İBDA KÜLLİYATI ÜZERİNE DENEMELER – 13 (İslâma Muhatap Anlayış)

İSLÂMA MUHATAP ANLAYIŞ

“Teorik Dil Alanı”

– I –

Son zamanlarda İslâmcı camianın anlamaya ve kullanmaya başladığı kavram… Salih Mirzabeyoğlu’nun en ünlü kitablarından birinin ismi; nâm-ı diğer “Teorik Dil Alanı”… Çok çok basitleştirerek özetleyelim:

Çağımızda müslümanlar iki türlü açmaz içinde:

1. Çağın getirdiği meseleler karşısında, kendi kabuklarına çekilip, İslâm’ı tek başlarına veya kapalı cemaatler hâlinde yaşamayı tercih ediyorlar.

2. Çağın getirdiği meselelere boyun eğiyor, İslâm’ı terkediyor, kendilerine Amerikancı, sivil toplumcu, liberal, muhafazakâr, kapitalist vs etiketler ithal ediyorlar…

Demek ki, burada temel mevzu: Çağın getirdiği meseleler… Ve onlara karşı müslümanca duruşun nasıl olması gerektiği… Yâni, İslâma Muhatab Anlayış’ın ne olması gerektiği…

Daha fazla bir şey de var: Bu anlayış Müslümanlar arasında sadece bu çağda değil, tam 500 yıldır kaybedilmiş durumda… Kanunî döneminden bu yana, İslâma Muhatab Anlayış’ın ne olması gerektiği bilinmiyor. Çağın getirdiği meseleler karşısında, müslümanlar apışıp kalıyor, bunların dindeki yerini bulamıyor, kendileri “çağdışı” kalıyor.

Oysa İslâm sadece ferden yaşanabilecek bir din değildir. O, sadece namaz kılmak, oruç tutmak, İslâm’a göre evlenmek ve boşanmak değildir. İslâm, “Çağlarüstü Mutlak Fikir”dir; çağın getirdiği hiçbir mesele, İslâm’ın dışında olamaz. Bir müslüman asla “çağdışı” kalamaz. Çünkü o, halife olarak yaratılmıştır; eşya ve hâdiselerden o sorumludur; çağın getirdiği meselelerden o sorumludur. Onların dindeki yerini bulmak ve “dindeki gizlilikleri açık etmek”, onun baş görevidir. Bir tür, hakikatin Hakk’a nisbetinin gözcüsü ve sözcüsüdür.

Bunu da ancak İslâma Muhatab Anlayış’la yapabilir. İslâma Muhatab Anlayış ona, İslâmın sosyoloji, psikoloji, felsefe, teknoloji, edebiyat, resim, müzik vs bütün insanî verim şubelerinde hükmünün ne olabileceğinin de anlayışını verir. Tek kelimeyle İslâma Muhatab Anlayış, İslâm ile, çağın getirdiği meseleler arasında bir “vasıta sistem” rolü oynar.

İslâma Muhatab Anlayış, her çağın müslümanının, İslâm’ın hakikatine göre yerinin ve duruşunun ne olacağını belirleyen genel anlayıştır. Bu anlayışın kaybedildiği yerlerde ve çağlarda, İslâm’ın hakikati çağın getirdiği meseleler arasında kaybedilir ve “kaba softa ham yobaz” tipiyle, “küfür yobazı” tipi, bu zeminde birbirini takib ederek peydâ olur. Ya İslâm’ı, çağı hükümlendiremeyen bir anlayışsızlıkta bırakmak veya onu büsbütün çağdışına itmek sözkonusu olur.

İşte, Salih Mirzabeyoğlu, 500 yıldır kaybedilmiş olan bu anlayışı getiriyor. Üstad Necib Fazıl’ın onu “500 yıldır beklenen mütefekkir” diye karşılaması ve selâmlaması da bu yüzden!

1 Haziran 2011

– II –

Daha derinlemesine olarak, şöyle izah edilebilecek anlayış:

İslâm mutlak fikirdir ve mutlak fikrin mutlak tatbiki, sadece Asr-ı Saadet’te… Çünkü mutlak fikir zihnî çaba ile kurulamaz, nakil’dir. “Mutlak Muhatab Anlayış”, sadece nakl’in (Kur’ân’ın) ilk muhatabına, birinci derecede hitab ettiğine verilmiştir.

Bu (Kur’an ve sünnet), değişmeyen öz’dür; çağlar üstüdür, “absoluter geist”tir; hiçbir çağa, hiçbir topluma göre değişmez. Ama her gelen çağ, yeni yeni meseleler getirdiği için, değişmeyen öz, her yeni mesele karşısında kendini yeniden açar; her yeni mesele karşısında değişmeyen öz’e bağlı yeni çözümler gerekir. Her çağ için ayrı İslâm olamayacağına göre, her çağın İslâma Muhatab Anlayış’ının ne olduğunu bilmek gerekir.

Veya: “Şuur seviyesinin her değişiminde gerçeklik seviyesi de değişir…” Tarihî konjönktür-dilimler içinde gerçeklik seviyelerinin tasviri, tahlili ve bu tasvir ve tahlilin İslâm’ın hakikatine nisbeti, İslâma Muhatab Anlayış‘ı verir… İslâm’da buna tecdid (yenilenme), bunu yapan kimseye de müceddid (yenileyici) denir. Ama bu yenilenme, İslâm’ın yenilenmesi değildir; İslâma Muhatab Anlayış’ın yenilenmesidir.

Geçmiş çağlarda birçok büyük müceddid gelmiştir. Bunlardan en sonuncusu ve en büyüğü Hindistanlı büyük İslâm âlimi İmam-ı Rabbanî‘dir. Müslümanlar onun “Müceddid-i Elf-i Sânî – İkinci Binin Yenileyicisi” olduğunda ittifak etmişlerdir. Birbirinden kopmuş bulunan şeriat ve tarikat yollarını o birleştirmiş, İslâm’ın hakikatinin hangi yolda olduğunu o bildirmiştir.

Fakat 500 yıldır, çağın getirdiği meseleler karşısında bir yenilik getirilmiş değildir. Her çağda İslâma Muhatab Anlayış‘ın ne olması gerektiği bilinirken, son 500 yıldır bu ölçü kaybedilmiştir. Veya basitçe: Kanunî devrinden başlayarak, gerçek müslüman tipinin yerini “kaba softa ham yobaz” ve ardısıra “küfür yobazı” tipleri almıştır. 

1 Haziran 2011

– III –

“Çağın İslâm idrakı” demek yerine “İslâm’a göre çağın idrakı” demek daha doğrudur. Zirâ şu iki şey birbirinden farklıdır:

Mehmet Âkif şöyle der:

-“Asrın idrakına söyletmeliyiz İslâm’ı!”

Üstad Necib Fazıl ise onu şöyle tashih eder:

-“İslâm’a söyletmeliyiz çağın idrakını!”

Şu hâlde İslâma Muhatab Anlayış, Mısır Selefîliği çevresinde çıkan “tarihselcilik” şeklindeki temelsiz perspektiften bakılabilir bir şey değildir. İslâm’ın çağa bakış ve eleştiri ölçülerinin sistemli bir bütünüdür, demek belki daha doğrudur. İçinde yaşadığımız çağın İslâmî sorumluluğunun yerine getirilişinde bir “vasıta sistem”dir. İbda Mimarı’nın ifâdesiyle, “bütün üstüne örtülü parça”…

İslâma Muhatab Anlayış‘ın üstüne örtülü olduğu bütün ise, açıkça bilmek gerekir ki, Sünnet ve Cemaat Ehli yolundan İslâm’a bakış sistematiğidir. Çünkü İslâm’ın en doğru, en dolaysız, özüne en uygun bir temsil liyakatini, ancak Sünnet ve Cemaat Ehli büyükleri ortaya koymuşlardır. İslâm tarihi, Sünnet ve Cemaat Ehli tarihi olmuştur; bunun dışında kimsenin ne derinliğine (kültürel ve fikrî), ne genişliğine (sosyal ve siyasî) İslâm’a bir katkısı olmamıştır.

Fakat burada bir istismarı düzeltmekte fayda var: Ben Sünnet ve Cemaat Ehli yolundan söz edince, burada bazı gevezeler çıkıp beni mezhebçilikle, Alevî düşmanlığıyla falan suçluyor. Bunun sebebi tabiî esasen benim onların mezhebçiliklerini ve düzen bağlılıklarını yüzlerine vurmamdır. Kendileri, toplumun bütününe hitab etmek yerine komünizm ayağına mezhebçilik yapıyorlar ve böylece düzenin suçlarını aklama görevi görüyorlar ya; bunu yemezsen, aynı şeyle seni suçluyorlar. Belki biraz ağır olacak ama, konuyu derinlemesine anlamak isteyenlere Orhan Pamuk‘un Kara Kitab’ını tavsiye ederim…

Ciddi olmak gerekirse; İslâma Muhatab Anlayış, toplum içindeki Alevî-Sünnî meselelerinin içinde değil, üstündedir. Bunu açıkça söylüyorum; öyle folklorik şeylerle karıştırmayın bizi… Biri Alevî köyünde doğmuş, öteki Sünnî köyünde doğmuş; o diyor oradan adam çıkmaz, bu diyor buradan cacık olmaz… Köylü edebiyatı… İslâma Muhatab Anlayış’ın bunlarla alâkası yoktur. Onun her iki kesime de eleştirileri vardır; her iki kesimi de İslâmî özü kaybetmekle, İslâma Muhatab Anlayış’ı bulamamakla itham eder.

Beylik klişe olacak ama, din elden gitmiş, alevîsi sünnîsi mi kalmış?.. Bak sünnînin hâline, ondan sonra konuşalım: Bir miskinlik ve hurafe yatağına dönmemiş mi? Pek çok cemaat, tarikat, köy derneği, bilmem ne… Hangisinde İslâma Muhatab Anlayış’ı temsil liyakati var?.. İslâm ticaret için, bol kazanç için, kadınları eve bağlamak ve erkekleri çayıra salmak için, cenaze ve sünnet için, asker yolculamak için, bunun gibi ölü ritüeller için lâzım olan basit bir töre midir?.. Kuyrukçu düzeni ayakta tutan bu köhne gelenekle İslâma Muhatab Anlayış’ın ne barışıklığı olabilir ki?.. Tam aksine, kuyrukçu düzenin istismar ettiği ve üzerinde yükseldiği bu çöplük yüzünden, İslâma Muhatab Anlayış’ın ciddi bir rakibi olan Selefîleri bile eleştiremiyoruz bugün; çünkü haklı oldukları noktalar var…

Şimdi bakın, Alevîlik bu anlamda, İslâma Muhatab Anlayış’ın bir rakibi değil, tıpkı Sünnîlik gibi, inkılâb dayanağıdır. Zaten Türkiye Alevîliği köken olarak Sünnet ve Cemaat Ehli yolundan ayrı değildir ki; sonradan Hurufîlik ve Safevîliğin etkisiyle Şiî-Batınî motifler almıştır. Hâlbuki kökeninde “Horasan Erenleri” var onun da; yâni Anadolu’nun madde ve mânâda “kurucu babalar”ı… Hacı Bektaş-ı Velî’ler, Sarı Saltuk‘lar, Barak Baba‘lar, Karaca Ahmed‘ler, Şiî değildir ki… Sünnîlerin de saydığı tasavvuf büyükleri, İslâm büyükleridir.

Zaten bunu böyle anlayan birçok Alevî genci de İslâma Muhatab Anlayış kavgasına koşmuşlar, gerek aktif olarak, gerekse sempati yoluyla, bu davaya katkılarını sunmuşlardır. Bu da çok normaldir.

İslâma Muhatab Anlayış’ın İslâmî mezhebler içinde iki ciddi rakibi vardır: Şia-Caferîlik ve Vehhabî-Selefîlik… Folklorik meseleler değil, fikrî ve itikadî mevzular… Bunlara yönelik teorik eleştiriler de, saldırılara karşı Ehl-i Sünnetin müdafaası da, meseleler ve vesileler içinde devam edecektir. Gücünü, her zaman olduğu gibi, “Kurtuluş Yolu – Fırka-i Nâciye” olarak bilinen Sünnet ve Cemaat Ehli yolundan, onun içinden doğmuş İslâm tasavvufundan ve onun içinden doğmuş -İslâma Muhatab Anlayışın tecrit tavrı- Hikemiyat’tan alacaktır. Yeri geldikçe göreceğiz… 

 17 Şubat 2013

– IV –

Hani şimdi “Kur’ân’daki İslâm” falan diye kitab yazarlar ya… “Kur’ân’daki İslâm diye kitab yazmak” çelişkisi şöyle dursun, “Kur’ân’daki İslâm, Kur’ân’da!” kardeşim, ona karşı sen ne diyorsun, onu nasıl idrak ediyorsun?

Burada Ehl-i Sünnet yolunun haklılığını ısrarla vurgulamamızın sebebi budur. Onu kaldırdığın zaman, Kur’ân’a bakan adam kadar İslâm idrakı çıkar ortaya… İslâm’ın değişmez ölçüleri ve temelleri kalmaz… Oysa itikadda ve amelde, Ehl-i Sünnet büyükleri, bunları sımsıkı sağlamlaştırmış, sağlam temellere oturtmuştur. İslâm’ın ne olduğu bellidir; İslâma Muhatab Anlayış’ın ne olması gerektiğindedir mesele…

Şimdi bir örnekle bunu açalım: Sürekli İslâm’ın temellerine yönelik bir saldırı ve sözümona “düzeltme” anlayışındaki Selefî geleneğinden bir ilkel Vehhabî alalım… Bakıyor, Batı’ya: Adam muazzam bir medeniyet kurmuş… Felsefesiyle, sanatıyla, çeşit çeşit ilimleriyle, her şeyiyle… Bunlardan hiçbir şey anlamıyor… Haydi bir şeyler anladı diyelim; İslâm tasavvufundan habersiz olduğu için, bunlara ne yönden bakacağını, nasıl katılacağını, itiraz edecekse ne yönden edeceğini bilemiyor… Ve kolayca çıkıyor işin içinden:

– Kâfir!

Tamam kâfir de yâni ne?.. Gördük hep burada; “namaz kılanın psikolojiye, zekât verenin sosyolojiye ihtiyacı olmaz” gibi güdük anlayışlar da çıktı… Kendi inancıyla dünyada olup bitenler arasında bir ilgi kuramıyor – işte zurnanın zırt dediği yer ve Büyük Doğu-İbda‘nın rakibsiz olduğu alan budur… Bir şey anlamayınca, işte o kâfir, biz de İslâmı düzgün yaşarsak, çok dua edersek, onun esaretinden kurtuluruz falan…  

Peki, sonuç alınamazsa? O zaman gidiyor kâfir dediği adama;

– Bana silah ver ha!

– N’apacan oğlum silahı?

– Cihad edicem!

– Tamam, et de şu tarafa doğru et!

Adam önce kahkahasını patlatıyor, ondan sonra da gel diyor:

– Ne kadar paran var, hangisinden istiyorsun, kullanmayı öğretmek için de şu kadar alırım, vesaire…

Dostum, sen orada koskoca sosyoloji gibi bir meseleye arkanı dönüp, onu zekât gibi bir mevzuya bağlarsan, bu karikatürün konusu olursun zaten… Haydi diyelim, nasıl yapılacağını öğrendin, silah da yaptın, cihadını kendi silahınla yapıyorsun, öyle farzedelim… İslâma Muhatab Anlayış eşittir silah yapmak!..

Daha ileri gidelim: Batılıları yendin, mahvettin, bitirdin… Ee, şimdi ne olacak?.. Nasıl bir medeniyet kuracaksın?.. Önüne gelen hangi meseleye ne yönden bakacaksın?.. Yapacağın şey belli, örneklerini de gördük: 1000 sene geriye dönelim, o zamanın İslâma Muhatab Anlayış‘ıyla… Bedevî çadırlarında İslâm medeniyeti… “Önce İslâm’ı kendimiz yaşamalıyız, çok dua etmeliyiz”…

İslâm’ı yaşayabiliyorsan, zaten mesele etmeye gerek yok… Otur köşende, yaşa… Hırsızlık yapma, zinâ etme, adam öldürme, götürdün mevzuyu zaten… Ama yok: O kadar basit değil bu işler… Sen İslâm’ı yaşamaktan ve İslâm’ı getirmekten bahsedersen, öyle matematiğe mantığa arkanı dönerek yapamazsın bunları… İnsanları dipçikle oturtamazsın yerine… En ileri medeniyet ve fikir hamlesi hâlinde, işte bunların İslâm’a uygunluğu hâlinde zuhur etmek borcu altındasın…

Bakınız, tekrar edeyim: Bu idrak ancak Sünnet ve Cemaat Ehli yolunda vardır… Şiaya bakın, 1400 senedir Ali-Muaviye demekten başka ne yaptılar? İran’ın Ehl-i Sünnet yüzyıllarında yetişen fikir ve sanat devlerine bakın: Bir Gazalî’ye, bir Hayyam‘a, bir Sadî‘ye, bir Hâfız‘a, bir Mevlânâ‘ya, bir Şebüsterî‘ye… Ve bir de Safevîler geldikten sonraki kısırlığa, verimsizliğe… Ötekilerin her birinin dünya çapında isimler ve ekoller olmasına karşılık, bunlar kendilerini dövmekten başka bir yenilik getirmediler…

Şimdi, son yıllarda büyük bir atılım gösteren Selefî-Vehhabî grublar da aynı yoldalar. Onlar da İslâm’ın temellerine saldırarak, “yeni İslâm” yapmaya çalışıyorlar; Batı’yı ise sadece silah çekilecek hedef olarak görüyorlar… Bu anlayışın alabileceği hiçbir yol yoktur… Çok açık söylüyorum: Ne İmam-ı Âzam‘ı yıkıp onun üstünde ayrı bir İslâm kurabilirler, ne de “öldürülecek adam” olarak gördükleri Batı medeniyetine zırnık zarar verebilirler… Sabah akşam namaz kılsınlar, dua etsinler, hiçbir yere varamazlar… Çünkü Allah dinini rezil ettirmez; onda rastgelelik de yoktur…

İslâma Muhatab Anlayış dememizin ve fikir, fikir diye afedersiniz kendimizi paralamamızın sebebi budur.

17 Şubat 2013

– V –

Söylenince zor anlaşılıyor ama, baktığın zaman aslında tüm müslümanların içinde olduğu bir mesele… Öyle ya, hiçbir müslüman İslâm’ın kendisi değildir, hepsi “İslâma muhatab”tır. Kur’ân’dan yapıyorum, sünnetten yapıyorum diyenler de dâhil olmak üzere, Kur’ân ve sünnet “yapmak”ın kendisi olmadığına göre, herkes ortaya Kur’ân’a dair, sünnete dair bir “anlayış” koyar. Bu anlayışların en yüksek, en sistemli ifadesi ise çağın “İslâma Muhatab Anlayış“ıdır.

Yine anlaşılmadığının ve daha uzun yıllar boyunca “acaba mı?” gibisinden bakılacağının farkındayım. Onun için daha basit örnekler vereceğim. Meselâ geçen gün Cağaloğlu’nda bir kitabçının camında şöyle bir afiş gördüm:

-“Asr-ı Saadetteki İslâm’ı yayacağız!”

Nasıl olacak bu? Sen Peygamber misin? Değilsin… Senin çevrende “Sahabîler” gibi bir örnek ümmet kadrosu mu var? Yok… Sen Asr-ı Saadetteki vasıtalara mı sahibsin; tıpkı onlar gibi yaparak mı İslâm’ı yayacaksın? O da değil… Beytülmal kuracak mısın, zekât toplayacak mısın, cihad edecek misin?.. Sözkonusu bile değil… Eee?..

Daha çok soru sorarım ama, dikkat ederseniz, “aynısı” olmayı geçtik, “gibi”sine geldik, oradan da haber yok… Durun ben ne yapacaklarını tahmin edeyim: “Ey müslümanlar, Asr-ı Saadetteki İslâm işte budur” diye kitablar yazacaklar, onları şu kalitede bir kâğıda basacaklar, şuradaki ve buradaki kitabevlerine dağıtacaklar, şu ve bu gazete, dergi ve internet sitelerine reklam verecekler, şu kadar miktar satacaklar, bu kadar para kazanacaklar… Peki, şunu sorayım: Bunların hangisi var Asr-ı Saadette? Hiçbiri…

Özetle din sömürüsü yapacaklar. Emin olun, başka hiçbir şey değil… Yetmez mi bu kadar sahtekârlık, sahte müslümanlık? İslâm bunlar için bir dava değildir. İslâm bunlar için bir çıkar aracıdır. Bununla para ve şöhret kazanırlar. Onların gençlerine bakın: İslâm’ı “ahiretlik” bilirler. Orta yaşa gelince, geçim derdine girince, bu sefer İslâm onlar için “dünyalık” olur, geçim vasıtası olur, kazanç kapısı olur. 

Ben senelerdir müşahede ederim bu ortamı: Hiç değişmez… Şu üniversitelerdeki gençliği, özellikle; ki onlar üzerine çok zengin intibâlarım var, belki bir gün kitablaştırırım da… Şöyle diyeyim: Gençliğin dinamizmini işte böyle sahtekârlıklarla, dolandırıcılıklarla körletirler. Önce onlara bir “heves” olarak verirler İslâm’ı… Bu heves, sadece üniversite hayatı ile sınırlı kalacaktır. Çünkü sonrası için sunulan örnekler bu hevesi de yok edecektir. Oraya 1000 tane öğrenci geldiyse, üniversite sonrasına bunlardan ancak bir tanesi, iki tanesi kalacaktır. Diğerleri iş hayatında, meslek hayatında yok olup gidecektir.

Arkadaş bu nasıl oluyor; sen Asr-ı Saadet’teki İslâm’ı yaşıyordun ve beni beğenmiyordun. Ben hâlâ dimdik ayaktayım, sen çoktan toprak olmuşsun… Dediğim gibi, çok örnek gördüm böyle. Daha bir ay önce rastladım birine; bizim zamanımızda üniversitedeki radikallerden… “Tasavvuf bidattir” diye başlıyordu lâfa, “İslâm’da fikir yoktur, Kur’ân vardır sadece” diyordu. Garibandı da; benim en azından çorba param olurdu, bu ders dışında işportacılık yaparak okul harçlığını çıkarırdı.

Şu ân İstanbul’un değil, Türkiye’nin en büyük ilçelerinden birinin belediye başkan yardımcısı… Üniversiteden sonra ticarete atılmış ve -şimdilik tanınmasın diye sektöründen söz etmeyeyim- Türkiye’nin en iyi şirketlerinden birini kurup, en çok kazananlarından biri olmuş… Tabiî, parayı bulunca, hemen politikaya!.. Şimdilik belediye başkan yardımcısı; istikbali de parlak… Yarın öbür gün, hükümete de girebilir… Eski fikirleri ne oldu derseniz: Elbette, ne sakal kalmış, ne fikirler… Onlar öyle gençlik heyecanıymış; “reel” değilmiş… O zaman tasavvufa lâf söylüyormuş ve Fethullah Hoca’nın üstün anlayışını anlayamıyormuş; şimdi anlamış.

Bakınız, ben böyle şahsî örnekler üzerinden konuşmayı çok sevmiyorum. Çünkü, bu olduğu gibi, tersine de örnek olabilir… Fakat hayır: Bu sahtekârlık panayırı içinde, tersine örnek hemen hiç bulamazsınız. Bu ise şahsî değil, çok genel, çok temel bir eğilimdir. Hemen hemen hepsi aynı âkıbete uğrarlar. Aralarından bir tanesi bile bana denk gelmedi ki, İslâm’a dair bir heyecan içinde olsun… Çünkü bu onlara bir dava olarak verilmedi; bir heves olarak verildi… Birileri onların hevesini kullanarak, Türkiye’nin inşaatta, turizmde, yayıncılıkta vesaire en zenginleri oldular. Hâlâ da olmaya devam ediyorlar. İslâm bir “meslek edindirme kursu”, kazanç iyi olsun diye lâzım olan bir muska derekesine düştü.

Ve dikkat edin: Ben Asr-ı Saadet’teki İslâm’ı yaşadığımı iddia etmiyorum hiçbir zaman. “Onlar kim, ben kimim” diyorum. Ben, kendi imânım ve anlayışım içine sığan İslâm’ı yaşadığımı söylüyorum… Ve sonuç: Benim arkadaşlarımın yüzde 90’ı bu davayı sürdürürler, bunların yüzde 90’ı geri döner, kaybolur giderler. Kavgada göremezsin onları, fedakârlıkta göremezsin… Onlar, Allah davasını kendilerinden bir şeyler verebilecekleri bir mihrak olarak değil, sürekli alacakları, sürekli bir şeyler tırtıklayacakları, sömürecekleri, adetâ kendilerine borçluymuş gibi görürler. Halbuki Sahabî hem malını verdi, hem canını verdi; ve karşılığında hiçbir dünyalık taleb etmedi!

Var mı sizde de İslâma Muhatab Anlayış? Asr-ı Saadet “ideal”dir. Her devrin İslâma Muhatab Anlayış’ı için, temel örnektir. Asr-ı Saadet’e bakışın ne olması gerektiğini de Ehl-i Sünnet mezhebleri ölçülendirmiştir. Bir müslümanın velayette, marifettte ve hikmette rütbesi ne kadar büyük olursa olsun, daima bu ölçülere uymakla mükelleftir. Kendisi ne Peygamber, ne Sahabî, hattâ ne de onlara bakışı ölçülendirici mezheb kurucu olabilir.  

Sahtekârlığı anlayabiliyor musunuz, daha da basitleştireyim mi:

Allah Resûlü‘nün imânı ve anlayışı, Allah Resûlü‘nündür. Sahabînin imânı ve anlayışı, sahabînindir. Onlar senin imânın ve anlayışın değildir. Sen onların örneğine harfi harfine uyduğunu zannetsen bile, senin imânın ve anlayışın, senin imânın ve anlayışın olarak kalır; sahabî imânı ve anlayışı olmaz, Peygamber imânı ve anlayışı hiç olmaz. Hissettirebiliyor muyum, edebsizlik içindeki sahtekârlığı?

Öyleyse; çağımızın İslâmî görevlerinin başında, İslâma Muhatab Anlayış’ın ne olduğunu bilmek ve öğrenmek gelir. Yoksa, İbda Mimarı’nın teşhisiyle, “mihraksız tümevarımın zaafiyeti”… Desteksiz din avuntusunun felâketi!..

1 Mayıs 2013

– VI –

Tersinden de delillendirilebilecek anlayış… CIA Ortadoğu Dairesi eski sorumlusu ve Büyük Ortadoğu Projesi baş mimarı Graham Fuller anlatıyor:

-«Mısır’daki, diğer Arab ülkelerindeki İslâmî hareket, “İslâm tarîktir” diyor. Yâni “yolumuz odur” diyor. Bunu söyleyebilirler, ama bu isbatlanmış bir gerçek değildir. Hele siyasî bir program hiç değildir.

Siyasî hayata katılıp sanat, vergi, sağlık, eğitim, sanayi politikalarının spesifik hatlarını açıklamak zorunda kaldıklarında, lâiklikle barışmaktan başka çare bulamıyorlar. O zaman İslâm’ın arkasına saklanma imkânları kalmıyor. Müşahhas [somut] hâle gelmek durumunda kalıyorlar. Müşahhas hâle gelme de uzlaşmayı beraberinde getiriyor.

Eğer şiddete başvuran, devleti yıkıp İslâmî diktatörlük kurmak isteyen bir eğilim varsa, ki bu çok olumsuzdur, o zaman demokratik devlet elbette güvenliğini sağlayacak adımları atar.

Zaten İslâmî hareketin önündeki en büyük görev de inançları çağa uyarlamaktır. [Bu başlık altındaki ilk denemeyi hatırladınız mı?] Diğer yandan İslâm’ın bir de özel hayatta yeri var ki, o ayrı bir konu ve her zaman teşvik edilmeli. İster İslâm, ister Hıristiyanlık olsun, din fert hayatındaki ahlâkî değerleri güçlendiriyor. Ama din siyasete soyununca o zaman gerçekçi bazı “tavizler” vermesi gerekiyor.»

Biz söyleyince anlamayanlar, belki Amerikalı söyleyince uyanır gibi olurlar… [Mısır’ın “Müslüman Kardeşler” hareketi mensubu devrik cumhurbaşkanı] Mursî de bunun sıkıntısını çekti, Taliban da çekti, İran da çekiyor… İş öyle “Kur’ân’dan yapacağız, şeriatı getireceğiz, İslâm’ı hâkim kılacağız” demekle bitmiyor… Dava, baştanbaşa bir sistem meselesi… Her örgüsü tezatsız bir bütün meselesi… İslâm’ı çağa hâkim kılmanın “vasıta sistemi” meselesi… Bu olmayınca, ya mağara devri hayatına dönmeye “İslâm” deniyor, yahut İslâm dışı sistemlere angaje olunmuş olunuyor…

Bu mevzuda dünyada Büyük Doğu-İBDA‘dan başka örnek ve model oluşturabilecek bir mihrak yok. Büyük Doğu-İBDA bu ihtiyacın ürünüdür ve İslâma Muhatab Anlayış‘ın ne olduğunu gösterir. Gerisi kuru iyi niyet ve ham hayâldir…

Şimdi dünyadaki tartışmanın özünde de bu var zaten. [Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı] Kemal Kılıçdaroğlu, Mursî‘nin düşürülmesiyle ilgili diyor, “çağdaş demokrasilerde dini siyasete âlet eden bir anlayış olamaz.” Aslında Kılıçdaroğlu burada dürüst davranmıyor. Söylemek istediği şey, “dini siyasete âlet etmek” meselesi değil; söylemek istediği şey, “siyasal İslâm” meselesi… Kılıçdaroğlu aslında Graham Fuller‘in dediğinin aynını söylüyor: ABD emperyalizmi “siyasal İslâm”ın iktidarına izin vermemelidir! 

Burada “siyasal İslâm” kavramını ödünç aldığımı belirteyim. “Siyasal İslâm”, “geleneksel İslâm” gibi ayırımlar, ABD’li stratejistlerin yaptığı sunî ayırımlardır. Bizimle ilgisi yoktur. Siyasal İslâm değil, “İslâmcı siyaset” sözkonusu olabilir ki, onun da ne olduğu, ne olması gerektiği, baş nefret ve baş muhabbet kutubları, temel ölçüleriyle ortadadır. Bu temel ölçüleri hayata hâkim kılmaya gelince, baştanbaşa bir sistem ve metod davasıdır ki, tekrar edelim:

Büyük Doğu-İBDA, bu ihtiyaca karşılık gelen tek dünya görüşü ve anlayış mihrakıdır.

15 Temmuz 2013

Kaynak: S.G. “İBDA Külliyatı / Salih Mirzabeyoğlu’nun Eserlerine Giriş Mahiyetinde Denemeler” ismiyle 2015 yılında Akademya tarafından basılmış ve bir süre sonra tükenmiş bir eserden kamuoyunun istifâdesi amacıyla yapılmış iktibaslardır. Eser, Türkiye’nin en çok takib edilen forum sitesinde İBDA Külliyatını tanıtma gâyesiyle 2011-2014 yılları arasında kaleme alınmış denemelerden oluşmaktadır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR