İBDA KÜLLİYATI ÜZERİNE DENEMELER – 36 (Büyük Muztaribler)

BÜYÜK MUZTARİBLER

“Düşünce Tarihine Bakış”

I –

Salih Mirzabeyoğlu‘nun 4 cilt ve 2100 sayfadan oluşan büyük eseri…

Diğer adı, “Düşünce Tarihine Bakış”… Eserin yazılma vesilesi, 5 Şubat 1983 tarihi diye kaydedilen bir gün, Üstad Necib Fazıl ile yapılan görüşme… Üstad şöyle diyor o gün:

– «Bir eser daha yazmak isterim, Allah izin verirse… “Büyük Mustaribler” diye… “Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar”ı yazdık, ama bunu yazmadık. Bu büyük mustariblerin Şark’tan ve Garb’tan olması lâzım gelir. Şark’ta en büyük mümessili İmâm-ı Gazâlî’dir!» [s. 12]

Bu tarihten bir yıl kadar önce, 28 Şubat 1982’de yapılan bir görüşmede de eserini ona şu yazıyla imzalayıp hediye ediyor:

– “Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na

Fikir çilesi haysiyeti… Açık ki, Büyük Muztaribler bununla ilgili olacak… İmâm-ı Gazâlî’nin büyük crise intellectuelle’inden örnek vermesi de bu yüzden… İdrak çilesinden, fikir çilesinden büyük ıztırab mı var âlemde?.. Bütün büyük münevverler çekmiş bunu… Kavrulup durmuşlar bir alev düşünceyle… Nitekim, Üstad da karşısındakine bunu belirtirken, onun hâlinin farkında… Şöyle diyor bir keresinde de:

– «Memnun olmalısın… Ben 30 yaşlarındayken geçirdiğim buhranda, beni kurtarıcı âyet şu oldu… Dikkat et: “Allah hiçbir nefse taşıyacağından fazlasını yüklemez!”… Demek ki o yükü taşıyabileceğin için veriyor… Sevinmelisin!.. Goethe’nin bir sözü var: “İnsanlar bir kere bülûğ ıstırabı çekerler, dehâlar hep yeniden…”… Benim çilem hep devre devre oldu!» [s. 14]

Buradan da anlaşılıyor ki, Üstad Necib Fazıl bir müddet sonra perdenin ardına geçecek ve “Büyük Muztaribler”i yazma görevi Mirzabeyoğlu‘nun üstüne kalacak… Öyle internetten indirip kopyala yapıştır sür sürüştür yazmak değil; yaşayarak yazmak… Dünya düşünce tarihi üzerinde bir kartal gibi gezinmek ve yeryüzünde çekilen olanca idrak ıztırabını, sırasında yaralı bir yılan gibi kıvranarak anlamak… Çile, çile ile anlaşılır… Fikir, fikirle bilinir… Kıymet, kıymetle tanınır… Ve Salih Mirzabeyoğlu‘nun da bütün eserlerinde olduğu gibi, biricik ibda çilesi (eser verme çilesi) budur.

Açık ki, hem Doğu ve Batı düşünce tarihleri üzerinde hüküm yürütmek, hem de kendi hayatını, kendi fikir hayatını yazmak görevi bu… Ve bunlarla aynı ânda, “süperpoze” durumunda, şu:

– «Kuru sıkı pohpohçular… Pohpoha bakmam, kıymeti yok! Benim hayatımı yazabilecek tek insansın… Tek kelimemin bile israf olmadığına inandığım tek sen varsın; Sokrat ve Eflâtun gibi… Eflâtun eserlerinde hep Sokrat’ın fikirlerine yer verdi; ondan öğreniyoruz!» [s. 12]

Eserin ilk cildine 1998’de başlayabiliyor… Aynı yıl yayınlanan bu ciltte şu ana bölümler var:

– Mozaik: Eserin fikir ve mânâ dokusu…

– Üç Büyük: İmâm-ı Gazâlî, Muhiddin-i Arabî ve İmâm-ı Rabbanî…

– Batıya Bakış: Goethe, Sokrat ve Bergson… Batı’nın üç büyüğü!..

– İlm-i Kelâm, Hikemiyat ve Felsefe…

Ve eser yayınlandıktan birkaç ay sonra, Mirzabeyoğlu‘nun hapishâne macerası başlıyor… Şübhesiz artık, “fikir çilesi haysiyetinin müstesna -genci değil- fikir adamı” olarak…

* Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muztaribler I – Düşünce Tarihine Bakış, İBDA Yay, İstanbul 1998.

6 Aralık 2011

II –

İkinci cildi, 2003’te yayınlanan eser… Bu arada neler oldu? (Hikâyesiyle beraber söz etmek isterim.)

1999 başında Mirzabeyoğlu Metris’teydi. Biz de -çoğumuz- kendisini ziyarete gitmiş, ilk defa orada görüyorduk. Ağzından birkaç kelime duyduğumuzda öyle mutlu oluyorduk veya öyle canımız yanıyordu ki, cuma günü gelsin de O’nu yeniden görelim diye adetâ deli oluyorduk. (Anlamaya çalışır mısınız bilmem!) Hayatımızda her şey silinmiş, bir tek bu cuma günleri, o izdiham içinde, O’nu tel örgüler arkasından görebildiğimiz ve sıra gelirse ağzından birkaç cümle duyabildiğimiz o dakikalar kalmıştı.

Devlet bu zahmetimizi görmüş olmalı. Benim gibi hiçbir cumayı sektirmeyen ve sabah saatinde girip akşam kapılar kapanırken çıkan kim varsa alayını toplayıp, Metris’e koydu. Ve işte rüyâmız gerçek olmuştu: Mirzabeyoğlu‘nun yanındaydık, bundan daha önemli ne olabilir?.. Bazılarımızla daha çok, bazılarımızla daha az, ama hepimizle ilgileniyordu. Bazen seminerlerimize geliyor, bazen avluya çıkıp bizimle futbol veya voleybol maçı yapıyordu.

Koğuşta 70 kişi falandık. 17-18’le 40-45 arası her yaştan, her meslek grubundan, memleketin her köşesinden insan… Büyük çoğunluğu da üniversite öğrencisi… Onlar arasında, bazen köşesine çekilip, bir divanın üstünde dizlerini kırıp, sırtını duvara verip, dizlerinin üstüne koyduğu bir mukavva desteğiyle yazıyordu. Koğuşta masalar vardı, ama hiçbir vakit masada yazdığını görmedim. Yazması, spor yapması, yemek yemesi, şaka yapması, ciddi olması her şeyi o kadar muntazamdı ki, her hareketi bizi büyülüyordu.

Bu düzen içinde -ki 17 Ağustos depremine kadar devam etti bu; sonrasında kavgalar, isyanlar, beş ay kadar süren bir kaos- birkaç defa Büyük Muztaribler’den bahsetti. İlgimi çekti ama, ne demek istediğini anlayamadım. Sonradan yorumladığıma göre, “bana bir şey olursa, onu siz tamamlayın!” anlamında olabilir… Nihayet 2000 başında (Noel Baba Operasyonu) koğuşa girip, O’nu aldıklarında, hele Kartal’daki o hâlini gördükten sonra, bu eseri tamamlayabileceğinden neredeyse ümidi kesmiştik.

Fakat 2003 yılında, birdenbire 2. cilt çıkınca ve bu 650 sayfalık büyük kitabı alıp şöyle bir göz gezdirince, onun zihnini toparlamakla kalmadığını -belki de- eskisinden bile daha yüksek bir zihnî form yakaladığını gördük. Telegram denilen zihnî-fizikî işkencenin ilk sarsıntısını atlatmış veya ona bir şekilde direnme gücünü geliştirmiş olmalıydı… Yayınlanan bu ciltte şu konular vardır:

– İdrakin Aczine Dair: Acz, Çocuk Hikmeti, Nietzsche, Karl Jaspers

– Çocuk: Süryanice ve Çocuk, Rousseau (Emil), Tecrübe ve Fayda, Fontenelle, Çocuk ve Oyun, Akbaba

– Fıkıh ve İlm-i Ledün: Ebu Hanife ve onun hayatı, fikirleri etrafında geniş bir inceleme

– Hind ve Çin’e bakış: Budist, Taoizm, Laotseo, Konfüçyüs, Uyumsuz Yaşama

– Grek ve Roma Felsefesi: Zenon ve Stoacılık, Mutluluk, Fazilet, Epiktetos, Sokrat, Kinizm, Epikuros, Diogenes, Polyanna, O. Henry, Plotinos, Seneca, Marcus Aurelius

– Akıl Davası: Aklın Aczi, Allah Korkusu, Descartes, Spinoza, Kant

– Tarih ve Tefekkür: Fert, Toplum, Tarih, Voltaire, Croce, Aydınlanma Çağı?

– Aydınlanma Çağı: İbda Çağı, Nesh, Kıyas, Fikir Çağı, Locke, Diderot, Aksiyon

– Felsefî Roman ve Hikâye: Üstadım’dan, Felsefî Romana Giriş, Castaneda hakkında geniş bir inceleme

– Estetik, Dil, İfade: Gramer ilmini kuran Hazret-i Ali, Mânâ ve Suret, Croce, Berzahta İnsan

– Üstün İnsan – Kâmil İnsan: Hakikat-i Ferdiyye, Kâmil İnsan, Konfüçyüs, Zerdüşt

– Varlık, Bilgi ve Varoluş: Bilgi Teorisi, Varlıkbilim, Fenomenoloji, Varoluşçuluk, Hartmann, Manzara

– Hukuk ve İdare Biçimi: İktidar ve Fazilet, Montesquieu, Diderot, Beccaria, Yarar Düşüncesi, Croce

– Psikolojik Parantez: Rüya, Tao ve Alain, Freud ve psikanaliz üzerine inceleme

– İlim, Sanat, Felsefe: Konfüçyüs, Rousseau, Baudelaire, Hölderlin, Angst Filozofi, Picasso

– Yeni Fizik: Hakikat, Şuuraltı, Madde Altı, Kuantum, Kaos, Belirsizlik ve Yeni Fizik

6 Aralık 2011

III –

Üçüncü cildi 2004 yılında yayınlanan eser… Bu da bir önceki kadar geniş, kronolojik değil, kendine has bir düzen içinde…

Onun hikâyesine gelince; Metris’ten üç grub hâlinde dağıtılmıştık. En genç olanlar Metris’te bırakılmıştı. Bizim yazar çizer atar tutar tayfayı, Mirzabeyoğlu ile birlikte Kartal’a göndermişlerdi. Bir başka grubu Eskişehir’e… Bandırma’daki gönüldaşlarımızı aynı şekilde dağıtmışlardı. Anadolu’nun başka yerlerinde de arkadaşlarımız vardı ama, onlar bir yerde toplam 10 kişiyi geçmediklerinden, onlara dokunmamışlardı. (Henüz F tipi cezaevlerinin yapımı ve dolayısiyle sol grublara operasyon hazırlıkları bitmemişti.)

Biz bir grub, 10 gün kadar hastahânede tutulduktan sonra, alçılı, bandajlı, ameliyatlı, bilmemneli Kartal’a postalandık. Mirzabeyoğlu ve bazı arkadaşlar daha en başında oraya götürülmüşlerdi. İşin aslı, kimin yaşayıp, kimin yaşamadığını da bilmiyorduk. Hastahânede öyle sıkı bir kontrol uygulamışlardı ki, oto-moto dergilerinden başka hiçbir şey okuyamamıştık. (O yüzden, bir bulgur pilavından, bir de oto-moto dergilerinden iğrenirim hâlâ.)

Kartal’daki, özellikle ilk sene içinde, hele Çakıcı-Nuriş kavgaları, bizim açlık grevleri bilmem ne arasında, bırakın kitab yazmayı, nefes almaya bile imkân yoktu. Nitekim Mirzabeyoğlu da orada iki sene tutulduğu hâlde, sanırım tek satır yazamamıştır. Oradaki özellikle ilk yılımızda, gerçekten çok ağır şartlardan geçtik.

Üçüncü cilt ancak, Salih Mirzabeyoğlu‘nun, iki arkadaşıyla birlikte Bolu F Tipi’ne gönderildiği 2002 başından sonra tasarlanmış ve yazılmış olmalı… F tipinin tek iyi tarafı şudur: Oradaki üç kişilik koğuşlar, bol bol ışık alır; bu yönüyle Kartal mağarasına benzemez. Tabiî, gürültü, patırtı, gardiyanlarla dalaş, kapılara vurularak yapılan yüksek volümlü protestolar veya oradakilere sırf ..nelik olsun diye yapılmış acaib su ve su borusu sesleriyle zulümler, zamanla alışıldığı veya insanı bütünüyle teslim aldığı için, hesaba katılmayacak olursa…

Bunları, Büyük Muztaribler’i doğuran büyük ıztırabın dışyüz görüntüsüne dair bazı çizgiler olarak belirtiyorum… Buradan esere gelirsek, şu bölümlerden oluşuyor üçüncü cilt:

– Eski Yunan’dan: Sofokles, Oidipus, Xenophen, Aristoteles, İyi ve Güzel

– Kronolojik İleri-Geri: Shakespeare, Montaigne, Shaftesbury, Göz ve Beyin, Berkeley incelemesi

– Gazâlî ve Kant: Teorik ve Pratik Akıl, Hume, Valery, Fenomen-Numen, uzun uzadıya Kant incelemesi ve Gazalî düşüncesi

– Toplam Felsefeler: Hegel, Ampirizm, İde ve Hakikat, Ruhun Hâdiseleşmesi (fenomenolojisi), İbn-i Haldun, Diyalektik Metod, Diyalektik Materyalizm, uzun bir marksizm incelemesi

– İrade-Dil-Varoluşçuluk: Nietzsche, Hristiyanlığa Eleştiri, Heidegger, Hölderlin, Alman ruhu ve felsefesi

– Roman ve Tarih: Romanda Hâdise Örgüsü, Ortega y Gasset, Octavio Paz vs

– Zamandaşlık Çevresinde: Zamandaşlık, Örtülü Düzen, Eşzamanlılık, Yeni Fizik vs

– Tercümenin Meseleleri ve Klâsiklerden Yararlanma: Bu mevzu çevresinde

– Şiir-Resim-Heykel: Valéry, Baudelaire, Fransız Ruhu, Levy-Strauss, Picasso, Van Gogh, Fenerler şiiri

7 Aralık 2011

IV –

Dördüncü cildi, 2006 yılında yayınlanan eser…

Dördüncü cilt, birçokları için olduğu gibi, benim için de büyük bir sürpriz oldu. Çünkü ilk üç cildin gidişatından farklı bir biçimde, derin bir Divan Edebiyatı incelemesi olarak çıktı. Bu tabiî bugünün gençliği açısından sarsıcı bir şeydir. Bizler İngilizce öğrenir, İngilizce bir şiirden zevk almaya çalışırız ama, eski dili ve anlamlar dünyasını öğrenip eski şiirden zevk almayı düşünmeyiz. Attila İlhan gibi adamların Divan Edebiyatından nasıl zevk alabildiklerini de anlamayız.

Bir hikâye anlatır Attila İlhan… (Fransa’da mıydı?) Batılı şairler, edebiyat severler arasında… Onlara modern Türk şiirinden örnekler okuyor. Herbirini duyduklarında diyorlar ki, “bu bizim falanca şairin şiirine benziyor, onun bir taklidi olmuş”… Ne yapsa beğendiremiyor. En son eline alıyor Fuzulî‘yi, alıyor Bakî‘yi… Duyan mest oluyor. “Bu nasıl bir şiir, nasıl bir hayâlgücü?” Onlarla aynı tarihlerin Avrupa’sında şiir nâmına mekteb çocuklarının yazdığı şeyler var…

Bir Goethe‘yi anlamayız. Onun Hafız‘a olan hayranlığını, Doğu-Batı Divanı’nı, Allah Resulü için yazdığı şiiri, ne demek istediğini, nasıl bir dünya hayâl ettiğini vs… Shakespeare‘in Hayyam‘dan neler aldığını görmeyiz. Dante‘nin La Commedia Divina’sının hangi Endülüslü’nün genişletilmiş bir öykünüşü olduğunu farketmeyiz. Şiirin en büyük gıdası olan romantik aşkın, Avrupa’ya Yunan ve Roma’dan değil, Endülüs’ten geldiğini bilmeyiz.

Bizim Divan Edebiyatında da soylu şiirin âbide örnekleri ortaya konulmuştur. Arab ve Fars şiirinin muazzam eserlerinin ardından gelir bu. Ses olarak olsun, kavram olarak olsun, onun etkisi altındadır. Belki hiçbir zaman bu etkiden kurtulamamıştır. Belki de Nefî‘lere, Nedim‘lere geldiğinde büsbütün orijinal bir hâl almıştır. (Edebiyatçılar söyleyecek bunu.) Ama ne olursa olsun, Türk şairleri, ne Arab şairlerinden, ne de Fars şairlerinden geri kalmamıştır. Tam aksine, devletleri yıkıldıktan sonra Arablar’da ve şiîleştikten sonra Farslar’da artık şiir namına pek bir şey kalmazken, bizimkiler bayrağı devralmış ve en harikulâde eserler vermişlerdir.

Tabiî, biz genellikle Çetin Altan kafasıyla el atarız arada bir oraya. Üçüncü sınıf oryantalist kafasıyla… Hayvan damgalar gibi: “Aa şarap dedi”, “aa afyon dedi”, “aa hristiyan kızı” dedi… Ben de bunları bu kadar yakından bilmiyordum bu son cilt çıkmadan önce…

Salih Mirzabeyoğlu‘nu, 2002 başlarında Kartal Cezaevi’nde ziyaret mahallinde gördüğümde bunun O’nu son görüşüm olduğunu da… Hoş, bilsem ne değişirdi o da ayrı mesele ya; hiç olmazsa O’nu tanıyanlardan biri olmuş, üç yıl kadar yanında bulunmuş, O’na ve davasına gücü yettiğince destek vermiş biri olarak, 20’li yaşlarımın saadetiyle avunurum hâlâ… Kitabtan arzetmeye çalışırsam [s. 415]:

 

Gelmek haberi gelmedi ol gonce-dehenden 

Nev’î yerüdür azm-i diyâr-i adem et gel

 

Aşk ile mes’ele-âmûzcihânuz nev’î  

Ne bilür müşkilümüz müftî-i derrak bizim

 

Gelelim, son cildin konusuna:

– Takdim-Giriş: Şiir İdrakı, İştikak ve Ebced Hesabı, Şiir, Toplum, Devlet, Sembol, Esatir, Fahriye, Münacat, Na’t, Nakarat, Osmanlıca ve bu hizada kavram çözümlemeleri

–  Esatirî (mitolojik) Remzler: Husrev ve Şirin, Ferhad ve Şirin, Leyla ve Mecnun, Cemşid-Dahhak, Vâmık ve Azra, Dara (Darius), Afrasiyab (Alp Er Tunga), Fağfur vs

– Mahlaslar Hakkında: Nef’î, Fuzulî, Bâkî, Şeyh Galib, Ahmed Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi, Hayalî, Nâbî, Haletî, Nedîm, Kadı Burhaneddin, Şeyhî, Necatî, Zâtî, Nevî, Neşatî, Sâbit

– Baş Örnekler: Nef’î (Mirzabeyoğlu‘nun en çok takdir ettiği), Fuzulî, Bâkî, Şeyh Galib

– Büyük Şairler: Ahmed Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi, Gönül ve Kâbe, Hayalî, Nâbî, Haletî, Nedîm

– Güldeste: Kadı Burhaneddin, Kelile ve Dimne, Şeyhî, Necatî, Hayretî, Zâtî, Nevî, Naili-i Kadîm, Neşatî, Ahmed Hani, Mem u Zin, Sâbit, Ragıb Mehmed Paşa, Fıtnat Hanım, Mehmed Esrar Dede, Sürurî, Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey

– Şair Padişahlar: Devlet Başkanı ve Şiir, II. Murad, Fatih, II. Bayezid, I. Selim, Kanunî, II. Selim

7 Aralık 2011

Kaynak: S.G. “İBDA Külliyatı / Salih Mirzabeyoğlu’nun Eserlerine Giriş Mahiyetinde Denemeler” ismiyle 2015 yılında Akademya tarafından basılmış ve bir süre sonra tükenmiş bir eserden kamuoyunun istifâdesi amacıyla yapılmış iktibaslardır. Eser, Türkiye’nin en çok takib edilen forum sitesinde İBDA Külliyatını tanıtma gâyesiyle 2011-2014 yılları arasında kaleme alınmış denemelerden oluşmaktadır.

Büyük Muztaribler II. Cildi Üzerine

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İlginizi Çekebilir