“Kemmiyet ve dış kalıp plânında her şey ve her zaman değiştirilebilir ve icaplara uydurulabilir. Değişemez olan ruh ve keyfiyettir. Dâva, sadece, bu ruh ve keyfiyete denk, dış kalıp ve teşkilâtı, usta mimarlar eliyle petekleştirebilmekte…” (NFK)
- Kravat ve pantalon içimize Tanzimatla girdi.
- Kravat ve pantalonu aşağı tabaka halk, büyük yığın, bir türlü benimseyemedi, sevemedi ve ruhunun giyim-kuşam ölçüsüne uyduramadı.
- Kravat ve pantalon, sadece Batıyı uzaktan tanımış ve marifetine körü körüne inanmış olmak mânâsına küçük aydın, hem Batı ve hem de Doğu irfanının sathında, yarı münevver bir sınıfın üniforması haline geldi; o sınıf tarafından da hâkimiyet ve şahsiyetle kuşanılamadı. Ve işte o sınıf, tavrındaki zaaf ve taklid edasını, seziş plânında büyük yığından gizleyemedi.
- Aşağı tabaka halk, büyük yığın, kravat ve pantalona belki korkutucu, fakat asla güven duygusu vermeyici ve akrabalık göstermeyici bir şey diye bakmıştır.
- Bugün mazisi yarım asra yaklaşan şapkaya gelince, o, giydirenlerce de giyenlerce de hiçbir zaman bünyeleştirilememiş ve horozun ibiğine dikilen bir (kokard) mahiyetini aşamamıştır.
- Şapkayı getirenlerden, bir-iki şahıs müstesna, hiçbiri, onu giymeyi becerememiştir. Kan kırmızı devrimci bir İnönü veya bir Recep Peker’in başlarında şapka, Rus mujiğinin tepesinde karnaval külâhı kadar sun’î ve (bediî) uygunluktan uzaktır. Nitekim bu tipleri soysanız ve onlara entari ile pijamadan hangisinin uygun düşeceğini araştırsanız, varacağınız netice, tiksindikleri entari olacaktır. Bunlar, dâvalarını yaşamayan samimiyetsizler…
- Bize Tanzimattan beri gelen inkılâb kadrolarından hiçbiri, Batıyı (realite) ve (estetik) plânlarında yaşamış, Batının derisi içine girmiş ve onu iki dünya arası bir mahsup muamelesi neticesinde benimsemiş değildir. Bu hâle de en parlak delil, Tanzimat Paşasının dizi çıkmış pantaloniyle galoşu, göbeği üzerinden kemeri düşen setresiyle fesi arasındaki şaşkınlık manzarasıdır.
- Şapkayı getiren zümrenin, yine birkaç fert müstesna, Batı kılığında son (estetik) merhale olan frak içindeki komik tablosunu ele alırsanız, kravat ve pantalondan sonra şapkayla tamamlanmak istenen hâdisenin ne hazin bir cilâdan ibaret kaldığını anlarsınız.
- Bu vaziyete göre, kasketini ters çevirip namaza duran köylüyü suçlamaya mahut fraklılarda hak yoktur. Asıl hak, şapkanın nasıl tutulacağını ve giyileceğini bildiği halde onu hayatı boyunca başına geçirmemiş olanlardadır. Bu ölçüden çıkarılacak ders, Batıyı Batılıdan daha derin ve ileri bir kavrayışla anladıktan sonra ondan uzak kalmayı bilmenin sırrına ermektir ki, dâvayı tâ merkezinden kavramaya götürür.
- Şapkanın kabulü sıralarında bir Fransız fıkracısı şöyle yazmıştı: “Türkler şapkayı kabul ettiler ve başlarına geçirdiler. Manzaraya bakan onun rûha değil, kelleye geçirildiğini anlar. Bu da inkılâb demek olmaz!”.. Teşhis doğrudur: Ruh, başına geçireceğini taklitle almaz, kendisi bulur.
- Suç ne kravat, ne pantalon, hattâ ne şapkadadır. O şapka ki, kenarlı şekliyle, Haçlılar Seferlerinde, hıristiyanların, kendilerini müslümanlardan ayırmaları için, bir giyim-kuşam eşyası olmak yerine bir ruh alâmet ve sembolü diye icad edilmiştir. Suç, sadece, bu unsurları şahsiyet hesabına vuramamaktadır. Bu bakımdan kravat, pantalon ve şapka, birbuçuk asırdır gardrop kadrosunun dışına çıkmadığımızın ve iç maktâlara nüfuz edemediğimizin maddî işaretleri olmuştur.
Kaynak: Necib Fazıl, İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ, Büyük Doğu Yayınları, 30. Basım, İstanbul 2021, s. 370-372.