Bütün kuvvet tevazünü, her temsil kutbu aynı kök-ideolocyaya bağlı olarak, “Başyüce” ile “Yüceler Kurultayı” arasındadır. “Yüceler Kurultayı”, “Başyüce”de, kendi mânevî şahsiyetinin öz eliyle seçilmiş icra ve temsil birliğini; ve “Başyüce”, “Yüceler Kurultayı”nda kendi icra ve temsil birliğinin, üstün güzîdelerden mürekkep, murakabe ve muhasebe kadrosunu bulur.
Öyle ki, “Yüceler Kurultayı”, havaî kitle reylerinin kemmiyet dalgalanışındaki hikmetsizliğe zıt olarak, daima kendi kendini tekmil ve inşâya ve daima hak ve hakikate memur, giderken; onun ve devletin kafası olan “Başyüce”, yine onun seçiminden gelerek, hak ve hakikatin millet üstü mânâsıyla hak iradesine bağlı cephesini en ince ahenk içinde telif eder.
“Yüceler Kurultayı” vicdan; ve “Başyüce” irade…
Böylece, hak ve hakikatin muhtaç olduğu birbirini murakabe ve muhasebe edici iki ana merkez doğmuş olur; ve bu iki ana merkezin iş ve fikir kaynaşmasından doğacak olan vahdet, demokrasilerin varamadığı ve varamayacağı nizâmlı hürriyetle, demokrasilere zıd ve bütün şekillerin başaramadığı ve başaramayacağı hür disiplini, sağ ve sol kanatlardan hiçbirini incitmeden elinde tutar.
“Başyüce”, “Yüceler Kurultayı”nı, her defa giren ve çıkan âzasıyla tasdik edecektir. “Başyüce”, “Yüceler Kurultayı”nın fert fert dağınık ve zümre hâlinde toplu ruhunu, millet adına ona karşı murakabe ve müdafaa hâlinde olacak ve hükmü “Yüceler Kurultayı”na bırakacaktır.
Buna karşılık “Başyüce”, bütün hayat, faaliyet ve işiyle “Yüceler Kurultayı”nın murakabe ve hakikati müdafasına hedeftir.
Şöyle anlamak lâzımdır ki, her şey, herkesi aşan bir hak ve hakikat mizânı önünde, daima o hak ve hakikat adına birbirine hâkim ve mahkûm, birbirine şahit ve murakıp, mefkûrevî bir âhenk tertibini işletebilmekten ibaret…
Kendisi ve kendisini murakabe eden yine kendisi olarak, bir insanda iki cephe veya iki cephede bir insan…
“Yüceler Kurultayı”, “Başyüce”yi beklenmedik menfi ve zıt şartlar altında görürse, onu, en aşağı yüzde 75’i bulması gereken bir ekseriyet kararıyla devirip, bu takdirde nihaî irade tecelli edinceye kadar arasından birini “Başyüce” ilân etmek hakkına maliktir.
“Başyüce”, “Yüceler Kurultayı”nı doğrudan doğruya feshetmek hakkına malik değildir. Ancak “Yüceler Kurultayı”nda beklenmedik menfi ve zıd temayüllerin kümelendiği ve bütün kadroyu kuşatmaya başladığı bir fesat takdirinde, derhal milletten, kendisiyle “Yüceler Kurultayı” arasında hakem kararı isteyebilir. Bunu isteyebilmesi için, “Yüceler Kurultayı”nın, en aşağı yüzde kırk nisbetinde kendisiyle beraber olması lâzımdır. Milletin “Başyüce” lehinde vereceği hüküm, “Yüceler Kurultayı”nı, yalnız “Başyüce” tarafını tutuş nisbetinden ibaret bırakır; gerisi derhal tasfiyeye uğramış olur ve bu kısım, sonra kendi kendisini ikmal eder. Milletin “Başyüce” aleyhinde vereceği hükümse onu hemen düşürür ve yeni bir devlet reisi seçimine yol açar.
Her beş senede bir “Başyüce” seçimi gibi tabiî haller üstü, millet iradesinin tecellisi aranan vaziyetlerde, sadece milli iradeyi tahakkuk ettirmekle vazifelidir.
Hükümet, evvelâ “Başyüce”ye, sonra o yoldan “Yüceler Kurultayı”na karşı mesul olarak, “Başyüce” tarafından ve “Yüceler Kurultayı” kadrosu dışından teşkil edilir.
Hükümet, “Yüceler Kurultayı”nın (1) fazlasıyla itimatsızlık reyini aldığı ân derhal düşer.
“Başyüce”den itibaren “Yüceler Kurultayı” âzasına ve topyekûn hükûmet kadrosuna kadar hiçbir ferdin, kanun muvacehesinde mesuliyetsizlik ve şahsî masuniyet gibi bir imtiyazı yoktur. Meselâ, sokağa tükürmek, “Yüceler Kurultayı”ndan çıkacak bir zevk ve terbiye yasasına göre suçsa, zâbıta, bunu yapacak bir “Başyüce” ile bir “Yüce”yi, bir hükümet reisini veya bir çöpçüyü bir tutar.
Kaynak: Salih Mirzabeyoğlu, BAŞYÜCELİK DEVLETİ -Yeni Dünya Düzeni-, İBDA Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2004, s. 194-196.