KİTAPLAR VE NECİP FAZIL – 5 (İrfan Ummanında Bir Kaptan)

Yıl 1934… Efendi Hazretlerinin mübarek nazarı değmiş, büyük muhasebe başlamıştır… Iztırabı büyüktür, lâkin hâlâ okumaya devam etmekte… Yine “O ve Ben”den takib edelim:

“Hastayken, Mısır Çarşısından ot seçmek yerine, SAHAFLARDAN KİTAPLAR DEVŞİRMEĞE BAKMIŞTIM. Henüz bu kitapları iyi, kötü diye ayırt edebilecek bir müdir fikir ölçüsüne de malik değildim. TASAVVUFA, İSLÂM MÜTEFEKKİRLERİNE, EVLİYA MENKIBELERİNE AİT NE VARSA… Kafamda tamamiyle posalaşmış; hurdalaşmış hale gelen Batı büyükleri bir tarafa; asıl Doğu ve İslâm büyükleri arasında benimkine benzer bir nefs muhasebesinden, fikir çilesinden geçmiş biri var mıdır diye bakıyordum.”

(O ve Ben, s. 123, büyük harfle vurgu bize âid)

Ve aradığı “büyük muztaribi” nihayet bulur: İmam-ı Gazalî… Gerçekten de Büyük Doğu Mimarı’nın o tarihten sonra, Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin manevî himayesinde tefekkür ve hikmetlerinden pay devşirmeye baktığı üç İslâm büyüğünden birisi olmuştur Gazalî… Diğer ikisi, malûm olduğu üzere, “müessirde derinleşen” ikinci binin yenileyicisi İmam-ı Rabbanî Hazretleri ile “eserde derinleşen” Muhyiddin-i Arabî Hazretleridir.

Üstad özellikle konferanslarında İmam-ı Gazalî’den bir şekilde bahsetmenin yolunu bulur ve mevzuu onun “nefs muhasebesi”ne dayandırır. Kitab adı zikretmez ama bakışı ve yorumları zâviyesinden özellikle “el-Munkızu Mine’d Dalâl” ile “Tehâfütü’l Felâsife”yi okuduğu kolayca anlaşılır ki, zaten 1959 Büyük Doğu’larında Üstad’ın takdim spotlarıyla “el-Munkızu Mine’d Dalâl”den bazı bölümler yayınlanmıştır. “İman ve İslâm Atlası”nın kaynakları arasında da yine Gazalî’nin adı zikredilir. Kısacası, Üstad’ın titizlikle okuduğu İslâm büyüklerinden birisidir İmam-ı Gazalî.

Üstad, ruhunun “büyük değişim”i yaşadığı yıllardan itibaren hep zirvelere muhatab olmuş, alelâdeye prim vermemiştir. İslâm dünyasındaki diğer kılavuzları, İmam-ı Rabbanî ve Muhyiddin-i Arabî’dir. Yıllar boyu Büyük Doğu’larda “Mektûbat”tan parçalar neşredilmiştir. Necib Fazıl, her vesileyle, İmam-ı Rabbanî Hazretlerine ait bu eserin “Allah ve Resûlü’nün kitablarından sonra dinin en büyük eseri” olduğunu dile getirir. “Her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak” bir ömür baş ucundan ayırmadığı eserdir “Mektûbat”… Bu “mektublardan” bazı parçaları kendi kalemiyle sadeleştirip Büyük Doğu’da yayınlamış ve daha sonra bunları toplayarak kitablaştırmıştır.

Mevzular içerisinde zaman zaman Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin “Füsûs”, “Fütûhât” ve “Satranc-ı Urefâ”sına atıflar yapar. Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin “er-Riyâzü’t Tasavvufiyye” ve “Râbıta-i Şerîfe”sini, okumanın yanında, bir “aşk disiplini” halinde benimsemiş, fikir ve sanat adına neyi varsa bu iki risâlenin mânâsı içinde eritmiştir. Bununla da yetinmemiş, önce Râbıta-i Şerîfe’yi, vefâtından bir ay kadar evvel de “er-Riyâzü’t Tasavvufiyye”yi “Tasavvuf Bahçeleri” adıyla sadeleştirmiş, imân ve kültür hayatımıza büyük bir armağan olarak sunmuştur.

Hadîs okumayan “Nur Harmanı”nı, Siyer okumayan “Çöle İnen Nur”u, Sahabeye dair eserler okumayan “Peygamber Halkası” ve “Hazret-i Ali”yi, İlmihal okumayan “İman ve İslâm Atlası”nı, Fıkıh ilminden pay almayan ve Ehl-i Sünnet ulemâsını okumayan “Doğru Yolun Sapık Kolları”nı yazamayacağına göre, varın Üstad’ın ne muazzam çapta eser tetkikleri yaptığını siz hayâl edin.

O’nun klâsik medrese eğitiminden geçmediği elbette doğrudur; ömrünü fetva kitablarına gömülmekle geçirmemiş, yıllarını ücrâ bir köşede sabit bir ilme adamamıştır. O, “mütefekkir yetiştiren mütefekkir” vasfı gereği, bu ilimlerden itidal seviyede aldığı payla insan ve toplum meselelerine sarkmış, cemiyet meydanında “İslâmcı bakışı” misâllendirmiştir.

Üstad Necib Fazıl’ın yüz civarındaki cild cild telif eserinin yanında, imân ve kültür hayatımıza bir diğer armağanı da, İslâm dünyasının en meşhur siyerlerinden olan ve büyük Divân şairi Bâki’nin kendi devrinin diliyle Arabça’dan çevirdiği İmam-ı Kastalanî’ye ait “el-Mevâhib-ül Ledünniye”yi “metin ve mânaya hudutsuz bir hürmet ve sadakat içinde, bazı faydasız nokta ve tekrarları çıkararak” ve “bahisleri başlıklandırarak” bugünkü dilimize kazandırmasıdır. “Çöle İnen Nur” ile “İman ve İslâm Atlası”nın da kaynaklarından olan bu hazine kıymetindeki eser, Büyük Doğu Mimarı’nın sadeleştirdiği hâliyle 750 sayfa civarında bir şâheserdir. Üstad’ın parantez içerisinde ve şerh bâbında düşmüş olduğu notlar, “Gönül Nimetleri” adıyla sadeleştirdiği bu kitaba ayrı bir kıymet katmaktadır.

Tasavvuf menkıbelerine dair de her kitaba iltifat etmez. Bu mevzuda başlıca kaynağı meşhur “Nefahat”tır. İkincisi de daha küçük hacimli olan “Reşahat”… Bu ikincisini bizzat sadeleştirmiş, yine yeri geldikçe parantez içinde çok değerli şerhler düşmüştür. Bu kitabların değerinin anlaşılması için “Reşahat”a yazmış olduğu önsözün ilk paragrafını aynen alıyoruz:

“Tasavvuf hikmetleri ve Evliya menkıbelerinin iki ana eseri vardır: Biri Mevlânâ Câmi Hazretlerinin “Nefahat”, öbürü de, Şeyh Safiyüddin Hazretlerinin “Reşahat” isimli kitapları… Bunlardan ilki, “Halkadan Pırıltılar” isimli eserime malzeme kaynağı teşkil eder ve o kaynaktan söz ettiğim zülâl, benim ruh kabımda şekillenir, renklenir ve böylece aldığım, aynen isimlendirdiğim ve sadece özleştirip istiklâlli bir mâna kazanırken, “Reşahat” asliyle sadeleştirdiğim bir nevi tercüme denemesi oluyor. Fakat öyle bir tercüme ki, müellifini benim Türkçem ve üslûbumla ifadeye davet eder gibi bir şey…”

(Necib Fazıl, Reşahat-Şeyh Safiyüddin, Büyük Doğu Yay., 2. Basım, İstanbul 1995, s. 5)

Üstad Necib Fazıl’ın “kültürlenme dâvasına” bakışı ile günümüz Türkçesine Osmanlıca’dan sadeleştirerek kazandırdığı bu hazineler arasındaki ilgiye ilerleyen bölümlerde değineceğiz. Şimdi yazılarında zikredilen diğer dinî eserlerin bazılarını sıralayalım. Bunlardan birisi İslâm tarihinde tasavvufa dair kaleme alınan ilk eserlerden olan “Risale-i Kuşeyriye”dir. 1 Ocak 1978 tarihli “çerçeveye” bakalım:

“Tasavvuf deryasının incilerinden ‘Risale-i Kuşeyriye’ isimli kitapta İbrahim Ethem Hazretlerine ait bir menkıbeye rastladım.”

(Necib Fazıl, Çerçeve 4İstanbul 1996, s. 214)

Dikkat, yıl 1978’dir. Üstad 74 yaşında… Şeker hastalığı sebebiyle görme güçlüğü çektiği yıllar… Ve hâlâ İslâm büyüklerinin yazdıklarını okumakla meşgul…

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin meşhur “Marifetnâme”sinden de birçok kere bahsetmiştir. İşte onlardan birisi:

“O hâlis bir devirdi. Onun son bakiyelerini “Marifetnâme”de görürsünüz. Sahibi İbrahim Hakkı (kopist) olmakla beraber orijinal bir eser ortaya koymuştur. Zaman ve mekâna göre ilmin ne olduğunu onda bulursunuz.”

(Necib Fazıl, Konuşmalar, İstanbul 1990, s. 191)

“O ve Ben”de, kendisine amel noktasından en doğru bilgileri toplamış hangi kitabı tavsiye ettiği sorusuna, Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin “Dürr-i Yekta” şerhini tavsiye ederek cevab verdiğini anlatır. O tarihten itibaren Üstad’ın bir ömür başvurduğu kaynaklardan birisi de bu eser olmuştur. 1952 mahkûmiyetinde de bu eseri yanından ayırmadığını görüyoruz:

“Burada evimden getirdiğim “Dürr-i Yekta” isimli “İlm-i hâl” kitabından başka yalnız iki eser okuyabildim. Biri, Millî Eğitim Vekâletinin tercüme serisinden “Füsus”, öbürü de Atai Hazretlerinin hikmetlerini toplayan “Kenz-ül-Hikem…””

(Necib Fazıl, Cinnet Mustatili, 4. Basım, İstanbul 1983, s. 274)

Cezaevi, Necib Fazıl’ın okumaya en fazla yabancılaştığı yerdir. Zaten ruhu bir yangın yerine dönen “cins kafa”, orada kelimelere tahammül edemez. “Cinnet Mustatili”nde bu ıztırab bütün dehşetiyle hissettirir kendisini. Buna rağmen, yukarıdaki iktibasta görüldüğü gibi, Ankara Cezaevi’ndeki o 7-8 aylık cinnet günlerinde bile İslâm büyüklerine ait üç önemli eseri okumaktan geri kalmamıştır.

“İman ve İslâm Atlası”nın kaynaklarına baktığımızda da buzdağının görünen kısmının bile hangi çapta geniş olduğunu ve nerelere uzandığını hissederiz:

“Bu eserin zâhirî ölçüler tarafı, Tahtâvî, Halebî, İbn-i Âbidin, Kudurî, Dürr-ü Muhtar, Dürer, Mülteka, Behce, Fetâva-yi Hindiyye ve emsali emin me’hazlara bağlı, Nimet-ül İslâm, Mecmua-tüz-Zühdiyye, Mevzuat-ül Ülûm, Dürr-i Yektâ, Mir’ât-ül-Haremeyn, vesaire vesaireye dayanır.”

(Necib Fazıl, İman ve İslâm Atlası, 2. Basım, İstanbul 1985, s. 8)

O “vesaire vesaire”nin sırrı, yâni Büyük Doğu Mimarı’nın fikir ve ilimdeki kuvvet ve kendine güveninin ifadesi olan bu usûlünün “her mesele ve madde başında şahit gösterircesine allâmelik tavrı takınmak ve bu yoldan itibar kazanmak olmadığı” anlaşılmalıdır. 

Üstad’ın usûlü: “… şifalı meyveyi kimyahane tahlilinden rapor göstermeye lüzum görmeksizin en canlı haliyle belirtmek olduğu için selâhiyetlilerin tek tek imzalarını klişeleştirmeye kıymet vermiyor ve raporlarını çok evvelden hâmil olduğumuz bu imzaları zâhirî inşa işinde ana madde olarak kullanırken ayrıca faturalaştırmak zahmetini yersiz buluyoruz.”

(İman ve İslâm Atlası, s. 8)

Ezcümle, Üstad’ın, dinî ve tarihî eserlerine muazzam bibliyografyalar koyabilecekken, kendi misyonu gereği buna ihtiyaç duymadığını anlıyoruz.

Toplam sayısı 500’ü aşan ve sadece çok cüz’î bir kısmını tetkik edebildiğimiz Büyük Doğu mecmuaları ise sayısız belge ve kaynakla doludur.

 

Kaynak: H.Y. “Kitaplar ve Necip Fazıl” başlıklı henüz yayınlanmamış bir eser çalışmasının bölümler hâlinde naklidir. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv yazılarımızda yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında yazılarını yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!