Judaizm – II (Sabra-Şatilla Katliamları yahud ‘Errare Humanum Est’ yâni ‘Bu Bir İnsan Hatasıdır’)

14 Eylül 1982 tarihinde Doğu Beyrut’ta patlayan bir bomba ortalığı karıştırdı. Yaklaşık 50 kg. patlayıcının kullanıldığı patlamada bir bina yerle bir oldu ve bulunduğu semtte de büyük hasara yol açtı. Patlamanın meydana geldiği bina Parti Katayep (Hristiyan Falanjist Parti. Falanjistler Lübnan Marouni Kilisesine bağlıdırlar) binasıydı. Daha da önemlisi, iki hafta önce Lübnan devlet başkanı seçilen Beşir Cemayel, patlama sırasında aynı binada bir toplantı yapıyordu. Tsahal (İç güvenlik teşkilatı), yaralıları taşımak üzere bölgeye iki helikopter, ambulanslar ve çok sayıda sağlık görevlisi gönderdi. Akrafiyeh semti İsrail ordusuna bağlı askerler tarafından kuşatma altına alındı. Beşir Cemayel ve 24 kişi patlamada öldüler. Falanjist Parti tarafından yapılan ilk açıklamalar, Suriye’yi ve FKÖ’yü hedef alıyordu zira Beşir Cemayel, Filistin’de “fazladan” bir halk yaşadığını, bunların da Filistinliler olduğunu açıklamıştı. Bunun anlamı, onlardan kurtulunması gerekliydi. Aynı Cemayel, Lübnan’daki iç savaş sırasında İsrail ile İttifak halindeydi ve onlardan ayrı düşünmüyordu. Bazı yazarlar bu durumu, “Hristiyan-Yahudi Paktı” olarak da değerlendirirler. Cemayel’in seçilmesinden hemen önce, Menahem Begin, 82 yılının sonunda önce Lübnan’la bir barış anlaşması yapacaklarını deklare etti. Bu, şu demekti; Beşir Cemayel bizim adamımızdır ve onu önce Lübnan devlet başkanlığına getireceğiz daha sonra da oraya ilelebed yerleşeceğiz, yani Lübnan tamamen bizim olacak. Cemayel’in devlet başkanı seçilmesine, Ariel Şaron’un zaferi olarak bakılıyordu. Şaron, FKÖ’nün sonunun geldiğini de halkına müjdeliyordu, önce Cemayel seçilecek sonra “Filistinliler”, Cemayel’in askerlerine kırdırılacaktı. Cemayel’in seçilmesi birinci etaptı ve bu başarılmıştı. Sıra ikinci etaptaydı. Anti-Goliath yeniden harekete geçmişti. Ama evdeki hesaplarla çarşıdakiler arasında bir uyumsuzluk havası esmeye başladı. Bazı gazeteler, “Filistin’li David’le İsrail’li Goliath’ın savaşı”ndan sözettiler. O karambolde bunu tam olarak anlayan oldu mu bilinmez ama anlayanlar gülümsediler. Kısmete bakın ki, Filistin halkını da bir Yahudi yürütüyordu. Arafat’tan ayrılmaların temelinde de çoğu zaman bu vardı. Ama dışarıya fazla yansımıyordu. Cemayel’in, Sharonisme’in Ortadoğu’daki en büyük başarılarından biri olduğunu belirtmiştik. Bu kendiliğinden oluveren bir gelişme değildi kuşkusuz, öncesi vardı.

Cemayel, 1976 yılından itibaren İsrail tarafından eğitildi. Hatta 1970’lerin başından beri onlarla çok yakın ilişkiler içindeydi. 1977 yılından itibaren Likud şefleriyle Falanjist liderler periyodik olarak biraraya gelmeye başladılar ve bu biraraya gelişler aksamadan devam etti.

Cemayel’in ölümünden sonra, İsrail genelkurmay başkanı Rafael Eytan, “Şeyh Beşir bizden biriydi” açıklamasını yaptı. Eytan’ın açıklaması çok isabetliydi, Cemayel gerçekten de, İsrail’in en “sadık evlatlarından!” biriydi. Ancak, Cemayel de her ölümlü gibi hatalar yapabilir, verdiği sözleri unutabilirdi. Öyle de oldu. Devlet başkanı olduktan sonra, velinimetine verdiği sözleri hatırlamama eğilimine girdi. İhanet’in her yerde bir bedeli vardır, hele İsrail’de bu çok daha belirgindir. Bu gelişmeler başta Ariel Şaron olmak üzere bütün Yahudiler’i ciddi bir biçimde rahatsız etti. Her yol denendi, konuşuldu, ama olmadı. Cemayel resti çekti ve “Lübnan bağımsız bir devlettir” deyiverdi. Bu aslında “ölüm fermanını” kendi eliyle imzalamasıydı.

Bütün bu gelişmeler üzerine, İsrail, 50 km. derinliğinde bir güvenlik hattı çekeceğini ilan etti. Bu deklarasyonu, bir “Güney Lübnan Ordusu” kurulacağı açıklaması izledi. Güney Lübnan Ordusu kurulmakta gecikmedi ve başına bir diğer “İsraelophile” (İsrailsever) olan Saad Haddad getirildi. Haddad, Lübnan Ordusu’nun eski subaylarından biriydi ve Mossad ajanıydı. Tsahal, Lübnan Ordusu’nun Güney’e inmesine izin vermedi ve Haddad’ın rahat hareket etmesi sağlandı. Bütün bu provokatif politikalar sonuç vermedi zira Cemayel, “Time” dergisine verdiği demeçte, Lübnan’ın bütün bölgelerinde “detente” (yumuşama) istediğini belirtiyordu. Yumuşama ve İsrail kavramları ise birbirini iten kavramlardı. Bu sözler Cemayel’in belki de son sözleri oluyordu. Şaron, Cemayel’in tasfiyesinin gerçekleştiğini haber alır almaz, Batı Beyrut’u işgal kararı aldı. Aslında bu karar çok daha önceden alınmıştı ancak senaryo gereği Cemayel’in ölümünden sonra deklare edildi. ABD, Filistin’li yöneticilere, ABD’li, Fransız ve İtalyan askerlerinin denetiminde Batı Beyruttan çekilmeyi teklif etti. Ancak bu plan yürümedi daha doğrusu İsrail planın yürümesine engel oldu. Batı emperyalizminin bütün askerleri kuzu kuzu Beyrut’tan ayrıldılar eşdeyişiyle alanı boşalttılar. Herkes Barış Gücü denen soytarıların buraya Filistinliler’i İsrailliler’den korumak için geldiğini düşünmüş olabilir ama bunun böyle olmadığı, her zaman olduğu bir kez daha görüldü. Emperyalistler’in “kan”ları pahalı ve değerliydi. Ölmesi gerekenler ise, “ucuz kan!” sahipleri olan Filistinliler’di. Barış Gücü aslında bir “Kontr-gerilla” gücüydü ve İsrail’i anı anına, gelişmelerden haberdar ediyordu. Oysa, İsrail’in Beyrut’a müdahale etmesinden bir hafta önce, Ariel Şaron, ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fllaci’ye, “Beyrut’a girmemiz için hiçbir neden yok” diyordu. Operasyon’un adı bile bu röportajdan çok önceleri konmuştu: “Demir Kafa”! İsrail, taşeron olarak klasik tercihini yaptı. “Falanjistler”! Bir Falanjist yetkili şöyle diyordu: “Ölü bir Filistin’li çevreyi kirletir, çözüm onları bu topraklardan tümden söküp atmaktır.” Bu tamamen Taroh felsefesiydi: Bütün yabancı unsurların, Kutsal Topraklar’dan söküp atılması! Yahudiler’den başka herkes de “Yabancılar” sınıfına giriyor. Bir Falanjist subay da şunları söylüyordu: “Sorun, şiddetle mi, katliamla mı başlamak sorunudur!”. Bir İsrail’li subay ise kuşkularını şöyle dile getiriyordu: “Falanjistler’e, Filistin kamplarına giriş izni vermek, tilkinin tavuk kümesine girmesine izin vermekten farksızdır.” Ama ne hikmetse, İsrail’li subay kendisini objektif bir gözlemci olarak kabul ediyordu oysa tilkiyi yönlendiren, yani kendisi çok daha acımasızdı. Falanjistler’in sicilleri çok kirliydi: 1978 Martında yürütülen Litani Operasyonu’nda da onlar kullanılmış ve istisnasız bütün halkı öldürmüşlerdi. Aslında İsrail bu yüzden Falanjistler’e başvuruyordu zira çok güvenilirdiler!

“Sabra”, Arapça “kaktüs” anlamına gelir. İlginç bir tevafuk; Yahudi rabbileri, “sabra” kavramını, yani dışı dikenli içi sulu-sütlü bitkiyi, ideolojilerinin bir mecazı olarak değerlendirir, dikenlere (dış düşmanlara) en sert bir biçimde saldırmayı, süte (iç muhaliflere) mümkün olduğunca yumuşak-müşfik davranmayı esas alırlar.

Sabra ve Şatilla katliamı Elias Hobeyka adlı bir “kasap” tarafından yürütüldü: Hobeyka 1976 yılında, Beşir Cemayel tarafından Güney Lübnan’a gönderildi. Beşir Cemayel de emri İsrail’den almıştı. Güney Lübnan’a gönderildiğinde 22 yaşındaydı ve psikopat düzeyinde hastaydı. İsrail, ona seri sivil cinayetler işletti. Bu sivil cinayetlerin sayısı 50 olarak tahmin ediliyor. Hobeyka, “Lübnan Askeri Kuvvetler Konseyi”nin koordinatorlüğünü de yapıyordu daha doğrusu bu göreve alet ediliyordu, aynı zamanda Mossad’ın da üyesiydi. Yardımcı komutanlıkları ise, Emile İd, Michel Zouein, Dib Anastase, Maroun Michalani, Joseph Edde ve “Jessy” kod adlı bir İsrail’li subay yürütüyordu. İlk katliamlar, Camille Şamun’un Ulusal Liberal Parti’si tarafından gerçekleştirildi. Saad Haddad da işinin başındaydı. En extrem sahnelerinin sergilendiği korkunç bir katliam yaşandı Sabra ve Şatilla’da. Hem Falanjistler’in hem de İsrail subaylarının, telsiz konuşmalarında, “Hepsini geberteceğiz”, “dizboyu kan dökülecek”, “ırzlarına geçmek serbest!” gibi cümleler gırla gidiyordu. Hristiyanlığın yüz karası ve alçaklığın, namussuzluğun timsali haline gelen Falanjistler’in uyguladığı vahşetler Müslümanlar açısından ibret vericidir ancak bu vahşetin arkasındaki esas güç Yahudi İdeolojisidir.

Kamplar, Merkava tanklarıyla çevrili. Nedir Merkava? İsrail ordusuna ait en modern tank gruplarından biri. Ne anlamı var? Şaşırtalım sizi: Hz. Muhammed Mustafa’nın Miraç’a çıkarken bindiği bidirilen “Burak”ın İsrail dilindeki muadili, yine Hint dilinde Thurakapalam ve Tibet dilinde Durakapalam kavramları da benzer anlamlara sahip. Peki İsrail neden Merkava diyor bu tanklara? Sıkı durun: Yahudiliğin Miracı için! Nereye huruç edecek Yahudi? Kutsal topraklara, yani Aden cennetini de içine alan topraklara. Bu ismin babası da İsrail Baş Rabbiliği’dir.

Kadınlar öldürülmeden önce tecavüze uğrarlar. Katledilen kadınlar arasında 12 tane de hamile vardır. Bir yahudi teğmen hamile kadınların katledilmesini şöyle meşrulaştırmaya çalışır: “Aksi takdirde gebe ladomşar terörist doğuracaklardı”. Yedioht Aharonoth gazetesi muhabiri Eytan Habir, Ariel Şaron’u kastederek şöyle der: “Katliam devam etti, çünkü birileri devam edegelen olaylarla ilgileniyordu!”. Erkeklerin cinsel organları kesilip ağızlarına konulur. İntisar İsmail adlı 19 yaşındaki Filistinli genç üstüste 15 kez kere tecavüze uğrar ve daha sonra da katledilir. Hastane yetkilileri bunu doğrulamaktadırlar. Yaralı mültecilere yardım ettikleri gerekçesiyle Dr. Ali Otman ve Dr. Sami Katip, 2 Filistinli hemşire, Suriyeli bir doktor ile Mısırlı bir görevli katledilirler. Gerek Falanjistler gerekse de İsrail askerleri, TV muhabirlerine açıkça konuşurlar: “Hepsini geberteceğiz”, “Bütün Arapları geberteceğiz”, “Analarını, bacılarını s.eceğiz onların”.

Aynı günler, ne hikmetse Yahudi yeni yılının kutlamalarına da denk gelir. Bebekler ise kafaları duvarlara vurularak parçalanmak suretiyle ya da vücutları ortadan ikiye bölünerek katledilirler. Bir Falanjist, Newsweek dergisinin muhabirinin kampları gezmek istemesi üzerine şöyle cevap verir. “İçeri giremezsiniz çünkü şu sırada onları boğazlıyoruz”. Washington Post gazetesi muhabiri olaylardan sonra şu haberi geçer: “Evler, sakinleri içerideyken buldozerlerle yıkılıp, tuzla buz edilmiş. Cesetler üst üste yığılmış, aralarında bebekler var. Küçük bir bahçede, sabit bakışlı bir bebeğin kafasının gözüktüğü yıkıntıların yanında, buğday çuvalı gibi iki kadın uzanıp yatıyor. Onların yanında kundak bezi içinde kafası ezilmiş bir bebek sırtüstü devrilmiş. Başka bir köşede, küçük bir çıkmazda biri 11-12 yaşlarında, diğeri ise birkaç aylık iki küçük kız çocuğu bulduk: Bacakları açık, kafalarında küçük birer delik öylece uzanmışlar. Oradan birkaç adım uzakta 422 ve 424 no.lu binaların duvarlarında 8 kişi kurşuna dizilmiş. Tozlu her dar sokak kendi hikayesini anlatıyor. Sokakların birinde 16 ceset birbiri üstüne yığılmış. Bu sokağın yanında, bir bina avlusunda, pamuklu elbiseli 40 yaşlarında bir kadın sırt üstü uzanmış kalmış. Kafasının görüntüsü berbat, gözleri kocaman açılmış. Göğüslerinin arasına bir kurşun sıkılmış. Küçük bir dükkanın yanında, 70 yaşlarında ihtiyar bir erkek kafası tozlar içine gömülmüş, eli sanki yalvarır gibi bir halde yıkıntılar içinde kalmış bir kadının ayakkabılarına doğru uzanmış yatıyor. Yakın mesafeden ateş edilerek öldürülmüş”.

Bazı cesetlerin altına, ölülerini toplamak isteyecek insanları da katletmek için, pimi çekilmiş el bombaları yerleştirilmiştir. Duvarlarda ise şu yazılara rastlanır: “Tanrı buradan geçti. İmza: Ketayib”. “Hepsinin g..üne koyduk”. “Analarını s.tik”. Katliam Talmud’a uygundur zira atlar, koyunlar, köpekler ve kadiler de öldürülürler. Öldürülen insanlar, Haç şeklinde dizilirler. İsrail başbakanı Menahem Begin ise şöyle buyuruyor: “Onlar, iki ayak üzerinde yürüyen hayvanlardır”.

Katliamın olduğu saatlerde, Ariel Şaron Yahudiliğin kazandığı zagerin şerefine kadeh kaldırmaktadır. Aynı esnada kendini telefonla arayan general Drori’yi de kutlar. An Nida gazetesi katliamı tek kelimeyle yorumlar: Naziler! Bir iddiaya göre ise, İsrail askerleri Falanjist üniforması giyerek katliamları gerçekleştirmiştir.

Bir Falanjist subay İsrail televizyonuna şu demeci verir: “Yıllarca Filistinli öldürmeye devam edeceğim. Kamplarda 15 tanesini öldürdüm ve daha bitirmedim. Onlardan nefret ediyorum. Kendimi de bir katil olarak görmüyorum. Lübnan’dan defolup gidinceye kadar daha binlercesi katledilecek ve kalanlar da açlıktan geberecekler”. Subayın ismi Michel’dir ve İsrail ajanıdır.

5000’den fazla insan bu katliamda hayatlarını yitirdiler. Şatila’daki bir toplu mezarın başında bir kadın sürekli gidip gelmektedir. Aralarında 4 aylık bebeğinin de bulunduğu, ailesinden 13 kişi öldürülmüştür. Birden durur ve yere oturur, başından aşağı toprak dökmeye ve “Şimdi ben nereye gideceğim” diye ağlamaya başlar.

Bu katliam, Yahudilğin ne ilk katliamıydı ne de son olacaktı. Örneklemek gerekirse, Deir Yassin, Kibia (Batı Şeria’da, 1967 savaşından önce Ürdün ile İsrail’i ayıran ateşkes hattı yakınındaki bir Filistin kasabasıdır. 1953 yılında, 14 Ekim’i 15 Ekim’e bağlayan gece yarısı Albay Ariel Şaron komutasındaki 101. Bölüğün bu kasabaya yaptığı saldırı sonucu 132 kişi öldürüldü). Litani, Tell-el Zaatar ve nihayet Kürdistan…

Kendisi de bir yahudi olan William Shakespeare bu katliamları duysaydı acaba ne derdi?

1500’lü yıllardan itibaren, Siyonizm, Avrupa’dan çok önce Osmanlı’yı kuşatmaya başladı. Osmanlı tarihinde, Yahudiler’e yönelik ne bir göç ettirme ne de bir tek infaz vardır. Koskoca tarih boyunca yaşanan tek olay Sabatay Sevi (zvi) mes’elesidir, o olay da hemen kapatılmıştır. TC’nin kuruluşuyla birlikte Siyonizm’in etki alanı daha da genişlemiş ve gücü katlanmıştır. Finans-kapital’i tamamen kontrol etmeye başlamışlardır. 1920-24 yılları arasında, 100 yabancı işletmeden 60’ı Yahudi kökenlidir. Bankalar ve fabrikalar onların elindedir. 120 milyon TL’lik Yahudi sermayesine karşı, Osmanlı’dan kalan milli sermaye (non-just) 18 milyon TL’dir.

TC’nin İsrail ile içiçe geçişinin bir başka boyutu TC’de yetişen üst düzet Yahudi bürokratlardır. Bunlara bazı örnekler vermek olasıdır. Prof. Dr. İsmail Hanukoğlu (İsrail eski başbakanı Binjamin Netanyahu’nun baş danışmanıdır), General Şlomo Gazit (İsrail ordusu istihbarat teoristyenlerinden, Moşe Dayan’ın beyinlerinden, Stratejik Planlama Dairesi eski başkanı, Yom Kippur Savaşı’ndan (1973) sonra İsrail Ordusu istihbarat şefi, Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin başkanı), Mordehay Gazit (Şlomo Gazit’in kardeşi, İsrail dışişleri bakanlığının eski diplomatlarından, 1994 yılında Ürdün kralı Hüseyin ile yapılan barış anlaşmasının teorisyeni), General Daniel Beeri (İsrail’in askeri baş hahamı), Prof. Dr. Yosef Chaaltiel (İsrail’in en tanınmış ressamlarından biri), Prof. Dr. Jak Yakar (Arkeoloji profesorü).

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İlginizi Çekebilir