Sevgili dostum,
Nihayet sana yazabiliyorum. Bir önceki mektubuma cevabın da bana ulaştı. Hep diyorum: Bana cevap yazmak için kendini zorlama. O kadar yoğunluğun içinde bana yazmak için zaman ayırmana lüzum yok.
Diyorum demesine de cevabın gelince de o kadar seviniyorum ki… İçin için de bir sonraki cevabının yolunu gözlüyorum. Bu arada çalışmaların için gereken Latince kaynak için biraz araştırdım, bir şeyler bulup kendisine maille gönderdim. Sanırım o da yakında sana iletir. İsine yarayacağını ümit ediyorum.
Mektubunda bahsettiğin yeniden yargılanma başvurusu konusunu medyada da gördüm. En kısa sürede inşallah hayırla neticelenir de diğer mazlumlara da emsal olur. Takib ettiğim kadarıyla son gelişmelerle ortalık toz duman. O devrin kodamanlarının müebbetler alıp sıcak evlerine gitmeleri… Sözün bittiği yer, şaka gibi…
Bahsettiğin günlük çalışma programın gerçekten etkileyici, bilhassa karikatüre dönme düşüncen de sevindirici. Fakat su kadarını söylemeden edemeyeceğim:
Aynı anda 4-5 lisana birden saldırman biraz fazla değil mi? Kendi adıma söylemem gerekirse, ben ancak bir lisanla yetinirdim dostum.
Günlük rutin Külliyat okumalarını da aksatmamana gıpta ediyorum. Tam sırası gelmişken sana Japonca’da çok kullanılan bir kelimeyle sesleneyim: GANBATTE!
Ganbatte aziz dotum…
“Ganbaru-Ganbarimasu”: Elden gelenin en iyisini yapmak.
Bu bir fiil, “Ganbatte” de onun emir kipi.
Elinden gelenin en iyisini yap, “bol şans” gibi mânâlara gelse de galiba bize en uygun karşılık “tamamen kendini bir işe vererek SALDIRMAK, KOPARMAK, ÜSTESİNDEN GELMEK.”
Neyse dostum konu konuyu açıyor, ganbatte deyince -daha önce kısaca bahsetmiştim- aklıma yine Sair Toyo Shibata geldi. Birkaç gün önce Rei ile buluştuğumuzda onun kütüphanesinde gözüme ilişmiş biraz göz atmıştım. Bu şairi sana biraz daha teferruatlı yazayım:
98 YAŞINDA İLK KİTABIYLA BESTSELLER OLAN ŞAİR
Shibata 26 Haziran 1911’de doğuyor dostum. Normal sıradan bir hayat yaşıyor, zamanı gelince evleniyor. Çocukları oluyor. Yıllar sonra kocası ölüyor bu “ev hanımı”nın. Yalnız başına kalınca tekdüze hayatına renk katacak, vakit geçirecek hobi olarak bizdeki folklora karşılık gelebilecek eski halk dansına başlıyor. Bu yönelişi onu bir süre avutuyor lakin oldukça yaşlandığı için bu hobisine vücudu izin vermez oluyor. 92 yaşına geldiğinde oğlunun tavsiyesi ile şiir yazmaya başlıyor. Fırsatını buldukça da yazdıklarını gazete-dergilerin şiir köşelerine göndermeyi ihmal etmiyor.
Şiirleri şair Kazue Shinkawa’nın dikkatini çekiyor, Shibata’nın mısralarındaki tılsım onu cezbediyor, kendi ifadesiyle şiirlerinin yolunu gözlemeye başlıyor. (Sanırım ünlü olduktan sonra Shibata hakkında kitab da yazıyor, onun gibi yaşlanmalı, onun gibi yaşamalı ana fikirli bir kitap…)
Neyse can dostum, Shibata’nın ilk kitabı yayıncılıkta da etkili Shinkawa’nın desteğiyle 2009’da basılıyor, yani tam 100 yaşına iki yıl kala. Tabir yerindeyse yer yerinden oynuyor. Kitap 1 milyon 600 bin satışla bestseller oluyor, İngilizce, İspanyolca, Korece gibi dillere çevriliyor.
Buraya kadarki hikâye elbette müthiş, ancak okuyan herkes için sanırım en az bir o kadar etkileyici olan, bu nerdeyse 100 yaşındaki “yeni” şairin yapmacıktan uzak, “basit”, samimi dili ve ele aldığı meseleler.
Bildiğim kadarıyla kitabın Türkçe tercümesi yok. Ne yapıp edip sana gösterme düşüncesiyle kitapta gözüme çarpan iki şiirini çala-kalem çevireyim.
Bu vesileyle dil ve konu meselesi de anlaşılsın:
SIR
Benim var ya,
Ölmek istediğim,
Bunu düşündüğüm oldu.
Defalarca hem de…
Şiir yazmaya başlayınca
İnsanların da verdiği cesaretle
Sızlanmayı bıraktım artık
Aşksa, 98 yaşında da olunabiliyor,
-Hem bu yasta-
güzel rüyalar da görüyorum;
Bulutların üstüne çıkıp uçabiliyorum.
Her ne kadar farklı lisana çevrilince -bilhassa- şiirdeki tılsım bir nebze kaybolup gitse de, o mısralardaki saflık, inanç belli oluyor değil mi?
Bir asırdan fazla yaşayıp son 10 yılda şairliğe soyunan ve buralara gelen bu sevimli “nine”, yine bir şiirinde -sadece- yaşlı biri olarak görülmek istemediğini biraz da “politik” bir tarzda şöyle izah ediyor:
(Buradaki SENSEI, o hastanede yatarken onun tedavisiyle uğrasan doktor oluyor, “hocam” manasında.)
SENSEI’YE
Beni lütfen “nineliğim” diye çağırma,
Bu şekilde hitab etme bana.
“Bugün günlerden ne?”
Yahud
“9+9 kaç eder”
Gibi
Sorular da sorma lütfen…
Mesela şöyle sor:
-“Shibata-san,
Saijo Yaso’nun* şiirlerini sever misin?”
“Yeni Koizumi** Kabinesi hakkında ne düşünüyorsun?”
Böyle şeyler sorsan sevinirim…
* Unlu bir Japon sair.
** 2001-2006 yılları arası Japonya Başbakanı
Shibata-san 2013 yılında öldü. Ömrünün son 5-10 yılı olmasa onu kimse tanımayacaktı. Fakat dostum, inan Japonya’da Shibata-san gibiler aslında çok. (Nüfusun cogunlugu zaten yaşlı, o ayrı mesele.) Bu tespitime yakınlardan en güzel misal de Rei’in annesi. Daha birkaç gün önce üçümüz yemek yerken, ekseriyetle olduğu gibi sohbet, muhabbet okumaya ve kitaba geldi. 90 yaşına ramak kalmış, günde iki kitap dahi bitirdiği vaki olan bu sevimli “nine”; son büyük savaşı yaşamış, mağlup Japonya’nın meclisinde dahi çalışmışlığı olan; kendisi de HAIKU/ -Bir tür şiir- ile uğraşan bilge kadın, her zamanki tebessümlü cehresiyle şunu dedi:
– Kitapsız yaşayamam!
Yaşayan en eski kuşak üyeleri bunlar dostum. Yeni nesil yine böyle mi dersen, maalesef değil. Bu da başka bir mektubumuza mevzu olsun.
Kendi adıma söylemem gerekirse, günlük okuma programı dahi yapamıyorum. Henüz tamamlanmasa da İBDA Külliyatım var şükür, hepsini okudum okumasına da, bir kere okunup kenara atılacak eserler değil, bunu da en iyi bilenlerdensin. Hem kendimin projesi olan kitabım hala yarım yamalak duruyor maalesef, hem de Rei’yle olan projeler hala beklemede. Her buluşmamızda bunun konuşulması bile bizi mutlu etse de realiteye hala dökemedik.
Hayatın akışı sürekli iş-güçle olmaya zorladığı ben… Oysa yapacak, araştırılacak, yazılacak ne kadar çok şey var. Aylardır, yıllardır erteleyip dursak da inşallah ilk fırsatta GANBARIMASU!!!
Şaka değil dostum, hakikaten de okumayı nefes almak gibi gören insanlar bunlar… Bu nadide, kıymetli insanların çevremde olması bile büyük şans. İnsanı bu uğurda hep istekli, şevkli tutuyor. Her ne kadar projelerimizi erteleyip dursak da tümüyle elimizden kayıp gitmemeleri gerektiğini ikaz edip duruyorlar… Bu bile az şey değil…
Mektubumu bitirmeden son bir şey daha:
Kitabımıza girmeyen son makale ile alakalı söylediklerin doğru. Bugün o makaleyi (…)’e göndereceğim. Nasılsa periyodik olarak seni ziyarete geliyor. İstediğiniz zaman tekrar elden geçirip (…)’e iletebilirsiniz.
Benim bu konuda ısrarcı olmamın sebebi, TELEGRAM mevzuunda gerçekten “basit” gibi görünen, aslında belki de en mühim yönü olan meseleyi de muhtevasında barındıran bir makale oluşu. Meseleyi biliyorsun, hayırlısıyla bir şekilde yayınlanırsa iyi olur.
Neyse dostum, bir önceki mektubumda da, senin cevabında da dediğimiz gibi, Üsküdar’da keşke daha rahat ve uzun konuşabilme imkânımız olsaydı.
Allah büyük, inşallah saatlerce, günlerce konuşacak dertleşeceğiz. Mevzu çok, mevzular derin.
Allah’a emanet ol sevgili dostum.
Her daim dualarımızdasın, hem benim, hem de Rei’in. Onun da çok selamı var.
17 Nisan Salı
Japonya