“Kemmiyet ve dış kalıp plânında her şey ve her zaman değiştirilebilir ve icaplara uydurulabilir. Değişemez olan ruh ve keyfiyettir. Dâva, sadece, bu ruh ve keyfiyete denk, dış kalıp ve teşkilâtı, usta mimarlar eliyle petekleştirebilmekte…” (NFK)
- Vatan harîmi içinde ecnebi mütehassısa hiçbir vücut hakkı bırakmıyan kat’î ölçümüzden sonra kendi kendisine meydana şu mesele çıkıyor: Mutlaka akıl, eşyayı tefahhus ve tecessüs, maddeyi baştan başa semerelendirme ve insan iradesine râmetme mükellefiyeti altında olduğuna göre, Garplının fennine nasıl erişebiliriz; ve bunun usulü nedir? Bunun usulü, Garplıyı, hapishane gardiyanı tavriyle içimize alıp onun irade ve idare zindanında mahkûm kalmak yerine, gayet ince ve ulvî bir casus sıfatiyle onun harîmine girip akıl plânlarına hâkim olmaktır.
- Bu mücerret ifadenin kastettiği müşahhas dâva, Batı âlemine gönderilecek talebe meselesidir; ve bu mesele, tam 137 yıllık halledilmemiş dertlerimizden biridir.
- Şarkla Garp dünyaları arasındaki muhasebede Garbın zaferini ve Şarkın iflâsını kabul etmiş ve başımızı bunca belâya salmış köksüzler, şahsiyetsizler ve züppeler kolunun bu vatanda doğurduğu mustarip hayret devrinden beri, hem bir şeyler öğrenmesi için Batı âlemine talebe gönderirken, hem de bir şeyler öğretmesi için ecnebi mütehassısları içimize çekerken, mevzuun dehşet ve nezaketine en küçük bir nüfuz bile gösterebilmiş değiliz. Onların içine giderken de, onları içimize alırken de iflâsını kabul etmiş bir mahkûm tavrını 137 yıldır sadakatle muhafaza etmiş bulunuyoruz. Bu tavır devam ettikçe, Garplıdan devşireceğimiz, gıda yerine daima zehir olacaktır.
- İşte mahkûmiyetimizi başından sonuna kadar Garplı hesabına sigortalayıcı bu ruh haleti yüzündendir ki, bizde Avrupaya gönderilen talebe, ona körü körüne hayran kul ve köleler ve ondan ilim devşirme yerine onun bütün fesat dolaplarına peşinen düşmeye hazır “cepte keklik”ler mahiyetinde kalmıştır. Bu biçare keklikleri, fuhuş, kumar, içki, başıboşluk, şüphe, inkâr ve her türlü ruhî tereddi ocağında kızartıp helmeleştiren Avrupalı da, onlara kendi müspet ilimlerinden sadece basit reçete ve umumî (bandrol) bilgili hafif bir cilâ çektikten sonra, kendilerini vatanları hesabına değil de, vatanlarına ihanete memur birer Garplılık (ajan)ı sıfatiyle geldikleri yere iade buyurmuştur. Meşhur (Şinasi)den itibaren yine meşhur (Nâzım Hikmet)e kadar, Avrupaya gidiş ve gelişlerimizin çerçevelediği mânâ daima budur!
- İşte bu tarzda gidiş gelişlerin an’anesini kıracak; ve Batı âlemine anavatanda yepyeni bir ruh teçhizatiyle hazırlanmış, bellibaşlı vasıflarda, plânlı bir kitleyi akın ettirip kendilerini orada ve burada sevk ve idare edecek bir ölçüdür ki, usulümüzün ruhudur. Bu ölçüye göre, Batı âlemine gönderilecek talebe, bir taraftan her şeyi öğrenmeye muhtaç bir tavır temsil ederken, öbür taraftan her şeyi bilen bir iç edanın da sahibi olacaktır. Yani bir taraftan en basit bir talebe, öbür taraftan en muğlak bir âlim… Kendi gayesinin âlimi…
- Bu harikulâdeliği meydana getirebilmek için mutlaka vatan içi büyük bir inkılâba ve müstakil bir dünya görüşüne zaruret vardır ki, zaten bu olmadan, ortada, görüşülecek tek mesele yoktur; ve bu hususta bütün kefalet, ruhunu kâinatın biricik mimarîsine dayamış olan Büyük Doğu mefkûresinden başka bir şey değildir.
- Japonlar, Şark milletleri arasında, bâtıl ve sapık mânâsiyle de olsa az çok bu ruh istiklâlini tutabilmiş insanlardan oldukları için, memleketlerine tek ecnebi mütehassıs sokmadıklarından başka, talebelerini Garp Dünyasına gönderirken de hayli sert ve haşin ölçüler göstermişlerdir. Şu kadar ki, onların misalinden ibret alınabilecek taraflar bulunmakla beraber, misallerini tam bir yekparelik ve tamamlık içinde mütalâa etmeye imkân yoktur. Onlarınki, Garp Dünyasına talebe göndermek işinde, basit ve dikenli bir gururdan ve bu gururun haşin birkaç tedbirinden ileriye geçemez. Bizimki ise, nâmütenahî ince, yumuşak, fakat o nisbette kat’î ve sert; ve ruhunu âlemin yegâne gerçeğine bağlamış insanların bükülmez ve eğrilmez (rejim)ini temsil edecektir.
- Avrupaya gönderilecek talebe, plânı bütün teferruatiyle hususî bir iş temsil ve ayrı emirlere mevzu teşkil etmek üzere, burada ve daha ilk mektepten itibaren gayet dikkatli ve sistemli bir teftiş ve tetkik neticesinde seçilecek; bunlar müstesna bir (rejim) altında talim ve terbiye gördükten sonra, cihana ebedî rengini getiren Şark dünyasının ebedî rengini silmeye memur Garplının her türlü sırrını çalıp getirmek gibi en ince bir mükellefiyetin şartlariyle donatılarak kol kol Garp dünyasına sevkedilecektir.
- Ve bunlar, evvelâ tâbi tutulacakları vatan (rejim)i bakımından ruhî ve ahlâkî cepheleriyle o türlü yetiştirilecektir ki, Garp illerinde herhangi bir günah ve fesat öksesine düşmekle, Allah ve Resulüne ihaneti bir tutacaklar ve dâvayı şahsî günah seviyesinin çok üstünde mütalâa edebilmek kıvamına erdirileceklerdir.
- Onlar için, Garp Dünyasında muvaffak olamamak ve kendilerini onlara kaptırmak diye bir hâdise, ancak Allah sayesinde ve Allahın lûtfiyle muhal bilinecektir. Şu veya bu suretle orada ayağı kayan, hiç değilse derhal memleketine dönecek ve artık kendisini bu şerefli “memuriyet”e lâyık görmeyici ihlâs ve şecaati daima gösterebilecektir.
- Esasların esası olan bu müceret ölçüler, idrak ve tedbir âlemine nakşedildikten sonra, işi bir baştan öbür başa plânlamak; ve bilhassa Batı âlemine gönderilecek masum talebe kılıklı ulvî irfan casuslarını yetiştirici iç teşkilâtı kadrolaştırmak pek kolaydır. Yeter ki, oraya gidecek olanlar, birkaç nesil sonra artık bu gidiş gelişleri lüzumsuz kılıcı ve her şeyi memleket içinde kefalet altına alıcı büyük ve ihyakâr tavassuta unsur teşkil ettiklerini iyice anlasınlar ve bu anlayışa göre fikir ve ahlâk sahibi olsunlar…
Kaynak: Necib Fazıl, İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ, Büyük Doğu Yayınları, 30. Basım, İstanbul 2021, s. 356-359.