İBDA Fikriyatı Işığında Tarihte ‘Ferdin-Bireyin’ Rolü

GİRİŞ

Büyük-Doğu İBDA anlayışında tarihte ferdin rolünü belirlerken, ferdin evvela “BEN” olarak keyfiyetinin belirlenmesi, sonra toplumdaki keyfiyetinin belirlenmesi gerekir. Esas olarak, her ideolojide kavramların başıboş – birbirinden alakasız şeyler olmadıklarının, her birinin içinde bulunduğu ideolojinin külliyeti içinde bir yere sahip olduğunun tesbiti mümkündür. Örnek olarak söylenebilir ki, Plekhanov toplumsal ilişkileri belirleyen temel etkeni üretim güçleri olarak belirlemiştir, ki aslında “üretim-ekonomi” Plekhanov’un sahip olduğu Marksist-materyalist dünya görüşünün de sabit noktasıdır. Dolayısıyla, Plekhanov’un kurduğu tarih felsefesinde de “üretim-güçlerinin” baskın etkisinden söz etmek mümkündür. Bu da demektir ki, her ideolocya kendi ferd anlayışını, kendi toplum anlayışını, ve işlenmesi gereken her mevzuyu sahip olduğu “sabit noktaya” nispetle konumlandırır. Bu bakımdan yaklaşırsak, Büyük Doğu-İBDA anlayışının sabit noktasının Allah ve Resûlü’nün bildirdiği İslâm olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradan hareketle söylenebilir ki,  Büyük-Doğu İBDA anlayışında her mesele İslâm’a nispetle belirlendiği gibi, ferd, toplum anlayışı, tarih felsefesi ve tarihte ferdin rolü de bu anlayışla şekillenir. Meselenin bu boyutuna dayanarak,  mevzumuzu biçimlendirmeye çalışırken kavramların İBDA dünya görüşündeki konumunun belirlenmesi zarureti ortaya çıkar. Bu makalenin hedefi ise evvela ferdin keyfiyetini Büyük-Doğu İBDA anlayışına nisbetle değerlendirmek, daha sonra ise tarih ve birey ilişkisini diğer disiplinlerle mukayeseli olarak işlemektir.

1) İBDA ANLAYIŞINDA İNSANIN KEYFİYETİ

a. Ferdin Ufku

İBDA külliyatında, ferdin ufkunun “Hakikat-i Ferdiyye” olarak tespit edildiği gözlemlenebilir. Allah Resûlü, insanî oluşun son makamda ne olması gerektiğinin, insanın kemâl ufkunun ölçüsüdür; “GAYE İNSAN-UFUK PEYGAMBER”. “İnsan keyfiyetinin” ne olması gerektiği de, iyisi, doğrusu ve güzeliyle Hakikat-i Ferdiyye’ye nispetle değerlendirilir. İdeolocya Örgüsü’nde belirtildiği üzere, hayatın hakikati ancak “ferdi oluş”lar içinde anlaşılabilir ve “ferdi oluş”un hakikati de Allah Resûlü’nde… [1] Kısaca,  mevcut her şey, tüm insani oluşlar, O’nun yüzü suyu hürmetine, O’nunla, O’na nisbetle… Hülasa halinde İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu şöyle der:

“İnsan keyfiyetinin “tek fert”in hakikatinde tecelli etmesi, insan “varoluş”unda “insan keyfiyeti”ne uygun davranışın mihengini verir. Derinliğine ve genişliğine doğru bütün şubeleriyle “oluş-ahlâk”, seçmenin hakikate uygunluğunca Allah Sevgilisi’nin ahlâkıdır.” [2]

b. Fert ve Toplum

İBDA fikriyatında, toplum “fertlerin demeti” olarak tanımlanır. İnsan, kendisinde bulunan ahlâkî keyfiyetin aksiyona dönüşmesi sonucunda toplumu imal eder. Fert ve toplum,  insan keyfiyetinin birbirine zıd iki yönüdür. İnsanî keyfiyet, bu ikili münasebet sonucunda sosyal mekânı oluşturur ve kuşatır. [3]

Eklemek lazımdır ki, İBDA anlayışında ferd, başkalarıyla vardır ve bu reddedilemez. Aynı zamanda, toplumun “ürünü” olarak tanımlanamaz. Bilakis, toplumu imal eden ferddir. İbda Külliyatı’ndan nakledersek, “Toplum, ilk insan ve ilk doğrudan doğdu.“ [4]

İBDA Mimarı’ndan nakledersek:

– “Toplum ferdin üstünde veya ferdi aşan bir terkib veya değer değildir. Bu değerleri aşan ve ihâta eden şey, insan keyfiyetidir. Fert ve cemiyet (ben ve diğerleri) sosyal âlem ve sosyal mekânın aslî unsurlarıdır; bu âlemde insan keyfiyetini temsil ederler…”  [5]

Denebilir ki, ilk doğru, ilk insana (Hazreti Adem’e) bildirildi ve böylece iyi, güzel, doğru anlayışı hayata aksetti. Toplum da, hayata akseden bu anlayışa nispeten şekillendi. Toplumu imal eden ferddir, çünkü insan, şahsiyet olma ihtimaliyle beraber doğar. Eğer toplumun ferdi ortaya çıkardığı söylenirse,  aynı toplumsal koşullarda yetişen binlerce insanın neden farklı keyfiyetlere sahip olduğu açıklanamaz. [6]

Ferd ve toplum ilişkisinin temelinde “bilen-bilinen” etkileşimi olduğu söylenebilir. İnsan, çevresindekilerin varlığının şuuruna vardığında, onun kendi nefsi olmadığının da şuuruna varır. Öyleyse çevre, ferdin kim olduğunu bildirici konumdadır. Bu kabule dayanarak öne sürülebilir ki, “BEN”, varlığını, çevresindeki diğer ben’lerin onun varlığını kendi şuurunda tasdik etmesiyle varlık şuuruna erişir. [7]

Toplum-fert ilişkisini İBDA Mimarı’ndan nakledelim:

– “Fert, kendisine BİLDİREN çevre olmadan düşünemeyeceği ve “bilginin, bilene var olması’’ gerçeğiyle KENDİNİ BULUR; sosyal mekânda “zamanî-tarihî” yapıya dahil olarak, hayvandan ayrı ve şuurlu varlığa mahsus “zamanî varlık” oluşunun şuuruna erer; herkesin zamanı ayrı…” [8]

Öne sürülen bir diğer önemli nokta şudur ki,  insanoğlunun dahil olduğu toplum denilen yapı, ona zamanî-tarihî şuuru hediye eder. İşte bu mesele, hayvanlar âlemindeki “sürü” anlayışıyla, insan hayatındaki toplum kavramının temeldeki farklarından biridir. Bu bağlamda söylenebilir ki, toplum kelimesini “bir arada yaşayan insanların oluşturduğu canlılar topluluğu” diye tanımlamak eksik ve yanlış olur. Bir kurt sürüsü ele alınırsa, insanların iletişim kurarken sahip olduğu birçok şey bünyelerinde gözlemlenebilir. Örneğin, üyeler arasında iletişim mevcuttur, “lider” belirlediklerinden statülerin var olduğu söylenebilir, ortak hareket etmek, hatta iş bölümü ve paylaşım yapmak da kurt sürüsü içerisinde tesbit edilebilmektedir. Fakat, zamanî bir varlık olmanın bilinci yalnızca insanî oluşta aranır. Öyleyse toplumu bir sürüden ayıran şeylerden birinin, zamanî-tarihî yapıya sahip olma durumu olduğu söylenebilir. Nitekim tarih şuuru, “insanın tarihi bir varlık olduğunun şuuruna varması, dilinin, düşünmenin ve kültürün sürekli değişmesi demektir.” [9] Bu da yalnız ve yalnızca insanî oluşta görülür.

c. Birey/Fert ve Şahsiyet İlişkisi

İBDA dünya görüşünde, ferd, genişliğine keyfiyetini içtimai ilişkilerin bir parçası olarak ortaya koyarken, “derinliğine keyfiyeti”ni içtimai ilişkilerin şuuruna varmakla ve bunun sonuncunda, bu ilişkiler bütününü değiştirmekle belirtmiş olur. Açıklamak gerekirse, “birey-fert” toplumun içtimai sistemi içerisinde bir bütünün parçasıyken, var olan sistemin işlemesine en azından kemmiyet bakımından katkı sunar. Dahası, bu sistem içerisinde bir görev sahibidir. Fakat fert, mevcut sistemin, ilişkilerin ve gidişatın şuuruna vardıkça, bu şuur nihayetinde “değişim ihtiyacına” dönüşür. Burada fert, artık bir şahsiyet belirtir.

Birey-fert ve şahsiyet ilişkisini İBDA Mimarı şöyle açıklar:

– “…toplumdaki “fert”, hazırlop olarak aileden, okuldan, toplumdan ne aldığının şuuruna erdikçe ve nefs muhasebesine erişip kendi şuurunu “yıkma, yapma ve zenginleşme” şeklinde değiştirdikçe, ilişkiler bütününü değiştirecek “şahsiyet” olur.’’ [10]

Tam da bu noktada, şahsiyet, kendi şuuruna ve çevreye nüfuz edebilen bir kavram olarak karşımıza çıkar. Ferdin şahsiyete geçişi tersten düşünülürse,  insan çevresine ve şuuruna nüfuz edebildikçe şahsiyetini billurlaştırırken, bu meziyetlerden yoksunlaştıkça şahsiyet oluşumuna balta vurduğu söylenebilir. İBDA külliyatına göre, her insan şahsiyet olma ihtimali ve imkânı üzerine doğar. Sosyal çevre, insanın şahsiyet kazanmasında faktör olsa da, tek etkenin bu olduğu söylenemez. Toplum içerisindeki bireyi, sürü içerisindeki “tek”ten ayıran şey, kişinin benliğinde yatar, sosyal çevrede değil.

2) TARİHTE BİREYİN ROLÜ VE İBDA

Ferdin tarihî sürece etkisi, zaman içerisinde birçok filozofun ilgisini çeker. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, düşünürlerin kendi disiplini çerçevesinde mevzuyu inceleyip görüşlerini ortaya koyduğu görülür. Cemil Meriç’in kabul ettiği sınıflandırmaya göre, ferdin tarihteki rolüne dair üç çeşit anlayış vardır:

a. Fert tarihin gerçek amilidir, faaliyeti ile tarihi hareketi yaratan odur,

b. Fert tarihin yapıcısı değil, eseridir,

c. 2Fert tarihin akışına şuurlu ve etkin bir faktör olarak katılır.

İlk görüşün taraftarlarına, “Tarih kahramanların yapıp ettiklerinden ibarettir’’ diyerek, tarihi şahsiyetler tarafından ortaya konulan bir ürün sayan Carlyle örnek verilir. Cemil Meriç’in incelediği Carlyle’nin anlayışına göre, kahramanlar ilahî varlıklardır, birer malzeme olan hadiseleri kahramanlar tutuşturur.  Demek ki, bazı hadiselerin gelişmiş olması tek başına kıymet belirtmez, onu kavrayacak ve yönlendirecek olan kahramandır. Bu sebeple kahraman kutsaldır, ilahidir. Ona göre “Kahramanlar”, ne yandan bakılırsa bakılsın, tüm  kayaların altında yaşayan kayadır. Gelişen ve yenilenen tarihin tek sabit noktasıdır, tarih onsuz karanlık ve hiçtir. [11]

Yine Cemil Meriç’in aktardığı üzere, Carlyle’ye görekahramana” karşı duyulan sevgi durmaksızın devam edecektir. Her insanın özünde daha iyi, daha üstün olana saygı doğal bir şekilde bulunur. Toplumların ve ruhların çalkalandığı bir çağda, bu hayranlık duygusu ümit vericidir. [12]

Bir diğer yandan, Plekhanov gibi düşünürler, ferdin tarihteki rolünü öznelcilerin doğru düzgün ortaya koyamadıklarını iddia ederler. Onlara göre fert belki büyük bir toplumsal güç olabilir, fakat ferd’e geniş bir rol vermek için çabalayıp durmak insanlığın tarihî gelişiminin kendine göre yasaları olduğunu reddetmek demektir. Ferdin kişilik özellikleri ve aldığı kararların etkisi reddedilememekle birlikte, bunların mevcut toplumsal koşulda gerçekleştiği göz önünde bulundurulmalıdır. Düşünüre göre, ne tez antitez uğruna feda edilmelidir, ne de antitez tezin karşısında yok sayılmalıdır. Doğru bir bakış açısı her ikisinin sentezinde bulunabilir. [13]  Plekhanov der ki:

– “Demek ki fertler, kişiliklerinin özellikleri sayesinde toplumun kaderini etkileyebilmektedirler. Bazen bu etki oldukça güçlü de olabilmektedir, ancak bu etkinin oluşma olasılığı ve yaygınlığı, toplumun örgütlenme biçimi tarafından, toplum güçlerinin ilişkileri tarafından belirlenmektedir. Ferdin kişiliği, ancak toplumsal ilişkiler izin verdiği zaman ve bu ilişkiler izin verdiği ölçüde, toplumsal gelişmenin bir etkeni olur.’’  [15]

Ve ekler, “Fertlere düşebilecek toplumsal rolü ve dolayısıyla önemi belirleyen, toplumsal örgütlenme biçimidir’’. Plekhanov’un anlayışına göre, ferdin toplumu etkileyebilme olasılığı toplumsal örgütlenme biçimi tarafından belirlenir ve bu rastlantı mevzuuna dahildir. [15] Bu anlayışa göre, ferdin hareketleri temelde toplumsal koşullar tarafından belirlenir, toplumsal koşullarda nihayetinde üretim güçleri tarafından şekillenir. Sonuç olarak söylenebilir ki, bu anlayışta fert tarihte çok güçlü denilebilecek bir etkiye sahip olsa da, arka planda bu etkiyi gerçekleştiren toplumsal şartlardır. Ferdin etkisi esasında, toplumsal şartların ve sürecin bir ürünüdür.

Ferdin tarihte etkin ve şuurlu bir faktör olduğunu savunanlar, birinci ve ikinci görüşün sentezine sahiptir denebilir. Onlara göre insan hadiselere karşı etkin bir role sahipken, çevre pasif bir tutum sergiler. Çevresindeki hadiseleri yorumlayıp değerlendirecek olan insandır. Çevre adeta ferdin malzemesidir; fert onu işler, verimleştirir ve faydalanır. Hatta çoğu zaman çevre engeldir ilerlemeye, fert bunlarla mücadele ederek terakkinin önünü açar. Objektivizm çevreye haddinden fazla mânâ yükler, oysa insan tarihî süreçteki tek faaldir.  Bu görüşün en büyük temsilcilerinden biri olan Charles Rappaport şöyle der:

– “Tarihî sürecin objektif gücü gibi yeni tanrılara inanmıyoruz. Tek ilerleme gücü, ya tek başına yahut toplu olarak çalışan insandır. İnsanın maddi, fikri ve ahlakî kurtuluşu kendi eseri olacak veya hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.”

Denebilir ki, bu görüşün Carlyle’de olduğu gibi kaderci bir tarafı yoktur, fakat aynı zamanda insan gidişatın alelade bir ürünü de değildir. Aksine insan, çevreyi işleyen, ona mânâ veren ve nihayetinde tarihi şekillendiren tek varlıktır. [16]

Tekrar Cemil Meriç’in “Kültürden İrfana” adlı eserinden naklederek, Herbert Spencer’ın, nesillerin birbirine bağlı oluşu gibi büyük adamın da bir önceki sosyal duruma bağlı olduğunu iddia ettiğini söyleyebiliriz. Ona göre büyük adam toplumdaki bir gelişmenin sonucudur. O, uzun bir gelişmenin son halkasıdır, fakat o toplumu etkilemeden önce toplumun etkisine maruz kalmıştır, bu etki tarafından şekillenmiştir. Tarihi bir “gelecek felsefesi” olarak tanımlayan Spengler, hiçbir ferdin tarihi yeni baştan inşa edemeyeceğini söyler. Bununla beraber o maddi şartların bir ürünü de değildir.  Hegel ise insanların kendi tarihlerini kendilerinin yaptıklarını belirtir. Bir diğer yandan, Meriç’in naklettiği üzere Buckle, hükümdarların, kumandanların ve devlet adamlarının kültürün gelişmesini engellediğini öne sürer. Engels’a bakıldığında da, büyük adamların tarih sahnesine çıkması bir tesadüf işidir. O, sosyal bir ihtiyacın kaçınılmaz cevabıdır sadece, öyle ya da böyle ortaya çıkar, fakat ne olursa olsun, üretim güçlerini baskıdan kurtarmaya yardım edecektir. David Hume’e göre, tarihî olaylara nüfuz edebilmek için, bu olayların taşıyıcısı olarak “insan doğasını” öne almak gerekir. Çünkü tarihî olayları, insan eylemleri ve insan davranışları yönlendirir. [17]

Bütün bu doktrinler arasında İBDA bir tezle ortaya çıkar:

PEYGAMBERLER OLMASAYDI MEDENİYET OLMAZDI!

İBDA dünya görüşünde dünya tarihi, Peygamberler tarihinin salkım saçak görünümünden ibarettir. Bu anlayışa göre beşerî ilimler, ahlâk anlayışı, iyi ve güzel kavramları gibi nice hakikatler Hz. Adem’den başlayarak tüm peygamberler döneminde, zamana ve mekana nispetle insanoğluna öğretilir. Peygamberlerin olmaması halinde, medeniyet ve insanlık tarihinden söz edilmesi mümkün değildir.  İnsanlık tarihi, İlk insan-Hz. Adem’e ilmin ve dilin Allah tarafından öğretilmesiyle başlar. Aralıklarla yeryüzüne gönderilen Peygamberler, “tatbik edilmesi gerekenler’’ çerçevesinde hakikatleri topluma öğretir ve medeniyet kurarlar. Peygamberler tarihine göz atıldığında görülür ki, hemen her Peygamber gönderildiği toplumun en karanlık zamanlarında, çağın tüm sapıklıkları ve cehaletiyle mücadele ederler. Bu mücadelenin sonuncuda, Peygamberler İYİ, GÜZEL, ve DOĞRU’nun hakikatini tebliğ ettikten sonra, içtimai sistemi kökünden değiştirir ve ÜSTÜN MEDENİYET’i inşa eder. Bu argümanlara dayanarak söylenebilir ki, tarihte ferdin rolü mevzusunda Peygamberler EN YÜKSEK ŞAHSİYETLER olarak, dünya tarihini şekillendirmektedir.

– “İçtimaî değişimlerin belli başlı iticisi, insan keyfiyetinden çıkan içtimaî münasebetlerdir. İsteklerimiz, bir takım ide güçler meydana getirir; bunlar ergeç gerçekliği etkileyerek dünyanın değişmesine yardım eder. Dengesizlikler, müesseselerle zihniyetler arasındaki uyumsuzluktur’’. [18]

Külliyattaki bu bölümden yola çıkarak söylenebilir ki, toplumun değişmesinde temel itici güç ferttir. Fert,  kendi benliğinin ve çevresinin şuuruna vardıktan sonra, evvela zihninde değişim ihtiyacı doğar. Bu çizgiden sonra şahsiyet belirten fert, kendi keyfiyetinin imkân sağladığı miktarda çevresini etkiler ve değiştirmeye başlar. Bir diğer yandan, bu anlayış bir rastgeleliği ifade etmez. İçtimaî sistemin değişimi ve bunun sonucunda tarihî sürecin oluşumu “mutlak şuura bağlı dalgalanmaları” ifade eder. Bu da bizleri “kader sırrı”nın önüne getirir. Tam da bu nokta da belirtmek lazımdır ki,  İBDA İdeolocyasındaki kader anlayışı “Allahçılık” belirtmesiyle diğer kaderci anlayışlarla keskin bir şekilde ayrılır.(19) Örneğin, Marksizm’in de sahip olduğuzorunluluk” kanunu onu kaderci bir anlayış kılar. Fakat, İslâmî anlamda kadercilik, bir imân mevzuudur ki, ispata gerek duymaz.

Fert ve şahsiyet bahsindeki hakikatlere dayanarak söylenebilir ki, tarihî süreç içerisinde beliren her kahraman-büyük adam ŞAHSİYET belirtir. Kahramanlar kendilerinde beliren şahsiyet mikyasında çevresinde olup bitenlere müdahil olur.  Napolyon, Hitler, Sultan Fatih gibi BÜYÜK ADAMLAR,  içtimai sisteme dahil oldukları gibi, sahip oldukları BEN şuuru hasebiyle de gidişata aktif rol alarak müdahale etmeye muktedir olmuşlardır. Kahraman başlı başına toplum için bir ihtiyaçtır. İBDA Mimarı’ndan nakledersek;

– “… düşüş devirleri, şeflerin zayıflığı ile karakterize edilir. Kitle hiç kimseye hayran olmamaktan mustaribtir, çünkü kahramanlara saygı duymak insan tabiatının bir ihtiyacıdır; aynı zamanda zihnî terakki için gerekli şarttır.’’ (20)

Kahraman, toplumun ihtiyacına bir cevaptır. Öyleyse nedir bu ihtiyaç? Bu ihtiyaç, insanın manevî olarak hakikati arayışıdır denilirse pek de yanlış olmaz. Çünkü insan keyfiyetinin hakikati, “ferdi oluşta” aranır. Şahsiyetler, varlığında billurlaştırdıkları “kendilerine göre” hakikatleri nispetince takdir ve hayranlık toplarlar. Halk, kritik zamanlarda “olması gerekenin” buhranını yaşar. Bu buhranın en şuurlu ve en güçlü ferdi ŞAHSİYET-KAHRAMAN-BÜYÜK ADAM olarak meydana dikilir. Bunun sonucunda halk, bu ŞAHSİYET ile kurtuluşu özdeşleştirir. Birinci Dünya Harbi sonrasına bakıldığında görülebilir ki, en büyük buhranın yaşandığı yerlerden en güçlü ŞAHSİYETLER ortaya çıkmıştır. Öyle ki, bu ŞAHSİYETLER’in büyük çoğunluğu zorba dahi olsa, topluluğun ruhunu kendisinde toplamıştır, hatta kendi ulusları için terakkiye bile yol açtıkları söylenebilir. Özet olarak denebilir ki, BÜYÜK ADAMLAR, halkların kurtuluş ihtiyacının cevabıdır. İnsanlığın daima bir “kurtarıcı” bekliyor olması, insanın daima esaretten kurtulmaya çalışmasının ve “hakiki özgürlüğe” ulaşma idealinin gereğidir. Tam da bu sebeple, kahramana duyulan saygı, temelinde hürriyete, hakikate, değişime duyulan saygıdan kaynaklanır. İleriye yahut geriye doğru yapılan devrimler de kahramanlar eliyle gerçekleştirilir. Bu bağlamda tarihin şekillenmesi için kahraman bir ihtiyaçtır, yokluğu hâlinde insanlığı karanlığa sürükleyecek bir ihtiyaç. Bir diğer yandan belirtmek gerekir ki, kahramanın tarih üzerinde her zaman olumlu ve ileriye doğru bir etki yarattığı söylenemez. “Herkesin hakikati kendine, hakikatin hakikati nerede?’’  suali işte bu mevzuda karşımıza çıkar. Belirttiğimiz gibi, BÜYÜK ADAM bir arayışın cevabıdır, peki bu cevabın doğru olup olmadığı neye göre değerlendirilir? İBDA fikriyatında ferdî oluşun, insan keyfiyetinin ve haysiyetinin “olması gereken”i Hakikat-i Ferdiyye olarak işaretlenmiştir. Büyük adamlar kendilerince bir hakikati temsil ederler ama bu hakikatin hakikati ancak İslâm’da bulunabilir. İslâm’ın tüm hakikatlerinin kendisinde tecelli ettiği Peygamber Efendimiz ise EN YÜCE ŞAHSİYET’i temsil eder. Kahramanda beliren hakikatler “olması gereken”e yaklaştıkça parıldamaya başlar. Aksi takdirde Hitler örneğinde görüldüğü üzere, her ne kadar halkı için kurtuluş ve ihtişam ihtiyacını karşılamışsa da, “hakikatinin” olması gerekene uzaklığı nispetince de ırkçılığa-asabiyete ve zulme sebep olmuştur. Doğrunun neye nispetle olduğu açıklandığına göre, her tarihi kahramanın-büyük adamın, doğruluk belirtmese dahi, tarih üzerindeki güçlü etkisi reddedilemez.

Toparlarsak, fert, toplumun ilk âmilidir; ilk insanla beraber ilk doğru bilgi mevcuttur, bilginin ahlâki keyfiyet doğurması sonucunda toplum varolur. İnsanî keyfiyet sosyal hayatı oluşturan ve kuşatandır. Bu sebeple, fert içtimaî değişimlerin aslî itici faktörüdür. Toplum ve fert insan keyfiyetinin birbirine zıt, derinliğine ve genişliğine hakikatini ifade eder. İnsan, varlığının ve çevresinin şuuruna vardıkça zihninde bir değişim ihtiyacı doğar ve böylece şahsiyet kazanır. Ferdin tarihe etkisine bakıldığında, şahsiyetlerin parıldadığı görülür. Tarih boyunca en köklü içtimaî değişimlere sebep oldukları için, Peygamberler, YÜCE ŞAHSİYET-KAHRAMAN-BÜYÜK ADAM’ın en ulvî noktasını temsil ederler. İlk doğrunun ilk insanla varolduğu, ilk insanın da ilk Peygamber olduğunun kabulü dahilinde, Peygamberlerin olmaması halinde medeniyetlerin var olamayacağı hakikati de görülür. Öyleyse, fert, şuuruyla tarihe mânâ veren olduğu gibi, aynı zamanda eylemleriyle de tarihin şekillenmesine katkı sunar. Son olarak söylenebilir ki, yapılan ne olursa olsun bir gelişi güzellik bildirmez, olan biten her şey “mutlak şuura bağlı dalgalanmalardır.’’

NOTLAR

1) Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız-Temel Meseleler, İBDA Yayınları,  3. Basım, İstanbul 1993, s. 66

2) Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, s. 66

3) Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya-Yılanlı Kuyudan Notlar, İBDA Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1997, s. 129

4) Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, s. 138

5) Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya, s. 131

6) Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, s. 135-138

7) Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, s. 137

8) Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Diyalektiği-Kurtuluş Yolu, İBDA Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2004, s. 74

9) Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya, s. 142

10) Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, s. 41

11) Thomas Caryle, On Heroes, Hero-Worship, And the Heroic In History, pdf, s. 40

12) Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İletişim Yayınları, İstanbul 2005,  s. 461

13) Georgi Plekhanov, Ferdin Tarihteki Rolü, pdf,  s. 19-20

14) Georgi Plekhanov, Ferdin Tarihteki Rolü, pdf, s. 36

15) Georgi Plekhanov, Ferdin Tarihteki Rolü, pdf, s. 35-37

16) Cemil Meriç, Kültürden İrfana, s. 433-434

17) Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, pdf, s. 34

18) Salih Mirzabeyoğlu,  Damlaya Damlaya, s. 162

19) Salih Mirzabeyoğlu,  Damlaya Damlaya, s. 162

20) Salih Mirzabeyoğlu,  Damlaya Damlaya, s. 162

III. DÖNEM 5. SAYI (SALİH MİRZABEYOĞLU ÖZEL SAYISI) EKİM 2018

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!