İBDA KÜLLİYATI ÜZERİNE DENEMELER – 47 (Esatir ve Mitoloji)

ESATİR VE MİTOLOJİ

“Güneş ve Ay”

– I –

AtlantisSalih Mirzabeyoğlu‘nun “Esatir ve Mitoloji” adlı eserinde, yarı şiir (münşeat) usûlüyle, şöyle anlattığı mesele:

 

Atlantis ruh dünyasının temelleri hakkında

yürütülen faraziyeler…

 

Çok sayıda araştırmacı gezgine göre

İLKEL denilen insanların hafıza kuvveti

bugün bile – mucize sınırlarına yaklaşmakta

onların rakamları yok

ama eskiden safça düşünüldüğü gibi

üçe kadar sayamadıkları için değil

bir defa yaptıkları hesab

sürekli akıllarında kaldığından

ayrıca – her hayvan ve insanın

ayak izini şaşmaz bir doğrulukla

bunu da bizde olmayan

bir koku algısıyla değil – hafızayla

geçtikleri bölgelerin görüntüleri

en ince teferruatına kadar akıllarında

bu mekânî hafızayla – karada ve denizde

yollarını kaybetmeleri muhal

buna mukabil mantıklı düşünme kabiliyeti

bizde olduğundan daha az

daha farklı biçimde gelişmiştir

bu sebeble İLKELLERİN

İLK GÖRÜŞ AKLINA DAYANAN

RUHLARINDAN SÖZ EDİLİR

ONLAR – KELİMELERİN MİSTİK GÜCÜNE İNANIR

AMA KESİNLİKLE BİR BÂTIL İNANÇ DEĞİL

TABİATA KARŞI GÜÇLERİ

BİZİMKİ KADAR GERÇEK

AMA BAŞKA GÜÇLERE DAYANIR:

– “tapınma ve kült taşı

gerçekten etkilemeseydi

okun uçuş yönünü belirlemeseydi

ilkeller bunu sürdüremezdi

tıpkı bizim – bunun ne kadar muazzam 

bir gerçekliği çıkardığını bilmesek

ve öğrenmiş olmasak – bir merminin

uçuşunu hesablamayı ve namlunun biçimini

gerçekleştiremeyeceğimiz gibi…”

 

Gerçekten de ilkel insan

tabiat üzerinde hâkimiyet kurduğumuz sistemi

bir büyücülük gibi

her iki durumda da tabiatın özüne

bir bakış sözkonusudur – bunlar

belli ruhî becerilerin geliştirilmesine

ve uygulamasına dayanır

Atlantisliler’in tabiata nasıl baktıkları

silik izler hâlinde şurada burada

ve telepati duygusunda – görünüyor…

 

Atlantisliler’de telepati geliştirilerek

eşyayı uzaktan hareket ettirme

ışınlama ve maddeleştirmeye – dönüştürülmüştü

bunlar bize masalımsı görünüyorsa

iki kabiliyeti kaybetmemizden

BİZ HERBİR ŞEYİN DIŞ YÜZÜNÜ

NASIL EN İLERİ DERECEDE İDRAK

ONLAR İSE İÇLERİNDE NE OLUP BİTTİĞİNİ

O ŞEYİN İÇİNE GİRMEYİ BAŞARIYORLAR

bizlerin arasında nasıl sosyal ilişki varsa

onlar için de tabiatla benzer ilişkiler

bizim için vücudumuzun uzuvları neyse

onlar için de tabiatın çeşitleri öyleydi

biz gerçeği akılla kavrıyoruz

onlar bunu sempatiyle

tıpkı bebeğin annesiyle nefes alması

tabiatla nefes alıyorlardı:

– “biz sadece inorganik olana hükmedebiliyoruz

ÇÜNKÜ AKIL – BİR MATEMATİKÇİ BİR MÜHENDİS

HAYATI HİSSETMEDE İSE ÇARESİZ…”

 

Bin dokuzyüz elli’lerde bile

Malezya’nın ilkel yerlileri

savaş talebinde bulunmaya gittiklerinde

özel bir dil kullanır

çinkonun madeninin – ancak belirli kişilerce

bulunabileceğine inanır

bundan başka – onlarda reis

belli kelimelerin kullanılmasını

temelli veya belli süre yasaklayabilir

ondokuzuncu yüzyıl etnologları

bunları – çocuksu hayâlet korkusu 

ve kabaca tabiatın kişileştirilmesi görerek

bütün bu hayalî dünya için yetersiz

ANİMİZM kavramını kullandılar

çağdaş psikanalizmin yorumu ise

vakıayı çarpıtır tıbbî kısıtlamalar içinde:

– “İlkel insanı nevrozlu ilân eder!”

aslında ilkel insan nevrozlu değil

nevrozlu bir tür animisttir

ve aşırı duyarlılığı yüzünden

büyü mevzuunda hâlâ

körelmiş de olsa – bir hisse sahibtir

ilkel insanlarda da tabiatın

çok yakın olması sebebiyle korunduğu gibi

gerçekten de histerik kişiler

vücutlarında fizikî değişikliklere yol açabilir…

 

Nevrozlu – histerik – ilkel insan

her üçü de batmış bir kültürün

son küçük kalıntılarını temsil eder

ve bu kültürün ASIL temsilcileriyle

karşılaştırılacak olurlarsa

toplama işlemini yapmasını bilen bir atla

bir teknik yüksek okul mezunu

karşılaştırması ortaya çıkar! [*]

 

Salih Mirzabeyoğlu, Esâtir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 357-360.

21 Haziran 2011

– II –

Ejiptoloji (Mısırbilim)Salih Mirzabeyoğlu‘nun “Esatir ve Mitoloji” adlı eserinde şöyle örnekleştirilir:

 

– “eğer kendinizi eşit kılmazsanız tanrıya

tanrıyı kavrayamazsınız

çünkü benzer benzeriyle bilinir!”

(…)

– “bedene âit olan her şeyi temizle

kendini bütün ölçülerin ötesinde

bir büyüklükle genişlet

her zaman yüksel ve sonsuz ol

o zaman tanrıyı kavrarsın!”

 

– “Hiçbir şeyin imkânsız olmadığını düşün

kendinin de ölümsüz olduğunu tasavvur et

düşüncenle herşeyi yakalayacağını bil

bütün sanatları ve ilmi öğreneceğini

bütün yaşayan yaratıkların gezdiği yerlerde

ara evini!”

 

– “Kendini daha yüksek kıl bütün yüksekliklerden

bütün derinliklerden daha alçak yap

BÜTÜN ZID NİTELİKLERİ KENDİNDE TOPLA

sıcak ve soğuk – kuruluk ve akıcılık

DÜŞÜN Kİ AYNI ÂNDA HER YERDESİN

karadasın havadasın denizde ve Cennet’te!”

 

– “Daha doğmadığını – rahimde olduğunu düşün

genç olduğunu – yaşlı olduğunu – öldüğünü

mezar ötesi dünyada bulunduğunu

hepsini düşüncenle aynı ânda yakala 

bütün zamanları ve mekânları

madde ve büyüklükleri bir araya getir

o zaman tanrıyı kavrayabilirsin!”

 

– “Ruhunu bedenine hapsedersen

alçaltırsın kendini – eğer dersen

birşey bilmiyorum birşey yapamam

karadan ve denizden korkuyorum

Cennet’e çıkamam

ne olduğumu bilmiyorum

ne olacağımı da…”

    

– “O zaman tanrıyla ne işin var?

düşüncen iyi ve güzel olan

hiçbir şeyi almaz – eğer

bedene bağlanırsan ve kötüye bağlanırsan!”

 

– “KÖTÜLÜĞÜN YÜKSEKLİĞİDİR TANRIYI BİLMEMEK

oysa tanrıyı bilebilmek

onu bilmeyi istemek ve ummak

doğrudan iyiliğe götüren yoldur

ilerlemesi kolay olan bir yol!”

 

-“Her yerde tanrı karşına çıkar

her yerde sana görünür

onu aramadığın yerlerde ve zamanlarda

uyanıkken ve uykuda

denizde ve karada

gece ve gündüz

konuştuğunda ve sustuğunda

çünkü – tanrı olmayan hiçbir şey yoktur!”

 

– “Ve sen – tanrı görünmez mi diyorsun

böyle konuşma

tanrıdan daha görünür ne var ortada

herşeyi bu amaçla yapmıştır…”

 

– “Hiçbir şey görünmez değildir

bedensiz birşey bile akılla görülür

tanrı işleriyle…”

 

– “Sana defalarca gerçeği gösterdim

senin dışındaki herşeyin

senin gibi olduğunu düşün – yanılmazsın…” [*]

 

Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 66-69.

2 Temmuz 2011

– III –

Mitoloji… Efsaneler, inanılanlar, kutsallar, daha doğrusu bir zamanlar inanılmış ve kutsal sayılmış olanlar…

Salih Mirzabeyoğlu şöyle anlatıyor:

 

Mitoloji zengin bir çöplük

tezkiyesi gerek – ruhum gibi

pak ve temiz etmek

tasnif etmek gerek

süzerek tasfiye etmek

yararsızı yararlıdan

zararlıyı zararsızdan

seçtiğin mevzuunca…

 

Bu cümleden olarak dikkat:

hükmü kaldırılmış yahud tahrif edilmiş

semavî dinlerden karışmış sözler

-seçilemiyor Allah kelâmı olup olmadığı-

onlara hangi niyetle bakmalı?

Allah kelâmıdır desen olmaz – belki değil

insan sözüdür desen olmaz – belki Allah kelâmı

durum böyle olunca

birini diğerine atfetmek – küfür

sakınmak lâzım cinayetten

gözucuyla bakmak lâzım ehl-i kalbe

ve ne nedir anlamaya çalışmak

bildin mi? – öyleyse buna göre söyle

hakikati tanı ve son tecridte

hakikat Allah’ın kulu

ve muradıdır niyetiyle! [*]

 

“Güneş ve Ay” alt başlığını taşıyan eserin kapak resmi, Rukiye Şenel tarafından çizilmiş.

Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 63-64.

6 Şubat 2012

– IV –

MuSalih Mirzabeyoğlu‘nun, Esatir ve Mitoloji adlı eserinde yarı şiir (münşeat) tarzında, şöyle ifade ettiği medeniyet:

 

MU – Kıptî dilinde su

MUSÂ – sudaki sandık

Firavun’un katlinden kurtulan çocuk

macerası ayrı

bize bunu hatırlatan

TUFAN’da gemiyle kurtulan

NUH aleyhisselâmla taifesi… [*]

 

Açıkçası, Mu’dan söz ediş, Tufan ile ilişkilendirilir… Ve ardından, Mu efsanesine ilişkin teoriye, onun zayıf ve kuvvetli yönlerinin anlatımına geçilir:

 

Büyük Okyanus’ta yer aldığı – iddia

ve yetmiş bin yıl önce battığı

efsanevî kayıp kıta – MU…

 

Asya ve Amerika kıtası arasında

Avustralya’nın iki katı – tahmin

Tibet tapınaklarında bulunduğu

ve oradaki rahiblere tercüme edilen

yazı tabletlerinden – edinilebilen bilgilerle

hakkında tahmin yürütülen – KITA

Büyük Okyanus’un dibindeki araştırmalarda

bir delil yok hakkında…

 

İleri bir medeniyetin bulunduğu

Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı

tevatür olarak – ve bir kısmı ona yorularak

ipucu niyetine bilgilerle

kabul edilir – yâni faraziye

TÜRKLER’in MU kıtasından geldiği de… [*]

 

Böyle devam eder… Bu mevzuyu incelerken, teorinin sahibi Churchward‘da benim dikkatimi çeken iki nokta oldu:

  1. İlk din tek tanrılıydı… Israrla bunu söylüyor ve Amerika’dan, Asya’dan deliller getiriyor.
  2. Mu’dan doğan büyük Uygur medeniyetinin Türkler’le ilgisi yoktu; onlar Avrupalılar’ın atalarıydı!

Nitekim, bilindiği gibi, Cumhuriyetin ilk zamanlarında, içinde “Uygur” geçiyor diye, büyük ilgi doğurmuş Türkiye’de bu teori. Churchward birkaç defa Türkiye’ye davet edilmiş ama hep bir bahanesi varmış… Ben öyle sanıyorum ki, pek sevmediği Türkleri, teorisine ortak etmek istemedi, o yüzden gelmedi. Uygur, teorisinin en can alıcı noktasıydı; çünkü Naacal tabletleri (ilk tek tanrılı dine ilişkin metinler), 20 bin yıl öncesine ait olarak, onlardan kalmıştı. Bunu Türkler’dense, Avrupalılara mâletti.

Günümüzde hâlâ kemalistler çok önem veriyorlar bu teoriye… Teori önemli olabilir, ama ben öyle sanıyorum ki, aradıkları şeyleri bulamayacaklar onda… Mayatepek‘in Meksika raporlarına bakın: Türkçe ile Kızılderili dilleri arasındaki ortak ve benzer kelimeler… Bana öyle geliyor ki, bu tür bir ilişki, Kızılderili dilleriyle Arabça, Farsça, Hintçe veya İngilizce arasında da rahatlıkla bulunabilir. Çünkü, ister inanın, ister inanmayın, bütün insanlar Âdem‘den ve bütün diller de bir tek dilden (Süryanice’den) gelmiştir.

Mu efsanesi de bir biçimde ilk insana bağlanabilir belki… (Şahsî görüşüm:) Tasavvufta Hazret-i Âdem‘in Hint Okyanusundaki “Serendib” denilen adaya indirildiği söylenir. Mu kıt’ası için verilen tariflere uyuyor… Belki de Mu, Churchward‘un dediği gibi, gerçekten de ilk insandan gelen ilk medeniyetti ve Tufan’la yok oldu. Tufan belki de sadece böyle bir ada / kıtayı vurdu!

Son söz: İslâm tasavvufu bilinmeden, insan ve kâinata dair gerçekler anlamını bulamaz!

Ekleme: Bu mevzu hakkında Sinan Meydan‘ın yazdığı “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” adlı kitabta geçtiğine göre; Tahsin Mayatepek‘in son zamanlarda gönderdiği raporlarda Maya kültüründe dinî törenlerin, ibadet şekillerinin ve tapınakların şamanizme benzemesiyle birlikte, aynı zamanda, özellikle ibadet şeklinde İslâmî ibadet şekillerinden biri olan “namaz“a benzerliklerin bulunduğu belirtilmiş, bunun üzerine Atatürk, Tahsin Mayatepek‘i görevinden almış ve bu konunun araştırmasını TDK’ya bırakmış. [**]

*  Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 77, 78-79.

**  28 Temmuz 2011 tarihinde yayına verdiğim bu yazı, yazının muhtevasından rahatsız olan bazıları tarafından ispiyonlandı ve site yönetimi tarafından “fizikî referans içeriyor” gibi teknik bir gerekçeyle silindi. Bana da silindiğine ilişkin bilgi verilmedi. Ben silindiğini daha sonra farkettim ve yukarıdaki “ekleme” paragrafını ekleyerek onun yerine verdiğim linki kaldırdım, yazıyı tekrar canlandırdım.    

6 Haziran 2012

– V –

Münşeat tarzında, yâni şiirimsi hikmet usûlüyle kaleme alınmış, 36 bölümden oluşan dev eser… Kur’ân’da esatirü’l evvelin diye geçen, eski medeniyetlerin tarihleriyle modern mitolojinin bir tür mukayesesi ve mitoloji üzerinden görünen Peygamberler tarihidir… Diyebiliriz sanıyorum.

Mirzabeyoğlu bu büyük eserine, Rahman Sûresi’nden seçilmiş bazı âyet meâlleriyle başlar:

– «1. âyet meâli: Rahmân.

2. âyet meâli: Öğretti Kur’ân’ı.

3. âyet meâli: YARATTI İNSANI.

4. âyet meâli: Belletti ona o güzel beyanı.

5. âyet meâli: GÜNEŞ ve AY hesab iledir. [Not: Bu kitabın alt başlığı ‘Güneş ve Ay’dır]

8. âyet meâli: Ki, taşmayın ölçüde…

17. âyet meâli: Hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbi.

18. âyet meâli: Şimdi Rabbiniz’in hangi lütuflarına yalan dersiniz?

19. âyet meâli: İki denizi salmış karşılaşıyorlar.

20. âyet meâli: Aralarında kavuşmalarına engel bir PERDE var.»

Rahman Sûresi’nin 19. ve 20. âyetleri, Salih Mirzabeyoğlu‘nun eserler boyunca birçok yönüyle üzerinde durduğu bir mevzudur. Muhtemelen yolun başlangıcıyla ilgili… Meselâ Tilki Günlüğü’ne ve oradaki Kaptan Kusto bahsine de baştanbaşa bu iki âyet hakkında bir mütalâa gözüyle bakılabilir. Sonra Hırka-i Tecrîd adlı eser… Ve şu ân doğrudan yeri aklıma gelmeyen birçok kitabta, birçok yönüyle bunlara değinilir. Belki de bütün bir İbda Külliyatı bununla ilgilidir.

Bilindiği gibi, tefsirlerde bu iki âyet ledün ilmiyle ilgili görülmüştür. Hazret-i Musa‘nın “Genç Adam” ile kıssasına işaret eden ve “âb-ı hayat” diye bilinen ölümsüzlük iksirinin bulunmasına dair hikâyelerle ilişkisi olan bir husustur. Tarihte bu hususun en önemli bir temsilini de “Gılgamış Destanı”nda görürüz. Din dışı çevreler “Gılgamış Destanı‘nın kronolojik olarak Kur’ân’dan önce Tufan’dan bahsetmesiyle alâkalıdırlar. Hâlbuki destanın asıl konusu “ölümsüzlük otu“nun aranışıdır.

Her neyse, tek sayfalık giriş bölümünde bunların üstünde durmaz Salih Mirzabeyoğu… İlginç şekilde Rahman Sûresi 3. âyetinin ebced hesabını çıkarır: 923… Ve bunu Cumhuriyetin kuruluşu ile ilişkilendirir: 1923…  Ve devam eder: Ufuk ile Hafiye (Tilki Günlüğü’nün iki baş kahramanı – biri Necib Fazıl’ı, diğeri Mirzabeyoğlu’nu temsil eder): 923… Cem-i ezdad: Birbirine zıd şeylerin bir arada bulunması. Zıdların birliği: 923…

Öyle anlaşılır ki, bütün bir “Esatir ve Mitoloji”, bu mânâlandırmanın şerhi mesabesindedir. Birinci bölüm ve diğer bölümler, bu çerçeve içindeki sayfanın ardından gelir…

22 Mart 2013

VI –

Gılgamış Destanı… “Esatir ve Mitoloji” adlı eserde “ölümsüzlük otu” başlığı altında uzun uzadıya ele alınan bir mevzu… Bu mevzunun sadece birkaç paragraflık girişini alalım:

 

Kahramanlık destanı şeklinde

ilk destanî edebiyat – SÜMERLER’de

Babilonyalılar ve ASURLAR’ın kullandıkları

SAMİ dili olan AKKAD diliyle

bu tür dokuz hikâye geldi

zamanımıza kadar…

 

SÜMERLER – Sami ırkından değil

kültürel önemleri Milât’tan önce 1500’lerden

iki bine kadar – çivi yazısıyla yazdılar

kil tabletlerden bazısı eski

Milât’tan önce dört bin yılı kadar

FIRAT nehri kenarında

kadim şehir devletleri – merkezleri

Ur – Uruk – LarsaNippurEruduLagaş

 

AKKAD efsanelerinin ilk örnekleri

-yâni Babilonya ve Âsur efsaneleri-

hemen hemen Sümer efsaneleri idi

bunların en meşhuru Gılgamış

Yunanlılar dahil bütün Akdeniz

edebiyatına tesir etti

Gılgamış destanının yazıları

Kartacalı Ashur Banipal kütübhanesinden

onun devri Milât’tan önce

altıyüz altmışsekiz ile altıyüz yirmialtı arası-

HİTİT ve HURRİ belgelerine dayanan

Akkadça Gılgamış destanı ise

uzanır Milât’tan önce ikinci bin yılına…

 

Anlaşılan o ki – bilinen ilk toplumların

hepsinin bir TUFAN hikâyesi

Asurlular ve Babilonyalılar’da da… [*]

 

Şeklinde bir girişten sonra “üçte iki tanrı üçte biri insan” olan Gılgamış’ın hikâyesi anlatılıyor, özetle… Asıl ilginç özellik ise hikâyenin sonunda:

2001 yılında Akademya dergisi yazarlarından Mahmud E. Duru Gılgamış destanı üzerine çok önemli bir araştırma yaptı; veya yaptığı araştırmayı o sene yayınladı. Bilgisayar mühendisi [şimdi ayrıca hukukçu ve psikolog], Gaziantepli, Kürt asıllı, Kürt asilzâdelerinden olan ve yüksek seviyede İngilizce bilen Mahmud E. Duru, Gılgamış destanında geçen “ölümsüzlük otu”nun, Tilki Günlüğü’nün en önemli figürlerinden biri olan “kust otu” ile aynı şey olduğunu ortaya koydu. Belki başkaları için çok sıradan olan, hiçbir şey ifade etmeyen bu buluş, bütün Tilki Günlüğü okuyucularına heyecan verdi.

Bilindiği gibi Tilki Günlüğü, Üstad Necib Fazıl‘ın kendi el yazısıyla Salih Mirzabeyoğlu’na verdiği şöyle bir serlevha ile başlar:

– “Dünya çapında bir hâdise: Kaptan Kusto müslüman!

O dönemde, Zafer dergisi aracılığıyla Türk kamuoyuna duyurulan Kaptan Cousteau‘nun müslüman olduğu haberini, Üstad, Mirzabeyoğlu‘nun işlemesi ve değerlendirmesi için bir üst yazı ile birlikte kendisine vermiştir. Fakat çok kısa bir süre zarfında, Necib Fazıl rahmete kavuşur ve Kaptan Cousteau ile ilgili haberin doğruluğunu tartışanlar çıkar. Oysa mevzuya ilişkin bir araştırma yapmaya ve eser vermeye hazırlanmaktadır Salih Mirzabeyoğlu.

Bu hazırlayacağı eser, Salih Mirzabeyoğlu için çok mühimdir. Üstad kendisine sık sık şu vaadde bulunmuştur: “Bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetin görünecek…” Yâni, Üstad, Salih Mirzabeyoğlu‘nu kamuoyuna takdim edecek, onun için söylediği “500 senedir beklenen mütefekkir” tâbirinin mânâsını deklare edecektir. Fakat Üstad‘ın vefatıyla birlikte bu beklenti de –ilk bakışta- boşa çıkar. Salih Mirzabeyoğlu ne eserini verebilmiş, ne takdim yazısını alabilmiştir; üstelik Kaptan Cousteau ile ilgili haberin doğruluğunu da tartışanlar çıkmıştır.

Bu buhranlı süreç içinde rüyâlar imdada yetişir. Üstad rüyâsına girerek, aslında takdim yazısını verdiğini, banyodaki dolapta büyük zarfın içinde olduğunu söyler. Anlaşılır gibi değil; ne banyoda dolap, ne zarf, ne yazı… Derken Salih Mirzabeyoğlu rüyâ tabir ilmini, iştikak-etimoloji ilmini ve bununla birlikte de takdim yazısını keşfeder: Yüz kere elinin altına gelip gelip gitmiş olan “Dünya çapında bir hâdise: Kaptan Kusto müslüman” yazısı, Salih Mirzabeyoğlu‘nun bütün hüviyetini gösterecek, Üstad’ın vadettiği takdim yazısıdır.  

Bunun üzerine Tilki Günlüğü macerası başlar. Tilki Günlüğü’nün bir adı da “Kusto Lûgati” olur; çünkü bütün esrar bu “Kusto” kelimesindedir; her şeyi kendine bağlayan sır budur. “Kust otu“, bu kelimenin iştikaklarından biridir. Dolayısiyle Tilki Günlüğü’nün en önemli figürlerinde, tekrar tekrar, her vesileyle ortaya çıkan bir kavram olur. Hadîslerde de geçer bu kelime: Allah Resûlü, “kust otu” veya “ud-i hindî” adı verilen bu bitki üzerine uyarılarda bulunmuş ve iki ayrı hadîs hâlinde Sahih-i Buhari’de yer almıştır.

Türkçe’de “topalak otu” olarak bilinen bu bitki akdikenler familyasındandır. Tıpkı Gılgamış destanındaki “ölümsüzlük otu” gibi… İngilizce’ye “buckthorn” olarak çevrilen Gılgamış destanındaki bu kavramın, Tilki Günlüğü’nde geçen “kust otu” olduğunu ise, Akademya yazarlarından Mahmud E. Duru ortaya koyar. Böylece Tilki Günlüğü’ndeki takdim yazısı da bir buud kazanır: Üstad, bütün hüviyeti görünmesi için, Salih Mirzabeyoğlu‘nu ölümsüzlük otu’nu (tâbirde âb-ı hayat) bulmaya davet etmektedir!

* Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 302-303.

6 Nisan 2013

 

Kaynak: S.G. “İBDA Külliyatı / Salih Mirzabeyoğlu’nun Eserlerine Giriş Mahiyetinde Denemeler” ismiyle 2015 yılında Akademya tarafından basılmış ve bir süre sonra tükenmiş bir eserden kamuoyunun istifâdesi amacıyla yapılmış iktibaslardır. Eser, Türkiye’nin en çok takib edilen forum sitesinde İBDA Külliyatını tanıtma gâyesiyle 2011-2014 yılları arasında kaleme alınmış denemelerden oluşmaktadır.

Ölüm Odası B-Yedi’den: PSİKOLOJİ VE MİTOLOJİ

Mitolojiden Sinemaya

Mezopotamya Mitolojisi veya Kürt Mitolojisinin Kaynakları

Mitoloji, İnsan ve Dil

Aryan-Med Mitolojisi-Afganistan-Mücavir Alanlar

Mitolojiye Göndermeler (Gelinim Sen Anla!)

Medeniyetlerin Doğuşu ve Peygamberlerin Rolü

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR