Eserin TAKDİM’inden:
“İç bağlantıyı tedaî ettirecek birkaç hikmet hariç, bütünüyle Batı Tefekkürü’nden gösterdiğimiz MARİFETNAME’deki hikmetler, böyle bir hakikatin hakikatine nisbetle ele alıştır.
(…)
Bu ölçülendirmeler çerçevesinde ve İBDA terkibinin davet ettiği unsurlar halinde, Batı Tefekküründen mihrakına bağlanan hakikatler ve hikmetler manzumesi; MARİFETNAME…
Tebliğ ve telkinin en verimli noktasında durucu ve dünya çapında büyük terkibi nişanlayıcı bir aralıkta “teorik dil alanı”nı temin edici bir diyalektik ve muhatabında Büyük Doğu’da mevcut kuvvet ve istidadın tasdikini sağlayıcı bir gaye ile, antitezleri bile şifaya tahvil edebilmenin en geniş çaplı, tertipli ve verimli örneklerinden biri daha… Yaklaşık 20 senelik bir iz sürme ve çetinliği okuyucunun takdirine bırakan bu iş, yine de söylemeden edemeyeceğim bir ifadeyle, binbir bitkiden süzülen, tadı, kokusu ve rengine göre ayrı ayrı ve tek tek peteklere istiflenen balın temini cehdinindir.
(…)
Bütün bu izahlar çerçevesinde, İBDA’cıların tümdengelim ve tümevarım yoluyla meseleler içinde başvuracakları bu eseri, “ortak hafıza” olarak takdim ediyorum… Yâni, sadece yazmak ve anlatmak değil, yazdırmak ve anlattırmak sevdasıyla, dışa açılışın ipuçlarını vermek, görüp tanımaya misâl olmak…”
Eser Hakkında Geniş Bilgi:
İBDA Mimarı’nın Hediye Ettiği Ortak Hafıza: MARİFETNAME – Süzgeç ve Şekil
8. LEVHA: İDEOLOCYA VE İNKILÂP
Dedi ki: (1)
— (Âletler, kendilerini kullanmasını bilenlerindir; bu, hakikatin kendisi, hattâ tamamıdır. Fransız ihtilâlinin yahut bütün ihtilâllerin ifade edebildiği şey bunun içindedir.)
Dedi ki: (2)
— (Cesaret, insanda iyi ve kötü ne varsa, hepsinin olduğu gibi merhametin de kaynağıdır.)
Dedi ki: (3)
— (Çok geçmeden inkılâp zamanlan hâline gelmeğe mahkûm itaatsizlik zamanlarında birçok şeyler yıkılır, ıstıraplı bir gerileme yahut yıkılma gözle görülecek hâle gelir. Ben kendi hesabıma bu yaşadığımız günlerde, kahramanlar yolunun bu yıkılmazlığında, inkılâp hengâmelerine ait karışık enkazın ezmeğe kadir olamayacağı ebedî elması görüyor gibi oluyorum. Karışık enkaz kırıklanacak, hattâ çatırdayacak ve etrafımızda her şeyi altüst edecek, fakat muayyen bir dereceden daha aşağıya düşemeyecektir. Kahramanlar, bir temel taşıdır ki, yıkılan şeylerin onun üzerine yeniden kurulmağa başlanması daima mümkündür. Elverir ki, insan herhangi bir mânâda kahramanları sevsin; ve biz, hepimiz, mutlaka büyük adamlara hürmet edelim. Bütün muhtemel yıkılmalar arasında güvenilecek canlı kaya bence budur; kenarı ve dibi görünmeyen yeni ihtilâl tarihinde tek sabit nokta bundan başka birşey olamaz.)
Dedi ki: (4)
— (Tarihin ihmale uğramış derslerinden birisi, emniyetleri sağlandığı ve sözleri dinlenildiği takdirde en idealist mütefekkirlerin, sonunda en pratik kimseler oldukları hakikatidir.)
Dedi ki: (5)
— (Şüpheler içerisine düşürülen bir lider, fırtına ve buhran anlarında en kötü bir lider demektir.)
Dedi ki: (6)
— (İmkânsız görünen şeyler, inananlar için mümkündür.)
Dedi ki: (7)
— (Sadece ayaklanma, sadece kabullenmeden hiç de iyi değildir.)
Dedi ki: (8)
— (Bugün, nasıl bir fırtınanın kopmak üzere olduğuna dair herhangi bir hazırlayıcı alâmet olmaksızın büyük çaplı olaylar vuku bulabilirler.)
Dedi ki: (9)
— (Arenadaki oyunlar seyircilere bağlıdır ama, partiyi kazananlar oyunculardır.)
Dedi ki: (10)
– (Nefs hilesi… Bir düşmanın ortadan kalkacağını bilmek, insanı az çok huzursuz eder.)
Dedi ki: (11)
— (Kuru kuru merhamet ve ahlâk, adaletsiz bir âlemin çarklarını yağlamaya, bu âlemi daha âdil bir hâle getirmeye asla yetmez.)
Dedi ki: (12)
— (Memleketin içinde bulunduğu durumun ne olduğunu ortaya koymak, sonra ilmî bir şekilde bu durumun nereden geldiğini incelemek ve ondan sonra da kader sorusu olan «ne yapılmalıdır»a esaslı cevaplar vermek gerek…)
Dedi ki: (13)
– (Her an değişen bir çevre içinde tehlike çanlarını sadece duyurabilmek için bile çok daha keskin bir sese ihtiyacımız vardır. Bu derece ahenksiz ve akortsuz bir gürültünün hakim olduğu bir âlemde dinleyicinin yeni uyarıcılara karşı tamamen uyuşup, kendisini sığlıklardan selâmetle sıyırıp geçirebilecek dümen işaretlerini hiç duymaması tehlikesi çok büyüktür.)
Dedi ki: (14)
— (Bir fırtınada kaptan rüzgâra söz geçiremiyor diye gemiyi terkeder mi?)
Dedi ki: (15)
— (Kitleler, hayatlarının gerçek şartlarını değiştirecek her yenilikten şuursuz olarak nefret ederler.)
Dedi ki: (16)
— (Mânâsı iyice kavranan bir işaret, önüne geçilmez bir felâketin habercisi değil, gereken tedbiri alıp durumu düzeltmenin uyarıcısıdır.)
Dedi ki: (17)
— (Akıntıya karşı yüzmek kuvvet ister, ama akıntı istikametinde herkes gider.)
Dedi ki: (18)
— (Bir insanın hayâl ettiğini diğer bir insan gerçekleştirir.)
Dedi ki: (19)
— (Muayyen bir dinleyici kitlesi için propaganda veya terbiyeye ait malzeme hazırlanırken, yalnız dinleyicileri karakterize eden şahsî faktörler üzerinde durup, tenbih ve uyarıcılığa ait faktörleri ihmal etmekten devamlı bir şekilde sakınmalıyız.)
Dedi ki: (20)
— (Eğer insan, ruhunu alçaltmaya göz yumarsa, türlü türlü tehlikede ölümden kaçmak için çeşit çeşit yol bulur…)
Dedi ki: (21)
— (Mütefekkirin sakin uykusunu tedirgin eden ve onu yatağından çekip çıkaran, artık bütün toplumun maruz olduğu tehlikelerden başka birşey değildir…)
Dedi ki: (22)
— (Bugün hukukla vakıa, metinle ruh, mevzuatla tatbikat arasındaki fark gittikçe genişlemektedir; dünyada mevcut bir çok anayasa tamamen göstermeliktir ve tarif ettikleri rejimin memlekette olanla hiçbir alâkası yoktur… Anayasa âdeta mevcut rejimi gizleyen bir paravana vazifesi görür.)
Dedi ki: (23)
— (Halkın unutma kabiliyeti hudutsuzdur…)
Dedi ki: (24)
— (Bir insan havuza da düşse, denize de düşse, yapacağı iş yüzmektir.)
Dedi ki: (25)
— (En büyük işlere, en büyük belâlar ve çirkinlikler musallat olur.)
Dedi ki: (26)
— (Yolunun üzerinde acaip ve hakkından gelinmez insanlar bulursan, dünyayı bunlardan temizlemekle daha büyük liyakat sahibi olacaksın. -Fakat ölürsem?- Pekâlâ! Bir kahramana yakışan hareketi yaparak öleceksin; daha ne istersin!)
Dedi ki: (27)
— (Soğuk ruhlara, katırlara, körlere ve sarhoşlara yiğit demem ben. Korkuyu bilen ama onu yenende vardır yürek; uçurumu gören, ama ona gururla bakan, ve kartal pençeleriyle uçurumu kavrayanda, ancak onda vardır cesaret.)
Dedi ki: (28)
— (İnsan kendi kendini yitirdikten sonra, bütün dünyayı ele geçirmesi neye yarar?)
Dedi ki: (29)
— (Her hakiki insan, gerçekten üstün bir insan önünde eğilme hadisesinin her şeyden önce kendisini yükselttiğini hissetmez mi? İnsan kalbinde bundan daha asil yahut daha mukaddes hiçbir duygu yaşayamaz. Beni en teselli eden taraf şudur ki, muhtelif tesirler altında bulunan herhangi bir zamanın hiçbir şüpheci mantığı yahut müptezel ukalâlığı, samimiyetsizlik ve kuruluğu, insandaki bu asil hulûsu yahut tabiî sevgi istidadını yoketmeğe kadir olamıyor.)
Dedi ki: (30)
— (İspanyol atasözüdür… Allah pervasızlardan yanadır.)
Dedi ki: (31)
— (Psikolojik savaşın ustalığına erişen Kartacalı Hannibal’in taktik dehâsı: O, önüsıra, kale burçları gibi fillerini sürüyordu… Savaşta ön sıra ve arkadakilerin ruhî durumları ve birbirlerine etkileri yüzünden.)
Dedi ki: (32)
— (Savaş, politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir.)
Dedi ki: (33)
— (Savaşta kabiliyet, bir hareketi güçleştiren engelleri yenmek demektir, yoksa o işi becerememek değil…)
Dedi ki: (34)
— (Yeryüzünde birbirine zıt ve her zaman düşman iki eğilim daima varolmuştur ve varolacaktır. Bunları bağdaştırmaya kalkışmak, hayatı yoketmeğe çalışmaktır.)
Dedi ki: (35)
— (Parti programı ile ilgili ana prensiplerde bir anlık avantajlardan dolayı parti programından sapma, taviz verme ve programa ihanet olmamalıdır… Biz, günlük olaylara programı uydurmayı değil, günlük olayları programa göre yorumlamayı esas almışızdır; yani program bize değil, biz programa uyacağız.)
Dedi ki: (36)
— (Yugoslav Komünist Partisi’nin önde gelen dört isminden biri, sonradan dönen Milovan Cilas Stalin şöyle der: Lenin’in dehâsına olan hürmetime rağmen, onun naaşının etrafındaki bu mistik toplantı bana gayrı tabiî geliyor ve herşeyin üstünde materyalist telâkkiye aykırı ve Lenin aleyhtarı görünüyordu…)
Dedi ki: (37)
— (Bir ihtilâli yarım yapanlar, kendilerine mezar hazırlamaktan başka bir iş yapmış olmazlar!)
Dedi ki: (38)
— (İnsanların bağlılıkları da, başlarına düşen gölgeler kadar çabuk soğuyup gider.)
Dedi ki: (39)
— (Eski Cermenler dermiş ki: Ağlayıp sızlanmalar kısa, acı ve keder uzun sürsün; kadına ağlamak yaraşır, erkeğe aklında tutmak…)
Dedi ki: (40)
— (Korsanlığı organize hâle getirdiler, siyaset diyorlar.)
Dedi ki: (41)
— (Yeni bir hasret ateşiyle yanmayacak ruhun bize lüzumu yoktur.)
Dedi ki: (42)
— (İhtilâller uzun haksızlıkların kaçınılmaz sonuçlarıdır; asırlarca sürmüş cinayetleri bir ânda cezalandırırlar.)
Dedi ki: (43)
— (Ahlâkî çöküş ve ekonomik değişmeler bilindiği gibi, kadın ve erkeğe has fonksiyonlarda da bir karışıklık meydana getirmiş bulunuyor. Kadın artık kadınlık vazifesini yapamıyor veya yapmak istemiyor. Bu da, milletin hem sayı ve hem de nitelik bakımından zayıflamasına yol açıyor.)
Dedi ki: (44)
— (Sabırlı olmayanlar ne kadar fakirdirler.)
Dedi ki: (45)
— (Savaşta hiç karar verememektense, yanlış karar vermek evlâdır.)
Dedi ki: (46)
— (İnsan, silâhsız döğüşmektense, kırık silâhını kullanmayı tercih eder.)
Dedi ki: (47)
— (Üstün vasıflı insanlar, mücadeleden hoşlanırlar.)
Dedi ki: (48)
— (Bir dost, bize nasıl korunacağımızı öğretmez; oysa bir düşman bilgi edinmeye zorlar bizi.)
Dedi ki: (49)
— (En akıllı kişiler, nice bilgilerini düşmanlarına borçludurlar.)
Dedi ki: (50)
— (Fikir denen şey bir aksiyonun tohumu olmadıkça neye yarar?)
Dedi ki: (51)
— (Savaşların ad listesi, ilimlerin sınıflanmalarındaki ilerleyişleri izler: Kimya savaşı, bakteriyolojik savaş, atom savaşı deyimleri, yokedici ve korkutucu silâhlar olarak, askerî terimler arasında olduğu kadar, halk yığınlarının muhayyilelerinde de yer almış bulunuyorlar. Psikolojik savaş hakkında da aynı şey değil mi?)
Dedi ki: (52)
— (Denklem hâlinde kurulan dört kelimenin, -savaş, politika, irade, propaganda- karşılıklı etkisiyledir ki, Lenin, ihtilâlci hareketin kuvvet çizgilerini düzenlemiştir.)
Dedi ki: (53)
— (Bir düşmanın tamamen ortadan kalkacağını bilmek, insanı az çok huzursuz eder. Dişlerinin arasında bıçak taşıyan hasım tablosunun az çok müsbet yanları vardır. Bazı sebepleri «komünist şeytana» dayandırmak, tahmin edilemeyecek ölçüde bir rahatlık kaynağı olabilmektedir.)
Dedi ki: (54)
— (Şeytandan sakınırcasına siyasetten kaçmak, eğer bir siyaset icabı değilse, çilekeş âdemoğullarının bir kısmını ya melekleştirmek veya koyunlaştırarak kolay sömürülecek hâle getirmek kasdına dayanır belki…)
Dedi ki: (55)
— (Düşmanın imkân ve araçlarını tanımak zorundayız.)
Dedi ki: (56)
— (Yokedici düşünce, aynı zamanda yapıcı düşüncedir.)
Dedi ki: (57)
— (Paniğin karakteristik özelliği, artık üstlerin hiçbir emrine kulak asılmaması, fertlerden her birinin ötekileri umursamaksızın kendi başının çaresine bakmak istemesidir.)
Dedi ki: (58)
— (Bu adamlar, bir şeyin adını değiştirerek kendisini de değiştirebileceklerini sanıyorlar; Rus geleneklerinin yeni isimlerle canlandırılması gibi.)
Dedi ki: (59)
— (Hareketin, kendi seyri içinde bütün eskimiş ve cansız fikir kalıntılarını süpürüp bir kenara atacağına en ufak bir şüphe dahi yoktur.)
Dedi ki: (60)
– (Öncülük rolünü ancak en ileri teori tarafından yolu gösterilen parti temsil eder.)
Dedi ki: (61)
– (Eğer hareketle desteklenemiyorsa, inkılâpçı karar ve sloganların en ufak bir değer taşıyamayacağı açık bir gerçek değil midir?)
Dedi ki: (62)
— (Her ihtilâlin temel meselesi iktidar meselesidir.)
Dedi ki: (63)
— (Bir eğilime dikkat ederken, muhtemelen gizli olan bir diğerini ihmal etmeyin.)
Dedi ki: (64)
— (Sağlam inşa ancak yıkmakla mümkündür.)
Dedi ki: (65)
— (Küçük de olsa günlük başarılar için çaba harcamalısınız ve ne pahasına olursa olsun «moral gücü» koruyunuz.)
Dedi ki: (66)
— (Gurupların güçlü oluşlarında bunların politik çevrelerde uyandırmayı başardıkları aşırı korkunun büyük payı vardır.)
Dedi ki: (67)
— (Kusurluyu sonunda meydana çıkaracak olan, şu veya bu tarafın başarısıdır.)
Dedi ki: (68)
— (Hadiselerin sırrı, en az mantığındadır.)
Dedi ki: (69)
— (Bugünün düşüncesi, yarının siyasetidir.)
Dedi ki: (70)
— (Kütlelerin kültürlerinin, kendine has ve keşfedilmemiş bir gücü vardır.)
Dedi ki: (71)
– (İnkılâplar ancak halk hazır olunca yapılabilir.)
Dedi ki: (72)
— (Yeri belli olmamak, gerçekte hiçbir yerde olmamaktan pek başka birşey değildir.)
Dedi ki: (73)
— (Büyük hadiselerin büyük âmillerle hazırlanıp meydana geldiği zannedilmesin; en küçük bir hadise büyük bir ihtilâle sebep olur ve hattâ bu ihtilâller öyle ani vukubulur ki, bunu yapanlar da şaşkınlığa düşerler.)
Dedi ki: (74)
— (Hâlde ortaya çıkan bir takım zorlu meseleleri anlamak için, mutlaka maziyi iyi bilmek gerek; yoksa tahlil ve teşhis, hatalı değilse bile ciddi noksanlıklarla malûl olur.)
Dedi ki: (75)
— (Nutuk, siyasî bir tarih kitabı değildir, hatıra da değildir; sadece C.H.P. ikinci kongresi delegelerine izahat vermek için söylenmiştir.)
Dedi ki: (76)
— (Bugün insanı alkışlayanlar, paralamasını da bilirler; dikkat et.)
Dedi ki: (77)
— (Bir çetenin en korkunç silâhı propagandadır; gizli ve açık propaganda, yazı ve sözle propaganda.)
Dedi ki: (78)
— (Bu korku yok mu, başıma gelecekten de fena!)
Dedi ki: (79)
— (Güçlüklerde, zevkimizi arttırma hassası vardır.)
Dedi ki: (80)
— (Eski olan yıkılmadan, yeni olan inşa edilemez; eskinin yolu kapanmadan, yenisine yol açılamaz; ve eskisi durdurulmadan, yenisi ilerletilemez.)
Dedi ki: (81)
— (İyimserlik, insanı kötüyü inkâr etmeye götürür; çünkü kötüyü inkâr etmek, onunla mücadeleyi önler. İyimserlik, gayreti tüketir; aksine, hatayı açıkça görmek, insanları harekete geçirir… İnsan ancak düştüğünü farkederse ayağa kalkar.)
Dedi ki: (82)
— (Hakkın bulunmadığı yerde görev de yoktur. Efendiler, vatana yabancılaştığımız hâlde bizden hangi sıfatla görevlerimizi yerine getirmeye sizlerle birlikte katılmamızı istiyorsunuz.?)
Dedi ki: (83)
— (Her unsur yerli yerinde, ruh yok! Öyleyse herşey bitti; ezelden ebede kanun!..)
Dedi ki: (84)
— (Düşüş devirleri, şeflerin zayıflığı ile karakterize edilir. Kitle hiç kimseye hayran olmamaktan mustariptir, çünkü kahramanlara saygı duymak insan tabiatının bir ihtiyacıdır; aynı zamanda zihnî terakki için gerekli bir şarttır…)
Dedi ki: (85)
— (İhtilâller, meydandaki kalabalığın gürültüsünde değil, birkaç insanın kafasında ve kalbinde başlar.)
Dedi ki: (86)
— (Herhangi bir örgütün karakterini tabiî ve kaçınılmaz olarak tayin eden şey, o örgütün hareketinin muhtevasıdır.)
Dedi ki: (87)
– (İki ordu karşı karşıya geldikleri zaman, bunlardan birinin silâhlarını bırakıp evlerine dönmesini teklif eden politikadan daha saçma bir politika olamaz. Böyle bir politika, barış politikası değil, kölelik politikası olur.)
Dedi ki: (88)
— (Mevcut durum bize, ona karşı çıkma imkânını verdiği sürece, bizim bu imkânları kullanmamız, hâkim düzeni kabul ettiğimiz mânâsına gelmez.)
Dedi ki: (89)
– (Bir evlâdın gençliği bir inkılâp zamanına tesadüf ederse, onun babasına hiç benzemeyeceği muhakkaktır.)
Dedi ki: (90)
— (Le Bon, kitleyi meydana getiren fertlerin daha önce kendilerinde bulunmayan kimi özellikleri kazandığı kanaatindedir: Sebeplerden biri, bir kalabalık ortasında yaşamasından ötürü kitle içersinde ferdin karşı durulmaz bir güce sahip olduğu yolunda bir duyguya kapılması ve bu duyguyla kendini birtakım insiyakî isteklerin eline teslim etmesidir; oysa normalde çaresiz dizginleyip frenliyeceği duygulardır bunlar. Toplulukta, dolayısiyle kitlevî sorumsuzlukta fertleri başka vakit geride tutan sorumluluk tümüyle kaybolup gider… Kitledeki ferdin ana özellikleri şunlardır: Şuurlu kişiliğin yiterek, şuursuz şahsiyetin hakimiyeti ele geçirişi, duygu ve düşüncelerin telkin ve sirayet neticesi aynı istikamete yönelişi, telkinle alınan direktifleri geciktirmeden gerçekleştirme temayülü, yani ferdin artık kendisi olmaktan çıkıp iradeden yoksun bir otomat duruma girişi…)
Dedi ki: (91)
— (Ruhî bir veridir ki, adam öldürmenin tasdik edici bir değeri vardır ve bu aynı zamanda doktrinin bağlıları arasında, bunların inançlarını kuvvetlendiren bir çeşit ortak bağın meydana gelmesine yarar.)
Dedi ki: (92)
– (Ne komünizm ve ne de sosyalizm, büyük çoğunluğun ve herkesin yararına yapacağı bir kurtarıcı inkılâp hayalini karşılamıyorlar… Her ikisi de bütün değişimlerin klâsik şemasına giriyorlar; her yerde, az çok pasif kalan veya olan biteni kabul eden yığınlar adına bir azınlığın başa geçmesi…)
Dedi ki: (93)
— (Düşmanınıza öyle vurun ki, bir daha yerinden kalkmasın.)
Dedi ki: (94)
— (Anlamak, her kurtuluş hamlesinin hareket noktasıdır; fakat yalnız rasyonel bir tarzda, akıl yoluyla değil, sayısız küçük sezgilerin toplamı hâlinde anlamak, havada uçuşan gerçekleri koklayarak anlamak, zekânın ve ruhun bütün kavrayışlarıyla anlamak, yani anlamak ve inanmak…)
Dedi ki: (95)
— (Haksız bir dava için döğüşmek, hakiki bir cesaret sayılmaz.)
Dedi ki: (96)
— (Gayelerimizin temizliği nisbetinde muvaffak olmamızı temenni edelim.)
Dedi ki: (97)
— (Uçan kâğıt rüzgârın hızını belli eder; kaya onu durdurur… Kaya gibi olunuz.)
Dedi ki: (98)
— (Her sağlam politika, bir aksiyon ve fikir manzumesidir.)
Dedi ki: (99)
— (İstikbalin karanlıkları arasında, gizli, düşünülmemiş ve düşünülemez realiteleri bulup ortaya çıkaran kuvvet olarak fiile, hamleye inanıyoruz.)
Dedi ki: (100)
— (Vazife, büyük şey yapmak değil, ne kadar küçük olursa olsun gerekeni yapmaktır.)
Dedi ki: (101)
— (Her inanç bir aksiyon icab ettirir.)
Dedi ki: (102)
— (Demokrasi bir ideal değil, metoddur; sizin bu metod içinde güttüğünüz dünya görüşü nedir?)
Dedi ki: (103)
– (Medeniyetler şimdiye kadar küçük bir fikir aristokrasisi tarafından meydana getirilmiş ve idare olunmuştur; asla kitleler tarafından değil. Kalabalıklar yalnızca yıkıcı kuvvete sahiptirler.)
Dedi ki: (104)
— (Bir toplulukta her his ve heyecan sirayet edicidir; hem o derece sirayet edicidir ki, fert şahsî menfaatini topluluğun menfaatine kolayca feda eder… Kitle hâlinde bulunan bir fertte imkânsızlık mefhumu kaybolur.)
Dedi ki: (105)
— (Bir savaş yapmak, bu savaşın hizmetine bir genelkurmay, yani yönetici bir kadro vermek anlamına gelir.)
Dedi ki: (106)
— (Tepkinin gecikmesi, bir sarsıntıya derhal değil, fakat daha sonra gecikmiş olarak tepki yapma kabiliyetidir; meselâ zaptedilmiş olan ve gecikmiş bir şekilde patlak veren kızgınlık ve devamlı kinler…)
Dedi ki: (107)
— (Sürüden ekibe giden yolda olmak…)
Dedi ki: (108)
— (Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz.)
Dedi ki: (109)
— (Görevin, öğretilmesinden çok sevdirilmesi mühimdir.)
Dedi ki: (110)
— (Komünist propagandası daima, vasat insanların bir haftadan fazla bir mazisi olan hadiseleri hatırlamayacakları kanaatine istinat ediyordu…)
Dedi ki: (111)
— (Ordu politika yapar mı? Ordu zaten politik kuruldur, harp edişi de politikadır, sulhü devam ettirişi de. Yalnız tanklarını, toplarını, uçaklarını konuşturduğu günlerde değil, bandoları ile meydanları inletip, geçit resimleri yaptığı günlerde de politika yapmış sayılır; bir ihtilâli, çeşitli inkılâpları, bir şahsiyetin bütün fikirlerini tasvip etmek, «politika yapmak» değil de, nedir?)
Dedi ki: (112)
— (Hiçbir siyasî tasavvur, silâhlı kuvvetlere veya bu kuvvetlerin bir kısmına gizli veya açık olarak intikal ettirilemezse, illegal bir harekete kalkışmak mümkün olamaz.)
Dedi ki: (113)
— (Bir harbi zafere ulaştırmak için cesaret ve çeviklik yetmez; usul ve kaideleri bilmek ve riayet etmek lâzımdır. Aksi takdirde ne kadar fazla cesaretle harbedilirse, o derecede fazla kayba uğranılır.)
Dedi ki: (114)
– (Kovalanan, birkaç zaman sonra avcıdan daha baskın oluyor çoğu…)
Dedi ki: (115)
— (Tehlike, zekâyı işler.)
Dedi ki: (116)
— (Cesaret, gençliğin en güzel süsüdür.)
Dedi ki: (117)
— (Gerçek bir insan, karnına bir mermi parçası isabet ettikten sonradır ki mutlu olur.)
Dedi ki: (118)
— (Emretmek, çoğu yalvarmaktan çok işe yarar.)
Dedi ki: (119)
— (Sonuç, vasıtaları haklı çıkarır; o ne kadar iyi olursa, vasıtalarını da haklı sayar…)
Dedi ki: (120)
— (Netice, vasıtaya muhtaçtır.)
Dedi ki: (121)
— (Asil bir gayeye, asil vasıtalarla hizmet etmelidir…)
Dedi ki: (122)
— (Her sosyal davranış başlangıçta gücünü idealizmden alır; bir süre sonra bu gücün sosyal – siyasî bir ideolojik yapı ile desteklenmesi şarttır.)
Dedi ki: (123)
— (Bir uzlaşmadan başka birşey olmayan bütün reformlar kötüdür.)
Dedi ki: (124)
— (Mânâ toprağını bir anda yerli yerine oturtan zelzele uğultusu…)
Dedi ki: (125)
— (Mevcut sisteme karşı bir muhalefet ortaya çıktığı zaman, hedefin ne olduğunun bilinmesi önemlidir.
Sistemin yetersiz olduğundan şikâyet edilebilir; karışıklığın doğurduğu boşluk doldurulamaz, huzursuzluk giderilemez, yönetilemez.
İktidardaki kimsenin şahsî yetersizliğinden şikâyet edilebilir; bu durumun hâl çaresi onu yerinden almaktır.
Veya, yönetim için dayandığı müesseselerin kötü teşkil edildiklerinden, iyi organize edilemediklerinden veya icraatlarında başarısız olduklarından şikâyet edilebilir. Bu durumda, teşkilâtları yaymak, yeniden teşkilâtlandırmak veya mekanizmayı değiştirmek gerekir.
İktidar müesseselerinin temel düşüncesine itiraz edilebilir. Fikirlerin zamanı geçmiş, kavramlar ise tutarlılıklarını kaybetmiş olduklarından, müesseselerin hedefler üzerinde durmadıklarından veya günümüzde uygulanan iktidarın ihtiyaca cevap vermediğinden şikâyet edilebilir. O zaman mesele, yeni fikir sistemleri getirmek ve onları eski müesseselerle kaynaştırmak veya şayet, bunlar yetersiz iseler, ortadan kaldırmak ve yenilerini kurmaktır, ihtilâlci fikrin muhtevası da budur.)
Dedi ki: (126)
— (İtiraz etmek yeterli değildir. Neye itiraz edildiğinin bilinmesi, meseleler üzerinde durulması, gerekli değişiklikler teklif edilmesi gerekir.)
Dedi ki: (127)
— (Üç unsurun, yani kararlı insanlar, bir fikir sistemi ve teşkilât kurma yeteneklerine sahip bir gurubun birleşmesi, küçük veya büyük ölçüde bir iktidar meydana getirir. Böylece, iktidar realite hâline gelir, kendisine bir şekil bulur ve çevresine tesir eder. Bir «imaj» doğar…
İktidarın «imaj»ı, görülebilir veya görülmeyen birçok yollarla varlığını ispat eder; sonra onun tesirinde kalan herkesin kafasında ağır bir tarzda yerleşmeye başlar.
İnsanlar, bir fikir sistemi ve teşkilât biraraya gelerek iktidar organizması doğduğu zaman, manzaraya bir unsur daha katılır ki, bu unsura «kültür» diyebiliriz. Yani, iktidarı ellerinde bulunduranlara ve topluluğa aynı şekilde tesir eden, çevrenin veya mensuplar arası faaliyet şeklinin, faraziyeler ve düşüncelerin belirtilme biçimleri… İktidarın uygulandığı insanlar, kendilerinden olan iktidar sahiplerinin dediklerini daha çabuk yaparlar.)
Dedi ki: (128)
— (Mesuliyet sahasındaki faal birçok unsurlar arasında her zaman ilgi çeken bilhassa bir gurup vardır; entellektüeller diye bilinen… Onlar, pratik olarak ilgi çekici herhangi bir araştırma sahasında çalışan ve görüşlerini belirten kimseler olarak anlatılabilirler. Entellektüel olmaları iddiaları, önceki çalışma ve düşüncelerinin «görüşlerine ağırlık verdiği» faraziyesine dayanır; meselâ yüksek tahsil yapmak, ders vermek, çalışmalariyle ilgili kitap yayınlamak… Entellektüellerin genellikle, akademik temelleri veya ona eşit mazileri vardır. Birçokları fakültelerin öğretim üyeleridir; aralarında çok sayıda gazeteciler, yazarlar, belki hükümetin veya büyük şirketlerin araştırma şubelerinde çalışanlar vardır. Onların bu tecrübelerinden ötürü, görüşlerinin, sokaktaki eğitim görmemiş insanların gelişigüzel belirtilmiş düşüncelerinden daha fazla hürmete lâyık oldukları söylenir; entellektüelleri önemli yapan gerçek şudur ki, pek çokları, onların geçirdikleri eğitim ve dayandıkları temellerinden ötürü, onların görüşlerini benimserler.)
Dedi ki: (129)
— (Entellektüel topluluğun herhangi bir iktidar ve rejim üzerindeki tesiri büyüktür. Zaman zaman neticeyi onlar tayin edebilirler; Lenin, hakiki ihtilâlcilerin bellibaşlı hedeflerinin komünist olmayan entellektüellerin sadakatlerini komünistlere aktarmak olduğunu belirtmişti. Bu tür bir değişikliğin, ordu ve polis teşkilâtlarını yıkmak ve ele geçirmek kadar önem taşıdığına dikkati çekti.)
Dedi ki: (130)
— (Karışıklık istihsali, iktidarı ele geçirmek isteyen politikacıların başvurdukları standart bir yoldur. Böylece iktidar dehâsı, herhangi bir beşer teşkilâtında meydana çıkan boşluğu bulur ve doldurur.)
Dedi ki: (131)
— (Düşmanın imkânlarını tanıma isteği, «yayılma» isteğinden doğar. Bu istek sadece mücerret «öğrenme» isteği ve «merak» değil, o imkânlarla başedecek imkânlar temin etme isteğidir.)
Dedi ki: (132)
— (Kadro, yapıcıdır… Çok cepheli ve geniş kavrayışı olan bir yönetici, yüksek siyasî şuur seviyesinde bir teknisyendir; ve diyalektik muhakeme sayesinde kitleleri eğitmeye ve şuurlandırmaya ehildir.)
Dedi ki: (133)
– (Halkın liderler üzerinde ve liderin de halk üzerinde karşılıklı etkileri vardır.)
Dedi ki: (134)
— (Şu sloganı uygulamak: Güçlerimizi hareketin tabiî gidişatı içinde inşa etmek…)
Dedi ki: (135)
— (Askerî tekniği iyi öğrenmeye bakın.)
Dedi ki: (136)
— (Ancak pratik çalışma ile bütünleştiğinde, eğitim etkin bir hâle gelebilir.)
Dedi ki: (137)
— (Bu ilk adımdan sonra nasıl bir adım atacaksınız? Eğer ikinci adım açık bir şekilde belirlenememişse, yeniden yazılmalı ve tartışılmalı….)
Dedi ki: (138)
— (Büyük bir başarıya dönüştürmek için binlerce küçük zaferi bir araya getirmek, böylece nihâî zaferi elde etmek için, zayıf bir durumdan güçlü bir duruma gelmek zorundayız.)
Dedi ki: (139)
— (Kendi kendimizi öncü ve ileri birlik ilân etmemiz fazla büyük mânâ taşımaz; davranışlarımızı o şekilde ayarlamalıyız ki, diğer birlikler de bizim öncülüğümüzü ve hareketin başında yürüdüğümüzü kabul etsinler.)
Dedi ki: (140)
— (Ferdî militanlığın gerçek değeri, kitle militanlığına ilham verme yeteneğinde kendini gösterir.)
Dedi ki: (141)
— (Ferdî cesaret, halk hareketlerinin belirli bir merhalede girişmeye hazır olacakları bir mücadele biçimi ile birlikte yürütülmelidir.)
Dedi ki: (142)
— (Uygulama alanında liberal ve marksist sistemdeki değişmeler, her iki sistemi doğuran yapılar arası uyuşmazlıkla açıklanabilir. Sistemler, iç çelişmelere ve ayrılıklara sahip olunca, karmaşık ve istikrarsız, değişken bir yapı doğmuştur. Her iki sistemin değişik sosyal şartlara uyma ve değişebilir unsurlara sahip olma nitelikleri zamanımızda anlamlı bir sonuç doğurmuştur: Kapitalizm de, kollektivizm de birbirlerine yaklaşmaktadırlar. İki uç birbirine değme yolundadır… Önemli olan, bu yaklaşımın varlığıdır; bir savaş çıksa bile, bu hadise artık vardır. Ve milletlerarası münasebetler alanında büyük değişiklikler de doğurmaktadır. Sovyet komünizmi eskisi gibi ihtilâlci değildir; Batı demokrasilerinde de, komünist partiler bundan böyle proletarya diktatörlüğünden söz etmez olmuşlardır. Artık çatışmadan birleşik bir kaosa doğru bir gidiş görülüyor. O kadar ki, katılıklarını yitirmekte olan, bununla beraber yaşamaya çalışan bu iki sistem, klâsik mânâlarını yitirerek «genelleşen ekonomi»ye dönmektedirler. Günümüzün iktisatçılarını bu sonuca vardıran, herhalde kollektivizmle kapitalizm arasında buldukları ortak noktalardır ve paralel gelişmelerdir.)
Dedi ki: (143)
— (Düşüncemizin önüne dikilen mânialar aşılamaz olmadıkça ve bizdeki cesareti tahrip edebilecek kuvvette bulunmadıkça, arzu edilen şeyleri güzelleştirmekten ve bizi ona doğru daha fazla itmekten başka şeye yaramaz.)
Dedi ki: (144)
— (Fena ruhların bütün gayretlerine rağmen beşeriyete hayırlı olmak isteyen, zulmetleri yırtıp onu zaferlere götürmeğe cehdeden ne büyük liyâkatler var; bunlar, dağıtılması istenen zulmetin bu kadar derin kesafetinden ve bir türlü ışığa bakmak istemeyen şu kadar çok kör insanın müthiş inadından yılmıyorlar.)
Dedi ki: (145)
— (Budalaların yaygaralarına muntazam cevap vermemelidir; çünkü bu yaygaralar, tekrarlandıkça zindelik bulur. En doğru taktik, düşmanı uyutup, silâhları ihzar etmek, sonra zulmetin ve sessizliğin içinde gümbür gümbür gümbürdeyerek, akabinde muhteşem bir huruç hareketine geçmektir.)
Dedi ki: (146)
— (Bütün bir düzeni geliştirmek için şüphesiz ki yenilecek birçok güçlükler vardır.)
Dedi ki: (147)
— (Kendisinde olmayan şeyi, kim başkasına verebilir.)
Dedi ki: (148)
— (Elimizde olmayan şeyleri elde etmek için biz hiçbir şey yapmazken ve başkaları birçok teşebbüste bulunurken, senin de onlar kadar hisse alman veyahut müsavi muamele görmen kabil değildir.)
Dedi ki: (149)
— (Yapacağın her işte, teşebbüsten evvel, önceden ne olacağını ve arkasından ne çıkacağını iyice düşün, ondan sonra teşebbüse kalk; bu yolu tutmazsan, yapacağın her harekette evvelâ zevk duyarsın… Zira arkasından ne çıkacağını tasavvur etmiş değilsindir. Fakat sonunda rezalet kendini göstermeye başlayınca, hicap içinde kalırsın.)
Dedi ki: (150)
— (İdman hocasına tıpkı bir doktora olduğu gibi teslim olmak, ondan sonra da müsabakalara girmek lâzımdır.)
Dedi ki: (151)
— (Bir şeye teşebbüs ederken bu işi yapmanın senin vazifen olduğunu bildikten sonra, halk ne kadar fena düşünecek olursa olsun, yaparken görülmüş olmaktan korkma. Eğer bu hareket fena ise onu hiç yapma. Yok eğer iyi bir hareket ise, o hâlde seni sebepsiz ve yersiz mahkûm edecek olanlardan niye korkuyorsun?)
Dedi ki: (152)
– (İktidarını aşan rolü üzerine alırsan, bu rolü iyi oynayamadığın gibi yapabileceğin rolü de terk etmiş olursun.)
Dedi ki: (153)
— (Koyunlar ne kadar yem yemiş olduklarını çobanlarına gidip göstermezler; fakat yedikleri yemleri iyice hazmettikten sonra süt ve yün yaparlar.)
Dedi ki: (154)
— (Hemen bütün melekelerini iyice tetkik et ve emniyetle her müşküle ve tecrübeye karşı hazırlan: Mükemmel surette silâhlısın ve en müthiş kazalardan yeni bir ziynet çıkaracak hâldesin.)
Dedi ki: (155)
— (Yobazlık, yalnızca sanatı anlama yeteneksizliği değildir… Yobaz, toplumun mekanik, ağır, kör ve sakar güçlerini tutan, onlara yardım eden, bir insanda veya dönüşümde rastladığı dinamik gücü tanımayan adamdır.)
Dedi ki: (156)
— (Harp tekniği, askerlik ahlâkından ziyade kıymetlendirilmeye başlanınca, bu hâl, her zaman ve mekânda milletlerin hezimetine sebep olmuştur.)
Dedi ki: (157)
— (Bir hükûmet, emniyet üzere olmayıp da fesat ve ihtilâller çıkmasından kuşkulanacak olursa, ordu kısımlarını toplu bulundurmaya cesaret edemez. Zira, lehine olduğu gibi, bir anda aleyhine çevrilebilecek bir silâhı, böylece, bizzat kendisi hazırlamış olur.)
Dedi ki: (158)
— (Subaylar, ahalinin en yüksek sınıflarından alınmalıdır. Prusya subaylar manzumesini kuran Büyük Frederik, bu manzumeyi o zamanın en kültürlü zadegân sınıfından seçmiştir.)
Dedi ki: (159)
— (Subayda yalnız tahsil cihetine değil, bilhassa terbiye ve ahlâk noktasına kıymet vermek lâzımdır. Bir subayın, hizmet ve gayesi uğrunda olanca şahsî menfaatini, kazancını daima fedaya hazır bulunması şarttır.)
Dedi ki: (160)
— (Subayın kalbi daima mânevî şevk ile dolu olmalıdır; başka türlü vazife yapamaz.)
Dedi ki: (161)
— (Esir daima korkaktır. Geçim ve maişet esareti ise en fecii… Subaydaki vekar ve nefs emniyetini ezer. Subay, paranın yetişemeyeceği yerde olmalıdır.)
Dedi ki: (162)
— (Askerin kudret ve liyâkati, kumandanların kudret ve liyakatine bağlıdır. Hangi orduda nizâm ve gayeye bağlılık varsa, orada iyi generaller var demektir. Nerede himaye, iltimas, hatır ve gönül işi, günlük politika, siyasî partilere temayül, samimiyetsizlik ve dalkavukluk varsa, orada baş, yani general yok, yetişmesi de pek zor…)
Dedi ki: (163)
— (Askerî mütefekkir Klâvzviç’in kalb kuvveti diye anlattığı subay hassası, vatan ve hamiyet duygusu, vicdân ve âlicenaplık seciyesi, ancak müşterek bir imânla elde edilir ve erden generale kadar, orduda kademe kademe yerleşir.)
Dedi ki: (164)
— (Fransız miralaylarından biri 1880’de neşredilen eserinde, derin tarihî incelemelere dayanarak, büyük kumandanların kalblerinde, yüce duygularla beraber aşağı insanlara mahsus merhametsizlik, güvensizlik, kıskançlık, tahakküm, hırs, nefs sevgisi, istikbâl kaygısı gibi kötü ahlâka da yer bulunduğunu ispat etmiştir. Binaenaleyh, hazarda onları yükseltirken kendilerini mânevî bir murakabe altında tutmak ve askerlik ilmi kadar bu noktalardan da muayeneye tâbi tutmak lâzımdır.)
Dedi ki: (165)
— (En basit bir teşkilât, fikirlerin oluşturduğu bir teşkilâta ihtiyaç duyar; ve bu fikirler, hiyerarşinin bütün katlarında herkese sadakatin nasıl belirtileceğini göstermelidir.)
Dedi ki: (166)
— (İnsana öyle geliyor ki, söz ve yazı hürriyetinin bulunmadığı ülkelerde bile, halkın sessiz memnunluğu veya kırgınlığı ve kızgınlığı yine de, sonunda, hadiselerin hangi yönde gelişeceklerini tayin eder. Belirtildiği üzere, son derece küçük ölçüde de olsa, her fert iktidar sahibidir. Büyük sayıda insan, bu güçlerini, bir ülkenin müesseselere dayanan iktidar cihazına karşı kullandıkları zaman, bu tür bir vakıanın sebep olduğu kolayca söylenemezse de, liderleri, sonunda iktidarı kaybederler.)
Dedi ki: (167)
— (Entellektüelleri önemli yapan gerçek şudur ki, pek çokları, entellektüellerin geçirdikleri eğitim ve dayandıkları temellerinden ötürü, onların görüşlerini benimserler. Her ülkede bir entellektüel topluluğu vardır; yüksek derecede gelişmiş ülkelerde, bu topluluk büyüktür ve daha da büyüyor.)
Dedi ki: (168)
— (Yeni olan herşey, zorlu ve acılı mücadelelerden geçilerek elde edilir.)
Dedi ki: (169)
— (Diğer milletlerin ve daha önceki kültürlerin de, bizim için yararlı olan her şeyini özümlemeliyiz. Ama bu yabancı malzemenin tek bir zerresini bile eleştiriden geçirmeden yutmamalı, onu yediğimiz yemeğe uyguladığımız işlemden geçirmeli; yani ilk önce çiğnemeli, sonra midemizin ve barsaklarımızın salgılarının işlemine terketmeli, sonra da sindirilecek besin ile dışarıya atılacak posayı birbirinden ayırmalıyız; beslenebilmek için böyle yapmak zorundayız.)
Dedi ki: (170)
— (Bozuk bir rejim, mutlaka yıkılmak üzere değildir; uzun zaman sürebilir. Hattâ daha ileriye gideceğim; bazı hâllerde, bozuk bir rejimin ortaya konan meselede en az kötü olan çözüm veya konjonktüre en iyi cevap olması mümkündür.)
Dedi ki: (171)
— (Özne ve maddî nesne arasındaki ilişki, hem özneyi hem de nesneyi; birinin diğerini özümlemesi ve nesnenin de özneye uygun hâle gelmesiyle değiştirir… Oysa, eğer özne ile nesne arasındaki ilişki her ikisini de değiştiriyorsa, fertler arasındaki her etkileşimin de bunları birbirlerine göre mutlaka değiştireceği kuşkusuzdur. O hâlde her içtimaî münasebet, yeni karakterler meydana getiren ve ferdi fikrî yapısında değiştiren bir bütünlük gösterecektir. İki fert arasındaki ilişkilerin hepsinin oluşturduğu bütünlüğe dek, bir süreklilik vardır; ve netice olarak, bu şekilde anlaşılan bütünlük, fertlerin toplamından oluşmayıp, fertlerin yapılarını bile değiştirebilen bir etkileşim sistemi şeklinde ortaya çıkar.
Dedi ki: (172)
— (Etkileşim sistemleri iki yaklaşımla çözümlenebilir: Ya etkileşimlerden hareket edilir ve bunların nasıl bir sistem oluşturacak şekilde birleştikleri incelenir, veya sistemin kendinden hareket edilir ve etkileşim ağının nasıl bir durum aldığı incelenir. Özel etkileşimlerin ancak, içerisinde meydana geldikleri sistem çerçevesinde anlaşılabileceğine inanıyoruz.)
Dedi ki: (173)
– (Aslında, teşkilât ve faaliyet kavranılan birbirinden ayrılamazlar. Çoğu zaman faaliyetler, teşkilâtların gayesi olarak kabul edilir.)
Dedi ki: (174)
— (Kahraman, kendi selâmetini düşünmemelidir bile; çünkü, kendi rızası ile ve bir alınyazısı olarak, hattâ lânetlenmeyi göze alarak, başkaları ve her şeyi belirtmek için kendisini vakfetmiştir.)
Kaynak
Salih Mirzabeyoğlu, MARİFETNAME -Süzgeç ve Şekil-, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2007, s. 249-285.
Yazdığınız yazıdaki bilgiler altın değerinde çok teşekkürler bi kenara not aldım.