Üstad Necib Fazıl’ın şeker hastalığı sebebiyle görme güçlüğü çektiği ve şahsî tekâmülü adına harflere-kelimelere ihtiyacının kalmadığını düşündüğümüz son yıllarında bile içtimaî sorumluluğu uğruna kitab alâkasını kesmeyip hâlâ okuduğuna şâhid oluyoruz. 1981 yılında O’nunla bir röportaj yapan gazeteci, önce 77 yaşındaki Necib Fazıl’ın çalışma odasında gördüklerini yazıyor:
– “Necip Fazıl masası başında… Eşyası bir masa, birkaç koltuk, bir divan ve bir tabure üzerinde SEÇİLMİŞ KİTAPLARDAN İBARET bu küçük odada Necip Fazıl bir nevi hücre hayatı geçirmektedir.”
(Necib Fazıl, Konuşmalar, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1990, s. 203, büyük harfle vurgu bize âid)
Bir yıl sonra başka bir gazeteci röportaja gelir ve 1982 itibariyle Necib Fazıl’ın çalışma odasında yine değişen bir şey yoktur. Gazetecinin tasvirini okuyalım:
– “Eski ve (stil) eşya ile döşenmiş salonlardan geçtikten sonra beni küçük bir çalışma odasına aldılar. ETRAFI KİTAP ve dosyalarla doldurulmuş çalışma hücresinde, masası bir kâğıt denizi, Üstad…”
(A.g.e., s. 208, büyük harfle vurgu bize âid)
Ve vefatından birkaç ay evvel, 5 Şubat 1983’te kendisiyle gerçekleştirilen sohbette söyledikleri:
– “… “İSTİKBAL İSLÂM’INDIR” diye GÜVENDİĞİM BİR GENCE bir etüd yaptırdım. Güzel oldu etüdü…”
(A.g.e., Necib Fazıl, Konuşmalar, s. 262, büyük harfle vurgu bize âid)
Bilindiği gibi, o “güvendiği genç”, Salih MİRZABEYOĞLU’ndan başkası değildir. Üstad’ın “güzel oldu” dediği etüd de, İbda yayınları tarafından defalarca basılmıştır.
Üstad bu etüdü vefatından birkaç ay evvel o “güvendiği gence” okutmuş, her kelimesini can kulağı ile dinlemiş, bazı noktalar üzerinde mütalâalar yürütmüş ve “güzel oldu etüdü” hükmünü vermiştir. O, “İstikbal İslâm’ındır” örneğinde olduğu gibi, ömrünün son günlerine kadar kitab alâkasını kesmemiştir; yeter ki okumaya lâyık bir şey olsun…
Bundan bir yıl evvel de yine aynı “GENCİN” bir başka eserini, “KÜLTÜR DAVAMIZ”ı okumuş ve bizzat el yazısıyla hükmünü vermiştir:
– “Bu kitap, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi eseridir.”
(bkz. Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İbda Yayınları)
“Rapor 5″te yer alan “Müjdelerin Müjdesi” yazısından öğrendiğimize göre, 1979 yılında ruhu genç bir mücadele adamı olarak Necib Fazıl, “Akıncı Güç” dergisini okuyunca heyecanlanmış ve ağlamıştır:
– “Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa Büyük Doğu idealinin destanı…”
(Necib Fazıl, Rapor 4/6, 2. Basım, Büyük Doğu Yay., s. 186)
Üstad’ı bir çocuk gibi heyecanlandıran o “destan”, Salih MİRZABEYOĞLU’nun “AKINCI GÜÇ ÇEVRESİNDE” yazısıdır. Necib Fazıl, daha sonra bu yazıyı kendi takdim spotlarıyla Ortadoğu gazetesinde yayınlatacaktır. Görülüyor ki, yaşı yetmişi çoktan aştığı hâlde Büyük Doğu Mimarı hâlâ kitab ve dergi tetkik etmekle ve o “genci” aramakla meşguldür.
Üstad Necib Fazıl’ın son günlerine kadar kitablara olan “alâkadarlık şuurunu” kaybetmeyişi ve gençlere de bunu ihtar edişine misâl olarak, “Tilki Günlüğü”nün “12 Eylül” tarihli “Yevmiye”sini hatırlamak yerinde olur.
Sene 1982… Seyyid Ahmed Arvasî, Atatürk’ün 100 sayfalık bir hatıra defterinin kitab olarak basıldığından Üstad’ı haberdar etmiş. Bunun üzerine Üstad, 80 yaşın eşiğine gelmiş bir dâhinin haberdarlık ve alâkadarlık şuuruyla, “İstikbal İslâm’ındır” etüdünü hazırlayan o “güvendiği gence” soruyor:
– “Bizim bundan niye haberimiz yok?”
(Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, Cild 1, İbda Yay., İstanbul 1991, s. 234)
Sonuç olarak:
Üstad Necib Fazıl, yazdıklarını şuradan-buradan iktibas yaparak kıymetlendiren bir derlemeci asla olmamış; bilakis, iktibas ettiği en hurda malzeme bile, SİMYACI eli değmişçesine, O’nun kaleminde altuna dönüşmüştür.
İlk gençliğinde, bulduğu her kitabı devirmiş, bilgi adına ne varsa yüklenmiş, sonrasında bunların üstüne sıçramış, fakat kitab alâkasını “tenkid şuuru”nun SEÇİCİ ve ELEYİCİ vasıflarıyla hep yaşatmıştır.
H.Y.
2003
Kaynak: H.Y. “Kitaplar ve Necip Fazıl” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)