GÖLGELER
“Yaşadığımız Günler”
– I –
İskilipli Atıf Hoca… Son Devrin Din Mazlumları’ndan ve unutulmaz İslâm şehidlerinden… Şapka kanunu çıkmadan önce yazdığı “Frenk Mukallitliği” adlı kitabı, şapka kanununa muhalefet sayılıyor, İstiklâl Mahkemesinde yargılanıyor ve idam ediliyor… Her şeyden önce, fikri eğer bir suçsa, bir “fikir suçlusu” Atıf Hoca; ikincisi, kanundan sonra bir hareketi olmadığı için, mazlum; üçüncüsü de her iki sebebin bir müslüman olması gerçeğiyle belirmesi yüzünden, şehid…
Ama son zamanlarda Murat Bardakçı önderliğinde bir vaveyla koptu: “İskilipli Atıf Hoca aslında şapka kanunu yüzünden asılmadı, müslümanlar yalan söylüyor, asılmasının sebebi, Millî Mücadelede Yunanlıları tutması, yâni vatan haini olmasıdır.” Kemalistler de bu lâfa atladılar hemen. Zaten bunu bekliyorlardı. Önceden İskilipli Atıf Hoca‘yı, İstiklâl Mahkemeleri’ni vs müslümanlardan duyuyorlar, ama verecek cevab bulamıyorlardı. “E ne yapalım, devrim kansız olmaz” diyorlardı. Bardakçı‘nın lâfından sonra, “İskilipli Atıf Hoca vatan hainidir” diye bir muhabbet aldı yürüdü.
Şimdi bu iddiayı savunan insanlara karşı aslında söylenecek bir şey yok. Çünkü onlar sadece Bardakçı‘nın lâfına ihtiyaç duyuyorlardı, artık sen ne söylersen söyle dinlemezler, aldıkları gazla devam ederler. Her konuda, hep böyle olmuştur. Onun için, bu düzlemde tartışmanın hiçbir anlamı yok.
Ama şükür ki, Atıf Hoca‘nın tutuklanmasına ve yargılanmasına ilişkin mahkeme zabıtları ortadan kaybolmadı. Neden tutuklandı Atıf Hoca? “Frenk Mukallitliği” kitabından… Neden yargılandı Atıf Hoca? “Frenk Mukallitliği” kitabından… Hattâ sadece o tutuklanıp yargılanmadı; kitabın tüm mevcutları toplatıldı, kitabı satan -aralarında bir Ermeni sahafın da bulunduğu- birçok kişi tutuklandı ve yargılandı. Atıf Hoca, hepsi de şapka kanununa muhalefet suçundan tutuklanan Uşaklı Hoca Süleyman, Antepli Salih Efendi, Bozkırlı Ahmet, Sultaniyeli Durmuş Hoca, Dağıstanlı Şeyh Şerafüddin ve bağlıları, Maraşlı eski mebus Hasip Efendi, âlim Tahirülmevlevî, gazeteciler Seyyid Tahir, Ömer Rıza (Doğrul) olmak üzere birçok kişiyle beraber Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde hesaba çekildi.
Hâdise aslında, tıpkı 31 Mart’ta, Menemen’de, 28 Şubat’ta vs gördüğümüz tarzda bir “tertib” olarak başlıyor. Giresun’da bir adam sokaklara çıkıyor ve avaz avaz şapka giymeyeceğim diye bağırıyor. Alıyor ekip bunu: “Niye giymeyeceksin?” Cevab: “Çünkü İstanbul’daki Atıf Hoca ile mektublaştım, o dedi giyme diye…” Bunun üzerine Atıf Hoca‘yı alıp Giresun’a gönderiyorlar. Ama Giresun İstiklâl Mahkemesi bakıyor, ortada ne bir mektub var, ne tanışıklık, özür dileyip bırakıyor Atıf Hoca‘yı. Gelgelelim polis bırakmıyor. İstanbul’a getirip bir müddet kodeste tuttuktan sonra, bu sefer Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne sevkediyor.
Sene 1926… O sırada Erzurum, Rize, Giresun, Trabzon, Sivas, Maraş gibi yerler karışmış şapka yüzünden. Önüne gelen tutuklanmış. Hattâ yüzlerce kişi Türkiye’yi terkedip Suriye’ye yerleşmiş ki, bugün Şam’daki Kasiyun Dağı eteğinde kurulmuş bulunan “Türk Mahallesi”nde yaşar onların çocukları… Rize’yi Hamidiye zırhlısı topa tutmuş, neler neler olmuş…
Ve sadece Atıf Hoca‘ya değil, şapka kanunundan dolayı her tutuklanana, ilk olarak, karıştığı olaydan önce “Frenk Mukallitliği”ni okuyup okumadığı soruluyor. Belli ki, olayın merkezine bu kitab konulacak ve Atıf Hoca, bütün ülkedeki kalkışmalardan sorumlu tutulacak… Nitekim öyle yapılıyor. Aynı dava dosyasına dâhil olmak üzere, sırasıyla Maraş, Giresun, Trabzon isyanları yargılanıyor. Hepsi “Frenk Mukallitliği” ile alâkalandırılarak, birçok idam, birçok hapis cezasıyla sonuçlanıyor.
Ve sıra Atıf Hoca‘da… Karşısında “Üç Aliler” diye bilinen, zamanın üç ünlü celladı, hâkim sıfatıyla bulunuyor. Birkaç kişi daha var aynı seansta: Yazar Tahirülmevlevî, kitabçı Abdülaziz, sahaf Mihran Efendi… Bunlar da “Frenk Mukallitliği”ni satmaktan yargılanıyorlar… Ve savcı Necib Ali mütalâa veriyor:
– Babaeski müftüsünün idamını, İskilipli Atıf Hoca ile falan ve filânın 3’er yıldan az olmamak üzere hapis ve küreğe konulmasını, falan ve filân kişilerin sürgün edilmesini, şu ve bu kişilerin de beraatini taleb ederim!
Ve ertesi günü, mahkeme reisi Kel Ali (Çetinkaya) kararı açıklıyor:
– Babaeski müftüsü Ali Rıza ile müderris (profesör) İskilipli Atıf Hoca‘nın idamına, ıvırına, zıvırına, bilmem nesine karar verilmiştir!
Şimdi çıkıp kemalistler masal anlatsınlar. Yok, vatan hainiydi de, şuydu da buydu. Sene 1926’nın Ocak ve Şubat ayları… Olay, şapka kanununa muhalefet isyanları… Baş suçlu: “Frenk Mukallitliği”… Nedir Frenk mukallitliği? Bugünkü şiveyle, “Batı taklitçiliği”…
Ha, utanmadan, bir de bildiri yazdırmışlar Atıf Hoca‘ya, vatan hainliğini isbatlamak üzere: Bildirinin muhtevâsı şöyle dursun, kendisi Atıf Hoca‘ya değil, muhtemelen Mustafa Sabri Efendi‘ye aittir. Atıf Hoca‘nın bu bildiri ile tek ilgisi, Tahirülmevlevî ile birlikte Mustafa Sabri Efendi‘ye gidip, bu bildiriye katılmadıklarını, imza atmayacaklarını, yanlış olduğunu düşündüklerini söylemekten ibarettir.
Nasıl? İlginç değil mi? Bence de… Daha ilginci de var: Bu hikâyenin, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Gölgeler romanında (1986) ayrıntılarıyla yer alması… Neden acaba? 25 yıl sonra kendisine “Zamanın Atıf Hoca’sı” lâkabı yakıştırılacağını tahmin ettiği için mi?..
1 Kasım 2011
– II –
Salih Mirzabeyoğlu‘nun 1986 yılında yayınlanan romanı… Hemen söyleyeyim, Tilki Günlüğü‘ne benzemiyor; onun gibi “ilmî yönü baskın”, “zor anlaşılır” veya “karışık” nitelemelerine mevzu değil… Son derece basit, günlük insan ilişkileri ve karakterleri üzerinde, heyecanla okunacak bir hikâye havası taşıyor.
Şunu da ilâve edeyim: Bugüne kadar Batı klâsiklerinin bir çoğunu elden geçirmiş, yerli roman alanında da bir hayli dolaşmış, daha lise yıllarında ruhu Genç Werther’le, Pavel ile, Langais Düşesi ile alevlenmiş, yâni roman âleminde epey bir fenni olan biri sıfatıyla belirtecek olursam, Gölgeler, çok farklı bir lezzet bırakıyor damakta, pek öyle kimselere benzemeyen çok hoş bir koku veriyor insanın kalbine…
Belki en büyük handikapı, Salih Mirzabeyoğlu gibi biri tarafından yazılmış olması… Meselâ onu Orhan Pamuk yazmış olsaydı -kendisini beğenmediğim için söylemiyorum bunu-, en az 50 dünya diline çevirilmiş olmakla kalmaz, bana kalırsa, aldığı Nobel’in de tanımlanmış gerekçesi olurdu. Veya ne bileyim, İslâmcı camiada daha az sivri siyasî iddiaları olan biri tarafından kaleme alınmış olsaydı, bugüne kadar 100 baskı rahat yapar, hattâ satır satır ezberlenirdi çoktan…
Fakat Salih Mirzabeyoğlu‘nun hikâyesi bu… Onun edebiyat hünerine aşinâ olanlar için sürpriz değil: Bir seçim günü, seçim sandığında görevli kimseler arasında başlıyor hikâye… Sonra onların ve onlarla ilişkide olan kimselerin hikâyesi olarak devam ediyor. Ressamlar, aktörler, iş adamları, bar kadınları, hayâl gören genç kızlar, veremliler, teröristler, banka soyguncuları, kimlik arayışları, kadın erkek ilişkileri, reenkarnasyon, varoluşçuluk, sosyalizm, Büyük Doğu, hayatın kendisi, hayatın anlamı giriyor devreye…
Herbiri “uçarı”, ressamların “hafif dokunuşlar” dediği tarzda ve herbiri içinde akılda kalır, fikrî yönü ağır sözler, tesbitler eşliğinde… Bir yerde, Baudelaire‘in o ünlü Albatros şiiri geçiyor. Metris’teyken birkaç defa bu şiirden bahsettiğini hatırlıyorum. Sanırım, şiirin o gün için en dikkat çekmek istediği mısraı şuydu:
– “Yeryüzüne sürülmüş yuhalar arasında…”
Şairi böyle nitelendiriyor Baudelaire; onu, gemiciler tarafından yakalanmış ve onların alaylarına, kahkahalarına konu olan Albatros’a benzetiyor. Sonradan varoluşçuların “uyumsuz” adını vereceği, çevreyle uyumsuz, dıştan bakınca bir anlam verilemeyen, kolayca tanımlanamayan, yuhalara ve kahkahalara konu olan, yeryüzüne sürülmüş, başka bir âlemin sürgünü:
-“Exilé sur le sol au milieu des huées…”
Gölgeler‘in kendisi gibi… Ve tuhaf biçimde, İskilipli Atıf Hoca‘nın hikâyesi ile sona eriyor roman; onun yakalanıp asılmasıyla…
28 Kasım 2011
Kaynak: S.G. “İBDA Külliyatı / Salih Mirzabeyoğlu’nun Eserlerine Giriş Mahiyetinde Denemeler” ismiyle 2015 yılında Akademya tarafından basılmış ve bir süre sonra tükenmiş bir eserden kamuoyunun istifâdesi amacıyla yapılmış iktibaslardır. Eser, Türkiye’nin en çok takib edilen forum sitesinde İBDA Külliyatını tanıtma gâyesiyle 2011-2014 yılları arasında kaleme alınmış denemelerden oluşmaktadır.