EZOTERİZM
Ezoterizm, Grekçe “iç, içe âid” mânâsındaki “esoterikos” yahud “iç’e dair olan, gizli olan”a tekabül eden “eisotheo” kelimesinden gelir. Zıddı, egzoterizm’dir.
Ezoterizmin mânâ ve ondan mülhem tedaileri, birçok alâkalı-alâkasız kavramda olduğu gibi, etimolojisinden taşmış, başka bir hüviyet almıştır; etimolojik kökünden, orijinalitesinden kopmadan, “âidiyet”, “hâl ve bilgi”den öte, bir “sistem”i de ifâde eder kavram durumuna gelmiştir.
Ezoterizm, bizde “batınî”, “iç’e âid öğreti-doktrin” olarak ifâdesini bulan bir kavram. Oysa bu cümle bile, ilk verdiğimiz tanımlamadan farklıdır. Bu, kavramın yanlış kullanımından ziyade, zikredildiği kültür ve fikir coğrafyalarında yaşanan felsefî mayalanmanın tesiri ve bu tesirin, mezkûr kavramın ilk kullanıldığı günden bugüne kadarki ilerleyişi ile alâkalıdır.
Bugün artık; okült yapılanmalarda, masonik örgütlenmelerde, tarikatlarda, sadece üye yahud müridlere aktarılan “gizli ilim” olarak kullanılır olmuştur. Bu mânâda, sıradan şahısların, avamın ulaşamadığı, sadece belli bir yapının üyelerine “sözlü” olarak aktarılan bilgi-öğreti-doktrin demektir.
Misâl vermek gerekirse, “Kabala” ezoteriktir. Hakkında sayısız yazılı bilgi, belge, döküman olsa da; hakikatine dair, orijinaline âid ilimlerin aktarımı ancak “sözlü” olabilir; böylelikle üstad-çırak, mürşid-mürid nisbetinde devamlılık sağlanır. Sportif faaliyet gibi algılanan, şurada burada öğretilen günümüzdeki “Kabala” ile “herkese açıklanmamış” olan Kabala farklıdır. Yahud şöyle diyelim: Biri diğerinden bir kısımdır.
Ezoterizmin “iç”e dair ve “gizli” cihetini kendine nisbetle gösteren, “Altın Şafak Cemiyeti“ kurucusu S. L. MacGregor Mathers’ın şu ifâdeleri ne kadar manidar:
– «”Yazılmamış Kabala” asla yazıya dökülmeyen ve sözlü aktarılan belirli öğreti mânâsına gelir. Bu konuda söyleyeceğim şey bu kadardır, hattâ böyle bir aktarım alıp almadığımı dahi açıklamam. Rabbi Schimeon Ben Jochai’ye (İ.S. 1. yüzyıl) kadar, Kabala’nın hiç bir kısmı yazılmamıştı.» [1]
Yine Kabala misâlinden gidersek, Yeni Dönem Kabalası üzerine belki de en fazla söz hakkına sahib denilebilecek kişilerden, Golden Dawn -Altın Şafak- Hermetik Tarikatı’nın üç kurucusundan biri ve İngiliz GÜL-HAÇ CEMİYETİ’nin de başkanı Dr. William Wynn Westcott’un (1848–1925) dediği gibi: “Tanah tüm Yahudilerin, Talmud seçkinlerin, Kabala ise seçkinlerin içinden seçilmişlerin harcıdır.” Westcott, ayrıca, Kabala pratiklerinde en meşhur ve mükemmellerini uygulayanlardan birinin de -hepimizin yakından tanıdığı bir isim olan- Sabetay Sevi’ olduğunu söyler. Sevi’nin çıkardığı okült külliyatının yaşayan temsilcilerinin hâlâ varolduğundan bahseder ki, aslında üstü kapalı kendisini ve cemiyetini de kasteder. Genelde bunların çok geniş coğrafyalara dağılmış şahıslar olduğunu, inisiye (ezoterik ilmin esası inisiyasyondur. İnisiyasyon, bir ezoterik okült yapılanmaya giriş mânâsına gelir. Türkçesi: Kabul töreni, başlatma, başlama; öğretme, doğru yolu gösterme; kelimenin İngilizce orijinali “initiation“dur) grublarını bulmak ihtimâlinin tamamen imkânsız olmasa da çok zor olduğunu söyler. Orta Avrupa’da, özellikle Rusya’nın belirli bölgelerinde, Avusturya ve Polonya’da hâlen Kabalaya atfettikleri garib şeyler yapabilen ve “olağanüstü şeyler sergileyen Rabbinler” olarak bilinen Yahudiler vardır, der. Dediğimiz gibi, aslında bu işlerin merkezinde şahsı ve cemiyeti vardır…
Ezoterik öğretiler, metafizik öğretilerdir. Bununla birlikte, ezoteristler; pozitif ilimleri reddetmezler. Bilakis, ikisinin belli bir disiplinle karışımından oluşan sentez ve buna nisbetli sisteme âidiyetleri vardır. Ezoterik yapılanmalarda felsefe, edebiyat, hukuk dünyasından kişiler; asker, siyasetçi ve büyük ağırlıkla doktor, mühendis, fizikçi, matematikçi, kimyager vs. gibi pozitif ilimlerde sivrilmiş şahsiyetler lokomotif görevi görmüşlerdir ki, bu durum günümüzde de aynen devam eder. Metafizik kavramı da, Latince’ye Metaphysica olarak geçmiş ve buradan da bugünkü Batı dillerindeki yerini bulmuştur. Metafizik, tabiatın fizikî görüntüsünün ötesini, yâni sezgilerle anlaşılabilen bilgiyi kapsar.
Günümüz Batı Ezoterizmi’nin şekillenme devresi Rönesans ile başlar; mayalandığı devir ise, Aydınlanma Çağı dediğimiz 17. ve 18. yüzyıllardır. Pratikteki patlamasını da geçtiğimiz yüzyılda yapmıştır. Ezoterizm, bütün dinlerden ve mistik öğreti sistemlerinden, mitolojilerden birşeyler almıştır. Bütün dinler ve felsefî öğretiler pek tabiî olarak “iç”e dairdir.
Batı Ezoterizmi, bu mânâsıyla Hıristiyan ezoterizmi değildir. Ağırlıklı olarak Kabala’dan, Çin-Hind felsefelerinden, Hurufîlik gibi İslâm motifli düşünce sistemlerinden, şamanizmden, paganizmden, kadîm Mısır öğretilerinden çok şeyi muhteviyatına katmıştır. Meselâ; ezoterizm, okültizm, Kabala, kadîm öğretiler ve örgütlenmeler konusunda uzman İngiliz araştırmacı-yazar Nesta Helen Webster (1876-1960), “Avrupa’da ortaya çıkan gizli örgütler ve yıkıcı akımlar, Doğu’daki Rafizî İslâmcı gizli örgütler örnek alınarak kurulmuşlardır” der ki, mühim bir tesbittir. Ezoterizmin ve okültizmin bugünkü kıvama ulaşmasına beşiklik eden coğrafyanın inancı olarak Hıristiyanlık, (kelimenin etimolojisinden taşan mânâ ve tedailer sebebiyle) kavrama mesafeli olmuş ve üstü örtülü bir alâka kurmayı tercih etmiştir; ki resmî din kurumunun okültizme bakış ve nisbeti, kavramların tabiatına uyan ilişki karakteristiğini göstermesi bakımından da önemlidir. Tutucu Hıristiyanlıkta okült; kötülük, günah, sapkınlık, ruhunu şeytana satma gibi ürkütücü mânâlara karşılık gelir.
Günümüz kavramından çok farklı olmamakla beraber, “ezoterik” kelimesi antik çağlarda da kullanılmıştır. Bu kavrama ilk olarak, M.S. 2. yüzyılda Lukian von Samasota (İ.S. 120, Samsat doğumlu) tarafından yazılan ve Aristotales (İ.Ö. 384–322) felsefesinin ezoterik ve egzoterik olarak ele alındığı hiciv cihetli eserlerde rastlanılmıştır. Clemens von Alexandria da (İ.Ö. 215-150 arası Atina ve Kapadokya’da yaşamış) ilk olarak “gizli tutma” kavramını kullanmıştır. Çok benzer bir anlayışla Romalı Hippolytos (İ.Ö. 5. yüzyıl) ile Chalkis’li Lamblichus (İ.S. 245-325), Pisagor (İ.Ö. 570-495) öğrencilerinin arasında egzoterik (zahirî – herkesçe bilinmesinde mahzur görülmeyen) ile ezoterik (batınî – sadece seçilmişlerin bilmesi gereken) olanları birbirinden ayırarak, ezoterik olanların daha dar bir daire içinde eğitim aldıklarını belirtmiştir. Yine antik çağlarda kullanılan bir başka anlamı da, Platon (İ.Ö. 427-347) felsefesini ve mistiğini anlamaya yönelik olan iç’e âid bilgi olarak geçer.
Ezoterik kavramı, benzer yahud farklı anlamlarıyla, ilerleyen zamanlarda da yazarlar tarafından kullanılmaya devam etmiştir. Modern çağda ise; 19. yüzyılda Avrupa’da fikrî ve sosyal hengâmenin yaşandığı dönemde telaffuz edilmeye başlanmış ve ezoterizm bugünkü kıvamını bulmuştur. İlk kullanan inisiyatik bilgi tarihçisi Jacques Matter (1791-1864), bu kelimeyi 1828’de, batınî, ruha âid meseleleri izahta, Antik Çağ Gnostisizmi üzerine yazdığı eserinde kullanmış ve 30 yıl kadar sonra lûgatlara girebilecek yaygınlığaa erişmiştir.
Ezoterist, bir tanrının varlığına inanmaz değildir, lâkin onun din anlayışında bilinen ritüellere, kutsal şahıslara, emir ve yasaklara yer yoktur. Kâinatta varolan herşeyde tanrının bir cevherinin varolduğunu düşünür, ama bu “Yaratan Tanrı” inancından farklıdır, bu yönüyle semavî dinlerden ayrılır. Yalnız bu izâha bakarak, ezoterizmin tam mânâsıyla panteizm olduğunu söylemek de mümkün değildir. Belki en makûl ifâdesini Hind düşünce sistemlerinde bulur ki; tanrıdan bir parça olan ama onun kadar mükemmel olmayan insanın, yaşadığı “hayatlar” neticesinde tekâmül etmesi, tanrılaşmasına dayalı bir anlayış olduğu söylenebilir.
Esasında, bütün bu sıraladığımız tanımlama ve izâhatlar, ezoterizmi kısaca açıklamaya yetmez. Çünkü hem mezkûr kavram, hem de ona yakın yahud alâkalı olan ve kısaca “iç ve sır”a âidiyeti olan birçok kavram, mânâ olarak; kullanıldığı saha, gaye ve devire göre şu veya bu şekilde farklılıklar ihtivâ eder. Bunda bir başka etkili unsur, günümüz Batı Ezoterizmi’nin -bilinen mânâda- o coğrafya ve kültüre âid kâfi derecede saf bir orijinalitesinin olmaması; kadîm ve çok farklı topraklardan, kültürlerden muhteviyatına kattıklarıyla vücud ve hayat bulan bir “sistem”e dönüştürülmüş olmasıdır.
Ezoterizmin yavaş yavaş günümüz pratiğindeki ifâdesini bulduğu Aydınlanma Çağı Avrupası’nın büyük bölümünde, hâlâ Hristiyanlık öncesi Pagan inanışlar etkiliydi. Büyük ölçüde bu kadîm motiflerle bezeli Hıristiyan inanç sistemi, alt sınıflarda çok daha belirgindi. Toplumdaki “tabiî” pratik bu idi ama, daha sonra ezoterizmin sahibleri olan elitler, görünen Hıristiyanlığın yanında, ona nakşedilmiş -alt tabakadaki- bu Pagan motifleri de ustaca sahibleneceklerdi. Dönemin fikir ve ilim erbabı seçkinleri; Avrupalıyı kilisenin bağnaz boyunduruğundan hür düşünceye yükseltmek gibi müsbet bir netice vaad ederken, pratikte, “deist” bir din anlayışını “kullanışlı” olarak sunuyordu. Bunda; dış dünyadan esrarlı, ezoterik düşüncelerin ithalinin de çok büyük payı vardı. Deist; Yaratıcı’nın varlığına inanan ancak belli bir din ve onun olmazsa olmazları diye ifâdesini bulan kutsal kişi ve kavramları kabul etmeyen. Buna nisbetle deist anlayış, Yaratıcı’nın varlığının kabulü dışında, Ateizm’e yakındır. Bu dönemde demlenen bu fikirler bilinen mânâda “bugünkü” Hümanizm’in de kaynağı olmuştur.
Bu dönem seçkinleri arasında kadîm Mısır ve Kabala bilgileri, eski Yunan inanç sistemleri, İslâm topraklarından Bektaşî-Hurufî felsefeleri ve bunlarla alâkalı sohbetler, ritüeller moda hâline geliyor, seçkin olmanın nişânesi gibi görülüyordu. Balkanlar’da bugüne kadar varlığını devam ettiren Bektaşî etiketli Hıristiyanlar, günümüz Avusturya’sına tekabül eden topraklarda Yahudi mistisizmi ile fevkalâdelikler sergileyen tarikatlar, güney ve güneybatı Avrupa’da Kabalist Hıristiyanlar gibi tuhaflıklar, nerdeyse sıradanlaşmıştı.
Entellektüeller ve pozitif bilimlerle uğraşanlar, kendilerini Yahudi kökenli göstermenin havasına kapılmışlardı. Ortalık manyetizma ve biyomanyetizma ile uğraşan doktorlarla doluydu. Yeni doğan bilimlerle “akışkan” dünya arasında, bedenler üzerinde uzaktan etkide bulunarak, bir tür modern büyü uygulayarak aracılık etme tecrübeleri itibar görmeye başlamıştı. Bir yanda “semâ”yı yeniden keşfeden anti-modernist blok, diğer yanda ise “içtimaî uyanış” kavramını dillerine dolayan modernizm yandaşları vardı ki, kökleri Rönesans’ta ortaya çıkmış olan ve insanla kâinat arasındaki ilişkiler üzerine kurulu felsefî yaklaşımlara dayanıyordu. Çatışma gibi görünen bu panorama aslında bugüne kadar uzanacak, Batı’nın sosyolojik ve felsefî temel taşları; Batı toplumunun fikir ve alışkanlıklarının bir bakıma DNA’sı olacaktı. Bu köklerden çok değişik mahsuller yeşerecek; zamanı gelince “sosyalizm” de, “nasyonalizm” de buradan filiz verecekti.
Aydınlanma Çağı Avrupası’nda ezoterizm, hem Yaratıcı boyunduruğuna, dine karşı rasyonalist, pozitivist seçkinlerin sarıldığı; hem de onlar tarafından kadîm ilimler, büyü, manyetizma gibi “ilkel” ritüellerle yoğrulmuş, yine kendi elitistlerinin tekelinde, dünya siyasetine ve topluma yön vermede metod olacak bir örgütlenme karakteristiği oldu. Ezoterizm kavram olarak ilk ortaya atıldığı günden günümüze dek, pozitif ilimlerde meşhur olmuş, tarihe geçmiş şahsiyetler, kahhar ekseriyetle ezoterist-okültistlerin içinden çıkmış, en azından bu cins örgütlenmelerle tesadüfî olmayan bir şekilde bağlantılı olmuşlardır.
Dinlerin de ezoterik (batın) ve egzoterik (zahir) yanları olmakla birlikte; ezoterizm sadece dinlerin “ezoterik yanı” demek değildir. Kutsallık, sadece dine has bir mefhum değildir. “Kutsallık“ birçok dindışı öğreti, doktrin ve sistemde de var olabilir ki, ezoterizm bu dindışı öğretilerden de çok şey alır, almıştır.
Ezoterizm ve onunla alâkalı konulara girildiğinde; Hermetizm, Maji, Mistisizm, Okültizm, Tasavvuf, Ebced, Cifir, Kabala, Hind-Çin düşünce sistemleri, Metafizik, Büyü, Sihir, Simya, Parapsikoloji, Hipnoz, Astroloji vs. gibi yüzbinlerce cildlik esere konu olmuş meselelerle karşılaşırız ki, meseleye dahil bu konu başlıkları da başlıbaşına ilimdirler.
Birbiri ardına sıraladığımız ve sıralamaya devam edeceğimiz bu ve alâkalı kavramlar umumiyetle karıştırılmaktadır, şuurlu yahud şuursuzca. Bu geçmişte veya günümüzdeki ciddi ilmî literatürlerde dahi olmuştur, hâlen olmaktadır. Bazen bir kavramın diğerinin yerine kullanıldığı da görülür.
OKÜLTİZM
Ezoterizmi izah ederken okültizmden bahsettik ki; Latince “occultus“dan gelir, “saklı” demektir, günümüzdeki umumi mânâsı da “gizlibilim, gizlicilik”tir. Okült olarak isimlendirilen şey, bir faaliyettir yahud bir faaliyetin, hareketin, hattâ düşüncenin sebebidir. Ezoterik olabilir, ama olmayabilir de. Lâkin, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, herkese açık değildir. Okült’ün içinde, duyularımızla idrak edebildiğimiz neticeleri öngören konular olabileceği gibi; tesir ve tatbik alanı, tabiat-üstü diye tâbir edilen meselelere kadar uzayıp giden bir çerçeve çizer. “The New World Order“ın yazarı Evanjelik papaz Pat Robertson, günümüzde 700 civarında “tehlikeli” addedilebilecek okült grubun varlığından bahseder.
GNOSTİSİZM VE GÜL-HAÇ CEMİYETİ
Gnostisizm -Bilinircilik-, Yunanca “gnostikos – bilgiye sahib insan” kelimesinden mülhem; ilahî, mutlak bilgiye bir ânlık aydınlanma-sezgiyle ulaşılabileceğini ileri süren bir anlayıştır. Daha sonra, İlk Çağ Yunan felsefesi ile Hıristiyan dininin kimi görüşlerini kaynaştırmaya çalışan felsefeciler tarafından M.S. 1. ve 2. yüzyılda ortaya atılmış ve disipline edilmiştir. Buna nisbetle, Hristiyanlıkta heretik (sapkın) bir akım olarak anılır. Gnostisizm’i eski Yahudi, Fars, Yunan yahud kadîm Mısır ve Babil’e dayandıranlar da olmuştur. Bu öğreti, ışık-karanlık; iyilik-kötülük; güzel-çirkin arasında bir dualizmi; maddî âlemin ve vücudun kötülüğü düşüncesini; ruhun ilahî âleme âid olduğunu, süflî yeryüzünde beden içerisinde mahpus olduğunu ve bundan kurtulması için de dünyevî olan herşeyden uzaklaşmak ve bu şekilde Gnosis’e (Tasavvuf’taki “marifet”e benzer, spiritüel hakikat mânâsında) ulaşmasını öngörür.
Zıddı, eski Yunanca Agnostos (bilinmez olan) kelimesinden gelen Agnostisizm’dir. Dinî tanım olarak “Tanrı”nın bilinmezliğinden ziyade; insanın bilme kabiliyetinin, görülebilenin ardındaki hakikati yakalayamayacağını savunur. Agnostisizm, tüm dinleri ve onların “Tanrı” anlayışını reddeder, onların “sundukları” Yaratıcı dışında; tabiata müdahalede bulunmayan bir Tanrı’nın olup olmayacağının bilinemeyeceğini öngörür
Günümüz Gül-Haç’çılarına göre, Modern Gnostizm’in oluşumu, 400 yıl kadar önce, Johannes Valentinus Andreae (1586-1654) tarafından Christian Rosenkruz üzerine yazdıkları ile başlar. Andrea, din felsefesi üzerine eğitim görmüş, yaptığı araştırmalarla kendini geliştirmiş bir teolog olarak, Luther’ci tutumuyla bilinir. (Kimileri de bu Gül-Haç öğretilerinin kaynağını, 1541’de ölen İsviçreli Simyager Paracellus’a dayandırır.)
Gizli okült örgütlenmeler arasında belki de en esrarlılarından olan GÜL-HAÇ’ın kuruluş hikâyesini anlatan “Fama Farternitatis” –KARDEŞLİK TÖRESİ- kitabı, “Gül-Haç” adını açık ve kesin bir biçimde dile getiren ilk belgedir. Yazarı belli olmamasına rağmen, herkes J. Valentinus Andreae üzerinde görüş birliği içindedir. Almanca el yazması nüsha 1610 yılında çıkmış ve sonradan birkaç dile çevrilerek basılmıştır. “Fama“nın ilk basımı 1614 yılında Almanya’da Kassel kentinde yapılmıştır. Aynı yıl yine Almanca olarak Fransa-STRASBOURG’da piyasaya çıktı. Orijinal ismi oldukça uzundu ve “AVRUPA’NIN TÜM BİLGİNLERİ VE İLERİ GELENLERİ İÇİN YAZILMIŞ, ÖVGÜYE DEĞER ROZKRUA TARİKATI’NIN KARDEŞLİK TÖRESİ İLE BÜTÜN DÜNYANIN ÂLEMŞÜMUL VE GENEL REFORMASYONU” mânâsında idi. Daha sonra kısaca, Fama Fraternitatis -KARDEŞLİK TÖRESİ- olarak tanınır oldu.
Christian Rosenkreuz, bu cemiyetin kurucusu olduğu söylenen, sembolik bir kişiliktir. 1378’de doğup 106 yaşında (kimilerine göre 150 yaşında) öldüğü söylenir. Rosenkreuz, önce Kıbrıs’a gitmiş; oradan geçtiği Kudüs, Şam, Filistin civarındaki Arab bilgelerden matematik, fizik, simya başta olmak üzere ilimler öğrenmiş; daha sonra Mısır’da kadîm Hermetik ilimler tedris etmiş; Mağrib’de Kabala öğrenip İspanya’ya geçmiş; öğrendiği bilgi ve görüşlerini insanlara anlatmış, Doğu’da öğrendiği metodlarla hastaları iyileştirmeye başlamıştır ki, bundan sonra Engizisyon’un hışmına uğrar ve akabinde Almanya’ya kaçar ve bu ilimleri sadece üç (yahud dört) genç keşişe öğretir.
Daha sonra Rosenkreuz’un liderliğinde kurulan cemiyet, kendisi dışında sekiz kişiden müteşekkil olup bu sayı ile sınırlandırılır. Üyeler, birbirlerini “kardeş” olarak bilecek; toplumdaki sıradan insanlardan farklı bir görüntü arzetmemeye dikkat edecek; hayatlarını, tabiatı incelemeye, insanların sağlığını ve ömürlerini uzatmaya adayacak; her üye, öldüğünde yerine geçmesini istediği kişiyi önceden belirleyip, diğer üyelere bildirmek zorunda olacaktır.
Gül-Haç’çılar, kendilerine hizmet etmesi için “cinler”i de kullanıyor; onları yüzüklere, aynalara yahud taşların içine hapsedebiliyor; lüzum olduğunda yardımlarına başvurmak için serbest bırakabiliyordu.
MAJİ VE ELIPHAS LEVI
Aleister Crowley’in (1875-1947) de hayranı olduğu Alphonse Louis Constant (1810-1875) yahud Eliphas Levi (esasen Yahudi değildi ama günün modasına o da uymuştu), “Maji“ denince bugün ilk akla gelen isimlerden olup, Dogme Et Rituel De La Haute Magie’sinde şöyle der:
– «Modern zamanların en büyük Katolik dehası olan Kont Joseph de Maistre, Newton’un bizi Pythagoras‘a geri götüreceğini; bilimle iman arasındaki benzerliğin, ikisini ister istemez birbirine yaklaştıracağını, bu büyük meseleyi çok daha önceden görmüştü.»
Levi, Helena Blavatsky (1831-1891), Aleister Crowley (1875-1947) ve Albert Pike (1809-1891) gibi çok mühim isimlere tesir etmiş olmanın yanında, Tarot’un ön plâna çıkarılmasındaki rolü ve modern cinciliğin temellerini atan kişi olmasıyla da tanınır ve aynı zamanda Aleister Crowley’in, “reenkarnasyonuyum!” demekle övündüğü kişi olarak bilinir.
Maji’nin bizde tam karşılığını bulan kelime yoksa da; “büyü”, “cincilik”, “sihir” mânâsında kullanılır olmuştur. Magic-Magician: Büyü, büyülü, büyücü… Maji için, birçok kişi birbirinden değişik tanımlamalar getirmiştir. Eliphas Levi’nin izâhı şöyledir:
– «Maji, tek bir bilim altında, felsefede en kesin ve dinde en mutlak ve yanılmaz şeyleri birleştirir. İlk bakışta birbirine tamamen zıd gözüken inanç ve mantığı, bilim ve imanı, otorite ve hürriyeti mükemmel bir uyum ve âhenkle bağdaştırır.»
Maji, konumuzla alâkalı ezoterik kavramlar içinde, etimolojik kökeni belki en zengin ve derin olan kavramdır. Tarihçesi çok eskidir. Zerdüşt din adamlarına “Maji” denirdi. Bunlar, din bilgileri dışında, astronomi, şifacılık, gizli ilimlerde de ehil idiler. Esasında Magiler’e Zerdüştlükten önce de rastlanır; farklı coğrafya ve kültürlerde aşağı yukarı aynı statüdeki toplum katmanlarını işaret eder. Keldanîlerde, Sabîlerde, kadîm Yunan ve Hindistan’da izleri vardır. Kelime, Hind-Avrupa dillerinde “ulu”, “yüce” mânâlarına denk düşer. Sanskritçe’de “Maha”dır. Misâl: Mahatma (maha=yüce, atma=ruh), Maharaja (maha=yüce, raja=kral) gibi… Avrupa dillerinde de; “ma”, “maj” yahud “mag” kökünden; majesty, magnet, maximum, major, magister, master gibi azamet, asalet ve mükemmeliyet mânâlarına nisbeti olan kelimeler türer.
Dion Fortune (1891-1946) Maji’yi kısaca, “BATI YOGASI” olarak tanımlarken; ezoterik ve okültist dünyanın galiba en ünlü ve karizmatik şahsiyeti Crowley, “irade doğrultusunda, farklılık üretmenin sanatı ve bilimidir” der.
Hz. Süleyman’a atfedilen Lemegeton büyü kitabının Goetia kısmında; “Maji, en yüce, en mutlak ve en ilahî tabiat felsefesinin bilgisidir” diye yazar.
Meselenin içinden birçok şahsiyet; “bilim ve dinin birleştiği” bir felsefeye işaret ettiği yönünde izâhatlar getirmişlerdir maji için. Philip Emmons Isaac Bonewits (1949-2010) ise, “dinin özüdür” der.
Ve bize hiç de yabancı gelmeyecek bir sahne: Ortaçağ Avrupası’nın majisyenleri, cinlerle ilişkiye geçmeden ve onları çağırmadan önce, bir daire çizer ve o daire içinde bunu yaparlardı.
EZOTERİZM MAHSÛLÜ NAZİZM
20. yüzyıl; ezoterizmin, okültizmin, mistisizmin pratikte patlama yaptığı bir dönemdir, dedik. Teorik altyapısını Rönesans’tan ve daha bir kıvam bulmuş olarak Aydınlanma Çağı Avrupası’ndan alan ezoterizmin, Nazi Almanyası üzerindeki tesirine bakalım kısaca.
Yüzbinlerce kitabın yakıldığı, bilim adamlarıyla entellektüellerin katledildiği Nazi Almanyası’nı “doktrin” olarak en temelden etkileyen öğretiler, Pan-German ve Neo-Pagan motifler taşıyordu. Gerek yakın coğrafyadaki İspanya ve İtalya pratikleri ve gerekse Güney Amerika misâlleri, siyasî terminolojide yine “faşizm” olarak nitelendirilseler bile, kaynakları Nazizm’den farklıdır. Nazizm; Katolik Hıristiyanlık’tan çok uzak, hattâ ona düşmandır. Ve eğer bugün Nazizm’e bu mânâda yakın doktrinlerle sarmalanmış misâller aranırsa; ABD, İngiltere ve İsrail gibi ülkelere bakmak lazım gelir. Çelişki gibi görünse de, bu misâllere bakıldığında, (Germanizm bir tarafa), Pagan anlayış ve Kabala menşeli mistisizmle harmanlanmış, ezoterizm ve okültizm ruhunun vücud bulduğu “Judaik-Evangelizm” realitesine varılır. Bugün zihin kontrolü de dahil olmak üzere (savaş sonrası birçok bilim adamının Almanya’dan ABD’ye götürülmesi hâdisesi mühim bir misâldir), ABD ve yandaşı ülkelerdeki pozitif bilimlerle destekli mistik-ezoterik ve okültist yapılanmaların gelişmesinde ve bugünkü noktaya ulaştmasında doğrudan doğruya Nazi Almanyası pratiğinin etkisi vardır. Buradan varılabilecek çok mühim bir netice de; günümüz dünyasında, entipüften olmayan Ezoterik-Okültist örgütlenmelerin “Devlet”ten müstakil olmadıkları realitesidir.
Esasında, “insanlık tarihinde tüm ezoterik faaliyetlerin altında politik gaye yatar” aforizması, fazla iddialı görünse de, o kadar da yanlış değildir. Ezoterik yapılanmalarda, kadîm bilgiler o grub veya tarikat içinde yukarıdan aşağıya aktarılır. Bu yapı haricindekiler ise herşeyden bîhaberdir. Bir diğer ifâdeyle, şekil verilenler, popüler tâbirle “dizayn edilen”ler, dışarıdaki büyük ekseriyet, avam, kısacası toplumdur.
Nazi Almanyası’nın temelinde Pagan ve Almancı eğilimin varlığından bahsettik. Peki, bunların içini dolduran “düşünce” veya “dünya görüşü” ne idi?
Bu noktada karşımıza birkaç teori ve isim çıksa da, en kaydadeğer olanı Avusturyalı telepat ve kozmolog Hanns Hoerbiger (1860-1931) ve onun teorisidir. Avusturyalı Hoerbiger’in teorileri Hitler tarafından beğenilmiş ve Nazi Almanyası’nın resmi dünya görüşü olarak kabul görmüştür diyebiliriz. Her çeşit ilmî kavrama zıd bu teori; kâinatın bütün geçmişini, güneş sisteminin oluşumunu ve gelecekte olacak değişimleri, eski kehânetlere, mitoslara ve efsânelere dayanarak açıklamakta ve “tarihte çok büyük medeniyetlerin ve yarı-tanrı insanların var olduğunu” ve bir gün bizim de onlara dönüşeceğimizi ileri sürmekteydi. İki oğlu olan Hoerbirger, birinin ismini Attila koyacak kadar eski Pagan köklerden ilhâm alıyordu.
Hanns Hoerbiger, bir süre sonra, menfî kehânetlerinden ve uyumsuzluğundan ötürü, Hitler’in emriyle öldürülecektir.
Hitler de Hoerbiger gibi Avusturya kökenlidir ama tatmin edici “nüfus bilgileri” yoktur. Hitler’in doğduğu Avusturya-Bavyera sınırındaki Braunau-amm-Inn şehri, birçok sâkininin medyum olduğu bir “medyumlar şehri”dir. Hitler de incelendiğinde, medyum ve büyücülerle dolu bir soy ve o soyun Yahudi köklere uzandığı kuşkularıyla dolu bir şahsiyet açığa çıkar. Tarihte, kendileriyle ilgili sayısız belge-doküman veya fotoğraf bulunmasına, aynı şekilde haklarında cildlerce eser yazılmış olmasına rağmen “nüfus bilgileri” açık olmayan böyle “sembol şahıslar” az da olsa vardır. Bunların ortak noktaları ise ezoterist-okültist olmalarıdır.
Hitler’i belki en çok etkileyen iki isimden biri Diettrich Eckart (1868-1923), diğeri de Karl Haushofer’dir (1869-1946). Eckart, Hitler’in baba gibi sevdiği ve “Kavgam”ı ithaf ettiği kişidir. Her ikisi de ezoterist-okültist olup, o dönem bu ikili Thule Cemiyeti’nde etkilidirler. Cemiyetin başkanı ise Baron Rudolf von Sebottendorf’tur (1875-1945?). Zaten Hitler’i Thule’ye üye yapan ve bu vesileyle tarihe hediye eden kişi de, işte bu Von Sebottendorf’tur.
Bir iddiaya göre, savaş sonrası İstanbul’da intihar ettiği; bir diğer iddiaya göre ise, çok daha önce Hitler’in emriyle öldürüldüğü söylense de; araştırmacı-yazar Aytunç Altındal, Von Sebottendorf‘un çok daha uzun yaşadığını “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında delilleriyle ortaya çıkarır. Bu eserinde onun için, “en azından, 1957’ye kadar sapasağlam ve oldukça varlıklı bir şekilde yaşamıştı” der. [2]
Baron Sebottendorf’un bizleri ilgilendiren bir başka özelliği de, 1904’te, yâni Thule’yi kurmadan 7 yıl kadar önce Osmanlı vatandaşı olması, uzun süre Batınîlik araştırmaları için Osmanlı topraklarında bulunması ve resmî Alman belgelerinde isminin “BEKTAŞİ BABASI” olarak da geçmesidir.
Eckart ve Baron Sebottendorf vesilesi ile Hitler’e takdim edilen iki isim daha var: Bunlardan biri, “Satanizm’in Babası” olarak da tanınan ve oğluna “Atatürk” ismini verecek ve ona ithafen şiirler yazacak kadar hayranlık duyması ile dikkati çeken Aleister Crowley; diğeri ise, Kars doğumlu, öğretilerinde Mevlevî motifleri de işleyen George İvanovich Gurdjieff’dir. Her ikisi de dönemin etkili siyasetçilerine yakın olmuşlar ve onlara derinden tesir etmişlerdir. Gürdjieff, bir süre İstanbul Galata’da yaşamış, Mevlevihane’nin postnişini ile de yakın dostluk kurmuştur.
ALEISTER CROWLEY VE İKİNCİ ATATÜRK
Aleister Crowley, Modern Satanizm’in babası olarak tanınan, dünyanın en meşhur okültistlerinden. Masonluğun Skoç Riti’nde 33. Derece Büyük Üstad, yazar, şair, majisyen, kabbalist, falcı, katil, homoseksüel, uyuşturucu düşkünü, MI-6 casusu, satranç ustası, dağcı, ressam, astrolog ve daha birçok etiketin ve sırlarla dolu bir hayatın sahibi. “Dünyanın En Kötü Şöhrete Sahib Adamı” olarak da anılıyor. Sadece Satanizm’in değil; ABD eski başkanı George Bush‘un annesi Barbara Bush‘un da babası olduğu iddiası yıllardır Amerika’nın gündeminde.
Crowley’in 150 genç erkeği Satanist ritüellerde öldürdüğü söylenir ki, 1934’teki bir mahkemesinde hâkim Swift’in jüriye Crowley hakkında yaptığı konuşmada geçen ifâdeler, onu daha iyi tanımamıza vesile olacaktır:
– «Kırk yılı aşkın bir süredir şu veya bu yetki ile yasaların tatbiki ile uğraşmaktayım. Şu âna kadar akla gelebilecek her türlü sapıklığı bildiğimi düşünmekteydim. Düşünmekteydim ki, habis ve kötü olan herşey şu veya bu zamanda benden önce üretilmiştir. Bu davada şunu öğrendim ki, bizler eğer yeterince uzun yaşarsak, yeni birşeyler daha öğrenebilmekteyiz. Şimdiye kadar kendisini yaşayan en büyük şair olarak tarif eden bu adamın işledikleri kadar sinsi, korkunç, kâfirce ve mide bulandırıcı şeyler duymadım…»
Birçok gizli okültist tarikata üyelik, başkanlık, kuruculuk yapmış biri olan Crowley‘in bir başka ilginç yönü de Atatürk’le olan alâkası ki, ona ithafen yazdığı şiiri ile de “merak”ımızı celbediyor.
Kendisinin yayınladığı “Orflame” isimli dergide, Atatürk’e ithaf ettiği şiiri “GONE ARE THE GHOSTS AND GODS”u (Giden Hayâletler ve Tanrılar) muhatablarına şöyle takdim eder:
“To the memory of Mustapha Kemal Pasha Ataturk:
For my old friend and pupil, major-general John Charles Frederick Fuller
And my son Aleister Ataturk.”
Yâni, “M. Kemal Atatürk’ün hatırasına, eski dostum ve öğrencim (gözbebeğim) J.C.F. Fuller’e ve oğlum Aleister Ataturk’e.”
Dünyadaki bu “ikinci Atatürk”, babasının ölümünden sonra Kanada’ya yerleşti ve 90’lı yıllarda bir trafik kazasında öldü.
“İkinci Atatürk”ün iki oğlu oldu. İkisinin de isim ve soyisimleri “Türk”! Aynı zamanda ABD pasaportları var. Aile, hem Türkiye’de hem de New York’da ikamet ediyor ve Türk dış ticaret, tekstil ve medya sahalarında oldukça etkili. Ayrıca, Bush ailesi ile de hâlâ yakın ilişkileri var.
Crowley‘in 2004 senesinde Türkçeye çevrilmiş bulunan “AY ÇOCUĞU” kitabının kapağında “İkinci Atatürk”le alâkalı olarak mütercimin bir notunun yeraldığını ayrıca ilâve edelim. Crowley, bu kitabında hayâlî (!) Türk karakterlere de yer verir.
Crowley, hermetizm ve kadîm Mısır öğretilerinden, Tibet düşünce geleneğine, Çin, Şaman, Babil ve Bektaşî mistisizmine kadar tüm bu ezoterik fikir sistemlerine alâka duymuş, bunları kendi coğrafyalarından, yerinden tedris ve tetkik etmiş, yıllarını bu uğurda harcamıştır.
1875’te doğan Crowley, Altunî Kızıllık yahud “Kızıl Şafak” olarak bilinen Golden Dawn ve (sonraları araları bozulacak olan kurucu Kızıl Şafak başkanlarından Mathers‘ın bir yazısına göre) GÜL-HAÇ TARİKATI’nın başkanlığını yapmıştır. Fulham Road Tapınağı’nın ve Thelema dininin kurucusudur ki, günümüz Satanizm’ine ilhâm kaynağı olan bu din, öğretilerini ilk kez Mısır’a gittiğinde tesirine girdiği Ayvaz (Aiwass) isimli bir ifritten alır. Gümüş Yıldızı (A.A.) tarikatını kuran da odur. Yine başkanı olduğu ve Alman köklere sahib O.T.O.’nun (Ordo Templi Orientis – Doğu Tapınakçılar Cemiyeti) “cinsî maji” öğretilerini ve ritlerini açığa vurmuş biri olarak, ezoterist dostlarından dahi tepki görecektir. Bu ritler arasında “karşılıklı oral seks” de vardı ve Gül-Haç’da da uygulanıyordu. Tüm bunları ayrıntılarıyla ifşa eden kendisi olmuştur. Yine ona âid “Yasa Kitabı”nda, kutsal bilinen herşeye, inanç sistemlerine, dinlere küfürlerden geçilmez. Crowley, hayat felsefesini kısaca şu sözlerle ifâde eder:
– «Ben, kutsal şeylere küfretmeyi, cinayeti, tecavüzü, devrimi istiyorum! İyi veya kötü farketmez, yeter ki güçlü olsun!»
Crowley, satanist veya satanist eğilimli birçok rock müzik starının albümlerine ve şarkılarına konu edilmiştir: Beatles, “Sergeant Pepper” albüm kapağına onun fotoğrafını koymuş; David Bowie, “Quicksland” isimli parçasında onun ismini defalarca yâdetmiş; sahnede canlı yarasa yemesiyle tanınan Ozzy Osbourne onun için “Mr. Crowley” şarkısınıı yapmıştır. Genesis grubu ve Phil Collins; yine Led Zeppelin gitaristi James Patrick “Jimmy” Page de Crowley tutkunlarından ve albümlerinde Crowley’e yer veren meşhurlardan. Page, Crowley’in bir zamanlar oturduğu şatoyu almasıyla ve ona âid birçok eşyanın koleksiyoncusu olmakla da tanınır.
Aleister Crowley, insanların spiritüel tecrübelerini araştırmakta bilim metodunu kullanmak lüzumunu savunmuştur. Yayınladığı “The Equinox” dergisinin sloganı “Bilimin Metodu, Dinin Hedefi” (The Method of Science, the Aim of Religion) idi. Bununla mistik tecrübelerin önemine işaret etmiş, ancak bunu yaparken altta yatan “dinî” veya “nörolojik” anlama ulaşmak için iyi incelenmesi ve kritik edilmesinin lüzumunu vurgulamıştır.
Bu yönüyle Crowley kendisinden sonra gelen ve uyuşturucularla “bilim” metodunu kullanarak tecrübeler yapan Dr.Timothy Francis Leary (1920-1996) gibi araştırmacı psikologlara de bir bakıma rehberlik etmiştir. Dr. Leary de tekin biri değildi. Gayri kanunî olarak, bilhassa LSD merkezli uyuşturucuların hapishânedeki mahkûmlar üzerinde denenmesi ve neticeleri üzerinde çalışmış biriydi. Bunun sonucunda hapis de yattı. Başkan Richard Nixon, Leary için, ”o bir hain ve Amerika’nın en tehlikeli adamı!” diyecekti. Dr. Leary, o dönem yükselen “hippi” akımına damgasını vurmuştur. Toplumu zihnen yönlendirme bahsi açısından ve okültizmin meseleye nisbeti bakımından mühim bir bilgi.
O dönem Sicilya, Crowley’in kurucusu olduğu ve bir din olarak da addedilen Thelema’nın merkezi idi. Buradaki, ürkütücü mimarisiyle filmlere konu olmuş, Pagan freskleriyle ve Satanist âyinlerle meşhur tapınak, eski şaşaasından uzak da olsa hâlâ ayaktadır.
1940’da, kendisi de yüksek dereceden mason olan Winston Churchill, Britanya’nın Hitler‘in “maji”si Nazi selâmının kurbanı olacağı korkusuyla, Satanist Crowley‘den yardım ister ve meşhur “V” işareti böylelikle tarih sahnesindeki yerini alır. Ona göre mânâsı, “bütün cinler ve ifritler yeryüzüne insin, yardımcımız olsunlar!”dır. Crowley, buna rağmen Almanlara da yakındı ve onlar hesabına da çalışıyor olabileceği kuşkusu hep üzerinde kaldı.
KABALA VE GOLDEN DAWN (ALTIN ŞAFAK)
Golden Dawn (Altın Şafak Hermetik Cemiyeti), 1887 yılında Dr. William Wynn Wescott, Dr. William Woodman ve Samuel Liddell Mathers tarafından kuruldu. GÜL-HAÇ geleneğinin takibçisi bir örgüttü bu. GÜL-HAÇ’dan ilhâmla kurulan bir başka cemiyet de “Asya Kardeşleri”dir. Sabetay Sevi Kabalası’ndan etkilenerek kurulan cemiyet, Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa şehirleri ile birlikte İzmir ve İsfahan’da da faaliyet gösteriyordu. “Asya Kardeşleri”, Altın Şafak Cemiyeti’nin köklerinden biridir. Altın Şafak, Altın Gül-Haç’tan da ritüel yakınlık taşır, dolayısıyla “aktarım” almıştır.
1. W. Wescott, çok faal ve kariyeri olan bir şahsiyetti. İngiliz Gül-Haç Cemiyeti’nin başkanı ve bir mason locasının da üstadıydı. Ezoterik sahada kitablar yazmış ve birçok orijinal Kabala ve Hermetik eserin tercümesini yapmıştır. En mühimi, İbraniceden İngilizceye çevirdiği ve Hz. İbrahim’in yazdığına inandıkları “Sepher Yetzirah“dır (Oluşum Kitabı – Elli Zihin Kapısı ve Otuz İki Hikmet Yolu).
Bir çarpıcı not: W. W. Wescott, imza olarak isminin başharfleri olan üç “W“yi kullanırdı ki; “bilmek” ve “bilinenin sahibi” anlamı çerçevesinde, günümüzde “www” şeklinde internetin anahtarı olarak seçilmiştir diyenler de vardır.
Cemiyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra ölen Woodman’ın dışında bir diğer kurucu olan S. L. Mathers da, Wescott gibi bu sahada çok verimli olmuş, birçok eser ortaya çıkarmış, tercümeler yapmıştır. En çarpıcı olan tercümesi The Qabbalah Unveiled’dir (Örtüsüz Kabala).
Mathers da Sabetay Sevi ekolündendi ve dolayısıyla Asya Kardeşleri Cemiyeti’nden (Asiatic Brethren) etkilenmiştir.
Mathers’ın Örtüsüz Kabala’sına geçmeden önce, W. W. Wescott’un tercümesi olan ve Hz. İbrahim’in yazdığı öne sürülen”Sepher Yetzirah“tan söz edelim:
Wescott mezkûr metinden bahsederken, onun “Yaradılış” konusunda çok ilginç bir felsefesi olduğundan bahisle; kâinat, insan, güneş sistemi ve İbranice’deki 22 harf arasındaki ilişkiden; Kabala için de, eski çağların ilmi olmasına rağmen tam olarak nerede ve nasıl başladığının bilinemediğinden ancak M.Ö. 515 yılı hahamlarına âid kesin delillerin varlığından söz eder. Yine Zohar için de, “ZHR” veya “Zuhr” olarak yazılan kitabın Zohar yahud Sohar olarak, Yaratıcı, Melekler, Ruhlar ve Kâinat’ı ihtivâ eden birçok değişik metnin derlenmesinden oluştuğunu; Eski İbranî Ahid’inin, kavmin tüm çilelerine rağmen korunduğunu, ancak kaçınılmaz olarak birkaç değişiklik olmuş olabileceğini; hahamlar silsilesi ile aktarılan ama Eski Ahid’e konmayan ezoterik öğretilerin de bu sözlü aktarımlar yaşanırken değişime uğramış olmasının tabiî olduğunu ve Kabala’nın temeli olan on sayı ve yirmi iki harf yoluyla ruhî bilgeliğin elde edildiğini söyler. Yine, bu yoldan kehânete giden, geleceği öğrenmeye çalışan bir çeşit ebced ilminden bahseder. Buradan “Tetragram” yahud Tetragrammaton’a temas eder, yâni Yaratıcı’nın isminin dört harfle nasıl söylenebileceği mevzuunun kapısını aralar.
MATHERS VE “ÖRTÜSÜZ” KABALA
Samuel Liddell Mathers ise Kabala’yı izah ederken şunları söyler:
– «Kabala, Tanrı tarafından cennette seçkin bir melek grubuna öğretilmişti. Âdem ve Havva’nın Cennetten kovulmasından sonra, insanların tekrar aslî asalet ve mutluluklarına kavuşmaları için melekler bu öğretiyi dünyanın günahkâr çocuklarına ihsanla öğrettiler. Bu öğreti Âdem’den Nuh’a, O’ndan İbrahim’e ve Mısır’a ulaştı. Mısırlılar bilginin bir kısmına sahib olup, diğer Doğu ülkeleri felsefî sistemlerine aktardılar. Musa da, doğduğu ülkede Kabala’ya inisiye oldu ve bir melekten aldığı derslerle bu konudaki melekelerini iyice geliştirdi.»
Mathers, Kabala’nın; “Pratik”, “Harflere Dökülmüş”, “Yazılmamış” ve “Dogmatik” olmak üzere dört sınıf olduğunu söyler ve devamında İbranî ebcedinden misâller verir. [3]
LÜSİFERYAN ÜÇLEME: BAPHOMET-LILITH-KABİL
Eliphas Levi’nin Dogme Et Rituel De La Haute Magie’sinde çizimi kendine âid olan Baphomet figürü, ezoterik-okült sembolizminde ve dünyada çok meşhur. Bu çizimdeki KEÇİ BAŞLI YARATIK, “Lüsiferyan Üçleme” olarak bilinir; Samael–Khabil–Lilith üçlüsünden Lilith, dişiliği temsil eder.
Yahudi kaynaklarda Lilith; Âdem’in Havva’dan önceki eşidir ve topraktan yaratılmıştır. Bu sebeble kendini erkeğiyle eşit görmüş, cinsî birleşmede altta olmasına itiraz etmiş, aralarındaki tartışma şiddetlenince, Âdem’den ayrılarak göğe çıkmış, Âdem geri dönmesi için üç melek göndermişse de kabul etmemiş… Hikâye böyle uzayıp gidiyor. Günümüz feminist düşünce sisteminin de idolü ve remzi…
Havva, daha sonra Âdem’in duası üzerine kaburga kemiğinden yaratılmış deniliyor kadîm Yahudi metinlerinde. Buna nisbetle, Doğu kadınları, erkeğine âsi olmayan yönüyle Havva’nın; Batılı kadınlar da Lilith’in ruhundandır diye izâhat getirenler var. Yine Yahudi anlatımlarına göre, Kabil Lilith’den doğmuştur.
Lilith, Âdem’den ayrıldıktan sonra, SAMAEL’in kadını olmuş; ortaya Baphomet çıkmış. Mendes Keçisi de deniyor . Çift cinsiyetli bir varlık ki, Eliphas Levi’nin çiziminde de Baphomet’in kadınsı ve erkeksi kısımları göze çarpıyor.
Yine Yahudi inanışlarında sözkonusu bir malûmat olarak; Samael’in karısı Lilith, Samael hadım edildikten sonra onu da terkederek, tüm ifritlerin kralı olan Asmodeus’un eşi olur.
Lilith ile alâkalı söylenenler sadece Yahudi kaynakları ile sınırlı değil. Onu Babil, Sümer ve daha birçok kültür coğrafyasında görmek mümkün. Bazen şehvetin sembolü ve uykudaki erkeklerin rüyâlarına girip tohum çalan şeytanî dişilik; bazen hamile kadınları ve bebekleri katleden cadı (Doğu’da Ümmü Sübyan; Batı’da cadı); bazen de kutsal fahişeliğin remzi…
Lilith’in sembolü “baykuş”tur. İbranice’de “geceye âid olan” mânâsında. Doğu’da ise “leyl” yahud “leyla”…
Crowley’in Thelema Dini’nde kadınsı cinsî dürtüleri ve hürriyeti temsil eder.
ÖRTÜSÜZ KABALA’DA “ARAR” VE “SAMAEL”
“ARAR” kelimesi, Mütefekkir’in yazımı hâlen devam eden son eseri Ölüm Odası – B-Yedi’de, TELEGRAMCI bir şahıs olarak zikredilir. Bir misâl:
– «KARTAL’da, babasının kim olduğunu aramaya bile hevesi olmayan bir karakter tipi çizer ARAR, birkaç gün, “o koğuşta kafanı duvarlara vura vura, Allah’a söve söve gebereceksin!” diyordu; şimdi bir bana baksın, bir de o günden bugüne gübre üretmeden başka bir işe yaramamış hâline.»
Tevâfuk; Mathers’ın “Örtüsüz Kabala” tercümesinde de ARAR’ın kabalatik açılımı yapılıyor ki ilgimizi çekmemesi mümkün değil:
– «Kitab-ı Mukaddes’te ilk kelime BRAShITh, Berashith konusu dikkate alınmalıdır ki, ilk üç harf olan BRA, Teslis’teki üç kutsal kişinin baş harfleridir: BN, Ben, oğul; RVCH, Ruach, Ruh; ve AB, Ab, baba. Ayrıca, Kitab-ı Mukaddes’te (Bible) ilk harf A değil B’dir ve aynı şekilde “kutsama” anlamına gelen BRKH, BERAKHAH’ın da ilk harfi B’dir. Oysa A ile başlayan ARR, Arar, “lânetleme” mânâsına geliyor.» [4]
Bir başka tevafuk da (yukarıda da bahsettik) SAMAEL olarak bilinen ve İbranî mistisizminde, Kabala’da da ismi zikredilen şeytan (yahud ifrit) ile alâkalı. Salih Mirzabeyoğlu, seneler evvel Tilki Günlüğü’nde şunları yazmış:
– «Sâmm (e): Zehirleyen. Ağulu. Sam yeli denen öldürücü rüzgâr… Samm: Sağır olmak. Şişenin ağzını tıkamak… Samm: Katı, sağlam ve sert madde. Vurmak… Sammâ: Sesi çıkmayan, sessiz. Sağır ve dilsiz. Katı ve som kaya… Sammâ: Katı taş. Sağlam ve sert yer. Belâ. Zahmet, meşakkat… Sâmme: Zehirli hayvan… Samsam: Keskin olmak. Keskin kılıç… Samsame: Cemaat, topluluk, bölük… Semsem: Tilki. Bir yerin adı.» [5]
Prof. Dr. Hakkı Açıkalın’ın “Metatron ve Samael” başlıklı makalesinde bu vesileyle işaret ettikleri ise dikkat çekici:
– «Sâm, ölüm, belâ, Beliar-Belial, zehirli, zehirleyen, öldürücü rüzgâr, zehirli hayvan, sağır ve dilsiz, Âmâ, Âmâ ilâh, Kör, Kör Şeytan…
Sameh: “S”: Samael veya Semiel. Sâmî kelimesinden, Âmâ mânâsına, Şeytan, Kör Şeytan, Âmâ İlâh, hakikate âmâ kalan. Yahudi ebcedindeki değeri 60. Samael’in ebced değeri, 130.» [6]
Prof. Açıkalın, Samael’in ebced değerini 130 olarak veriyor. Kadîm Yahudi kaynakları da, 130 yıl boyunca oruca niyetlenen Âdem’den ve artık Samael’in kadını olan Lilith’in türlü tuzaklarla orucunu bozmaya çalışmasından bahseder. Bundan kaynaklı olarak, daha sonra tüm erkeklerden rüyada tohum çalma –şeytan aldatması- bahsine sarkan ve yine kadîm Yahudi kaynaklarında yer bulan bu mevzu alâkaya değer.
SAMAEL, SAMMAEL yahud SMAIL, Mirzabeyoğlu’nun yazımı hâlen devam eden “Ölüm Odası – B-Yedi” adlı eserinde ise, ürkütücü bir hakikat olarak karşımıza çıkıyor:
– «Yatarken, Kenân’ın lâflamaları ve tehditleri. Uykuya dalma yorgunluğu içinde, uyuma veya uyumama tercihi bana bırakılmış gibi klâsik bir numaraları var ki, onun tatbikine mevzuyum. Bu, tehlikeden kurtulmak için uykusuzluktan çıldırma gibi bir hâle düşmenin başlangıcı. Ben, uykuyu tercih ediyorum. Üzerinizde bir elektrik gerilim hattı bulunduğunu düşünün, size olan mesafe ayarı sizin kendinizi salıp salmamanıza bağlı, sizin iradenize nisbetle çekimine girip girmeme şeklinde bir karar azabındasınız, neticede gücünüz tükeniyor ve ona yapışık uyuyorsunuz veya neyse ne. Klâsik bir numara dedim; tecrübelerime binaen mani olunabilir bir şey olmadığını bildiğimden, kendimi meçhule salıyorum, ne olacaksa olacak.
Âniden, vücudumu sarıcı bir elektrik ve mıknatısiyet tesiri, ama kapma şeklinde değil. Ranzanın altından olağanüstü bir hızla birden üzerime atlayan, mukavemetimi önlemek için de Kenan’ın sesiyle “şimdi kollarını kilitleyeyim de gör!” diyen, KEÇİ GİBİ ÜÇGEN YÜZLÜ ve uzun kulaklı, kuyruğu kanguru kuyruğu gibi, hayvanca pençeleri – o görünüş içinde son derece ürkütücü maymun elli, toplam olarak; ŞEYTAN tasvirlerinin, duyu organlarımla idrak ettiğim canlı hâli… Derisi ve ayı tüyünü andıran tüylerinin rengi, siyaha çalan kahverengi… İsmi de İSMAİL… Arka yandan, sağ tarafımdan bana sarılmış, boğuşma hâlindeyiz ama, muazzam kuvvetli ve benle alay ederek, “hadi kurtul da görelim!” diyor. Bileklerimi yakalayan elleri ve eklem yerlerinde göze batan kemikli ve uzun biçimsiz parmakları, dikkat çekici; sadece parmak uçları – tırnak kısmı, insanınkini andırıyor. Avuç kısmına doğru açılan rengiyle, sanki zenci elini andıran bir el intibaı alıyorum. Kurtulmak için bütün gücümü kullanmama rağmen mümkün olmayınca, hırsla sağ elini ısırıyorum; hem de nasıl. Canı yanıyor ve şimşek hızıyla üstümden ranzanın altına doğru kaçıyor.
Uyanıklıktan uyanıklığa geçmişim gibi bir hâldeyim. Şimdi dikkat: Bu hâdise, rüyâda şunu gördüm, böyle oldu gibi bir şey değil, birebir fiziken yaşanan bir hâdisedir. Isırmamla ilgili olarak, çenemi ve dişlerimi kontrol ediyorum, hani dişlerimin birbirine teması sözkonusu mu; değil. Can havliyle ve bütün gücümle ısırmamın tadı ve kaçırmış olmakla rahatlamış olarak, zafer kazanma hissiyle, “nasıl anlatabilirim”i düşünüyorum. Aslı karartan ve durumu zorlaştırabilecek olan sahte “ben de”lerden korunmak için. Gece sessizlik devam ediyor. Ben en rahat ve sakin uykularımdan birine dalıyorum.»
Sabetay Sevi’nin öğretileriyle kurulan Asya Kardeşlik Cemiyeti‘nden ve Gül-Haç’tan ilhâm, rit ve “aktarım” alan Altın Şafak’ın (Golden Dawn) efsanevî başkanı Mathers (ki tevafuk eseri onun da ilk ismi Samuel), yaptığı “Örtüsüz Kabala” tercümesinde şunları söylüyor:
– «İfritler, tüm biçimlerin en kaba ve eksikleridir. Onların on derecesi, SEPHIROTH’un “dekad”’ına cevab verir, ancak ters orantılı olarak, çünkü karanlık ve saf olmayış her bir derecenin inişiyle artmaktadır. İlk ikisi, görünür bir biçim ve bünyeden mahrumiyetten başka bir şey değildir. Üçüncüsü, karanlığın meskenidir. Bundan sonra, farklı beşerî şerlerin ve kötü huyların cisimleşmiş hâlini temsil eden ifritlerin ikamet ettiği ve dünyevî hayatlarında o günahları işleyenlere eziyet ettikleri yedi cehennem takib etmektedir. Onların prensi, zehir ve ölüm meleği SMAL, Samael’dir. Karısı ise fahişe AShTh ZNVNIM, Isheth Zenunim‘dir; ve bunlar birlikte Büyük Canavar, CHIVA, Chioa olarak adlandırılırlar. Böylece, tâbiri câzse, semavî Yaratıcı Bir’in aykırısı ve karikatürü olan cehennem üçlüsü tamamlanmış olur. Samael, şeytanla bir tutulur.» [7]
Günümüz Türkiyesi’nde ezoterizm araştırmaları ile meşhur olmuş, bu sahada dünyaca kabul ve saygı gören isim olarak Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, bir mülâkatında, “Dünyayı Ezoterizm Yönetiyor!” diyerek, şunları ilave ediyor:
– «Ezoterizm Türkiye’de çok bilinmiyor. İyi bilinmediği içindir ki Türkiye, ezoteristlerin elinde oyuncaktır. Türkiye’de Müslümanların elinden ezoterizm alındı, kupkuru hâle getirildi ve şu ân kullanılıyorlar. Burada bize biçilen yeni elbise içerisindeki ultra-militan sekülerizm karşılığında, bizim manevî buudumuz alındı. Ancak manevî buudumuzu alan bu kimseler kendilerine âid ezoterizmi bırakmış değiller. Hâlâ ezoterik çalışma yapıyorlar. Binâenaleyh BANA GÖRE BU ÜLKEDEKI ÇATIŞMA, ASLINDA BIR EZOTERİZMLER ÇATIŞMASIDIR.» [8]
Devâsâ kitlelere yön verme, istediği şekle sokma, istediği gibi gütme, hülâsa robotlaştırma ve böylece dünya hâkimi olma gibi çok iddialı bir dava peşindeki ezoterik-okültist oligarşi, bir yandan bu hedefe doğru yol alıyor, diğer yandan da kendilerine gönüllü yardım eden menfaatperest idareciler ve “şen sıpa” kalabalıklar için hiç mi hiç endişe etmiyor. Hedefe giden yolun, beyin ve fikirden geçtiğini zaten en iyi onlar biliyor… Onlar için asıl büyük tehlike; Allah vergisi şahsî meziyetleri, cesaretleri, fikirleri, ahlakî disiplinleri ile büyük kitleleri çekip çevirebilecek “liderlik” vasfına sahib üstün şahsiyetler! Hele bir de “ledün ilmi” ile donatılmışlarsa…
Bugün, kökleri Şeytan’a uzanan, bir deyişle Samael veya Satan’ların esiri olarak ondan gıdalanan “Yeni Dünya Düzeni” davacılarına, ve yine onların ezoterik olduğu kadar sapkın fikirlerle yoğrulmuş okültistlerine, üstelik en modern teknolojik silâh ve imkânlarla donanmış sözkonusu hilkat garîbesi güruha karşı ALTERNATİF insanca bir “düzen-sistem” teklif etme suçundan(!) dolayı Telegram’la işkence edilen Mirzabeyoğlu’nun; “İNSAN” ve “İNSANLIK” adına hem ruh, hem beyin, hem de beden olarak ve “TEK BAŞINA” sürdürdüğü bu mücadele sürecinde haykırdığı o kısacık söz, hâlâ uyuyanlar için bir GONG makamında olsa gerektir:
– «Çağımızda savaşlar, metafiziktir!»
Tokyo, Japonya, 3 Mart 2012
KAYNAKLAR
1 “The term ‘Unwritten Qabalah’ is applied to certain knowledge which is never entrusted to writing, but communicated orally. I may say no more on this point, not even whether I myself have or have not received it. Of course, till the time of Rabbi Schimeon Ben Jochai none of the Qabalah was ever written.”
http://www.golden-dawn.com/goldendawn/UserFiles/en/file/pdf/Mathers_Kabbalah_Unveiled.pdf (3 Mart 2012).
http://www.golden-dawn.com/eu/displaycontent.aspx?pageid=244-qabalah-collection (3 Mart 2012).
2 Aytunç Altındal, Bilinmeyen Hitler, 15 Basım, Alfa Yayınları, İstanbul 2010, s. 186.
3 http://www.golden-dawn.com/goldendawn/UserFiles/en/file/pdf/Mathers_Kabbalah_Unveiled.pdf (3 Mart 2012).
4 “It is to be further noted with regard to the first word in the Bible, BRAShITh, Berashith, that the first three letters, BRA, are the initial letters of the names of the three persons of the Trinity: BN, Ben, the Son; RVCh, Ruach, the Spirit; and AB, Ab, the Father. Furthermore, the first letter of the Bible is B, which is the initial letter of BRKH, Berakhah, blessing; and not A, which is that of ARR, Arar, cursing.”
http://www.golden-dawn.com/goldendawn/UserFiles/en/file/pdf/Mathers_Kabbalah_Unveiled.pdf (3 Mart 2012).
http://www.golden-dawn.com/eu/displaycontent.aspx?pageid=244-qabalah-collection (3 Mart 2012).
5 Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü –Ufuk ile Hafiye-, Cild 4, İBDA Yayınları, İstanbul 1994, s. 521-522.
6 http://duralidurmaz.blogcu.com/metatron-ve-samael/5311752 (3 Mart 2012).
7 “The Demons are the grossest and most deficient of all forms. Their ten degrees answer to the decad of the Sephiroth, but in inverse ratio, as darkness and impurity increase with the descent of each degree. The two first are nothing but absence of visible form and organization. The third is the abode of darkness. Next follow seven Hells occupied by those demons which represent incarnate human vices, and torture those who have given themselves up to such vices in earth−life. Their prince is Samael, SMAL, the angel of poison and of death. His wife is the harlot, or woman of whoredom, AShTh ZNVNIM, Isheth Zenunim; and united they are called the beast, CHIVA, Chioa. Thus the infernal trinity is completed, which is, so to speak, the averse and caricature of the supernal Creative One. Samael is considered to be identical with Satan.”
http://www.golden-dawn.com/goldendawn/UserFiles/en/file/pdf/Mathers_Kabbalah_Unveiled.pdf (3 Mart 2012).
http://www.golden-dawn.com/eu/displaycontent.aspx?pageid=244-qabalah-collection (3 Mart 2012).
8 http://www.ekopolitik.org/public/printnews.aspx?id=1113 (3 Mart 2012). Büyük harfle vurgular bize âid.
Kaynak: Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 3, Mayıs-Temmuz 2012, s. 114-131.