İşe önce, bilgi ve imânı zıtlaştırarak başlar Aziz İshak. İnsan bilgisi (Epistimi), “araştırma-inceleme ve gözlem olmadan hiçbirşey olmaz” düsturuyla belirlenmiştir. Ancak, eğer arzu ettiği şey ‘mümkün’se onu araştırabilir / araştırmalıdır. İnsanın bilgisinde zekânın önemli bir payı vardır ve büyük oranda da kısıtlı (düşük) zekâ (bölümü) faaliyete katılır, bâzen de tabiî hudutlarını aşabilir; bu açıdan bakıldığında “Nous”a (Nus) hükmeden zekâdır. Mamafih, imânın farklı sınırları vardır zâten imânın kıymeti de, insan bilgisiyle (Epistimi) gösterdiği farklılıktadır. İmân kavramı kullanıldığında, ona yüklenen esas mânâ, Nass’a mebnî hakikatten öte ruhu aydınlatan ve kalbi, zihnin hakikatiyle tahkim eden “Nûr”dur. Böylelikle “Kalb”, ümidin şübheye mahal bırakmayan güvencesi hâline getirilir. Bu “ruhî imân”, esrarı (sırları) sözlü gelenek vâsıtasıyla öğrenmez. Ruh’ta gizlenmiş olan esrarın ve dahi İlâhî zenginlik yine ancak “Ruh Gözü”yle görülebilir. Bu demektir ki, insanın (edindiği) bilgisi maddî zekâ eylemliliği ve araştırma yoluyla kazanılır. İlâhî bilgi ise imânla kazanılır. Bir insan, gözlerden saklanmış olan imân gücüyle, günümüzün “et-kemik adam”ın fiziken hissedemeyeceği ve idrâk edemeyeceği sırları öğrenebilir. O hâlde, imân, bilgiden daha keskin ve daha hassas olmak gerektir. Aynı, bilginin, elle dokunulur şeylerden daha keskin ve hassas olması gibi. İmân, İlâhî bilgi mânâsı taşıması itibârıyla insanî bilgiden üstündür.
İnsanî bilgi, inceleme olmaksızın gelişemez buna mukabil imân, hiçbir sapma ve yöntem icâdı olmaksızın, saf, sâde ve biricik olan bir tefekkür yolunu taleb eder. İmân’ın evi (mekânı) “çocuksu düşünce” ve “saf bir Kalb”dir. Fakat insan bilgisinin merkezinde zekâ vardır ve zekâ küçük-büyük çeşitli “hesaplardan” beri değildir. Tabiatın sınırlarında dolaşır. İmânın güzergâhı ise tabiatın üzerindedir. İnsan zekâsı (bilgisi) madde olmadan hiçbir şey yapamaz, ancak maddî dünyada hareket edebilir, buna karşın imân –İlâhî buudu itibârıyla– “yeni”yi (maddî olmayanı) ortaya koyar.
İnsanî bilgi tabiatın sınırlarını aşmaya cür’et (cesâret) edemez fakat imân –yeddinde bulundurduğu yetkiyle– tabiatın sınırlarını aşar (aşmakla mükelleftir). İnsanî bilgi “Maddî kazanımların fedaîliğini” yapar zira insanı, maddî bilginin ölçüleriyle korumaya çalışır. İmân ise bunu tamâmen Allah’a bırakır. Tekmil bir imânla dua eden insan hiçbir zaman dolambaçlı çözüm arayışlarına girmez (angaje olmaz). İnsanî bilgi, sonunu bilmeden (araştırmadan) bir işe başlamaz yani kaba önlemcidir, İmân ise şöyle der:
“Onun (Mü’min) için, inandığı herşey mümkündür, nasıl ki, Allah için hiçbirşey ‘nâmümkün’ değilse“.
İnsan bilgisi hata içerebilir (içerir), İlâhî bilgi hatasızdır. O nedenle insan bilgisini mükemmelleştirecek olan İmân’dır. İmân geldiğinde “kısmî olan” zail olur. Böylelikle, inceleme-araştırma yoluyla ulaşamayacağımız bilgi tamam olur. Erdem (niteliğinde) ve Ruh’ta üretilmiş olan bütün fiiller ve çalışmalar, “Ruh’un Tutkusu”, “Hakikî Bilme”yi taleb ederler. İşte Ruh böyle yükselir ve yücelir. Bunun adı da “İmânî Süreç”tir.
İmân’da yegâne karizma (karizmalar karizması) Allah’tır. Onun yaşadığı mekân ise (tecelligâhı) “Kalb”dir. O kalbdir ki, “İlâhî Nûr”un aydınlattığı Ruh’tan beslenir.
3 yol vardır ki, bilgi onların içinde yükselir veya düşer: Beden (Soma), Nefs (Psihi)ve Ruh (Pnevma). İlâhî Nûr’un tecelligâhı olan Ruh aslî fonksiyonunu yerine getiremezse onun rolünü Nefs ve beden birlikte üstlenirler ve böylece “Et”in hükmü yürür. Bu 3 yola bağlı olarak 3 farklı bilgi mevcuttur ve bu bilgiler doğrultusunda insanın ruhî hâlini ortaya koyar. Ruhî gelişimi zayıf olan bedenî bilgiyle yetinir. Nefs’in terbiye edilebilmesiyle ancak “erdemli Yaşam” kazanılabilir. Ruh’unu besleyen ise, “İlâhî Sır”lara erer ve İlâhî Bilgi’yle yönlenir, bedenini ve Nefs’ini ehlileştirir.
Birinci bilgi (bedenî, tabiî bilgi) sabit eğitimle (inceleme-araştırma-gözlem), İkinci bilgi (Enfüsî bilgi) kötülükleri reddedip iyilikleri öne çıkararak ve onlardan yana olarak edinilir ve “Zihnî İmân”a bağlanır. Üçüncü bilgi ise (Ruhî bilgi) yalnızca ve yalnızca “İmân”a bağlıdır.
Bedenî Bilgi: Bedenî arzularla bağlantılı insanî bilginin bazı karakteristik unsurları şunlardır: Maddî zenginlik, kazanma hırsı, bedenî rehâvet, şehvet, aşırı uyku, aklî bilgiye temâyül, dünyaya hükmetme arzusu ve san’at ve bilimi bu amaçlar uğrunda kullanma, ifsad etme.
Bedenî bilgi İmân’a aykırıdır, çünkü bedenî bilgi herşeyi kendinden bilir ve kendi hükmünde zanneder. Bu bilgi insana; acıyı, ısdırabı, umutsuzluğu, sıkıntı-boğuntuyu, ölüm korkusunu getirir. Bu, “gereksinimler bilgisi”dir.
Bedeninin bilgisiyle iktifa eden adam kendisini nasıl Allah’ın rahmet ve mağfiretine bırakacağını bilmez, kendinde bunları vehmeder ve çözmeye çalışır. Bu bilgi “Aşk”ın da kökünü kazır, insanı onursuzlaştırır. {Bedenî bilgi “Çağdaş Uygarlık” denen şeyin karakteristik hususiyetidir}. Allah’tan uzaklaştırır, Ruh’u hasta eder.
İkinci Bilgi (Enfüsî bilgi). Bu bilgi erdemin (faziletin) yolunu açar, tutkularla mücadelede insanı daha güçlü kılar. Bütün bu filizlenmeler Ruh-ül Quds’ün yardımıyla mükemmelleşir. Burada, bedenî bilgi verileri kısmen aşılmıştır ancak imânda hâlâ ciddi tökezlemeler vardır. İlâhî kavramları öğrenmenin altında bir “merak” mevcuttur. Bu bilgi, Ruhî bilgiye yükselişin bir ara aşaması olabilir.
Üçüncü Bilgi (Ruhî Bilgi): Dünya içeriğinin ötesine geçen bilgidir ve “gözlerden sakalanan”ı arar. Bedensiz melâikenin seviyesine yükselir, sırlar ona âyân olur, maddeye ve mânâya hükmeder hâle gelir, bedensizkiğin hakikatine erer, mevcudatın derinliklerine iner, “Nus”un öngörülerini araştırır, ölümsüzlüğün düzenini yakalar, kâinatın her ân yenilenişini seyreder…
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)