Sinemada Antrakt Konuşmaları

-“Batı’da romanın bitişinden sonra sinemanın da can çekişmesini seyrediyoruz herhalde.”

-“Muhtevanın olmadığı yerde şeklin tek başına birşey ifade etmeyeceği gerçeğine nihayet tosladılar. Şimdilik teknikle idare ediyor gibiler. Bilgisayarla gerçekleştirilen görüntüler, çok kanallı dolby stereo ses, daha çekim öncesi çalışmaları sırasında çizelgeler halinde tesbit edilen sunî ve zorlama ritm duygusu; video oyunlarının kişide bıraktığı cinsten tesir. Audio-visual bombardıman!”

-“Sanal (virtual) gerçeklik dönemi. O da sabun köpüğü misali, ömrünü tamamlamak üzere. Teknik sanatı yutuyor mu dersin?”

-“Teknik, gayeye vasıtalık etmeli. Vasıtanın gayeleştiği yerde elbette iş kuru kabukta kalıyor.”

-“Dâvâ dönüp dolaşıp fikirde düğümleniyor. İbda Mimarı’nın dediği gibi, ister sanatkâr, isterse seyirci yönünden, fikirsiz hiçbir şey olmaz.”

-“Ya bizdeki durum?”

-“Bizdeyse sinema hiç olmadı.”

-“70’li yıllara kadar teknik altyapısından senaryosuna kadar birebir Batıdan aparma salon filmleri… O zamandan bugüne kadar yapılanlar da ne idüğü belirsiz hilkat garibeleri… İlk aklıma gelen “İstanbul Kanatlarımın Altında”, “Hamam”; bize, Batının bizi gördüğü ve görmek istediği pencereden, ona yaltaklanmak maksadıyla bakan yerli (!) pislikler. Bu yolla dışarıda bir kaç ödül alırım hesapları, bu arada Euroimage fonundan nasiplenmenin şükran borcunu eda ile istikbale yatırım. Ondan sonra da sağda solda Türk sineması batıyor mu çıkıyor mu meyanında tartışmalar…”

-“Kemalist kültür (!) ortamında sinemaya tüketilecek mal gözüyle bakışın tabiî neticesi. Kurnazlığa bak ki arz-talep eğrisini başarı grafiği niyetine yutturmaya çalışıyorlar. Seyirci çekip çekmemesi bir yana, sen filmini masaya yatır ve acımasızca eleştirmeyi öğren! Bunun için de önce nefs muhasebesi; inanılacak ve teslim olunacak hakikat arayışı; her an bunun şuuruyla hareket şartı… Ama önce arayış.”

-“Kendini bilen Rabbini bildi.”

-“Ve Rabbini bilenin kendini de bilme yolundaki çabası.”

-“Halk böyle istiyor bahanesi ardına sığınmak da bir tür meşruiyet arayışı. Sarhoş tesellisi.”

-“Her konuda olduğu gibi sanatta da, halkın beğenisini ölçü alan demokratça yaklaşımın iğrençliği gözüküyor.”

-“Fakat en az kötü eserlerin müessirleri kadar, çerezlik eğlence ve hoşça vakit geçirme arayışıyla sinemayı tercih eden seyircinin de suçu yok mu?”

-“Öyle ama “ben kârıma bakarım” anlayışıyla sinemayı ticari meta olarak gören ve “mamul”leriyle seyircinin zevkini tahrip eden zihniyete hayat hakkı tanıyan sistemin sorgulanması gerekir öncelikle.”

-“İşte işler şimdi biraz bulanıyor. Sanatta sansür ve ceberrut rejiminden bahsediyorsun ki, bu bizim aydın ve sanatçı geçinenlerimize uymaz. Ne de olsa serde demokratlık var; ayrıca zevkler ve renkler tartışılmaz (!)”

-“Bu, yetişmesinde birinci derecede suçlu bulunduğu topluma tepeden bakarak, eleştiride şahsiyet edasına bürünmenin ikiyüzlülük zemininde nefsini heykelleştirmekle kıyaslanmayacak kadar soylu bir tavır.”

-“Yani?”

-“Gerçek aydın ve sanatçının hakettiği, lâyık olduğu yere konulduğu bir sistem. Aynı zamanda da tahlil ettiği topluma yön vermede müdahil makamda bulunan… Sartre’ın “Aydın çağından sorumludur.” sözünü hatırla.”

-“Yani?”

-“Yani Aydınlar aristokrasisi-Başyücelik Devleti.”

-“Demokrasi kötüye mâni olmanın rejimidir dememiş miydi İbda Mimarı. Tabiî aynı zamanda, hakikati ve iyiyi teklif edememenin de rejimi. Batılının da itiraf ettiği gibi aslında: Kötünün iyisi!”

-“Yıllarca onun eserleri karşısında “anlaşılmıyor” tavrını takınanların halini hatırlıyorum.”

-“Arabesk “İslâmî” romanların bilmem kaç baskı yaptığı, “kaynak”tan referanslı (!) “Nebevî metod” kitaplarının peynir ekmek gibi “tüketildiği” bir vasatta farklı olsaydı şaşardım.”

-“Onlar da varlığını demokrasiye ve Kemalist kültüre (!) borçlu. Bir zamanlar İbda’nın fikir ve aksiyonda inkılapçı çizgisine niye yan baktıkları şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu? Söz İslâmcı camiaya gelmişken İslâmî sinema, diğer adıyla Millî sinema, veya diğer adıyla Beyaz sinemaya dokunmadan geçmek olmaz.”

-“Söylenecek fazla bir şey yok aslında. Diğer alanlardaki “verimler” neyse burada da o. Olmayan şey etrafında bu kadar kavram üretmek nedendir, ben asıl onu merak ediyorum.”

-“Terminoloji oluşturuyorlar akıllarınca. İnsana bulantı hissi veren, gözlemden uzak, senaryosundan tekniğine kadar her tarafından dökülen ibret numuneleri.”

-“Panellerde biraraya gelip tartışmaları bir başka âlem. “Millî sinema mı, ulusal sinema mı?”, “Beyaz sinemanın dünü bugünü” filan gibi komiklikler. Sen evvela Beyaz sinemadan ne kasdettiğini ortaya koy. Klişe uydurmanın mânâsı ne?”

-“Kendi de bilmiyor ki! Kimbilir hangi vesileyle ağzından kaçan o lafı empoze ederek kendi reklamını yapacak. Ve sonra sinemanın meseleleri konuşuluyor; çekilen filmlerin dağıtım problemiymiş, salon verilmiyormuş, yok efendim Amerikan filmleri hegemonyası varmış.”

-“Hâl böyleyken Türkiye’de sinema tenkidçisi yetişmemesi ve sinema tenkidçisi geçinenlerin de bir arşivci veya film künyesi ezberciliğinden öteye gidememeleri. Tenkidler de “beğendim”, “beğenmedim” veya “iyiydi”, “kötüydü” kabilinden; güdük.”

-“Edebiyatta Nurullah Ataç misali.”

-“İslâmcı yönetmenlerimizin anlayışlarıysa böylelerine malzeme. Sinema gibi müşahhas bir telkin vasıtası, küt idraklilerin kaba tebliğciliklerine kurban edilmekte.”

-“Her nasılsa biri nihayet bunun farkına varmış olacak ki, geçen senelerde izlediğim bir panelde, son filminin yapımcısının “Bu ne biçim İslâmî film yahu! İçinde bir selamunaleyküm bile yok!” deyişini aktarırken hayıflanıyordu.”

-“Yahu aynı kişi değil miydi, zamanında çektiği filmlerin her sahnesine tebliğ olsun hesabı birşeyler sokuşturma derdiyle kıvranan. Şimdilerde “Sanatta ideoloji olmaz!” gibi büyük (!) laflar ne? Bırak sanatı, ideolojisiz hayat olur mu?”

-“O gün öyle yaparken de, bugün böyle derken de, hâlinin izahçısı değil. Panel çıkışında son filmi için şurası şöyle olmamalı diyen bir arkadaşa “Ben yaptım oldu!” diyecek kadar Picassovari (!) derinliğe (!) sahip!”

-“Bir başkasının cinayetini örnek vereyim sana. Adam İslâmcı yönetmen olarak sinemanın müslümanca bir gereklilik olduğunu vurgulamak için “Peygamber bugün aramızda olsaydı mutlaka film çekerdi” diyecek kadar sapıtmış.”

-“Ben de aynı soydan bir İslâmcı senarist müsveddesinin konuşmasını dinlemiştim. Almış Yusuf Sûresi’ni önüne, işte ideal senaryo! diyerek çözümleme yapıyor; şurası giriş, şu ayet düğüm noktası, şurada çatışma filan… Senaristliğinin çapını kaynaktan delillendirecek ya! Üstelik Büyük Doğu Mimarı’nın “Sanat Allah’ı aramaktır.” sözüne “Bence değil!” karşı tezini (!) sürecek kadar da fikir kumaşı (!) var.”

-“Hani şu gazete köşesinde, savaşıp şehit düşen Filistinliler için “Puştluk yapıyorlar!” deme puştluğunu yapan ve sonra da gelen tepkiler yüzünden işinden kovulan zavallı köy bilmişi değil mi?”

-“Evet. İdrakler bu kadar küt olunca da İslâmcılıkları sadece etikette kalıyor. Nice ateist fikir ve sanat adamları var ki, eserlerinden bunlarla kıyaslanmayacak ölçüde mistisizm tütmekte.”

-“Bir Bunuel mesela, ateist kimliğine rağmen rüya mantığı hakim çoğu filmlerine. Yaşadığı dönemin moda akımı sürrealizmin tesirinde kalmasının da bunda rolü olsa gerek. Ama öte yandan eserlerinde din karşıtlığı ve kiliseye ve din adamlarına meydan okuyuşuna tanık olmak mümkün.”

-“Her ruhçu sistem Allahçı değildir; herhalde Kumandan’ın eserlerinden birinde rastlamıştım buna. Şiirde bir karşılaştırması var bir de: Mehmet Akif; İslâmcı olduğu halde şiirlerinde kaba bir tebliğcilik… Buna mukabil inançsız Ahmet Haşim’in şiirinde mistik bir duyarlılık… Bunuel’in ateist mistikliğini de bu misalden süzebiliriz.”

-“Bergman’da da bu mistisizm sezilebilir. Aslında Bunuel’in tavrı Hıristiyan konformizmine ve din adamlarının ikiyüzlülüğüne meydan okuma biçiminde çıkıyor karşımıza. İnançsızlığındaki tezadı şu meşhur sözünde farketmek kabil: “Tanrıya şükür tanrıtanımazım!” “

-“Sinema için, ifade imkânlarının sınırsızlığı yönünden zamanımızın en şanslı sanat dalı denilebilir. Bu mânâda Tarkowski’nin İbda Mimarı’nın “Şiir ve Sanat Hikemiyatı”nda telif ederek şereflendirdiği bir sözü geliyor aklıma: “Aslında anlaşmanın bir başka şekli ve dili daha vardır; duygular ve görüntüler… Böyle bir bağla ayrılıklar gideriliyor, sınırlar yıkılıyor; istek, duygu ve taşkınlıklar, bugüne kadar aynanın her iki tarafında duran, kapının önünde ve arkasında bulunan insanların arasındaki engelleri temizliyor!..”

-“Bresson da sıkıştırarak ifade etme imkânından bahsediyor; edebiyatçının on sayfada anlatacağı şeyi, tek bir görüntüye sığdırmak…”

-“Haberlere boğuluyoruz, diyor Tarkowski; ama hayatımızı değiştirebilecek en önemli mesajlar bize ulaşmıyor. Kelimeler giderek boş laflara dönüşüp soysuzlaşıyor, hiçbir mânâ ifade etmiyorlar. Resimler, görsel izlenimler bunu kelimelerden daha iyi başarırlar. Özellikle de “kelâm”ın, efsunlu ve büyüleyici boyutunu yitirdiği, bir zamanlar sahip olduğu sihri elinden kaçırdığı günümüzde…”

-“Hani çok kanallı TV’ler, internet; globalleşme palavraları, kültür alışverişi filan?!.. Mamafih hakikatin tesbiti bir yana, bedbinlik tütüyor bu sözlerden. Hıristiyanca bir teslimiyet… “Kurban”daki Aleksander da bu yüzden bir daha hiç konuşmayacağına yemin etmişti. Oysa “Herşeyden önce kelâm vardı!” diyordu başta.”

-“Herşeyden sonra da…”

-“Kelâm mucizesi”nin ulaştığı inanç sahiplerince idrak edilebilecek büyük mesele!..”

-“Bugünkü şartlara göre sinemanın kurtulma imkânı var mı dersin?”

-“İfade imkânlarının hudutsuzluğuyla şanslı olduğu kadar, girift, karmaşık ve pahalı yapısıyla endüstrileşmiş sinemanın, varlık şartlarının tüketim normlarına endekslendiği günümüzde, aslında haksızlığa uğrayışıyla en şanssız sanat dalı olduğunu da kabul etmek gerekir. Yapımcı nezdinde kabul görme şansı olmayan -ki bu da ticari kazanç şansıyla doğru orantılı- bir film projesi, mübdîinin mevzuundaki derinliğini ne kadar aksettirirse aksettirsin, hayata geçirilemeyecektir. Bir ressamın boya paleti ve tual, bir müzisyenin sadece bir müzik aletiyle ortaya koyabildiği ibda imkânı, ne yazık ki bir yönetmene sunulamamaktadır. Tarkowski bile Sovyet Rusya’da bürokrat zihniyetle mücadele ettiği şartlarda çektiği “Stalker”i, kapitalist bir Batı ülkesinde asla gerçekleştiremeyeceğini itiraf ediyor.”

-“Aynı çetinliği içtimaî planda kendini teklif eden üstün fikirlerin müellifi de yaşamıyor mu? Üstelik malzemeleri kağıt ve kalem’ken…”

-“Elbette… İçi boşaltılmış kelimelerin idrakleri bombardıman altında tuttuğu şartlarda “soylu fikir”in bile hayata geçiriliş aşamasında “gong”a ihtiyaç duyduğu gerçeği ortadayken, sinema sanatının da, unsurların yerliyerinde olduğu sistem planında bir çözümle kurtulacağını bilmek… Bu da ihtilal-inkılap bahsini davet ediyor.”

-“Kıyıda, bulanık suda oynamayı kendine meslek edinmiş aydın ve sanatçı geçinen sahtekârların, asla tahammül edemediği bahis!”

Kaynak: B.Ç., Akademya I. Dönem, Sayı 8, Ocak 1998 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!