ESATİR VE MİTOLOJİ
“Güneş ve Ay”
– I –
Atlantis… Salih Mirzabeyoğlu‘nun “Esatir ve Mitoloji” adlı eserinde, yarı şiir (münşeat) usûlüyle, şöyle anlattığı mesele:
Atlantis ruh dünyasının temelleri hakkında
yürütülen faraziyeler…
Çok sayıda araştırmacı gezgine göre
İLKEL denilen insanların hafıza kuvveti
bugün bile – mucize sınırlarına yaklaşmakta
onların rakamları yok
ama eskiden safça düşünüldüğü gibi
üçe kadar sayamadıkları için değil
bir defa yaptıkları hesab
sürekli akıllarında kaldığından
ayrıca – her hayvan ve insanın
ayak izini şaşmaz bir doğrulukla
bunu da bizde olmayan
bir koku algısıyla değil – hafızayla
geçtikleri bölgelerin görüntüleri
en ince teferruatına kadar akıllarında
bu mekânî hafızayla – karada ve denizde
yollarını kaybetmeleri muhal
buna mukabil mantıklı düşünme kabiliyeti
bizde olduğundan daha az
daha farklı biçimde gelişmiştir
bu sebeble İLKELLERİN
İLK GÖRÜŞ AKLINA DAYANAN
RUHLARINDAN SÖZ EDİLİR
ONLAR – KELİMELERİN MİSTİK GÜCÜNE İNANIR
AMA KESİNLİKLE BİR BÂTIL İNANÇ DEĞİL
TABİATA KARŞI GÜÇLERİ
BİZİMKİ KADAR GERÇEK
AMA BAŞKA GÜÇLERE DAYANIR:
– “tapınma ve kült taşı
gerçekten etkilemeseydi
okun uçuş yönünü belirlemeseydi
ilkeller bunu sürdüremezdi
tıpkı bizim – bunun ne kadar muazzam
bir gerçekliği çıkardığını bilmesek
ve öğrenmiş olmasak – bir merminin
uçuşunu hesablamayı ve namlunun biçimini
gerçekleştiremeyeceğimiz gibi…”
Gerçekten de ilkel insan
tabiat üzerinde hâkimiyet kurduğumuz sistemi
bir büyücülük gibi
her iki durumda da tabiatın özüne
bir bakış sözkonusudur – bunlar
belli ruhî becerilerin geliştirilmesine
ve uygulamasına dayanır
Atlantisliler’in tabiata nasıl baktıkları
silik izler hâlinde şurada burada
ve telepati duygusunda – görünüyor…
Atlantisliler’de telepati geliştirilerek
eşyayı uzaktan hareket ettirme
ışınlama ve maddeleştirmeye – dönüştürülmüştü
bunlar bize masalımsı görünüyorsa
iki kabiliyeti kaybetmemizden
BİZ HERBİR ŞEYİN DIŞ YÜZÜNÜ
NASIL EN İLERİ DERECEDE İDRAK
ONLAR İSE İÇLERİNDE NE OLUP BİTTİĞİNİ
O ŞEYİN İÇİNE GİRMEYİ BAŞARIYORLAR
bizlerin arasında nasıl sosyal ilişki varsa
onlar için de tabiatla benzer ilişkiler
bizim için vücudumuzun uzuvları neyse
onlar için de tabiatın çeşitleri öyleydi
biz gerçeği akılla kavrıyoruz
onlar bunu sempatiyle
tıpkı bebeğin annesiyle nefes alması
tabiatla nefes alıyorlardı:
– “biz sadece inorganik olana hükmedebiliyoruz
ÇÜNKÜ AKIL – BİR MATEMATİKÇİ BİR MÜHENDİS
HAYATI HİSSETMEDE İSE ÇARESİZ…”
Bin dokuzyüz elli’lerde bile
Malezya’nın ilkel yerlileri
savaş talebinde bulunmaya gittiklerinde
özel bir dil kullanır
çinkonun madeninin – ancak belirli kişilerce
bulunabileceğine inanır
bundan başka – onlarda reis
belli kelimelerin kullanılmasını
temelli veya belli süre yasaklayabilir
ondokuzuncu yüzyıl etnologları
bunları – çocuksu hayâlet korkusu
ve kabaca tabiatın kişileştirilmesi görerek
bütün bu hayalî dünya için yetersiz
ANİMİZM kavramını kullandılar
çağdaş psikanalizmin yorumu ise
vakıayı çarpıtır tıbbî kısıtlamalar içinde:
– “İlkel insanı nevrozlu ilân eder!”
aslında ilkel insan nevrozlu değil
nevrozlu bir tür animisttir
ve aşırı duyarlılığı yüzünden
büyü mevzuunda hâlâ
körelmiş de olsa – bir hisse sahibtir
ilkel insanlarda da tabiatın
çok yakın olması sebebiyle korunduğu gibi
gerçekten de histerik kişiler
vücutlarında fizikî değişikliklere yol açabilir…
Nevrozlu – histerik – ilkel insan
her üçü de batmış bir kültürün
son küçük kalıntılarını temsil eder
ve bu kültürün ASIL temsilcileriyle
karşılaştırılacak olurlarsa
toplama işlemini yapmasını bilen bir atla
bir teknik yüksek okul mezunu
karşılaştırması ortaya çıkar! [*]
* Salih Mirzabeyoğlu, Esâtir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 357-360.
21 Haziran 2011
– II –
Ejiptoloji (Mısırbilim)… Salih Mirzabeyoğlu‘nun “Esatir ve Mitoloji” adlı eserinde şöyle örnekleştirilir:
– “eğer kendinizi eşit kılmazsanız tanrıya
tanrıyı kavrayamazsınız
çünkü benzer benzeriyle bilinir!”
(…)
– “bedene âit olan her şeyi temizle
kendini bütün ölçülerin ötesinde
bir büyüklükle genişlet
her zaman yüksel ve sonsuz ol
o zaman tanrıyı kavrarsın!”
– “Hiçbir şeyin imkânsız olmadığını düşün
kendinin de ölümsüz olduğunu tasavvur et
düşüncenle herşeyi yakalayacağını bil
bütün sanatları ve ilmi öğreneceğini
bütün yaşayan yaratıkların gezdiği yerlerde
ara evini!”
– “Kendini daha yüksek kıl bütün yüksekliklerden
bütün derinliklerden daha alçak yap
BÜTÜN ZID NİTELİKLERİ KENDİNDE TOPLA
sıcak ve soğuk – kuruluk ve akıcılık
DÜŞÜN Kİ AYNI ÂNDA HER YERDESİN
karadasın havadasın denizde ve Cennet’te!”
– “Daha doğmadığını – rahimde olduğunu düşün
genç olduğunu – yaşlı olduğunu – öldüğünü
mezar ötesi dünyada bulunduğunu
hepsini düşüncenle aynı ânda yakala
bütün zamanları ve mekânları
madde ve büyüklükleri bir araya getir
o zaman tanrıyı kavrayabilirsin!”
– “Ruhunu bedenine hapsedersen
alçaltırsın kendini – eğer dersen
birşey bilmiyorum birşey yapamam
karadan ve denizden korkuyorum
Cennet’e çıkamam
ne olduğumu bilmiyorum
ne olacağımı da…”
– “O zaman tanrıyla ne işin var?
düşüncen iyi ve güzel olan
hiçbir şeyi almaz – eğer
bedene bağlanırsan ve kötüye bağlanırsan!”
– “KÖTÜLÜĞÜN YÜKSEKLİĞİDİR TANRIYI BİLMEMEK
oysa tanrıyı bilebilmek
onu bilmeyi istemek ve ummak
doğrudan iyiliğe götüren yoldur
ilerlemesi kolay olan bir yol!”
-“Her yerde tanrı karşına çıkar
her yerde sana görünür
onu aramadığın yerlerde ve zamanlarda
uyanıkken ve uykuda
denizde ve karada
gece ve gündüz
konuştuğunda ve sustuğunda
çünkü – tanrı olmayan hiçbir şey yoktur!”
– “Ve sen – tanrı görünmez mi diyorsun
böyle konuşma
tanrıdan daha görünür ne var ortada
herşeyi bu amaçla yapmıştır…”
– “Hiçbir şey görünmez değildir
bedensiz birşey bile akılla görülür
tanrı işleriyle…”
– “Sana defalarca gerçeği gösterdim
senin dışındaki herşeyin
senin gibi olduğunu düşün – yanılmazsın…” [*]
* Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 66-69.
2 Temmuz 2011
– III –
Mitoloji… Efsaneler, inanılanlar, kutsallar, daha doğrusu bir zamanlar inanılmış ve kutsal sayılmış olanlar…
Salih Mirzabeyoğlu şöyle anlatıyor:
Mitoloji zengin bir çöplük
tezkiyesi gerek – ruhum gibi
pak ve temiz etmek
tasnif etmek gerek
süzerek tasfiye etmek
yararsızı yararlıdan
zararlıyı zararsızdan
seçtiğin mevzuunca…
Bu cümleden olarak dikkat:
hükmü kaldırılmış yahud tahrif edilmiş
semavî dinlerden karışmış sözler
-seçilemiyor Allah kelâmı olup olmadığı-
onlara hangi niyetle bakmalı?
Allah kelâmıdır desen olmaz – belki değil
insan sözüdür desen olmaz – belki Allah kelâmı
durum böyle olunca
birini diğerine atfetmek – küfür
sakınmak lâzım cinayetten
gözucuyla bakmak lâzım ehl-i kalbe
ve ne nedir anlamaya çalışmak
bildin mi? – öyleyse buna göre söyle
hakikati tanı ve son tecridte
hakikat Allah’ın kulu
ve muradıdır niyetiyle! [*]
“Güneş ve Ay” alt başlığını taşıyan eserin kapak resmi, Rukiye Şenel tarafından çizilmiş.
* Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 63-64.
6 Şubat 2012
– IV –
Mu… Salih Mirzabeyoğlu‘nun, Esatir ve Mitoloji adlı eserinde yarı şiir (münşeat) tarzında, şöyle ifade ettiği medeniyet:
MU – Kıptî dilinde su
MUSÂ – sudaki sandık
Firavun’un katlinden kurtulan çocuk
macerası ayrı
bize bunu hatırlatan
TUFAN’da gemiyle kurtulan
NUH aleyhisselâmla taifesi… [*]
Açıkçası, Mu’dan söz ediş, Tufan ile ilişkilendirilir… Ve ardından, Mu efsanesine ilişkin teoriye, onun zayıf ve kuvvetli yönlerinin anlatımına geçilir:
Büyük Okyanus’ta yer aldığı – iddia
ve yetmiş bin yıl önce battığı
efsanevî kayıp kıta – MU…
Asya ve Amerika kıtası arasında
Avustralya’nın iki katı – tahmin
Tibet tapınaklarında bulunduğu
ve oradaki rahiblere tercüme edilen
yazı tabletlerinden – edinilebilen bilgilerle
hakkında tahmin yürütülen – KITA
Büyük Okyanus’un dibindeki araştırmalarda
bir delil yok hakkında…
İleri bir medeniyetin bulunduğu
Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı
tevatür olarak – ve bir kısmı ona yorularak
ipucu niyetine bilgilerle
kabul edilir – yâni faraziye
TÜRKLER’in MU kıtasından geldiği de… [*]
Böyle devam eder… Bu mevzuyu incelerken, teorinin sahibi Churchward‘da benim dikkatimi çeken iki nokta oldu:
- İlk din tek tanrılıydı… Israrla bunu söylüyor ve Amerika’dan, Asya’dan deliller getiriyor.
- Mu’dan doğan büyük Uygur medeniyetinin Türkler’le ilgisi yoktu; onlar Avrupalılar’ın atalarıydı!
Nitekim, bilindiği gibi, Cumhuriyetin ilk zamanlarında, içinde “Uygur” geçiyor diye, büyük ilgi doğurmuş Türkiye’de bu teori. Churchward birkaç defa Türkiye’ye davet edilmiş ama hep bir bahanesi varmış… Ben öyle sanıyorum ki, pek sevmediği Türkleri, teorisine ortak etmek istemedi, o yüzden gelmedi. Uygur, teorisinin en can alıcı noktasıydı; çünkü Naacal tabletleri (ilk tek tanrılı dine ilişkin metinler), 20 bin yıl öncesine ait olarak, onlardan kalmıştı. Bunu Türkler’dense, Avrupalılara mâletti.
Günümüzde hâlâ kemalistler çok önem veriyorlar bu teoriye… Teori önemli olabilir, ama ben öyle sanıyorum ki, aradıkları şeyleri bulamayacaklar onda… Mayatepek‘in Meksika raporlarına bakın: Türkçe ile Kızılderili dilleri arasındaki ortak ve benzer kelimeler… Bana öyle geliyor ki, bu tür bir ilişki, Kızılderili dilleriyle Arabça, Farsça, Hintçe veya İngilizce arasında da rahatlıkla bulunabilir. Çünkü, ister inanın, ister inanmayın, bütün insanlar Âdem‘den ve bütün diller de bir tek dilden (Süryanice’den) gelmiştir.
Mu efsanesi de bir biçimde ilk insana bağlanabilir belki… (Şahsî görüşüm:) Tasavvufta Hazret-i Âdem‘in Hint Okyanusundaki “Serendib” denilen adaya indirildiği söylenir. Mu kıt’ası için verilen tariflere uyuyor… Belki de Mu, Churchward‘un dediği gibi, gerçekten de ilk insandan gelen ilk medeniyetti ve Tufan’la yok oldu. Tufan belki de sadece böyle bir ada / kıtayı vurdu!
Son söz: İslâm tasavvufu bilinmeden, insan ve kâinata dair gerçekler anlamını bulamaz!
Ekleme: Bu mevzu hakkında Sinan Meydan‘ın yazdığı “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” adlı kitabta geçtiğine göre; Tahsin Mayatepek‘in son zamanlarda gönderdiği raporlarda Maya kültüründe dinî törenlerin, ibadet şekillerinin ve tapınakların şamanizme benzemesiyle birlikte, aynı zamanda, özellikle ibadet şeklinde İslâmî ibadet şekillerinden biri olan “namaz“a benzerliklerin bulunduğu belirtilmiş, bunun üzerine Atatürk, Tahsin Mayatepek‘i görevinden almış ve bu konunun araştırmasını TDK’ya bırakmış. [**]
* Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 77, 78-79.
** 28 Temmuz 2011 tarihinde yayına verdiğim bu yazı, yazının muhtevasından rahatsız olan bazıları tarafından ispiyonlandı ve site yönetimi tarafından “fizikî referans içeriyor” gibi teknik bir gerekçeyle silindi. Bana da silindiğine ilişkin bilgi verilmedi. Ben silindiğini daha sonra farkettim ve yukarıdaki “ekleme” paragrafını ekleyerek onun yerine verdiğim linki kaldırdım, yazıyı tekrar canlandırdım.
6 Haziran 2012
– V –
Münşeat tarzında, yâni şiirimsi hikmet usûlüyle kaleme alınmış, 36 bölümden oluşan dev eser… Kur’ân’da esatirü’l evvelin diye geçen, eski medeniyetlerin tarihleriyle modern mitolojinin bir tür mukayesesi ve mitoloji üzerinden görünen Peygamberler tarihidir… Diyebiliriz sanıyorum.
Mirzabeyoğlu bu büyük eserine, Rahman Sûresi’nden seçilmiş bazı âyet meâlleriyle başlar:
– «1. âyet meâli: Rahmân.
2. âyet meâli: Öğretti Kur’ân’ı.
3. âyet meâli: YARATTI İNSANI.
4. âyet meâli: Belletti ona o güzel beyanı.
5. âyet meâli: GÜNEŞ ve AY hesab iledir. [Not: Bu kitabın alt başlığı ‘Güneş ve Ay’dır]
8. âyet meâli: Ki, taşmayın ölçüde…
17. âyet meâli: Hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbi.
18. âyet meâli: Şimdi Rabbiniz’in hangi lütuflarına yalan dersiniz?
19. âyet meâli: İki denizi salmış karşılaşıyorlar.
20. âyet meâli: Aralarında kavuşmalarına engel bir PERDE var.»
Rahman Sûresi’nin 19. ve 20. âyetleri, Salih Mirzabeyoğlu‘nun eserler boyunca birçok yönüyle üzerinde durduğu bir mevzudur. Muhtemelen yolun başlangıcıyla ilgili… Meselâ Tilki Günlüğü’ne ve oradaki Kaptan Kusto bahsine de baştanbaşa bu iki âyet hakkında bir mütalâa gözüyle bakılabilir. Sonra Hırka-i Tecrîd adlı eser… Ve şu ân doğrudan yeri aklıma gelmeyen birçok kitabta, birçok yönüyle bunlara değinilir. Belki de bütün bir İbda Külliyatı bununla ilgilidir.
Bilindiği gibi, tefsirlerde bu iki âyet ledün ilmiyle ilgili görülmüştür. Hazret-i Musa‘nın “Genç Adam” ile kıssasına işaret eden ve “âb-ı hayat” diye bilinen ölümsüzlük iksirinin bulunmasına dair hikâyelerle ilişkisi olan bir husustur. Tarihte bu hususun en önemli bir temsilini de “Gılgamış Destanı”nda görürüz. Din dışı çevreler “Gılgamış Destanı‘nın kronolojik olarak Kur’ân’dan önce Tufan’dan bahsetmesiyle alâkalıdırlar. Hâlbuki destanın asıl konusu “ölümsüzlük otu“nun aranışıdır.
Her neyse, tek sayfalık giriş bölümünde bunların üstünde durmaz Salih Mirzabeyoğu… İlginç şekilde Rahman Sûresi 3. âyetinin ebced hesabını çıkarır: 923… Ve bunu Cumhuriyetin kuruluşu ile ilişkilendirir: 1923… Ve devam eder: Ufuk ile Hafiye (Tilki Günlüğü’nün iki baş kahramanı – biri Necib Fazıl’ı, diğeri Mirzabeyoğlu’nu temsil eder): 923… Cem-i ezdad: Birbirine zıd şeylerin bir arada bulunması. Zıdların birliği: 923…
Öyle anlaşılır ki, bütün bir “Esatir ve Mitoloji”, bu mânâlandırmanın şerhi mesabesindedir. Birinci bölüm ve diğer bölümler, bu çerçeve içindeki sayfanın ardından gelir…
22 Mart 2013
– VI –
Gılgamış Destanı… “Esatir ve Mitoloji” adlı eserde “ölümsüzlük otu” başlığı altında uzun uzadıya ele alınan bir mevzu… Bu mevzunun sadece birkaç paragraflık girişini alalım:
Kahramanlık destanı şeklinde
ilk destanî edebiyat – SÜMERLER’de
Babilonyalılar ve ASURLAR’ın kullandıkları
SAMİ dili olan AKKAD diliyle
bu tür dokuz hikâye geldi
zamanımıza kadar…
SÜMERLER – Sami ırkından değil
kültürel önemleri Milât’tan önce 1500’lerden
iki bine kadar – çivi yazısıyla yazdılar
kil tabletlerden bazısı eski
Milât’tan önce dört bin yılı kadar
FIRAT nehri kenarında
kadim şehir devletleri – merkezleri
Ur – Uruk – Larsa – Nippur – Erudu – Lagaş…
AKKAD efsanelerinin ilk örnekleri
-yâni Babilonya ve Âsur efsaneleri-
hemen hemen Sümer efsaneleri idi
bunların en meşhuru Gılgamış
Yunanlılar dahil bütün Akdeniz
edebiyatına tesir etti
Gılgamış destanının yazıları
Kartacalı Ashur Banipal kütübhanesinden
onun devri Milât’tan önce
–altıyüz altmışsekiz ile altıyüz yirmialtı arası-
HİTİT ve HURRİ belgelerine dayanan
Akkadça Gılgamış destanı ise
uzanır Milât’tan önce ikinci bin yılına…
Anlaşılan o ki – bilinen ilk toplumların
hepsinin bir TUFAN hikâyesi
Asurlular ve Babilonyalılar’da da… [*]
Şeklinde bir girişten sonra “üçte iki tanrı üçte biri insan” olan Gılgamış’ın hikâyesi anlatılıyor, özetle… Asıl ilginç özellik ise hikâyenin sonunda:
2001 yılında Akademya dergisi yazarlarından Mahmud E. Duru Gılgamış destanı üzerine çok önemli bir araştırma yaptı; veya yaptığı araştırmayı o sene yayınladı. Bilgisayar mühendisi [şimdi ayrıca hukukçu ve psikolog], Gaziantepli, Kürt asıllı, Kürt asilzâdelerinden olan ve yüksek seviyede İngilizce bilen Mahmud E. Duru, Gılgamış destanında geçen “ölümsüzlük otu”nun, Tilki Günlüğü’nün en önemli figürlerinden biri olan “kust otu” ile aynı şey olduğunu ortaya koydu. Belki başkaları için çok sıradan olan, hiçbir şey ifade etmeyen bu buluş, bütün Tilki Günlüğü okuyucularına heyecan verdi.
Bilindiği gibi Tilki Günlüğü, Üstad Necib Fazıl‘ın kendi el yazısıyla Salih Mirzabeyoğlu’na verdiği şöyle bir serlevha ile başlar:
– “Dünya çapında bir hâdise: Kaptan Kusto müslüman!”
O dönemde, Zafer dergisi aracılığıyla Türk kamuoyuna duyurulan Kaptan Cousteau‘nun müslüman olduğu haberini, Üstad, Mirzabeyoğlu‘nun işlemesi ve değerlendirmesi için bir üst yazı ile birlikte kendisine vermiştir. Fakat çok kısa bir süre zarfında, Necib Fazıl rahmete kavuşur ve Kaptan Cousteau ile ilgili haberin doğruluğunu tartışanlar çıkar. Oysa mevzuya ilişkin bir araştırma yapmaya ve eser vermeye hazırlanmaktadır Salih Mirzabeyoğlu.
Bu hazırlayacağı eser, Salih Mirzabeyoğlu için çok mühimdir. Üstad kendisine sık sık şu vaadde bulunmuştur: “Bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetin görünecek…” Yâni, Üstad, Salih Mirzabeyoğlu‘nu kamuoyuna takdim edecek, onun için söylediği “500 senedir beklenen mütefekkir” tâbirinin mânâsını deklare edecektir. Fakat Üstad‘ın vefatıyla birlikte bu beklenti de –ilk bakışta- boşa çıkar. Salih Mirzabeyoğlu ne eserini verebilmiş, ne takdim yazısını alabilmiştir; üstelik Kaptan Cousteau ile ilgili haberin doğruluğunu da tartışanlar çıkmıştır.
Bu buhranlı süreç içinde rüyâlar imdada yetişir. Üstad rüyâsına girerek, aslında takdim yazısını verdiğini, banyodaki dolapta büyük zarfın içinde olduğunu söyler. Anlaşılır gibi değil; ne banyoda dolap, ne zarf, ne yazı… Derken Salih Mirzabeyoğlu rüyâ tabir ilmini, iştikak-etimoloji ilmini ve bununla birlikte de takdim yazısını keşfeder: Yüz kere elinin altına gelip gelip gitmiş olan “Dünya çapında bir hâdise: Kaptan Kusto müslüman” yazısı, Salih Mirzabeyoğlu‘nun bütün hüviyetini gösterecek, Üstad’ın vadettiği takdim yazısıdır.
Bunun üzerine Tilki Günlüğü macerası başlar. Tilki Günlüğü’nün bir adı da “Kusto Lûgati” olur; çünkü bütün esrar bu “Kusto” kelimesindedir; her şeyi kendine bağlayan sır budur. “Kust otu“, bu kelimenin iştikaklarından biridir. Dolayısiyle Tilki Günlüğü’nün en önemli figürlerinde, tekrar tekrar, her vesileyle ortaya çıkan bir kavram olur. Hadîslerde de geçer bu kelime: Allah Resûlü, “kust otu” veya “ud-i hindî” adı verilen bu bitki üzerine uyarılarda bulunmuş ve iki ayrı hadîs hâlinde Sahih-i Buhari’de yer almıştır.
Türkçe’de “topalak otu” olarak bilinen bu bitki akdikenler familyasındandır. Tıpkı Gılgamış destanındaki “ölümsüzlük otu” gibi… İngilizce’ye “buckthorn” olarak çevrilen Gılgamış destanındaki bu kavramın, Tilki Günlüğü’nde geçen “kust otu” olduğunu ise, Akademya yazarlarından Mahmud E. Duru ortaya koyar. Böylece Tilki Günlüğü’ndeki takdim yazısı da bir buud kazanır: Üstad, bütün hüviyeti görünmesi için, Salih Mirzabeyoğlu‘nu ölümsüzlük otu’nu (tâbirde âb-ı hayat) bulmaya davet etmektedir!
* Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji – Güneş ve Ay, İBDA Yay., İstanbul 2010, s. 302-303.
6 Nisan 2013
Kaynak: S.G. “İBDA Külliyatı / Salih Mirzabeyoğlu’nun Eserlerine Giriş Mahiyetinde Denemeler” ismiyle 2015 yılında Akademya tarafından basılmış ve bir süre sonra tükenmiş bir eserden kamuoyunun istifâdesi amacıyla yapılmış iktibaslardır. Eser, Türkiye’nin en çok takib edilen forum sitesinde İBDA Külliyatını tanıtma gâyesiyle 2011-2014 yılları arasında kaleme alınmış denemelerden oluşmaktadır.