JENİ Sthn Arxh – Dr. Hakkı Açıkalın

Düzenleyen: Oğuz Yıldırım

TAKDİM

Okuyacağınız yazı, yazarımız Dr. Hakkı Açıkalın’ın aynı isimle kaleme almakta olduğu eserin giriş kısmıdır.

***

Bu kitabın ismi Jeni olsun istedim ama jeni’den neredeyse hiç bahsetmedim. İnsan kitabında tasvir, tanzim ve tarif edilen jeni’nin üzerine jeni yazmak istemedim. Tekrâr riskini göze almaya cesâret etmek, cesâret sınıfından olmamak gerektir. Jeni’nin Türkçe karşılığını dahi bilmiyorum desem yeridir ancak, sanki böyle bırakmak, salınıp gitsin işte ne var yâni demek, hep flu, hep hülyâlı, hep bilinmez bir havuzun içinde tutmak hem de etrafına kemik rengi bir duvar örmek benim işim olsun dedim. Çok kuvvetle muhtemeldir ki –ve yine– bu eser de çelişkilerin, anlaşılmazlıkların, fikir sırasındaki çarpıklıkların, coq-à-l’âne’ların, dissociation’ların, ukâlalıkların, yer yer zırvaların kitabı olacak. Farkları hiç olmayacak demiyorum, mutlaka evet. Kapak resmi olarak ne koyacağımı bile neredeyse tamamen düşünmüş durumdayım. O kapak yarı çıplak yarı gri renkli olacak ve bir de kuş resmi tasavvur edebiliyorum. Okuyan adamların üzerinden bir kahramana ulaşmaya çalışıyorum ve kahramanımın adını Espriler ilâhı koymak yerine Jeni diye çağırıyorum. İnsanları ve tabiî ki kendimi hiç mi hiç bunaltamadığımı fark ettiğimden beri böyle bir eserin kendim için ihtiyâç diğerleri için ise azâb olması düstûrundan hareketle, nehir kenarlarında dolaşan nymphalar’la zinâ etme içgüdüsü içinde olanların hepsi dünyâ tarihinin en büyük ressâmları oldular ve hepsi de sonunda zânî oldular. Hepimizin zânîleri. Jeni biraz da, bu zinâların devamının önünü almak için eline mızrağını alıp babasına karşı savaşı yükselten annesiz Rûh’tur. Çok uzaklardan bir yerlerden o kuş olup bitenleri izlerken ben malûmatfuruşluktan istifâ edip cehâlet gemisine binmiş durumdayım ve güvertede bir ayı var. Bundan sonra saygısız olmayı da hürmetli olmayı da birlikte yürütüyorum. Bu eserde her türlü hezeyân, yalan ve FANTAZM var. Bu eserde bir Jeni var.

Teşekkür etmek ahlâktandır, gelenektendir, nezâkettendir ve zarâfettendir. Batılı –entelektüel– için ise muhtemelen ‘bonheur’ –mutluluk– ile ‘honneur’ –şeref, erdem, onur- arasında bir yerlerdedir. Ben kime teşekkür edeyim? Herkese ve kimseye.

Jeni hayatları süsleyen bir varlık daha doğrusu esrarlı bir rûh’tur. Resim sanatını ondan öğrendim. Hem psikolog hem de ressâm olan jeni adayı Nurcan Giz internette dolaşırken, benim haberim yoktu başlangıçta, sonra Michel şu cümleyi kurdu: Gri, kahve, siyâh ve beyaz, işte şikâyetsiz ve sâkin jeni. Bu hanımefendinin tablolarına bakmak lâzım, bakıyorum. Giz’i burada kesiyorum ve hızla yol alıyorum Kolonos ormanlarında. Giz için ‘Enigme de la Peinture’ diyebileceğim bir noktada olduğunu düşünmüyorum ve yürürken Bilmeceler patikası’nda ona henüz rastlamadım demek ki, henüz doğmadı bu kadın, benim dolaştığım çarşılarda. Benim değil onun ayıbıdır bu. Kimi resimlerin sırlarının hâlâ daha çözülemediğini biliyorum. Bulduğum ilk jeni’nin önce eteklerine sarılmayı sonra da gözlerini oymayı planlıyorum; önce orijinlerine iniyorum psyché’nin, sonra da ÂMÂ kılıyorum. Kılıyorum ki, Fransız üstünlerinin deyimiyle Pouvoir Enigmatique sahibi olsun. Bu eserde Fransız dilinin birçok ince kavramını, deyimini ve kalıbını kullanmak istiyorum ve başladım bile.

Oldum olası gezmeyi severim ve böylelikle bilinmez ufuklar keşfedebileceğimi düşünürüm ve tabiî ki, öngörülmemiş gelişmeleri de belki hayâl edebiliyorum; buna Recoins Imprévusbeklenmedik gizli köşeler veya bilinmedik iç yüzler– diyelim. Kuytu bir köşede sizi mutlaka bir kadın pardon kader bekliyordur. Ben kaderin jeni’si demeyi tercih ediyorum.

Bazı  insanlar –onlar çok sayıda olabilirler– yollarının gizli bir çayıra, bahçeye veya ormana düşmesini çok isterler. Fransa adamları buna Pré Secret veya Jardin Secret demeyi münasîb görmüşlerdir. Sır değil; bu gizli bahçeden murad herkesin kendi sınırlı cennetidir ve herkesin cennetinin kendi bildiğince ve kendi hayâl âleminin sınırları kadar olduğunu söylemek de tekrâra girmek anlamında.

Ancak, arada dikkate değer ve biraz da garîb çayır örneklerine rastlamak mümkün olabilir. Aşağı bakın.

Çayır birden fazla vâdinin aktığı bir meclîs olsun. Çeşitli vâdilerden akıp gelen yollar, irili ufaklı yollar değişken manzaraların oluşmasına yol açarlar; formlar ve amorflar.

Hepimiz çok iyi biliriz ki, çocukluk ne unutulur ne de ondan vazgeçilir.  Çocuklukla ergenlik, erişkinlik yahud ihtiyârlık arasında değişen tek şey nesne(ler)dir. Zevk hep aynıdır, tatmin seviyesi de aşağı yukarı öyle. Yine bu sebebledir ki, toplum diye bir nosyon muhâldir, o da olsa olsa çocukluğunu, erişkinliğini ve ihtiyârlığını birarada yaşayan ve çocukluğu hep ve her zaman merkezde bulunan bir varlıktır. Yine bu sebebledir ki, ‘Çocukluk Hastalığı’ değil ‘Olgunluk dönemi hastalığı’ denebilir.

Bu kitaba jeni ismini vermek istememin sayısız sebeblerinden biri, birşeylerin görünmez derinliklerine, kör yerlerine, âmâlarına gitmek ve onun jenisini bulmaktır. Oraya giderken defâlarca geri dönmekten hiç usanmadığımı açıkça belirtmeliyim. Genesis’imize, tekvîn’imize, oluşumuza gitmek; çocukluğundan bile geriye gitmek ve yol üzerinde kanatlanmak. Şecere-t’ül Kevn denen şeyden bîhaber olacağı âşikâr bir gürûha toplum demek de küfürlerin en sunturlusu oluyor. Korkak bir adamım ben; hem jenilerden hem de körlükten çok korkuyorum. Bu korkum yüzündendir ki, nice paradoksal uykulara sürüklendim. Dînlerden, mezheblerden, sektlerden sektim; karanlık iklimin kapısını çalıncaya kadar kaç anahtarı kaç hayatın gırtlağında boğduğum, gizli bilgiler arasında yerini çoktan almıştı bile.

Şecereler ve zorlu derînler için. Ama onlar sebebten sayılmaz diyenler var, özellikle kimi psikanaliz adamları böyle bakıyorlar. Onlar benim uçuşuma –hadi abcisse olayım– neredeyse tamamen dik bir konumda dalışa geçenlerdir, vertikal tedavi uzmanlarıdır onlar. Uzayda çok nâdiren de olsa karşılaşır ve konuşuruz. Onların tedavi ettiği bir adam benim çalışma masama dört lisândan kelimelerin bulunduğu bir şiir bırakmıştı, aşağıya alıyorum;

Muvâzenesiz sapık

They all suffered first of all

De leur caractère

Terakkipervers

Leur style de conduite

Est toujours chaotique

Nafslarında mahpus

Âşıklar

On les dit porteurs

D’une constitution

Prédisposant leur vie aux pires exactions;

Yozlarda constitution perverse

Merkezin feyli bozuk

Asîr içgüdüler

Zeitgeist

Dünyâyı

Babalarını  maniklerin öldürdüğü

Yetîmler idâre eder

Ve

Zerreyi ısırtırlar bizlere

Tesâdüf, zâhiren, sırrın icrâının sebebi oldu.

Dikey dalış yapanlara, ‘gericiler’ yâni yatay hareket edenler, yâni abscisse’ler – psiko-analistler diyorlar. Freud, Lacan, Racamier gibi adamlar onlar. İşte ben evvelâ bu adamların neyi, niçin, nasıl aradıklarına dâir ve de ‘çarpıtarak’ bir uzun giriş yapıyorum. Buraya kadar yazdıklarım hem önsöz hem de sonsöz mâhiyetinde olsun.

Köklere kim nasıl gider ve kim hangi jeniyi nerelerde bulur. Evet, psikanalizler bilirler ve derler ki, kökenler sebebler değildir ve psikanaliz insanları bunları birbirlerine karıştırmazlar. Yine de kökenlere yolculuk yapmaktan çekinmezler. Bir psikanalist için köken denilen şey nedir? Düşüncelerin, ruyâların, fantazmaların yâni hayâllerin, tarihimizin ve nihâyet hayatımızın kökeni. Quête Interminable – Bitmez Tükenmez Araştırma. Her zaman bir kökenlerin kökeni vardır. Psişik hayatın temel tescîli ve/veya kaydından daha az olarak köken arayışını benimserler aslında psikanalistler. Yâni ve diğer bir deyişle hayatın nüfus kütüğü – Registre de la vie, onlar için origine des origines denen şeyden çok daha belirleyicidir amma ve lâkin yine de bu hayatın kaydı onlara kökeni ile eş anlamlı gelir veya görünür, yanılsama olduğunu ben not ediyorum. Psikanalizler, ruhun derinliklerinde imâl edilmiş olan küçük müziği dinlediklerini söylerler ve bu müziği imâl eden ‘hayatın kaydı düşüncesi’dir. Burada ‘Rûh’ dediğimiz şeyin ‘Esprit’ değil ‘Âme’ olduğunu belirtmemiz gerekiyor ve tabîi ki, Âme’ın aslı anima yâni can ise burada tatlı sert bir ‘animizm işâreti’ görünür oluyor. Psikanaliz bilemeyeceği ruh’u can ile yürütür, bir not olarak düşüyorum. Acısının sebeblerinden birisi filozofi, edebiyyât, sanat ve kültür eksikliğidir ve dahi ideoloji bilmezler. Ben demedim, Lacan diyor ‘ben ideolojiden uzağım – je suis loin de l’idéologie’ diye. Belki de çok dürüst bir duruş sergiliyor, ideolojik eğitimim yoktur diye ve ben bas bas bağırıyorum; ideolojik eğitimi olmayan bir insan psikanalist olamaz ve teşebbüs etmemelidir, ediyorlar. Ettikleri vakit kökene inmek durumunda kalıyorum, kaldım. Diyorlar ya: Bir daha hiç unutmamak için bir kere işitmek yeterlidir.

Karışmadan onlarla yürüyeyim; Anti-Oedipus köken alanları, narsisik baştan çıkarmanın köken alanları. Şizofrenler arasında idiler az önce, yıllarca ne kadar narsisik kişi ve pervers var ise onlara hep ‘psikotik’ yaftası yapıştırıldı ve ilâçlarla tedavi edilmeye kalkışıldı, hiçbir etkisi olmayan ilâçlarla. İlâç endüstrisi ve therapeute’ler kolkola ve hepsi pervers. Ben biraz da bu sebeble psikanalize biraz arka çıktım, çıkarım. Ufukları dar olsa da… Anti-Oedipus basitçe Oedipus’un habercisi –précurseur– sayılamaz. Ancak onun gerekli bir tümleyicisidir.

Onlar asıl narsisizm’in –narcissisme originaire– karanlık hamurunu yoğurmak isterler. Bilinecek olduğu üzere Narkissos – Narcisse hem birden görünmez ve asla yalnız görünmez. Bu sebeble kökenlerine, zar zor formüle etmeye hâzır kıldıkları hayâllerini söyletmeyi denerler. Anti-Oedipus insanüstü bir doğuş’tur ki –naissance surhumaine– ölü bir hayattan çıkmış olma ihtimâli ve dahi riski çok yüksektir.

L’Anti-Oedipe deyip duruyoruz ya:

Anti-Oedipus fransız filozof Gilles Deleuze ve psikanalist Félix Guattari’nin 1972’de kaleme aldıkları kitabın ismidir. Kapitalizm ve Şizofreni’nin ilk cildidir. İkinci cild 1980’de yazılan Bin Plato’dur; 1000 Tiyatro Sahnesi veya Bin Yayla. Burada insan psikolojisinin, ekonominin, toplumun ve tarihin bir analizi yapılmaktadır. Bu yazarlara göre Şuurdışı –Inconscient– bir theatro değil ve fakat bir fabrika, bir üretim makinasıdır. Yine, şuurdışı ana-baba üzerine bir hezeyân üretmez ancak soylar, ırklar, kabileler, kıt’alar, coğrafya ve tarih ve her zaman sosyal alan üzerine hezeyân üretir.  

Herşey siyasîdir.

«Bize sâdece sözümona arzu üretilmek ve yasa çıkartılmak suretiyle itiraz ve muhalefet edilmektedir. Bir tabiat hâlini, tabiî ve kendiliğinden bir hakikat olacak bir arzunun yardımını taleb edemiyoruz. Herşeyin tamamen zıddını söylüyoruz: Uydurulmuş (agencé) ve hileyle üretilmiş (machiné) arzudan gayrı bir şey yoktur. Daha önceden varolmayan fakat kendi kendine inşâ edilmek zorunda olan bir plân üzerinde tanımlanmış bir kurma –agencement déterminé– dışında bir arzuyu kavrayamazsınız ve tasavvur edemezsiniz. Grub olsun fert olsun herkes, hayatını ve teşebbüsünü sürdüreceği kendiliğinden var olma yâni mündemiçlik plânını inşâ eder ki, tek önemli iş budur. Bu şartların dışında, bir arzuyu mümkün kılan şartları kesin bir biçimde ıskalarsınız». — Gilles Deleuze ve Claire Parnet, Dialogues.

Bu yapımcılık ideolojisi –idé1ologie de constructionnisme– tipik olarak schizo-analytique hareketi tanımlamaktadır. Otörler bunu psikoanalitik yâni oedipien çizgiye karşı bir anlayış olarak teklif etmektedirler: Schizoanalystechaosmose’u –Khaos Geçişimi– herhangi birisi tarafından erişilebilir herkesin kudretine saygı gösteren bir zevk tasarrufu havuzu gibi düşünmektedir. Jean Oury bunu kendi pratik psikiyatrisi çerçevesinde ‘Eutopie’ –Güzel yer– diye çağırır; orası –Eutopie– huzurun (bien-être) norm olarak değil ve fakat herkesin araştırma alanı olarak üretildiği bir ülkedir.

Anti-Oedipe’in yazarının ıztırablı olduğu anlaşılıyor; Arzu’dan bahsetmekte ve bunun belli bir plân üzerinde tanımlanmış ve belirtilmiş yâni aslında tâyin edilmiş bir kurma –agencement déterminé– olduğunu ifâde ediyor ve bunun dışında bir arzuyu kavrayamazsınız ve tasavvur edemezsiniz diyor. Yâni arzuyu şartlara bağlıyor yoksa olmaz demeye getiriyor. Psikanalistlere dönük bir saldırı olarak okuyabiliriz.

“Ego – Nefs – Benlik – Ben” yahud her ne ad veriliyorsa denilen şey, hakikatte ‘Ben’den anladığımız şey midir ve hâliyle o ‘Ben’ denilen nesneden ne anlıyoruz, muamma burada. Deleuze’ün –psikanalistlere nâzire olarak ifâde etmeye çalıştığı- kendiliğinden var olma –préexister de lui-même– dediği şey ‘Ex Nihilo’ –Yoktan varoluş- bir varoluşa karşı tavır gibi duruyor. Ama o toplum denen nesnenin de en son tahlilde bir tür Yoktan Varoluş havuzu olduğunu ıskalıyor. O gürûhun içinde de hâliyle siz kendiniz / vous-même olamazsınız. Ben’den gayrı bir adınız olabilir veya daha doğrusu ‘anonim’ – adsız ve kimliksiz olursunuz. 

O Gürûh yâni toplum sizi dâima ‘kendi’inizden farklı kılar ve hayatınızı öylece sürdürürsünüz, sürdürtür size. Modernite buna ‘içtimaîleş(tir)me’ –socialisation- diyor ve dahi ‘toplumculluk’ –sociabilité- kelimesi de var. İşte bu ‘Sociable – toplumcul’ insanlar gürûhunun içinde uydurulmuş (agencé) ve hileyle üretilmiş (machiné) arzudan gayrı bir şey yoktur ve yazar bu konuda haklıdır. Sorgulamadan ve büyük ölçüde ‘arzumuz hilâfına’ içtimaîleşiyoruz ve bu bir zırvalama, bir hezeyân, bir psikoz olarak bile okunabilir ki, gürûhla beraber ve ondan hiç de ayrı olmayarak topluca hastalanmış oluyoruz; Folie Partagée demekte hiçbir sakınca yok. İçtimaîleşmek emperyalizmin bize dayattığı ve kapitalizmin yoğun destekleriyle perçinlediği bir mikroptur ve benim nezdimde örgütlenmenin zıddı ve düşmanı olmaktadır.

Toplum ferdi ehlîleştirmek ve öğütmek üzere kurgulanmıştır ve ideolojik bir varlıktır. Erişkinlerin, olgunların, ihtiyârların ve bilmemnelerin toplumudur. Tâ yukarılarda biryerlerde toplumun çocuk olduğunu yahud olması gerektiğini yazmıştım ve yineliyorum; bize dayatılan şey o çocuğu boğmaktır ki, o sebeble DEVLET denen zıkkım hem INFANTICIDE –çocuk ve evlâd kâtili– hem de PEDOFİL’dir – çocuk sevicisi. Devlet adlı şiddet örgütünün ürettiği toplumun analarının herbiri Medea olup çocuklarını doğar doğmaz katlederler, toplum denen gürûha kurban ederler. Toplum bedenlerimizin ve canlarımızın saplanıp kaldığı bir bataklık, rûhlarımızın ise sermâye yapıldığı bir bordel’dir.

Gilles Deleuze ve Félix Guattari iki cildlik Kapitalizm ve Şizofreni: Anti-Oedipus adlı kitablarında Marx-Nietzsche-Freud üçgeni içerisinde değerlendirdikleri geç kapitalizmin kendine karşı olan güçleri hem üretip hem de yok ettiğini yazarlar. Onlara göre şizofreni de kapitalizm’in bir mahsûlüdür. Deleuze ve Guattari kapitalizmin, istihsâl ettiği anomalileri –titanlar, devler, ucûbeler vs – bastırarak hayatta kalabildiğini ve radikal çarpıklaşmaya götüren bir üretim-tüketim ilişkileri kısırdöngüsüne dayandığını belirtmektedirler.

Racamier ise, Antoedipe için Indispensable Complément de l’Oedipe diyor yâni Oedipe’in kaçınılmaz ve zorunlu tamamlayıcısı. Racamier’nin Oedipe’i ile Deleuze’ün Antoedipe’i birbirlerini tamamlıyorlar diyelim. Yoğurulan hamur bu iki unsurun birlikte bulunduğu bir çömleğin içinde bulunmaktadır.

Peki faille’lar yâni çatlaklar nerede duruyorlar?

En keskin usturaların sırtında… 

Jeni Janus (soluklanmak için arada bir önsöz).

Janus’un sathî kaynakları, [oradan] ibdâcılığın derin kaynakları dedim ve uydurdum gitti işte:

Nefs üzerinden ensest keşfi meselesinin üzerinde bir bakış sergilemek belki mümkün olacaktır, ileride herhâlde. Fecî ve bir o kadar da korkutucu bir köşe başı. Ensest’in nereye varacağını veya bizim onu şuraya yahud buraya vardıracağımızı bilen çok sayıda jeni-adam var olmalı yeryüzünde.

Hayâletler, fetişler, objet ol(a)mamış nesneler ve inkârlar her taraftalar ve uçuşuyorlar, sapıklar-pervers’ler ve sahte melankolikler ortalıkta cirit atarlarken ben Jeni’ye analiz mâhiyetinde önsözler arıyorum ve bu yamuk konseptler örüntüsünün içinde huzur arama merâkımı câhilce sürdürmeye gayret ediyorum. Emeksiz ve yalan bir arayış.

Jeni’ye gelince; bana refâkat eden ve ilhâm üfleyen ruh diye cümle kuruyorum. Arhi’den beri herkesin istikâmetine başkanlık eden, her ölümlü ile doğan her ölümsüz ile ebedîleşen, tabiatın farklı karakterlerini cemiyet hâlinde ferdîleştiren varlık; insanüstü ve istisnaî bir endüstri. Eski ve yeni dünyâ düzeni ilâhların ölümlülere bakan yüzüdür.

JENİ – DEUIL YÂNİ MÂTE

Eğer çok sıradan bir değerlendirme yapılacak olursa mâtem için ‘bir nesnenin veya –husûsen dünyevî– aşk ile bağlanılmış olunan bir varlığın kaybı karşısındaki tepki süreci’ denebilir ki, bu durum bizim üzerinde olduğumuz mâtemi, kuşkusuzdur ki, karşılamaz.

Bir parantez olarak söylüyorum; Freud de Fromm da mâtem bilgilerini ve tezlerini hep yahudîlik’teki temel anlayışlara nazâran tasarladılar; şiva (“yedi”), şeloşim ve  avelut yud bet hodeş adlı mâtem şemalarını tatbik ettiler.

Ben daha ziyâde uzun sayılabilecek bir süreçten bahsetme eğilimindeyim, orijinal ve orijiner bir süreç. Bu, hayatla/doğumla birlikte başlayan bir süreç olup büyür, gelişir, olgunlaşır ve ölümle birlikte bir sonraki nesle aktarılır.

Irsî olmakla Psyché’nin kurucu fâziletlerinden biri sayılır. Yâni temel elemandır. Bu nedenledir ki, ıztırabı, ödev ve görevi ve keşfi birlikte içinde barındırır.

Devâsa bir keşifler mâdeni için üstlenilecek görevler ve çekilecek ıztırablar çerçevesinde mâtem’in kapısından içeri girdik. Bu ırsî mâtem’den aşağı doğru sarkmaya cesâret etmek bile başlı başına bir mârifet ve dahi mahâret istiyor. Bu işe girişenler arasında ‘Ratés du DeuilMâtem başarısızları veya mâtem nasibsizleri’ diye adlandırabileceğimiz bir topluluk da mevcûdtur ki, bunlar mâtem mâdenine dalmak istedikleri hâlde gölgelerin içinde yollarını kaybetmiş, mâtem’in merkezini ararken çeşitli depresyonlara düşmüşlerdir ki, bu depresyonlar dahi olgunlaşmamış olup avortée-düşük, larvée-kurtçuk hâlinde, enkystée-kistin içinde hapis ve figée-donup kalmış nâm alırlar. Bu depresyonlara koltuk değnekli mâtemler veya sınırdışı edilmiş mâtemler adı da verilebilir. Kamplar mâtem mültecîleri ile doludur.

Günümüzde bütün sahalarda olduğu gibi mâtem alanında da müthiş bir kapasitesizlik mevcûdtur ve ‘yok öyle değil’ diyenler için ise bir mülksüzleşme veya mülkün el değiştirmesi sözkonusudur.  

Kimi psiko-analiz insanları Psyché’yi iki eksen iğnesi hattında yürütürler.

  1. Angoisse, Angst, Angwish veya Boğuntu, şiddetli daraltı, yürek darlığı.
  2. Mâtem

Bir cümle yazalım, öylesine;

Psyché içi bir perspektif – une perspective intrapsychique; burada objet-nesne edinilmiş bir fiil olarak ele alınır ve:

Psyché insiyakî –instincti – türevlerin organize bir muhtevâsıdır.  

Mâtem ise öyle bir şeydir ki –diyelim– ona erişilir fakat çoğu zaman insanlar hızlarını alamayıp –o’ndan veya oradan– aşağı düşerler. Bu aşağı düşmeye veya yuvarlanmaya çoğu yüksek kişi depresyon – çöküş, çöküntü yahud güçten düşme adını münasîb görürler.  

Bu depresyon mevzuunun içine iyice eğilirsek orada öz-saygı – Estime de soi kaybolur gider. Belki de aşılıp geçilir. Nedir bu öz-saygı diyenlere cevaben: 

Yine ulu kişilere nazâran: 

Dört unsuru vardır: İtimâd hissi – le sentiment de confiance, kendini tanıma – connaissance de soi, bir gruba âidiyyet duygusu – le sentiment d’appartenance à un groupe ve kabiliyet, istidât hissi – le sentiment de compétence.  

Orada –depresyon hâli denen hâlet-i ruhîyye içinde- psikoz’a doğru bir kapı (mü) açılır. [Oradan hareketle] PSİKOZ için de ‘Perte de Moi’ derler ki, buna ister Ben’in kaybı, ister Benlik’in kaybı, ister Nefs’in kaybı isterseniz de Ego’nun kaybı yahud başka bir şey deyin.  

Bu ikinci cümle ‘Ben’in Kaybı’ henüz tam olarak yerli yerine oturmuş bir ifâde gibi görünmüyor. Sanki dalga-parçacık arası bir hâl. Bu ifâdeye o kadar fazla değer atfeden var ki, bu konu âdetâ –hiçbir şey onun fevkinde veya dışında ele alınamaz– haddine dayanmış durumda. Sonra öcü geliyor –Psikoz– ve onun kuytularında yeni bir hayat başlıyor, mâtem’siz veya sâdece pür mâtem’den ibâret. Buna mukabil Nevroz denen şey biraz daha derli toplu bir matahmış gibi anlatılır. Nevrotikler biraz daha perspektifli zâtlardır. 

O hâlde –haydimâtem bir iştir, psişik bir çalışma, mâtem üzerinde sıkça çalışılan bir iştir psikanalizde ve Freud de öyle istemişti zâten.    

Bu mâtem’e kuytularda yoldaşlık eden ve Batı bilimi tarafından Rûh’un örsü sayılan Angoisse – boğuntu temel bir mevzudur. 

Mâtem ile Angoisse arasında dağlar var (mı). O sebeble her biri bir eksen oluşturuyorlar. Paralel mi yürürler? bilinmez. 

Derler ki, angoisseBirleşik Ben’in – Moi Unifié, bağrından çıkar. Ama yine de, ete kemiğe bürünmüş ve edinilmiş bir nesne karşısındaki Birleşik Ben’den söz ediyorum, yâni bir nev’î pozisyon almış bir Ben ve aslında ‘Örgütlü Ben’ deyimi daha doğru olur. O vakit psiko-analiz benim gibi (mi) düşünüyor: Ancak ve ancak Birleşik Cebhe/Örgütlü Ben boğuntu – Angoisse karşısında ayakta kalmayı başarabilir yoksa yıkılıp gider. Şimdi çoktan yıkılmış olmalı. 

Peki burada arzu’nun ve istek’in – désir mevkii ne, nerede duruyor? 

Arzu uyarıcı ve uyandırıcı rolündedir. Angoisse’a karşı Ben’i güçlendirir. Arzu organize müdâfaanın mobilisatrice’idir – harekete geçiricisi. O zaman Angoisse bir tür zevk meselesi olarak değerlendirilebilir mi? Evet. Hâl böyle olunca mâtem de MEVCÛDİYET anlamını üstleniyor ve yine angoisse cinsiyetler arası farka işâret ederek mâtem de varlıklar arasındaki farka bakıyor. 

İnsanoğlu angoisse’ı aşsa, değersizleşmeye kadar sonuçları olan bir travma geçirir. Yağmursuz fırtına’ya yakalanmak diye söylerim. Fakat eğer mâtem aşılsa bu sefer de başa depresyon gelir(miş). Ben diyeyim çöl. Daha da kötüsü var: Her ikisi birden aşılırsa bu sefer psikoz’a akıyor insan. Kurtuluş yok: Mâtem veya angoisse, olmaz ise psikoz

Kaynak: Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 1, Eylül-Aralık 2010, s. 148-155   

Jeni II – Dr. Hakkı Açıkalın

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İlginizi Çekebilir