Küçük Ağacın Eğitimi

Hazırlayan: Rukiye AKKAŞ

Yazar: Forrest Carter  / Eserin Adı: Küçük Ağacın Eğitimi  / Tercüman: Şen Süer Kaya  / Basım: 8. Basım / Yayınevi: Say Yayınları / Yayın yeri: İstanbul / Yayın Yılı: 2012 / Sayfa Sayısı: 280

FORREST CARTER KİMDİR?

“7 Haziran 1979 tarihinde, Kızılderili (Çeroki) asıllı bir yazar, Amerika’da esrarengiz biçimde öldü. 1927 yılında doğan Forrest Carter, ömrü boyunca Kızılderili hakları ve Amerikan yönetiminin nefret ettiği (bölücü olarak nitelendirdiği) Konfederasyon yanlısı fikirlerin savunucusu olarak yaşadı. Carter’ın ölümü ile Washington’daki federal hükümet rahat bir nefes aldı.

Amerikan iç savaşı yıllarında yaşamış ve Teksas-Meksika Konfederasyonu idealisti olan bir roman karakterinin (Josey Wales) babası olan Forrest Carter, yazdığı iki kitapta (Gone To Texas / Batı Barut Kokuyor ve The Vengeance Trail of Josey Wales / Kan Yerde Kalmaz-) kahramanlarına kanundışı bile olsa, bu ülkü uğrunda mücadele verdirir.

Beş yaşında yetim kalan Forrest Carter hakkında çok fazla bilgiye ulaşmak mümkün değil. Ancak kendisinin 1976 yılında yazdığı otobiyografik eseri Küçük Ağacın Eğitimi’nde hayatı ile ilgili bilgi kırıntılarına ulaşabiliyoruz. Bir de Teksaslı edebiyat profesörü Lawrence Clayton’un kitabına yazdığı sonsözde yazarın hayat akışı hakkında bilgilere sahip olunabiliniyor. Sanki gizemli bir el, Forrest Carter ile ilgili malûmata ulaşılmasın diye engel oluyor. İnternette yaptığımız araştırmalarda da ayrıntılı bir bilgiye ulaşamadık. Anlaşılan o ki, Amerikan devletinin derinliklerinde bulunan bazı kişiler, hükümete başkaldıran diğer “asi”lerine uyguladığı muameleyi Forrest Carter’a da layık görmüşler.

Çeroki büyükannesi ve yarı Çeroki büyükbabası ile on yaşına kadar yaşayan yazar, resmî okul eğitimi almadı. “Batı Barut Kokuyor” romanının yayımlanmasıyla başarı kazanıncaya kadar Amerika’nın güney ve güneybatısında kovboyluk, çiftçilik ve benzeri ağır işlerde çalıştı.

“Batı Barut Kokuyor” romanı meşhur sinemacı Clint Eastwood tarafından filme çekildikten sonra Carter şöhreti yakaladı. Eastwood, yazarın ikinci kitabı “Kan Yerde Kalmaz”ı da film yapmak istedi, hatta kitabın film yapma haklarını da satın aldı, ancak bu film aradan geçen bunca zamana rağmen bir türlü gerçekleştirilemedi.

Carter iyi bir romancı olarak, düşüncelerini eserlerine yansıtmak için sürekli olarak kütüphanelere gider, araştırma yapar, kıtanın gerçek sahibi Kızılderililerin anlattıklarını dinlerdi. Zaten romanlarında anlattıkları, gerek mekân gerekse tipler olarak, Washington yönetimine karşı çıkan ve Konfederasyonu savunan insanların verdikleri çetin savaştı. Hele “Watch For Me On The Mountain” (Dağlardan Sorun Beni) isimli romanında anlattığı efsanevî Apaçi reisi Geronimo’nun hayatına dair yazılanları okuyanların tüyleri diken diken olur. Carter, karakterlerine önemli fonksiyonlar yükler ve uygulatır. Josey Wales, Macchiavelli’nin Prens’i gibi ideal lider fantezisinin müşahhaslaşmış halidir: Kötü politikacıları ve kötü kurumları (Katolik kilisesi ve Meksikalı Ruraleler gibi) yok etmek, yandaşlarını ve sevdiklerini korumak için her yola hatta aşırı şiddete bile başvurmak gibi. Aynı yaklaşım otobiyografik eseri Küçük Ağacın Eğitimi’nde de belirgin olarak görülür. Carter kurumlaşmış Hıristiyanlığı ve politikacıların ikiyüzlülüğünü eleştirir. Bu kitapta Forrest Carter’ın Washington hükûmeti ve Hıristiyanlığa yönelttiği tenkitler had safhadadır.” [1]

ESERİN KONUSU

Kitap, yazarın küçük yaşta anne ve babasını kaybedip, büyük babası ve büyük annesinin yanına gelmesiyle başlıyor. Başladığı andan itibaren de çocuktaki saflığı ve temizliği hissediyorsunuz kitabın her bir cümlesinde. Gözünüzde canlanıyor her ân, her mutluluk ve her hüzün. Büyükleri Küçük Ağaç diyorlar ona. Yeni öğrendiği her şeyi paylaşıyor sizinle. Sevginin ne olduğunu, dostluğun ne olduğunu, doğayla iç içe yaşamayı, hayatı ve insanları sevmeyi, saygı göstermeyi ve kendin olup öyle kalabilmeyi yeniden öğretiyor.

Küçük Ağaç kısa sürede yeni hayatına alışıyor ve her şeyi çok çabuk kavrıyor. Vaktinin çoğunu büyükbabası ile birlikte geçiriyor ve birçok şeyi de ondan öğreniyor. Politikacıları, insanları tanımasını, isimlerin, ünvanların ve gülüşlerin ardındaki sahte yüzleri görmesini sağlıyor. Ona hata yapması için izin veriyor kimi zaman, gerçekleri görmenin en iyi yolunun bu olduğunu söylüyor. Küçük yaşta müthiş bir olgunluğa erişiyor Küçük Ağaç. Geçmişini, ailesini ve “yasa” olarak tabir ettikleri diğer insanların onlara bakış açılarını daha iyi kavrıyor. Büyükbabasının yardımıyla kendini gelecek tehlikelere karşı hazırlıyor ve korumayı öğreniyor.

Çerokilere yapılan zulümleri ve yurtlarından nasıl uzaklaştırıldıklarına da değiniyor kitapta. İnsanlara sırf ait oldukları ırk, inanış veya kültür üzerinden kurulan baskıları, zulümleri ve haksızlıkları işliyor. İnsanın aç gözlülüğünün, hırsının ve doymak bilmez her türlü arzusunun hem insanlığı hem de içinde yaşadığımız dünyayı nasıl yıkıma götürdüğünü daha iyi anlıyorsunuz okudukça. Doğaya ve yaşama bakış açınız kesinlikle değişiyor. Aslında son derece yalın ve basit düşünmek gerektiğini, her şeyi anlamanın her şeyi sevebilmenin başının bu olduğunu anlıyorsunuz. Küçük Ağacın gözünden sevgi, anlayış ve iyi şeyleri paylaşmaya ne kadar muhtaç olduğumuzu görüyorsunuz bu kitapta.

Küçük Ağaç, aldığı bu güzel eğitim sayesinde, hem insanları tanır, hem doğaya karşı yıkıcı olmaktan uzak barışçıl bir hayat sürer hem de karşılaştığı zorluklara karşı dirençli ve olgun kalabilmeyi öğrenir. Önce toprağı olarak bildiği evinden uzaklaşmak zorunda kalır ve sonra bir bir kaybeder tüm dostlarını. Artık kendi yolunu çizmek, onu bekleyen dostlarına kavuşacağı güne kadar hayatta tek başına yol almak zorundadır.

ESERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bu kitap aslında otobiyografik bir roman tarzında ele alınmış gibi görünse de kesinlikle öyle değildir. Bir romandan çok daha fazlasını muhtevi. O dönemki siyasî portreyi, dini hayatı, insan ilişkilerini, insanlara yapılan muameleleri gözler önüne seriyor. Satır aralarında okurlara öğretmek istediği şeyler ise genellikle bugün “değerler” dediğimiz, insanı insan yapan mefhumlardır. Ama şu da bir gerçektir ki, bu kitapta en önemli olarak öne çıkarılan şey, pedagojiye yapılan atıflardır. Bir çocuğun nasıl yetiştirilmesi gerektiğini, çocuğu nelerin mutlu edeceğini, çocuğa hangi değerlerin aşılanmasının lüzumlu olduğunu, çocuğu yetiştirirken nasıl bir yol izleyeceğimizi, ona nasıl rol model olacağımızı anlatıyor. Yani bir nevi çağdaş bir çocuk eğitimi kitabı da diyebiliriz. “Bu kitabı kimler okumalı?” sorusunun cevabını da naçizane vermek isterim. Bu kitabı; özellikle ebeveynler, kendini mesleğine adamak isteyen idealist öğretmenler ve pedagoglar…

ESERDEN FRAGMANLAR

Küçük Ağaç’ın Eğitimi, yerli dilinde ona “Küçük Ağaç” adı verilen Forrest Carter’in hikâyesidir. Maalesef ki Küçük Ağaç, beş yaşında yetim kalır ve büyük babası ve büyük annesi ile yaşamaya başlar. Zor bir hayat beklemektedir Küçük Ağaç’ı ama bir o kadar da şanslıdır. Öyle ki onu yetiştirecek iki tane muazzam insana sahiptir. Küçük Ağaç, anne ve babasının ölümü ardından büyükanne ve büyükbabası ile yaşamını sürdürmeye başlar. Küçük Ağaç’ın hayatı o dakikadan itibaren gizemli bir hal alır ve yeni ebeveynleri onun artık yeni yaşamına uyum sağlaması için ellerinden geleni yaparlar. Eve getirdikleri ilk dakikadan itibaren artık yaşayacağı coğrafyayı, evi, onu nasıl doğal bir hayatın beklediğini ona uygulamalı olarak anlatmaya başlarlar. İşte onların hayatının farkı da buradadır. Söylemek, kuru anlatım yaparak bilgileri ezberletmek değil. Yaparak yaşayarak öğretmek… Hayatın bizzat içinde yer alarak, doğaya ve yaşama uyum içerisinde yaşamanın hazzına erdirmek… Gayeleri budur ve daha ilk anlardan itibaren Küçük Ağaç’ı bu hal ve hareketleriyle o travmatik durumdan çıkarırlar ve onu sımsıkı sahiplenirler. Bir de geldiği ilk gecede büyükanne onun ne denli değerli olduğunu hissettirmek için ona bir şiir okur ve onun hayata tutunmasını sağlar. Küçük Ağaç, hayata tutunur da… O şiirden ise bir kısım paylaşmak isterim. Şiirin bir kısmı şöyledir:

Awi usdi, küçük geyik

Ve Min-e Lee, dağtavuğu

Kagu, karga bile şarkıya katılıyor:

Küçük Ağaç yüreklidir.

Ve onun gücü inceliğindedir

Ve Küçük Ağaç asla yalnız kalmayacak.

Küçük Ağaç, kendine yaşama sevgisini veren, onunla konuşan hayvanları ve tabiatın canlı oluşunu daha ilk dakikadan keşfeder ve hayatı bundan sonra bambaşka bir hale bürünür. Küçük Ağaç işte yeni evine geldiği o gün hayatına böyle devam edeceğini bilir ve mutlu olur. O sayede ağlamaz ve uykuya dalar…

Artık Küçük Ağaç, yeni bir yaşamın tam ortasındadır. Doğayla iç içe yaşayacak, bilmediği şeyler keşfedecek, kendi kendine hayatını idame etmeye alışacak… Tabii, bütün bunlar beri yandan da bir hoca eşliğinde olacak işlerdir. İşte, Küçük Ağaç’ın hocası da büyükbabasıdır. Onun hayata dair öğrenmesi gereken çok önemli şeyler vardır. Büyükbaba da bunu bildiğinden ötürü, yavaş yavaş ona bir şeyleri öğretmeyi tasarlar. Birçok şey öğretilecektir Küçük Ağaç’a. Büyükbabası bir gün yüksek yerlerdeki patikaya gideceğinden bahseder ona. Eğer erken kalkabilirse, Küçük Ağaç’ın da onunla sabah patikaya gelebileceğini söyler. Büyükbaba, onun erken kalkması ve onunla gidebilmesi için onu şu sözle teşvik eder; “Bir erkek sabahları kendi kendine kalkar.” İşte, o bilge hoca ilk derste torununa “vazife şuuru”nu bu şekilde verir ve torunu o sabah ondan evvel hazır bir şekilde bekler. Bu, onun gelecek hayatını etkileyecek bir küçük derstir ve bu dersi de başarıyla geçmiştir.

Büyükbaba’nın ona öğretmek istediği en önemli mefhumlardan biri de “gidişat”tır. Yüksek patikalara gittikleri o gün birlikte bir şahin kuşunun avladığı bıldırcını gözlemlerler. Normaldir ki, Küçük Ağaç bu tablodan etkilenir ve üzülür. Burada devreye bilge Büyükbaba girer, onu teskin eder ve bunun normal olduğunu, tabiattaki işlerin böyle yürüdüğünü söyler. “Gidişat”a dair ise ona bir öğüt niteliğinde olan şu sözleri söyler; “Yalnızca ihtiyaç duyduklarını al. Geyik alıyorsan, en iyisini alma. En küçük ve en yavaş olanını seç, o zaman daha güçlü olur ve her zaman sana et verir. Panter bunu bilir. Sen de bilmelisin. Bu cümlenin ardından ise, meseleyi biraz daha geniş ele alır ve burada da modern dünya insanlarının aç gözlülüğüne dair gözlem ve düşüncelerini dile getirir. Bilge şöyle der: “Yalnızca arı, kullanabileceğinden daha fazlasını depolar… Bu yüzden ayı tarafından soyulur. Rakun ve Çerokiler tarafından da… Paylarından fazlasını depolayan ve kendilerini besleyen insanlar için de bu böyledir. Ellerindekini kaptırırlar. Bu konuda savaşlar olur… Uzun konuşmalar yaparak paylarından fazlasını ellerinde tutmaya çalışırlar. Bir bayrağın onlara bunu yapma hakkını verdiğini söylerler… Erkekler, sözler ve bıçaklar yüzünden ölürler ama ”Gidişat”ın kurallarını değiştirmezler.”

Bu sevimli aile, bir Kızılderili ailesidir ve bir o kadar da kültür seviyesi yüksek bir ailedir. Belli zamanlarda şehir merkezine inerler ve büyükannenin onlara verdiği liste üzere, şehir kütüphanesinden kitaplar alıp, heybelerini doldururlar ve eve dönerler. Bu ailenin tabiî ki okudukları yazar ve eserler de bir hayli fazladır. “Roma İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü”, “Macbeth” gibi eserler, Shelley ve Byron gibi yazarlar, bu okunanlar arasındadır. Bu kitapları sadece okumakla da kalmazlar. Kitaplar hakkında fikir beyan ederler, beyin jimnastiği yaparlar. Kısacası bir tefekkürane hal içerisindedirler. Kâh büyükbaba Roma’da Julius Caesar’ın ölümünde ondan yana tavır alır, kâh Amerikan Başkanı George Washington’un karşısında ise ise ateşli bir muhalif tavrı takınır.

Öğretilecek çok şey vardır Küçük Ağaç’a… Belki de ona verilebilecek en önemli şeylerden birisi de “tarih şuuru”dur. Ona geçmişi öğretmeye karar verirler ve geçmişi bilmenin önemini şu cümleyle gerekçelendirirler: “Geçmişi bilmezsen bir geleceğin olmaz çünkü. Halkının bir zamanlar nerede olduğunu bilmezsen, nereye gittiğini de bilemezsin.” Bu şekilde ona Çerokiler geçmişi hakkında bildikleri şeyleri anlatmak için çabalarlar. Hayatlarının nasıl bir halde olduğunu, hasat şölenlerini nasıl yaptıklarını, kendilerini “gidişat”a nasıl adadıklarını ona anlatırlar. Hükümet askerlerinin nasıl yaşadıkları topraklara geldiklerini, onları nasıl yerlerinden, yurtlarından ettiklerini, yeni beyaz kişilerin nasıl yaşam yerlerini işgal ettiklerini, topraklarının, ev ve eşyalarının nasıl ellerinden alındığını ve de en acı olarak, hayvanca muamelelerle nasıl sürüldüklerini anlatırlar. Burada da bir büyük ders vardır elbette; Küçük Ağaç’a bir geçmiş şuuru verilecek ve bizim tabirimizle “mankurtlaşmak” dediğimiz hadise, Küçük Ağaç için geçerli olmayacaktır.

Bu kişilerin hayatlarını idame ettirmeleri için bir meslek sahibi olması da mutlaka şarttır. Bir işleri elbette vardır; bu aile viski üretmekte mahirdir. Büyükbaba, yörenin en iyi viski üreten kişilerinden birisidir. O da bu mesleğe torununu intisap ettirmek için, ona viski yapımında yardımcı olması için izin verir. Burada viski yapımının inceliklerini öğretmeyi düşünür ve bu işi dürüstlükle yapması gerektiği yönünde telkinler verir. Viski yapımında beraber geçirdikleri zamandan sonra, büyükbaba; yetmiş yaşında olmasına rağmen, Küçük Ağaç’ın yaptığı kadar iyi viski yapamayacağını ve dağlardaki en iyi viski yapımcısı olmasının mümkün olduğunu, söyler. Yine bu şekilde Küçük Ağaç’a özgüven aşılanır ve kendini gerçekleştirme noktasında bir aşama daha kaydeder…

Küçük Ağaç, hayatta hep mutluluklarla donatılmayacaktır. Hayatın acı tecrübelerini de mutlaka görecektir. Anne ve babasını kaybeden Küçük Ağaç’ın, hayatta edindiği bir tecrübe de ilk defa birisi tarafından dolandırılmak olacaktır. Sıklıkla gittikleri alışveriş dükkânına giderken, yolda buzağısıyla beraber gelen bir adama gözü takılır ve buzağıya dikkatlice bakar. Bunun üzerine buzağının sahibi, buzağıyı ona satmayı düşünür. Ama Küçük Ağaç’ın cebinde sadece elli sent vardır. Adam, ona buzağıyı elli sente satabileceğini söyler. Söz oyunlarıyla onu kandırmayı başarır ve ona buzağıyı satar. İlk defa bir şeye sahip olmanın duygusuyla coşan Küçük Ağaç, buzağıyı eve götürmek için yola düşer. Yolda giderken buzağı halsizleşmeye başlar ve en sonunda da yere kapaklanarak ölür. Büyükbabası ona, buzağının öldüğünü söyler ve bunun üstüne sadece buzağının işe yarar derisini yüzerek, eve dönerler. Yemeğe oturmuşlardır ve büyükbaba, düşünceli olduğunu sezdiği Küçük Ağaç’a yine tecrübe yolunda önemli bir mesafe aldıracak nitelikteki şu sözlerle ders verir; “Görüyorsun, Küçük Ağaç, öğrenmenin yapmaktan başka yolu yok. Senin buzağıyı almanı engelleseydim, her zaman bir buzağın olması gerektiğini düşünecektin. Sana satın almanı söyleseydim, aldığın için beni suçlayacaktın. Hayat içinde öğrenmek zorundasın.”

Sahip oldukları küçük tarlalarında ekim yapmak için gerekli olan zamanı beklerler. Büyükbaba burada devreye girerek, bu defa da ekim yapmanın püf noktalarını ona anlatır. Sebze ve meyvelerin nasıl ekilmesi gerektiğini, toprağa ekmeye nelerin uygun olduğunu, bir sebze veya meyvenin nasıl olgunlaştığını anlamanın püf noktasını ona öğretir. Burada büyükanne de ona bir şey öğretir. Büyükanne ona, çok az insanın ağaçlara, kuşlara, sulara -yağmura ve rüzgâra- tam sevgi duymak için seçildiğini söyler. Mesela yıldızlarla konuşabileceğini ve yıldızların da ona cevap verebileceğini söyler.

Küçük Ağaç ve ailesi, bazı zamanlar ibadet için kiliseye de giderler. Kiliseye gittikleri vakit, din adamlarının nasıl bir taassup içinde olduklarını düşünürler. Öyle ki din adamları, kapıların kilitlerini ellerinde tutarlarmış; kendileri gibi düşünmeyenleri içeri sokmamak için şifreleri varmış. Aslında burada, yaşadıkları yerdeki din anlayışını, dinin insanlar tarafından –özellikle din adamları- nasıl sömürüldüğünü anlıyoruz. Kitabın içinde çoğu zaman politikacılara taşlamalar yapılırken, bu bölümde ise oradaki din anlayışının, katı bir taassup içerisinde olduğunu satır aralarından anlamak mümkün görünüyor. Öyle ki, sadece bir dinde değil de, bütün dinlerde insanları din ile sömürmenin mümkün olabileceğini de insana düşündürebiliyor…

Küçük Ağaç’ın acı ve tatlı tecrübelerle geçirdiği hayatına bir yerde dur demek ve onu resmi müeyyidelerle, ailesinin elinden almak istemek zamanı da gelir. Hükümet, eve iki yetkili gönderip, büyükbabanın yarı İskoç olmasını ve büyükannenin yaşlı olmasını, ona bakmaya hakları olmadığını ve ona doğru davranılmadığını iddia ederek çocuğu bir an evvel yurda göndermelerini, aksi takdirde yasal işlemleri başlatacaklarını söyleyerek çocuğun en kısa sürede yetimhaneye gönderilmesini isterler. Böylece ne kadar göndermek istemeseler de, resmi makamlar karşısında çaresiz oldukları için, Küçük Ağaç’ı yetimhaneye göndermek zorunda kalırlar.

Küçük Ağaç, yetimhanede kaldığı zamanlarda genellikle sessiz, durgun bir ruh hali içerisindedir. Pek kimseyle konuşmaz. Anne ve babası Çeroki usûllerine göre evlendiklerinden ötürü, yetimhanedeki hiçbir haktan yararlanamaz ve gayrı meşru muamelesi görür. Böylece büyükannenin ona, yıldızlarla konuşabileceğini öğretmesi üzerine, köpek yıldızı sayesinde ailesiyle hayali olarak da olsa iletişime geçer ve onlarla bağlarını koparmaz. Bu sayede burada çektiği bütün eziyetlere rağmen hayata tutunabilir. Küçük Ağaç’ın tabii ki de aile özlemi günden güne artar ve bundan dolayı gitmek ister. Ama gitmek isterken de ailenin başına sorun getirmekten korkar. En sonunda büyükbabasının onu ziyarete geldiği bir günde, onunla birlikte her türlü tehlikeyi göze alarak eve giderler.

Mutludur Küçük Ağaç, çünkü kendisini kucaklayan ve her türlü fedakârlıkla onu besleyen ve geleceğe ayakları yere sağlam basar bir şekilde yetiştiren ailesinin yanına dönmüştür. Küçük Ağaç, kendisini doğadan tecrit eden, hayati tecrübeleri bizzat yaşayarak edindiği yaşamından onu alıkoyan hayattan tekrar kendi eski güzel günlerine döner. Doğayla tekrar iç içe olur. Kışı birlikte geçirirler. Bahar gelir, tekrar ekime başlarlar. Viski üretimini sürdürürler. Kısacası, hayat onun için tekrar o bildiği normal halini alır.

Her hikâyenin bir de sonu vardır, bu uzun serüvenin sonu da maalesef ki acı bir şekilde son bulur. Küçük Ağaç, o mutlu hayatının belki de hep böyle gideceğini düşünüyordu. Hayat ona sadece bir kez sıkı bir tokat atmıştı. Uzun bir zaman böyle düşündü Küçük Ağaç ve o uzun zamandan sonra hayatın o acımasızlığını iliklerine kadar bir kez daha yaşadı. Küçük Ağaç, ikinci defa sahip olduğu aileye maalesef elveda diyecektir. Büyükbaba ve büyükannesini de kaybeden Küçük Ağaç’ın bu hiç bitmesini istemediğimiz bu sımsıcak hikâyesi de işte burada biter… [2]

Notlar:

1- http://www.dunyabulteni.net/m/haber/231670/suikaste-kurban-giden-yazar (11.11.2017)

2- Forrest Carter, Küçük Ağacın Eğitimi, Say Yayınları, 2012

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!