Kelâm Kelimesinin Etimolojisine Dair

GİRİŞ

Günümüzde her milletin bir geçmişi olduğu ve o milletin asırlar içinde süregelen değişim ve şekillenmesi gibi; diller, dilin birimi olan lafızlar-kelimeler ve delâlet ettikleri mefhumlar-kavramlar da süregelen bir değişime ve şekillenmeye sahibtir.

Kelimelerin delâlet ettiği kavram muhtevalarının doğru bir şekilde belirlenmesi, ilgili şeyin mâhiyetinin de olabildiğince açık bir şekilde ortaya çıkarılmasını sağlar.(¹) Bu çerçevede, bir kelimeyle murâd edilen anlama-kavrama vakıf olabilmek için, önce o kelimenin-kavramın kökünü ve tarihî macerasını bilmek, ziyadesiyle aydınlatıcı olacaktır.

Kelimelerin kökenlerini (sözköklerini) inceleyen bilim dalına Batıda “Etimoloji” (Kökenbilim) adı verilir. Bizim medeniyetimizdeki karşılığı ise “İştikak”tır.

KELÂM KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ

Lûgatte “etkilemek, yaralamak” anlamında “kelm” kökünden türemiş bir isim olan kelâm, masdar formunda düzenlenmiş bir kelimedir. Bu kelime, Yunan Felsefecilerin eserlerinin Arabça tercümelerinde “söz, akıl, düşünce, delil” gibi çeşitli anlamları olan logos terimine karşılık olarak kullanılmaktadır. Arab dilcilerden biri olan İsfehanî’ye göre bu kelime, belli bir düzen içerisinde sıralanmış bu lafızlar altındaki mânâların tamamı için kullanılmaktadır.

Benzer şekilde İbn Faris de kelâmı, mânâ yönü olan konuşmaya delâlet eden lafız olarak tanımlamaktadır. Cürcanî ise kelâmı, isnad yoluyla iki kelimeyi ihtiva eden söz olarak tanımlamaktadır. Yâni tam bağ kurulmuş kelimelerden müteşekkil anlama kelâm denmektedir. Şu hâlde bir sözün kelâm sayılabilmesi için en az iki kelimeden oluşması ve bu iki kelime arasında isnad bağı kurulması gerekmektedir.

Diğer taraftan Türkçe’de her ne kadar kelâm teriminin karşılığı olarak “söz” kelimesi kullanılsa da, Arab dilinde söz, daha çok “kavl” kelimesiyle karşılanmaktandır. Bu çerçevede İbn Manzur, kelâm ile kavl kelimelerinin birbirlerinden farklı oluşuna dikkat çekmektedir. Ona göre kelâm, kendine yeten söz demektir ve bu kavram “cümle” kelimesinin karşılığıdır; “söz” lafzının karşılığı olan kavl ise, kendi başına yeterli olmayan ve cümlede bir cüzü ifaden şeydir.

Aynı şekilde Sibeveyhi de, kelâm ile kavl kelimelerinin birbirinden farklı anlamlar taşıdığına dikkat çekmektedir. Ona göre kavl kelimesinin karşılığı olan söz, lafz ve ifade anlamına gelmekte; kelâm ise, kendisiyle belli bir şeylerin anlatıldığı söz demektir. Buna göre kelâm, anlamın belli bir kasıd ve niyetle lafza dökülmesidir. Dolayısıyla kelâm kavramının “kavl” kelimesini de kapsayan daha geniş bir anlama sahib olduğu söylenebilir.

İbn Manzur, Arab dünyasının meşhur dilcilerinden Sibeveyhi’nin yukarıda ortaya koymuş olduğu “kelâm” ile “kavl” lafızları arasındaki anlam ve kullanım yönündeki farklılıktan hareketle; insanların ittifak halinde Kur’ân’a “Kelâmullah” dedikleri hâlde, “kavlullah” demediklerine dikkat çekmektedir. Çünkü Kur’ân, tahrif edilmesi ve herhangi bir harfinin değiştirilmesi mümkün olmayan, sıkı ve örülmüş bir şeyi ifade etmektedir. Bu yönüyle Kur’ân, mânâyı tam olarak ortaya koymakta ve koymuş olduğu bu mânâ üzerinde oynanma ihtimali olmadığı için, kastedilen mânâ tam olarak ortaya çıkmaktadır.(²)

Yine, lûgatta “maddî ve mânevî açıdan etkilemek, yaralamak” anlamındaki kelm kökünden masdar ismi olan kelâm, “konuşma, söz söyleme, sözlü etkiyi algılama” mânâsına gelir. “Konuşma melekesinden yoksun bulunmaya aykırı durum, zihinde bulunan anlamın dille ifade edilmesi” diye tanımlanan kelâm, örfte ağızdan çıkan anlaşılır sese verilen addır. Dinî bir terim olarak da “Allah’ın, konuşma kemâline sahib olduğunu bildiren sıfatı” diye tanımlanabilir.”(³)

“Kelâm” sözü, başka çok çeşitli mânâlara da gelir. Kelâm, bir söz, bir deyiş, bir cümle veya metin anlamına geldiği gibi, bunların yerini tutabilecek belirli bir “hat” veya “işaret” anlamına da gelir. Kelâm, sesle ifade edildiği zaman Arab dilinde “lafz” veya “kavl”, yazı ile ifade edilince “hat” veya “kitabet”, işaretle ifade edilince de “remz” veya “resm” adını alır.

Kelâm kavramına Arab dilinde hem muhteva hem de kullanım açısından farklı anlamlar yüklenilmesinden ötürü, İslâm Kelâmında kendine yer bulan ekoller, kelâmın neliğine ilişkin olarak farklı bakış açıları geliştirmişlerdir. Geliştirilen bu bakış açıları, Kelâmî ekollerin kendi düşünce sistemleri içerisinde alt teorilerini oluşturmaktadır. Bu bağlamda kelâm kavramının ne olduğunun ortaya konması ve muhtevasının anlaşılması için beşerî kelâma ait özellikler incelenmiş ve bu incelemeler sonucu şu veya bu şekilde İlâhî kelâmla ilişkilendirilmiştir.

Kelâm tarihinde kelâm kavramının neliğine ilişkin tartışmalar, kelâmî ekollerin sistemleşmesiyle birlikte zemin değişimine uğramıştır. Zira ekollerin sistemleşmesinden önce bu konu daha çok politik ve sosyal çekişmelerle ilgili olarak mezhebler arası bir ayrım düzleminde tartışılmaktaydı. Ancak ekollerin sistemleşmesiyle birlikte bu konu, bir mesele olarak kelâmın mahiyeti bağlamında “dilbilimsel” ve “teolojik” bir çerçevede ele alınmaya başlanmıştır. (⁴) Bu sebeble ‘Kelâm’ kelimesi iki farklı mânâ olarak değerlendirildi. Ehli Sünnet ve Mutezile ekolünün benimsediği iki ayrı mânâ.

Ehli Sünnet’e göre Kelâm, konuşan kişinin zâtıyla var olan, kaim olan bir mânâdır. Buna göre konuşan kişide var olan mânâ, ibare ve lafız ile ortaya çıkar. Yani lafızlar mânânın birer formu ve şeklidir.

Mutezile’ye göre ise Kelâm, sıfat ve form değil zâtıyla bir fiildir. Çünkü Dil, belli bir kurallar dizisine sahib düzenli bir sistem olup, harfler ve sesler de bu kurallar dizisi içinde anlam kazanırlar. Burada anlam tamamen dil yani Kelâm içinde ortaya çıktığına göre, nefiste yerleşik, harf düzeneğine karşılık gelen bir kelâmdan söz etmek anlamsızdır. Dolaysıyla anlamın ibare ve lafızlara dönüşmeden önce, nefiste yerleşik olduğu iddiası, çelişkili bir iddiadır.(⁵)

Daha sonraki gelişiminde ise kelâm kelimesi, makûl bir önermenin veya hükmün ifadesi ve böyle bir önermeyi yahud hükmü ileri sürme imkânı veren delil anlamına geldi. Mütekellim de bu tür kelâmları kullanan kimseye dendi.

LÛGATTAN SEÇMELER

Kelâm: Söz. Bir mânâyı ifade eden, bir maksadı anlatan ifade. Allah’a mahsus bir sıfat. Fık: Allah, Kelâm sıfatını da hâizdir. Onun kelâmı harften ve savttan (sesten) münezzehtir, ezelîdir, ebedîdir. Ist: Hikmet ve mantık esaslarıyla Allah’ın varlığı, birliği, İslâmiyetin doğruluğu ve hakkaniyetinden bahseden ilim.

Kelâmî: Söz ve kelâma ait. Sözle alâkalı.

Kelâm-ı ahsar: En kısa ve veciz söz.

Kelâm-ı Kadîm: Kur’ân-ı Kerîm, Kadîm Kelâm.

Kelâm-ı Kibâr: Büyük, akıllı, velî ve meşhur zâtların güzel, veciz ve çok kıymetdâr olan sözleri ve kelâmı.

Kelâm-ı mahrem: Gizli kelâm, Mahrem söz.

Kelâm-ı Mensûr: Nesir söz.

Kelâm-ı Mudarî: Arab kabilelerinden Mudar Kabilesinin konuştuğu Arabça. Kur’ân-ı Kerîm bu lehçe üzerine nâzil olmuştur. En fasih Arapça’dır.

Kelâm-ı nefsî: Cenab-ı Hakk’ın lâfz, harf ve ses olmayan zâtî kelâmı. İçten konuşma.

Kelâm-ı Resûl: Hadis. Peygamberimizin sözü.

Kelâm-ı Tünd: Sert söz.

Kelâmiyyûn: Kelâmcılar. İlm-i kelâm âlimleri.

Kelâmullah: Allah kelâmı, Kur’ân-ı Kerîm. (Bak: Kur’ân) (Kur’ân başka kelâmlarla kâbil-i kıyas olamaz. Çünkü, kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemâl cihetinden dört menbaı var. Biri mütekellim, biri muhâtab, biri maksad, biri makamdır. Ediblerin yanlış olarak, yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde “Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?” ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Madem kelâm kuvvetini, hüsnünü bu dört menba’dan alır. Kur’ân’ın menbaına dikkat edilse, Kur’ân’ın derece-i belagati, ulviyet ve hüsnü anlaşılır. Evet, madem kelâm mütekellime bakıyor; eğer o kelâm emir ve nehy ise; mütekellimin derecesine göre irade ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukavemetsiz olur, maddî elektrik gibi te’sir eder. Kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezâyüd eder. S.).

Kelâmın kuyûdatı ve keyfiyatı: Kelâm’ın küllünü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla, bunların sarf ve nahiv yönünden hususiyetleri. Meselâ: Müzekkerlik – Müenneslik – Marifelik – Nekrelik – Mübtedâ – Haber, Sıfat – Mevsuf gibi.

Kelâm, sözlerin düzeni ve altlarında yatan mânânın tezahürüdür. Kelâmcılara göre ise; “merâmın anlaşılmasına yeten ifade biçimidir.” Kelâm, “kavil”den daha özeldir. Çünkü kavil ayrı ayrı söz iken, Kelâm tek bir lafızdan ibarettir. Anlamı tektir. Aslında Kelâm, kelimelerin diyalektiği, düzenidir.

Kelâm “kelime”lerden oluşur. Kelime, anlam ifade eden düzenli sözdür; ama sözün mutlaka ağızdan çıkması şart değildir. Kelime fiil olur, harf olur, isim olur. Bu anlamda, “sevmek” de bir kelimedir, “kalem” de bir kelimedir, bazı Kur’ân sûrelerinin başındaki “Elif, Lâm, Mîm, Sad..” harfleri de birer kelimedir.

Kelime: Mânâsı olan en küçük söz veya cümlenin yapısını teşkil eden unsurlardan birisidir. Kelime, isim, fiil ve harf olmak üzere dilbilgisinde üç kısma ayrılmıştır. Bir tek söze de kelime denir.

Kelime-i Hamkâ: Ahmakça söz.

Kelime-i Menhute: Aslı iki kelimeden olan bir tabirin bir kelime ile söylenmesi. “Bismillah” yerine “Besmele” denmesi gibi.

Kelime-i Şehadet: Şehadet ifadesini hülasâ eden tâbir.

Kelime-i Tayyibe: Allah ve Resulüllah kelâmı. Dua, niyaz ve salavatlar gibi kelâmlar.

Kelime-i Tevhid: Tevhid-î İlâhîyi ifade eden cümle-i kudsiye.

Kelîmullah: «Hazret-i Musa’nın (A.S.) bir ünvanıdır. Çünkü O, Tûr-u Sinâ’da Cenâb-ı Hakkın kelâmını, hitabını duymak mazhariyetine erişmiştir. Resul-i Ekrem (S.A.V.) Mi’rac-ı şerifinde Cenab-ı Hakk ile tekellüme mazhar olduğundan bir ismi de Kelîmullahtır.(⁶)

İBDA MİMARI’NDAN

“Kelâm”, taayyün ve belirmek mânâsındadır ve Allah’ın insana “kendi nefesinden üflediğini” bildirdiği ruhun isimlerinden biri de “kelme-i ehem”dir; öne alınmış söz, sözün öne alınmışı… Demek oluyor ki, meçhulden kurtarılması gereken malûmların başında, “her şeyden önce kelâm vardı!” hikmeti bulunuyor.

Yine bu bahis çerçevesinde kendiliğinden görünüyor ki, topyekûn varlık, varlık dereceleri, nev’i ve cinsleri, çokluk ve tek olarak ele alınışları, müşahhas ve mücerret keyfiyetleri, isim, sıfat ve fiilî nitelendirilişleri ile, bir taayyün ve belirişin ifadesi olarak, Allah’ın kelâmıdır!

Bir ifade ve belirişe “dil” demeyle, Allah’ın sıfatlarından olan ve mahlûkta da insanda bulunan “kelâm sıfatı” ve bunun lâfza bürülü malûm mânâsiyle “dil” şekli arasındaki alâka ve fark anlaşıldı mı?

Ve dilin, ruh’un romanı oluşu! (⁷)

 

KELÂM

Pek uzun zaman hasret çektim

ve uzaklara baktım – pek uzun zaman

kaldım yalnızlık içinde

böylece unuttum susmayı

ağız kesildim baştan aşağı

ve bir derenin yüce kayalardan çağlayışı

 aşağılara-vadilere fırlatacağım sözlerimi

bunlar hatırlatmıyor mu size

– “her şeyden önce kelâm vardı!”

 

– “Mülklerin en tehlikelisi olan dil -zeban!-

bunun için verildi insana

kendisinin ne olduğuna

 şahitlik edebilsin diye!”

 

Yine Hölderlin – “Allah Âdem’e

bütün isimleri öğretti!” âyetinden mülhem

– “çok şey öğrenmiştir insan

semavîlerin nicesini adlandırmıştır o

bir konuşma olalı

Ve birbirimizden işitebileli!” (⁸)

 

Dipnotlar:

1) Aristoteles, Organon IV: İkinci Analitikler, çev. H. Ragıp Atademir (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1996) Ayrıca bk. İhvân-ı Safâ, “Fi’l-hudûd ve’r-rusûm”, Resâ’ilu İhvâni’s-Safâ, thk. Ârif Tâmir (Beyrut: Menşûrât ‘Avîdât, 1415/1995), 3/317; Cürcânî, Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Alî es-Seyyid eş-Şerîf, Kitâbü’t-ta‘rîfât (Beyrut: Mektebetü Lübnân, 1985)

2) Kelam Kavramı ve Bu Kavrama ilişkin Teolojik Yaklaşım, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kelam Doktora Öğrencisi / Hasan Türkmen, s. 2

3) Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “klm” md.; Ebü’l-Bekā, s. 756, 758

4) İbrahim Aslan, “Kelamullah Tartışmalarının Dilbilimsel İçeriği”, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 51 (2010), s. 132.

5) İbrahim Bor, İlahi Kelamın İmkân ve Tabiatı, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2011, s. 25.

6) Osmanlıca–Türkçe Ansiklopedik Büyük Lûgat, Derya Dağıtım A.Ş, Cağaloğlu / İstanbul, 1981

7) Salih Mirzabeyoğlu, Dil ve Anlayış, 3. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2013, s. 17

8) Salih Mirzabeyoğlu, Münşeat, 3. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2021, s. 119

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!