KİTAPLAR VE NECİP FAZIL – 1 (Üstad’ın Kitap Dağları)

Üstad Necib Fazıl, insana ve topluma yönelik her meseleyle ilgilenen; fikir için yaşayan; “kâinatı kalburdan geçirircesine” tefekkürün ufuklarına süzülen; dinî, tarihî, siyasî, edebî ve sosyal her alanda kalem oynatan; dev eserlere imza atan ve her yazdığı “olay” olan dünya çapında bir dâhi. Şayet okumaktan murad, kafa ve ruh olarak zenginleşmek, bir mevzu ve mesele etrafında sağlam kanaatlere varmak, parlak bir muhakeme geliştirmek, hakikatin can damarı olan hükümlere ulaşabilmekse, Necib Fazıl hem son devrin en çok okuyanlarındandır ve hem de bulunduğu fikir mevkii bu noktanın kıyas kabul etmez çapta ilerisindedir. Üstelik bu iş bir sayı meselesi de olmayıp, “ârif olana bir harf yeter” hikmeti meydandadır. Kaldı ki, Necib Fazıl’ın “bir harfle” yetinmediğini, “kafasının içinde kocaman bir kütübhane” taşıdığını ve “arı gibi” hangi çiçeklerden neler süzdüğünü bizzat kendi kaleminden göstermeye çalışacağız.

Üstad “kitab yüklü eşeklerden” ve sentez cehdinden nasibsiz “arşiv farelerinden” nefret ederdi; bir çok eserinde bu hislerini ifade etmiştir. Kendisine gelince; O, ÜSTÜN DEHÂ VASFIYLA FAYDALIYI FAYDASIZDAN TECRİD EDEREK İTİDAL SEVİYEDE OKUYAN SAHİCİ BİR FİKİR ADAMIYDI. Şübhesiz bu itidallik, düşüncelerinin belli bir olgunluğa eriştiği devreden itibârendir. Yoksa çocukluğunda ifrada varan bir okuma hastalığına tutulduğunu, yine gençliğinde aralıksız, harıl harıl okuduğunu bizzat hatıralarında ifade etmiştir.

Bu noktada Nietzsche’nin meşhur “Zerdüşt”ündeki “Üç Değişim Üstüne” bölümünü hatırlamamak elde değil: “Ruhun üç değişimini anlatacağım size: ruhun nasıl deve, devenin aslan, aslanın da en son çocuk olduğunu” der Nietzsche… Galiba Üstad’ın okuma serüvenini en iyi ifade edecek bir üçlemedir bu. Ruh başlangıçta deve gibidir, ne bulursa yüklenir bilgi adına… Necib Fazıl’ın köşe bucak taradığı, harıl harıl okuduğu gençlik çağıdır bu dönem, “Bütün bu en ağır şeyleri yüklenir dayanıklı ruh: ve yükünü alan deve nasıl çöl yolunu tutarsa, ruh da öyle yollanır kendi çölüne.” Sonrasında “ikinci değişim olur: ruh burada aslanlaşır; özgürlüğü ele geçirmek ve kendi çölünde efendi olmak ister.” Yani bilgi yığınlarını taşımak, başkalarının yazdıklarını yüklenmek yetmez olur ruha; bir aslan gibi onların üstüne sıçramak, kavram ve kelimelere pençesini geçirmek, okuduklarına hükmetmek ister. Bu dönem, Necib Fazıl’ın büyük bir “nefs muhasebesi” neticesi yolunu çizdiği, artık kitab ve fikir adına abur cubura iltifat etmeyip, faydalıyı faydasızdan tecrid ederek okumaya başladığı çağdır. Zannımızca, İslâm tasavvufu ve Batı tefekkürüne dair temel eserler, bellibaşlı tarih kitabları, yazacaklarına hammadde nev’inden kaynak olacak çalışmalardır Necib Fazıl’ın öncelikli tercihleri.

Artık kuru bilginin üstüne sıçramış, aslan pençesini geçirmiştir “malûmatın” ensesine. Bu hâl ve muhasebenin ilk işaretini 1934 yılında verilen “Beklenen Sanatkâr” hitabesinde tesbit edebildik. Ondan öncesini, yani köşe bucak kitab taradığı yılları kendi kaleminden okuyalım: “Tam otuz yaşındaydım… Yedi yaşından beri, çok defa yatağıma yüzükoyun uzanıp bir mum ışığında okuduğum kitaplar, uçsuz bucaksız bir sahife…”

(Necip Fazıl, Allah Kulundan Dinlediklerim, 4. Basım, s. 9)

Evet, Üstad Necib Fazıl’ın yukarıdaki satırları, Nietzsche’nin “deve”ye benzettiği, bilgileri yüklenme yıllarının kendi kaleminden tasviridir.

Ruhun “aslanlaştığı” bu devrede, Büyük Doğu Mimarı’nın kitablara olan tavrındaki sırrı en harika biçimde Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Marifetname”sinde yer verdiği şu satırlar canlandırır kanaatindeyiz:

“Okuyorsan, ne karşındakileri susturmak ve bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körükörüne inanmak, ne de konuşmalarına mevzu bulmak için oku… (…) KİTAP VARDIR, ANCAK TADINA BAKMAK İÇİNDİR; KİTAP VARDIR YUTULMAK, KİTAP VARDIR ÇİĞNENMEK VE ÖZÜMLEMEK İÇİNDİR… BAŞKA İFADEYLE; KİMİ KİTAPLARIN ANCAK BİRKAÇ BÖLÜMÜNE GÖZ ATMALI, KİMİSİNİ BAŞTAN SONA ŞÖYLE BİR OKUYUP GEÇMELİ, PEK AZINI DA HER AYRINTI ÜZERİNDE TİTİZLİKLE DURARAK ADAMAKILLI OKUMALI.”

(Salih MirzabeyoğluMarifetnameİbda Yayınları, s. 39, büyük harfle vurgu bize âid)

Sıradan bir zekâ için “her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakıllı okunması” gereken bir eserin, bir dâhinin elinde ya “birkaç bölümüne göz atılacak” yahut “baştan sona şöyle bir okuyup geçilecek” herhangi bir kitab muamelesi görebileceğini unutmamak gerekir. Şuur veya vukûfiyet seviyesi yükseldikçe “her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak” okunacak kitab sayısı azalır. Meselâ, bir lise talebesi için “üzerinde titizlikle durulması” gereken fizik dersi kitabı, Einstein gibi bir dâhinin elinde en fazla “birkaç bölümüne göz atılacak” bir kâğıt yığınından ibarettir.

Düşmanlarının bile zekâsını ve tecrid kabiliyetinin benzersizliğini takdir ettikleri Üstad’ın “alelâdeye” tahammülünün olmadığı bilinmektedir. Böylesine üstün bir kafanın, ruhunun “aslanlaştığı” bir çağda eline kitab diye tutuşturulan her şeyi baştan sona okuma sabrı gösteremeyeceği de âşikârdır.

Anladığımız kadarıyla, sıradan bir okuyucunun günlerce üzerinde çalıştığı ortalama seviyede bir kitabın mânâsını süzmek için, Üstad’ın tecrid dehâsına aynı eseri şöyle bir karıştırmak yetiyordu. (Lütfü Şehsuvaroğlu, yıllar önce “Yeni Hafta” gazetesinde buna değinmiştir.)

Ve ruhun son hâli çocukluktur. Nietzsche’den dinleyelim:

“Fakat söyleyin kardeşlerim, çocuğun yapıp da aslanın yapamayacağı şey nedir? Neden yırtıcı aslan çocuklaşmak zorundadır.”

“Suçsuzluktur çocuk ve unutkanlık bir yeni başlangıç, bir oyun, kendiliğinden dönen bir tekerlek…”

Ruhun bu değişimi yaşadığı, “kendiliğinden dönen bir tekerlek” gibi kelimelerin ötesinde bir aşk hâline büründüğü çağdır o. Artık harfler, tuğla kalınlığında kelime yığınları ve her türlü bilgiçlik, tiksinti verir dâhiye. Fuzûlî bu çağ için, “Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kîl-û kaal imiş ancak” demek hakkını bulur kendinde. Fakat ilmi “dedikodu, boş söz” telâkki ettiği bu aşk sarhoşluğuna bürünmeden evvel, yine kendi ifâdesiyle “AKLÎ ve NAKLÎ bütün ilimleri” okuyup onlardan pay almıştır. Tıpkı Büyük Doğu Mimarı Necib Fazıl gibi… Üstad’ın son yıllarındaki bu ulvî “çocukluk hâlini” kendi mısralarından süzelim: “Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hal oldu! / Sonunda bana kalan, yalnız ilmihal oldu!”

Kaldı ki Üstad’ın şahsî tekâmülü adına kitablara, kelimelere ihtiyacının kalmadığı bu çağında bile, içtimaî sorumluluğu uğruna kitab alâkasını büsbütün kesmediğini çalışmamızın akışı içerisinde işaretlemeye çalışacağız.

Kaynak: H.Y. “Kitaplar ve Necip Fazıl” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İlginizi Çekebilir