmiş yöntemlerle işkence altında bulunmaktadır.
Görünürde kimse yok. Karşınızda düşman yok. Etrafınızdakiler, memurlar, görevliler, saygılı ve efendi vazifelerini yapıyor. Saldırı ve işkence ise sadece hedef kişinin yaşadığı ve bildiği, etraftakilerin gözle göremediği türden. Fakat bazen -meselâ 2005 yılındaki gibi- görevliler arasına girmiş bir eleman, tanınamayacağı mesafeden yanındakilere: “…daha zihnini silmediler mi?” diyebiliyor. Telegramın zihinde ve beyinde oluşturduğu kurguya uygun dış şartlar oluşturulabiliyor, veya dış şartlara uygun Telegram kurguları zaten her daim sergilenmekte.
Doğrudan zihnî ve fizikî “marifetleriyle” bu cihaz -her ne ise- insanı 24 saat tesiri altında bulunduruyor. Karşılıklı sesli-sessiz iletişim, ses, görüntü alış-verişinden, direkt fiziki-bedenî tesirlerine kadar. Bedene, meselâ eklem yerlerine, dirsek omuz ve diz bölgelerine -açıkça hissedilen- aynı noktaya ritmik vuruşlarla kol ve bacakların âniden boşalmasına ve kontrol dışına çıkmasına sebep oluyor. Aynı bölgelerde ağrılar, kramplar oluşturuyor ve bunu istediği zaman yapıp istediği zaman serbest bırakabiliyor. Bir de üstüne Telegramcılar alay unsuru olarak herhangi bir müdahale ânında size fiziken uzaktan engel olmak için bu hünerleri sergilediklerini sözlü olarak ifade ediyorlar. Yemek, uyku, namaz, Kur’an, kitap, yazı, hücre, havalandırma, yaz, kış veya ziyaretçi, avukat görüşü farketmiyor. Bu cihaz, elektromanyetik dalga bağıyla 24 saat sizinle!
Telegramın bizatihî ne olduğu, İBDA Mimarı’nın “TELEGRAM -Zihin Kontrolü-” eserinde ve sonrasında telif etmiş olduğu diğer eserlerinde, hâlen yaşanan olarak yazılıdır. Mevcuttur. Ola ki okuyucudan hiç bilmeyenler varsa diye -sadece birkaç ‘marifetini’ sayarak- kısaca ve kısmen haberdar etmiş olmanın ardından, yazının asıl konusu olan TELEGRAM SORU ÖNERGESİ ve ÖNERGEYE GELEN “CEVAP” meselemize gelelim.
TELEGRAM SORU ÖNERGESİ VE SONRASI
Malatya milletvekili Sayın Veli AĞBABA, 5 Ekim 2012 tarihinde TBMM Başkanlığı’na beş maddelik bir yazılı soru önergesi vermişti. Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’ın yazılı olarak cevap vermesi talep edilen bu önergeyle, yıllardır görmezden gelinen Telegram işkencesi resmî olarak TBMM’nin ve Başbakan’ın şahsında Hükümetin önüne konuldu.
TBMM’nin internet sitesinden aslı görülebilecek olan bu önergenin 1. ve 2. maddelerinde, kendilerinin sağlık hizmetlerinden yeteri kadar yararlandırılıp yararlandırılmadığı ve 8 metrekarelik bir hücrede tek başına tutulmasının etkileri ile, 5. maddesinde ‘F’ tipi hapishanelerindeki tecrit uygulamalarının veya bu hapishanelerin kaldırılıp kaldırılmayacağı hususları sorulmaktaydı.
Soru önergesinin 3. ve 4. maddeleri ise doğrudan doğruya ‘Telegram – zihin kontrolü’ işkencesi hakkındaydı ve gayet açıktı:
“- Salih İzzet Erdiş’in kendisine sürekli olarak işkence yapıldığı iddiasıyla ilgili olarak şimdiye kadar idarî veya adlî bir inceleme başlatılmış mıdır? Başlatılmışsa nasıl sonuçlanmıştır?
– Salih İzzet Erdiş tarafından kendisine radyo manyetik dalgalar kullanılarak işkence yapıldığı ve telegram adlı bu yöntemin hapishanelerde kullanıldığı iddia edilmektedir. Erdiş’in bu iddiası şimdiye kadar araştırılmış mıdır? Telegram yöntemi deney veya işkence amacıyla kullanılmakta mıdır? Konuyla ilgili şimdiye kadar yapılan şikayet sayısı kaçtır ve bu şikayet başvuruları nasıl sonuçlanmıştır?”
Bu soru önergesi uzun müddet gündemde kaldı. Yazılı, görüntülü basın-yayın ve internet medyasında yoğun şekilde ele alındı, hakkında haberler-programlar yapıldı. Fakat bütün bunların, Telegram etrafında örülmüş olan kalın duvarlara ve sorumlu soruşturma-kovuşturma makamlarının görmeyen duymayan bilmeyen efsanevi sağırlık durumlarına bir tesiri olmadı.
Tarih önemli: Ekim 2012… Yine aynı tarihte Milletvekili Sayın Nimet Baş’ın başkanı bulunduğu TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun yoğun çalışmaları ve bu çalışmalar kapsamında 28 Şubat postmodern darbesinin baş hedefi olarak İBDA Mimarı’nı da dinlemeleri söz konusu, fakat Bolu’da hapishanede mi, yoksa TBMM’de mi dinlenilecek, bunlar konuşulmakta. Mirzabeyoğlu’nun müsaadesi olursa, kabul ederse, TBMM’de dinlenilmesi yönündeki görüş ağırlıkta. Yine aynı günlerde, Bolu’da TBMM İnsan Hakları Komisyonu başta olmak üzere milletvekili heyetleri, STK heyetleri, Bakanlık görevlileri vesaire yoğun ziyaretler gerçekleşmektedir. Derken 2 Kasım 2012 günü, kendileri -konudan habersiz bir şekilde- Bakırköy Hastahanesine getirildiler. Böylece TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun daveti de, Sayın Veli Ağbaba’nın Telegram soru önergesi de gündemden düştü-düşürüldü.
Bu, Kasım ayında başlayan ve hâlen sonuçlanmayan Bakırköy ve Adlî Tıp süreci ‘sayesinde’ iptal olan TBMM’ye davet ve komisyonda dinlenilme süreci gerçekleşse idi, en azından TBMM içerisinde TELEGRAM’ın durdurulması-kesilmesi gerekecekti. Zira aksi durum, hedef kişinin gördüklerini, duyduklarını, söylediklerini aynı ânda alabilen bu cihazla TBMM’nin dışa kapalı çalışmalarının ve milletvekillerinin gizlice izlenmesi, görüntülenmesi, kaydedilmesi sonucunu doğuracaktı. Telegramın yâni bu elektromanyetik bağlantının, durdurulması veya durdurulmamasına dair her iki ihtimalde de ‘adresi’ ortaya çıkmış olacaktı ki bu durum ‘sırrın korunmasına’ (!) aykırılık teşkil etmekteydi.
Bir müddet sonra, bu Kasım ayı süreciyle beraber, kamuoyunda; TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun kendilerini dinlemesine gerek kalmadığı, bu soru önergesine de esasen cevap verilmeyeceği-verilemeyeceği, fakat ZATEN kendilerinin de neredeyse birkaç prosedürden sonra SERBEST BIRAKILACAĞI havası ve algısı oluşturuldu. Kamuoyu, bütün kesimler, hâlen de devam eden bu beklentiyle karşı karşıya bırakıldı. Bakalım nereye kadar? Diğer iki sonucu sağlayan fakat bir tek “serbest bırakılma” sonucunu sağlayamayan! bu süreç kesin noktalanmış da değil.
İzah edilemez mikyastaki bir haksızlık, zulüm ve eziyet durumuna bile bir politik yarar veya çıkar edinme niyetiyle yaklaşmak ne demektir ve ne anlama gelir? Üstelik bu “durum”, Büyük Doğu Mimarı’nın büyük takdir ve takdimine muhatap, eserleri ve hayatı dost-düşman herkesçe mâlum İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu hakkında ise… Bunlar da tarihî önem ve nitelikte fakat bu yazıda sadece işaret etmekle yetineceğimiz bir bahis.
ÖNERGEYE GELEN GECİKMELİ “CEVAP”
Evvela belirtmeliyiz ki; tırnak içinde “cevap” dedik, çünkü bu cevap, yazılı soru önergesindeki yukarıda yer verdiğimiz soruların cevabı değildir.
5 Ekim 2012 tarihinden itibaren aradan geçen 6 aydan sonra 9 Nisan 2013 tarihli Vatan Gazetesi’nde çıkan “Telegram işkencesi yapılmadı” başlıklı haberle, soru önergesinin cevaplandırıldığı bilgisi kamuoyuna yansıdı. Bu kadar zaman sonra ‘zaten cevaplandırılamayacak’ zehabıyla artık hergün kontrol etmeyi bırakmış olduğumuz TBMM’nin internet sitesini açtığımızda, önergenin 11 Mart 2013 tarihinde ‘cevaplandırılmış’ olduğunu gördük.
Söz konusu ‘cevap’, Adalet Bakanı Sadullah Ergin imzalı 1 sayfa üst yazı ve 3 sayfa cevap metni olmak üzere 4 sayfadan ibaretti. Ve bu dört sayfanın hiç bir yerinde Vatan Gazetesi haberindeki gibi “Telegram işkencesi yapılmadı” gibi bir ifade yer almadığı gibi; Telegram, kelime olarak bile bir defa dahi geçmiyordu. Halbuki soru önergesinde yer alan baş husus şu soruydu:
“…kendisine radyo manyetik dalgalar kullanılarak işkence yapıldığı ve telegram adlı bu yöntemin hapishanelerde kullanıldığı iddia edilmektedir. Erdiş’in bu iddiası şimdiye kadar araştırılmış mıdır? Telegram yöntemi deney veya işkence amacıyla kullanılmakta mıdır? Konuyla ilgili şimdiye kadar yapılan şikayet sayısı kaçtır ve bu şikayet başvuruları nasıl sonuçlanmıştır?”
Önergenin “esas sebebi” ve “temel unsuru” Telegram işkencesiydi. Cevap verilmedi-verilemedi ve zaten herkesin bildiği “mevzuat” maddeleri sıralanarak, hâlen dahi devam eden “elektrik-elektromanyetik işkence” İNKÂR EDİLDİ. Örtbas edildi. Üzeri örtüldü!
Üç sayfalık ‘cevap’ metnini incelediğimizde, muhtevasının dört ana başlıkta toplandığını görmekteyiz:
- bölümde, İnfaz Kanunu’nun ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı’ başlıklı 25. maddesi yazılmış;
- bölümde, BM ve AB’nin kurallarına uygun ceza infaz sisteminin benimsendiği açıklanmış;
- bölümde ise, sağlık hizmetleri mevzuatı anlatılmış;
Son sayfada yer alan 4. ve son bölümde ise, nihayet “soru önergesinde adı geçen hükümlünün” durumuna gelinmiş ve hakkında şöyle denmiştir:
“- A- 23.01.2002 tarihinde Kartal Özel Tip Cezaevinden Bolu F Tipi Cezaevine naklen geldiği, havalandırma bahçesi olan tek kişilik odada barındırıldığı, günlük dört saat açık havaya çıkma hakkının kendisine tanındığı,
B- Tüm sağlık ve muayene hizmetlerinden mevzuat çerçevesinde yararlandırıldığı,
Ve
C- “Bahsi geçen hükümlüye İşkence yapıldığına yönelik iddiaların asılsız olduğu, konuyla ilgili olarak hükümlüye ait herhangi bir şikayet dilekçesinin de bulunmadığı…”
Hemen belirtelim ki üç sayfa mevzuat anlatılarak geçiştirilen mevzu, metnin şu (C) bendi olarak aynen iktibas ettiğimiz “son cümlesi”ne kadar getirilmiş, bu son cümleyle de “işkence de yok, kendisinin şikayet dilekçesi de yok” denilerek işin içinden çıkılmıştır.
“CEVAP”LA GELİNEN NOKTA: İŞKENCEYİ YOK SAYMAKTAN İNKÂRA
Gelinen noktada tablo ve sorular şunlardır:
– İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu hâlen Telegram işkencesina bilfiil maruzdur. Bunun lamı-cimi tartışması yoktur. Kendilerinin bizzat yaşamakta olduğu kaskatı bir vakıadır. Yaşanan bir vakıaya insanlar gözleriyle görmüyor diye nasıl yokmuş gibi yaklaşılır? Bu nasıl bir vurdumduymazlıktır! Bu durum karşısında, yine kendilerinin DGM’deki tarihî savunması akla gelmektedir: “Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır.”
– Başbakan Sayın Erdoğan’ın, haberdar olmaması düşünülemeyecek bu konu hakkında sessiz kalarak işi Adalet Bakanlığı’na havale etmesi düşündürücüdür. Bu hareket tarzı, İcrâ’nın başı olarak kendisini yetki ve sorumluluktan kurtarmaz.
– Sayın Adalet Bakanı’nın esasen son bir cümleden ibaret ‘cevab’ı tespit etmek için altı ay beklemiş olması hususu dikkate değerdir.
– Soru önergesi açıkça “Salih Mirzabeyoğlu ve radyo manyetik dalgalarla Telegram İşkencesi” hakkında olduğu hâlde, ‘cevap’ metninde bu hususa bir kelime değinilmemiştir bile. Neden?
– Sayın Veli Ağbaba’nın bu soru önergesi, bir önergeden ziyade aynı zamanda bir suç ihbarıdır. Bugüne kadar yıllardır bu husustaki bütün haberler, duyurular, açıklamalar, programlar, yazılar ve diğerlerinin de olduğu gibi! Bütün bu suç ihbarları hakkında bugüne kadar sessiz kalındığı gibi, kamu adına RE’SEN soruşturma yapmakla YÜKÜMLÜ bütün “soruşturma makamlarının-savcılıkların” başı olan “Adalet Bakanı-Bakanları” dahi sessiz kalmıştır. Hakkında hiçbir araştırma-soruşturma yapılmayan bir vakıanın var olup olmadığı nereden bilinmektedir?! İnanıp inanmamaya mevzu birşeymiş gibi daha baştan “inanmayan”larca hakkında yıllardır sessiz kalınan bir suç vakıası hakkında “zaten şikayet dilekçesi bulunmadığı” gibi bir yaklaşım ne derece hukukîdir, ne derece ahlâkîdir, ne derece vicdanîdir ve ne derece insânîdir?!
Bu “şikayet dilekçesi” mevzuu hakkında da söylenecek çok şey var:
Birincisi; kendilerinin “TELEGRAM – Zihin Kontrolü” isimli 2003 SENESİNDE YAYINLANAN 364 sayfalık kitabını hangi polis, hangi savcı, hangi adalet bakanı, hangi başbakan, hangi cumhurbaşkanı, kim ihbar kabul edip de orada yazılı sistematik işkence suçları hakkında soruşturma başlattı ve işkenceyi sonlandırdı ki, verilecek bir sayfalık şikayet dilekçesiyle sonlandırsın?!
İkincisi; 2002’den bugüne kadar yazdığı eserlerde, “TELEGRAM – Zihin Kontrolü” isimli eserinde olduğu kadar, “Esatir ve Mitoloji” isimli eserinde, “Ölüm Odası – B-Yedi” isimli eserinde de “detaylarıyla” anlattığı Telegram hakkında kim hangi yetkili ne işlem yaptı ki, vereceği şikayet dilekçesiyle işlem yapsın?! Telegramcıların söylediği de zaten bu: “Savcıya başvur!”, “yasal yola başvur!” diye kendileri söylüyorlar zaten! Bu iş sadece “ispat edilemezlikle” alâkalı değil, ispat edilmeye çalışılmayacağını, aksine korunup kollanacaklarını biliyorlar zaten! Anlatabiliyor muyuz? Biz de; Telegramcıların, savcıyı, hakimi ve en tepesine kadar bütün devlet erkânını -yer yer belden aşağılarına kadar- alaya ve dalgaya alabilmelerindeki bu “sırrı” öğrenmek istiyoruz! Hangi hukuka, hangi kanuna, hangi MEVZUATA dayanarak bunu yapabildiklerini! Sayın Adalet Bakanı’na, Sayın Başbakan’a, Sayın Başsavcı’ya, Ceza ve Tevkifevleri Genel Mudürü’ne, Genelkurmay Başkanı’na, MİT Müsteşarı’na, Emniyet Genel Müdürü’ne samimi olarak soruyoruz; bunun hangi mevzuatta yeri var lütfen bunu bize ve kamuoyuna açıklayın!
Üçüncüsü; Telegram işkencesi hakkında Sayın Veli Ağbaba’nın soru önergesi vermesinin (5 Ekim 2012) ve bunun basına yansımasının hemen akabinde -22 Ekim 2012 tarihinde- Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, Bolu C. Başsavcılığı’na bir “ihbar başvurusu” göndermiştir. Bu evrakla birlikte Bolu C. Başsavcılığı’nda 2012 / 7703 sayılı “soruşturma dosyası” açılmıştır. Bu dosya hâlen derdest, yâni açıktır. Sayın Adalet Bakanı, önergeye vermiş olduğu mezkûr ‘cevap’la bu soruşturma dosyasını ne yapmış olmaktadır? Mâlum, savcılar hukuken Adalet Bakanı’na bağlıdırlar. Bu dosyadaki soruşturmada Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun 28 Ekim 2012 tarihinde Bolu adliyesine getirilerek ifadesi alınmak istenmiştir. Adliyeye getirilişinin haber ve videosu basında da yer almıştır. Burada kendisi Savcı’ya, uzun ve yorucu bir yolculuktan geldiğini ve avukatlarıyla da görüşmek istediğini ifade etmişlerdir. Zira, Bakırköy süreci dönüşü 3 saatlik bir yol olan İstanbul’dan Bolu’ya, 16 saat süren felaket bir yolculukla ulaşmışlar ve bu hâlde adliyeye getirilmişlerdir. Yine bu soruşturma dosyasından 22 Şubat 2013 tarihinde Sayın Savcı’nın cezaevinin avukat görüş mahalline gelerek almış olduğu şikayet ve ifade beyanları da dosyadadır.
Hâl böyle iken, Sayın Adalet Bakanı’nın Telegram işkencesini yok sayan önerge ‘cevabıyla’ bu soruşturma da sabote edilmiş olmaktadır. Ayrıca “işkence de yok, kendisinin şikayet dilekçesi de yok” ‘cevabına’ karşı “var olan” bu soruşturma dosyası ne ifade etmektedir?! Üstelik bu dosya Başbakanlık BİMER (23 Temmuz 2012) ve Adalet Bakanlığı (22 Ekim 2012) vasıtasıyla başlatılmıştı ve yine geç de olsa -gördüklerimiz karşısında avukat olarak bizde değil ama- kamuoyunda bir beklenti ve umut teşkil etmişti. Bu durum hakkında da ne cevap vereceklerini kamuoyuyla beraber biz de merak ediyoruz.
Şimdilik söyleyeceklerimizi noktalarken ifade etmek isteriz ve mâlumdur ki, burada hukukî, iktisadî, sosyolojik vesaire bir tez, soyut bir konu ele almıyoruz, bir ilmî tartışma üzerinde de değiliz. Burada KASKATI BİR VAKIA OLARAK YAŞANMAKTA OLAN İŞKENCEYİ, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun yıllardır ve hâlen maruz bulunduğu, kamuoyundan duymayanın kalmadığı “Telegram zihin kontrolü işkencesini” anlatıyoruz, bildiriyoruz ve duymayan kulaklara duyurmaya çalışıyoruz! Tekrar ve tekrar ifade etmek gerekirse; sayın ilgili ve yetkililer, bakınız bu işin şakası yoktur ve ne kadar geçiştirirseniz, fert ve cemiyet olarak o kadar zararını görürsünüz-görürüz. Bugün suça ortak olmanın yanında, tarihte, istikbalin hak ve adalet nizâmında-mizânında hangi sıfatlarla ve ne türlü anılacağınıza da dikkat ediniz. Çok yönlü bu meseleye hangi bakımdan bile dikkat edilse, bu işin derhal tüm unsurlarıyla beraber ortaya çıkması-çıkarılması gerektiği gerçeği karşısında, bunun tam tersini, hem de “işkenceye sıfır tolerans” söylemleriyle aynı ânda işkencenin ve işkencecilerin ameleliğini ve işbirlikçiliğini yapıyor olan “görüntünüzü” de görünüz!
Hiçbirşeyin ilelebet gizli kalmayacağı-kalamayacağı özellikle bugün, “Telegramcı terör çetesine” hâmilik yapmak, gizlemek ve işkenceyi inkâr edip örtbas etmek; onlarla aynı sıfatlarda olmak, onların yardımcısı, hizmetçisi ve aynı suçu işliyor olmak demektir! Kamuoyunun da bu mevzuyu böylece bilmesi ve idrak etmesi gerekir.
Son söz olarak, Milletvekili Sayın Veli Ağbaba ve Cezaevleri Komisyonu’ndaki kıymetli arkadaşlarına, Türkiye genelindeki “cezaevleri gerçeği” hakkındaki bütün çalışmaları yanında; “Mirzabeyoğlu davası” ve hassaten bu “sessiz” ve “izsiz” işkenceye -TELEGRAM işkencesine- karşı gösterdikleri duyarlılık, emek ve çabalarından dolayı buradan tekrar teşekkürlerimizi bildiriyor, bu emeklerinin bahse konu inkâr ‘cevab’ıyla boşa gitmediğini, boşuna olmadığı gibi bilakis çok önemli olduğunu da özellikle ifade ediyoruz.
KAYNAK
Av. Zafer Şahin, “Hükümet Tarafından Görmezden Gelinerek Devam Eden İşkence: TELEGRAM”, Aylık Dergisi, Sayı 104, Mayıs 2013, s. 10-15.